• arthur schopenhauer'in şule yayınları tarafından basılmış kitabı. schopenhauer bu kitabında hegelden başlayıp birçok kişiye bindirmektedir.
  • başyapıt.üzerine aşkın metafiziği ve hayatın anlamı ile kombo yapılınca tadından yenmeyecek türden bir başyapıt hemde.
  • okumak, peki ama kimi, neyi ve niçin? sorusuna cevap ararken ulaştığım kitap.

    altını çizecek o kadar çok satır var ki kesinlikle ufuk açacaktır.
  • schopenhauer'in güzide kitaplarından yalnızca biridir. say yayınları çevirisinde bazı türkçe kelimelerin anlamlarına sürekli bakmak zorunda kaldım;deruni, saik, biteviye vb.

    - yürümek için baston ne ise düşünce için kalem de odur, fakat nasıl ki insan en kolay bastonsuzken yürürse, en kusursuz biçimde de elinde kalem yokken düşünür. insan ancak yaşlanmaya başladığında bir baston kullanmayı ister, (baston artık onun için bir yük değil, bir yardımcıdır) kalem de böyledir.

    -eğitimli öğrenimli insanlar kitapların içindekilerini okuyanlardır. düşünürler, dahiler ve dünyayı aydınlatıp insan soyunun ilerlemesine katkıda bulunmuş olanlar, doğrudan tabiat kitabından yararlananlardır.

    -bir insanın bu dünyadaki seçimi bir yandan yalnızlığın, diğer yandan bayağılığın ötesine geçmez.

    -aşağı sınıfakiler günlerini ihtiyaçları tedarik için sürekli bir mücadele ile, bir başka ifadeyle, ıstırapla geçirirken yüksek sınıflar can sıkıntısıyla monoton ve çok kere umutsuz bir savaş halindedirler.
  • say yayınlarından çıkan çevirisi berbat kitap. varsa diğer çevirileri okumak lazım.
  • schopenhauer'ın kesinlikle herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm eseri. öncelikle kitabın oldukça düzenli biçimde ve aynı seviyede düzenli yöntemle ilerlemekte olduğunu kitabı okumayı düşünen, duyan, ama gözünde büyütenlere söylemek isterim. çok fazla içeriğine dalmadan yazarın hangi kitapları insanlık için verimli gördüğü, hangi kitapların insanlığı geliştirdiği temelinde bir eleştiri yaptığını söylemek isterim. okuyucu dahil herkesin kendisine edilen bir parça küfür bulacağını düşünmekle birlikte hemen savunmaya geçmeden yazarın düşüncesi anlaşılmaya çalışılmalı bence. ve bana göre yazarın "yazmak" konusundaki düşünceleriyle, bu kitabının üslubunun çelişmemesi en büyük artısı olsa gerek.
  • beni başından sonuna mutlu bir şaşkınlıkla kendine okutmuş kitap. okurken beyin nöronlarındaki akımı hissedebiliyordum, o derece. kitap üç ayrı bölümden oluşuyor, kitabın adından da anlaşılacağı üzere yaşamak, okumak ve yazmak. her bölümden altını çizdiğim muhteşem ifadeleri paylaşmak istedim.

    1- yaşamak üzerine :

    “dünyanın herhangi bir yerinde elde edilebilecek çok fazla bir şey yoktur. dünya sefalet ve ıstırapta doludur; ve eğer bir insan bunlardan yakasını kurtarırsa, bilsin ki can sıkıntısı her köşe başında pusuda beklemektedir. hatta daha da fazlası; genellikle galip gelen kötülüktür; ve gürültü ve şamatayla sesini en fazla duyuran budalalıktır. talih insafsız ve acımasızdır, ve insanlık acınacak durumdadır. bunun gibi bir dünyada kendinde [içinde] zengin olan bir insan noel zamanında aydınlık, sıcak, mutlu bir yuvadır, buna mukabil bundan yoksun olanlar karlarla kaplı soğuk bir aralık gecesidirler.”

    “yelpazenin diğer ucunda duran insan, ihtiyacın ani sancılarından kurtulur kurtulmaz, her ne pahasına olursa olsun eğlenmeye ve topluluğa karışmaya çabalar, karşılaştığı ilk kimseyle tanışmaya can atar ve bizatihi kendisi, en ziyade uzak durmaya çalıştığı şey haline gelir. çünkü herkesin kendi yeterlilikleriyle karşı karşıya bırakıldığı yalnızlıkta, bir insanın kendinde sahip olduğu şey gün ışığına çıkar; allı pullu esvaplarının içerisinde budala sefil kişiliğinin yükü altında inim inim inler —ki bu asla üzerinden atamadığı bir yüktür— halbuki yetenekli insan canlandırıcı—şenlendirici düşünceleriyle tenha yerleri gözler.”

    “haksızlık etmek istemem; dolayısıyla izin verin kağıt oyunlarını savunmak için kesinlikle, bunun dünyaya ve iş hayatına bir hazırlık olduğunun söylenebileceğine işaret edeyim; çünkü bir kimse böylelikle tesadüfi ama değiştirilemez koşulları (bu durumda kağıtlar) nasıl zekice kullanabileceğini ve bunlardan mümkün olduğu kadar kazançlı çıkmasını öğrenir ve bunu yapmak için bir insan bir miktar riyakarlık (iki yüzlülük) ve kötü bir işe nasıl iyi bir yüz takınabileceğim öğrenmelidir. fakat diğer yandan, tam da bu sebepten ötürü kağıt oyunu bu denli ahlak bozucudur, çünkü oyunun bütün amacı her türlü hile ve aldatmaya başvurarak başkasına ait olanı kazanmaktır. ve oyun masalarından kapılan bu türden bir alışkanlık, ait olduğu yerden dışarı çıkıp günlük hayata karışır; ve günlük hayatın işlerinde bir insan yavaş yavaş artık öyle bir noktaya gelir ki, meumu (l. bana ait olanı) ve tuumn (l. sana ait olanı)4 hemen hemen kağıtlarla aynı şekilde görmeye ve sahip olduğu üstünlükler her ne ise onları, adaletin pençesi ensesine yapışmadığı sürece, en son noktaya kadar kullanması gerektiğini düşünmeye başlar. kastettiğim kimselerin örneklerine, ticaret hayatında her gün rastlanır.”

    “ sevinelim aziz kardeşlerim, sevinelim ve sürür bulalım, çünkü biz köle kadının değil, özgür kadının çocuklarıyız.”

    “ nasıl ki hiçbir ülke sadece birkaç kalem ithalata ihtiyaç duyan ya da hiç ihtiyaç duymayan bir ülke kadar müreffeh değilse, en mutlu insan da içindeki zenginliği kendisine yeterli olan ve varlığını idame ettirmek için dışarıdan ya çok az şeye ihtiyaç duyan veya hiçbir şeye ihtiyaç duymayan insandır; çünkü ithal mallar pahalı şeylerdir, bağımlılığı açığa vururlar, tehlikeye sebebiyet verirler, sıkıntı meydana getirirler ve sözün kısası yerli imalat için sefil birer ikamedirler. hiç kimse başkalarından, ya da genel bir ifadeyle, dış dünyadan çok fazla beklenti içerisinde olmamalıdır. bir insan tekinin bir başkası için ifade edebileceği şey, öyle çok büyük değildir: neticede herkes yalnız kalır ve önemli olan şey yalnız kalanın kim olduğudur.”

    “burada genel bir doğrunun bir başka tatbikatıyla karşılaşırız ki, goethe dichtung und wahrheit"ında (şiir ve hakikat, ııı. kitap), şu şekilde dikkat çeker: bir insan son tahlilde her şeyde kendisine başvurmalıdır; ya da goldsmith'in the traveller'da ifade ettiği biçimiyle: still to ourselves in every place consign 'd our own felicity we make or find. bir insanın olabileceği ya da başarabileceği en iyi ve en büyük şeyin kaynağı insanın kendisidir.” burada aklıma yunus emre’nin “sen seni bil seni …” mısraları geldi

    “her şeyden önce hayat gücünün {yaşamsal enerjinin), yemenin, içmenin, hazmetmenin, dinlenmenin ve uyumanın zevkleri gelir; ve dünyanın öyle köşeleri vardır ki bunlar ayırt edici ve ulusal zevklerdir denilebilir. ikinci ola- f ak adale gücü nün zevkleri gelir, yürümek, koşmak, güreşmek, dans etmek, eskrim yapmak, at binmek ve benzeri atletik uğraşlar bunlara dahildir ki, zaman zaman spor biçimine bürünürler, kimi zaman askerlik hayatının ve gerçek savaşın bir parçası olurlar. üçüncü olarak duygu ve duyarlık zevkleri gelir, temaşa, müşahede, düşünme, duygulanma, yahut şiir zevki veya kültür, müzik, öğrenim, okuma, keşif, felsefe ve benzeri bunlara dahildir. bu zevk türlerinin her birinin değerine, izafi kıymet ve ömrüne gelince, bu konuda bir hayli şey söylenebilir, ki ben bunu okura bırakıyorum.”

    “bu bakımdan duygu ve duyarlık zevklerinin diğer her iki temel zevk türünden daha yüksek bir yer işgal ettiğini hiç kimse inkâr edemez ki bu sonuncular vahşilerde eşit, hatta daha yüksek derecede mevcuttur; insanı diğer hayvanlardan ayıran da duyarlığın bu ağır basan miktarıdır.”

    “dünyadaki bütün akıllar bir araya gelse akıldan nasip almamış birisi için hiçbir kıymet ifade etmez.”

    “bayağı insan her türlü izlenime sürekli olarak açıktır ve çevresinde olup biten her türlü küçük önemsiz şeyleri anında algılar: en hafif fısıltı, en önemsiz bir durum onun dikkatini uyandırmak için yeterlidir; o tıpkı bir hayvan gibidir.”

    “ voltaire'in gayet haklı olarak ifade ettiği gibi, "gerçek ihtiyaçlar olmadan gerçek hazlar olmaz". “

    “seneca'nın söylediği gibi, iptium sine litteris mors est et vivi hominis sepultura", okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, canlı bir mezardır.”

    “benim felsefem söz gelimi bana beş kuruş bile kazandırmamıştır, ama beni bir sürü masraftan alıkoymuştur.”

    “sıradan insan hayatının mutluluğunu kendi dışındaki şeylere; mala, mülke, şana, şöhrete, kadın ve çocuklara, dostlara, cemiyete ve benzerine bağlar, dolayısıyla bunları kaybettiği yahut hayal kırıklığına uğratıcı bulduğu zaman, mutluluğunun temeli çöker.”

    “ruh zenginliği yegâne hakiki zenginliktir, çünkü diğer bütün zenginlikler beraberinde kendilerinden daha büyük dert ve bela getirirler.”

    “ aristoteles, "mutluluk serbest zamana dayanır görünmektedir" der ve diogenes laertius "sokrates' in serbest zamanı sahip olunan bütün her şeyin en kıymetlisi olarak övdüğünü" bildirir.fakat serbest zamana sahip olmak öyle zannedildiği gibi herkesin payına düşen bir şey değildir; hatta insan doğasına yabancı bir şeydir, çünkü sıradan insanın kaderi kendisi ve ailesinin maişeti için gerekli olanların peşinde ömür tüketmektir; o özgür bir zihnin değil, mücadele ve ihtiyacın çocuğudur.”

    2- okumak ve kitaplar üzerine

    “okurken bir başka kimse bizim için düşünür: biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder; okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir.”

    “izin verin size edebiyatçılar, emektar kalem erbapları ve ucuz velut yazarlar tarafından kullanılan, her ne kadar kârlı ve başarılı da olsa, kurnazca ama mel'unca bir oyundan söz edeyim. bunlar zevki selimi ve dönemin hakiki kültürünü hiç hesaba katmaksızın zarifleri zürafayı ön sıralara oturtmayı başarırlar, böylelikle zaman içerisinde hepsi okumaya ve hep aynı şeye, yani yeni kitaplara şartlandırılırlar ki böylelikle dolanıp durdukları kibar çevrelerde sohbet konusu yapacak malzeme bulabilsinler.”

    “kimi zaman eski dünyanın büyük düşünürlerine dair kitaplar yazılır ve halk bu kitapları okur; fakat bu büyük adamların kendi eserlerini değil. bunun sebebi avamın sadece yeni basılmış olanları okumak istemesidir ve similis simili gaudet (benzer benzerini sevdiği) için halk günün derinlikten yoksun, çapsız kafalarından çıkma dedikodularını, büyük kafaların düşüncelerinden daha mütecanis ve daha hoş bulur.”

    "nerede bunlar? nereye kayboldu bunların şöhretleri; çığ gibi yayılan, herkesi peşine takıp sürükleyen, bunca gürültü patırtı koparan şöhretleri?"

    “bir insanın okuduğu her şeyi muhafaza etmesini istemek, yediği her şeyi midesinde muhafaza etmesini istemekten farksızdır.”

    "dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkânsızdır: anlamayan kimseler tarafından basılır, anlamayan kimseler tarafından satılır, anlamayan kimseler tarafından okunulur, hatta tetkik ve tenkit edilir; ve şimdilerde artık onları anlamayan kimseler tarafından kaleme alınmaktadır." .

    "bilginin sahibini hiçbir zaman kibirlendirmeyeceği şüphesiz temeli sağlam bir düşüncedir."

    3 - yazarlık ve üslup üzerine

    “onur ve para aynı keseden bulunmaz.”

    “yürümek için baston ne ise, düşünce için kalem de odur, fakat nasıl ki insan en kolay bastonsuzken yürürse, en kusursuz biçimde de elinde kalem yokken düşünür.”

    “eulenspiegel'e en yakın köye yürümesinin ne kadar zaman alacağı sorulup da görünüşte anlamsız gibi görünen "yürü bakalım" cevabını verdiğinde maksadı bir insanın yürüyüşünden belirli bir zamanda ne kadar yol alacağını görmekti. “

    “insan hayatının boşluğu üzerine hangi haykırış eyyub peygamberin şu sözlerinden daha dokunaklı, daha etkileyici olabilir? "insan ki kadından doğmuştur, günleri kısadır ve sefaletle doludur. bir çiçek gibi topraktan çıkar, vurulur gider. bir gölge gibi kaçar ve asla durduğu yerde durmaz"
  • dünyanın herhangi bir yerinde elde edilebilecek çok fazla bir şey yoktur. dünya sefalet ve ıstırapta doludur; ve eğer bir insan bunlardan yakasını kurtarırsa, bilsin ki can sıkıntısı her köşe başında pusuda beklemekledir. hatta daha da fazlası; genellikle galip gelen kötülüktür; ve gürültü ve şamatayla sesini en fazla duyuran budalalıktır. talih insafsız ve acımasızdır, ve insanlık acınacak durumdadır. bunun gibi bir dünyada kendinde [içinde] zengin olan bir insan noel zamanında aydınlık, sıcak, mutlu bir yuvadır, buna mukabil bundan yoksun olanlar karlarla kaplı soğuk bir aralık gecesidirler
  • arthur schopenhauer’in yaklaşık iki asır önce kaleme aldığı ve son iki asrın başyapıtlarından biri olarak kabul edilen kitabının adıdır.

    nietzsche’nin akıl hocası olan arthur’un kitabını herhangi bir metinden öteye taşıyan kıymetse, 1800’lü yıllarla günümüz dünyasının en temel ‘insan, fikir ve yaşam’problemlerinin hep aynı olduğunu; modern hayatın, ‘sıradan ve ahmak’ olanlarla ‘sofistike’ olanların aslında hiç değişmediğini, sadece çağlara göre kalıplarının üzerinde birtakım yöntem değişiklikleri olabileceği gerçeğini gösteriyor olmasından kaynaklanıyor. örneğin schopenhauer’in insanın varoluşu, düşünen varlık oluşu ve zihinsel gelişimiyle ilgili örneklemeleri insanın okuma, yazma ve yaşama karşısındaki hallerini anlatırken sergilediği anlatım tarzı ve saptamaları bugün de son kullanma tarihini yitirmemiştir.

    schopenhauer’in “okumak, yazmak ve yaşamak üzerine” isimli kitabı “insan mutluluğunun iki temel düşmanı: ıztırap ve can sıkıntısı” bölümüyle başlar. ilk bölümde ‘sıradan ve ahmak’ olanlarla, sofistike olanlar arasındaki can sıkıntısı ve sıkıntının niteliğinden bahseder.

    schopenhauer'ın mutluluk bahsinde ise “sıradan insan, hayatının mutluluğunu kendi dışındaki şeylere, mala mülke, şana şöhrete, kadın ve çocuklara, dostlara, cemiyete ve benzerine bağlar; dolayısıyla bunları kaybettiğinde hayal kırıklığına uğrar ve mutluluğunun temeli çöker. sadece zevkleri peşinde koşarak ömürlerini tüketirler ve vahşi bir hayvana benzerler. her gün görülebileceği üzere; bunlar aynı zamanda servetlerini ve boş vakitlerini, kendilerine en büyük değeri kazandıran şey için kullanmadıklarından ötürü de eleştirilmelidirler.” der.

    sanki bu satırlar 1800’lerin dünyasından değil bugün yaşadığımız modern hayattan ve toplumumuzun içinde bulunduğu en büyük çıkmazdan bahsediyor gibi. bu sözleri günümüzün tarifi olarak düşündüren durumsa, modern toplumların bugünün dünyasındaki en sinsi hastalıklarından biri olan ‘hedonizm’i yani ‘hazcılığı’ tarif ediyor olmasıdır.

    bkz: (#52782634)
    (bkz: modern insanın en büyük problemi)
  • --- spoiler ---

    okurken bir başka kimse bizim için düşünür: biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder, okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir. bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır, fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir; ve sonunda onlar bizden ayrılır, geriye kalan nedir? ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla-yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. birçok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir: okumak onları ahmaklaştırır. çünkü her boş vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak zihni mütemadiyen elle çalışmaktan daha fazla felç edici bir etkiye sahiptir. zira bu ikinci durumda uğraş kişiye kendi düşüncelerini takip edebilme imkanı sunar. nasıl ki yabancı bir cismin ağırlığı üzerinden hiç eksik olmayan bir çelik yay sonunda esnekliğini kaybeder; başka bir kimsenin düşünceleri sürekli olarak üzerinde bir baskı yahut tazyik unsuru olarak varlığını koruyan bir zihin de körelir. keskinliğini kaybeder. sürekli yiyerek bir kimse midesini bozar ve böylelikle bütün bedenine zarar verirse, zihin de düşünce malzemesiyle lüzumundan fazla beslenerek boğulabilir. çünkü bir kimse ne kadar fazla okursa okuduklarından kalan izler de kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır: zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. derin derin düşünmeye zaman yoktur, ve okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse. eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz. büyük bölümü itibariyle kaybolur. gerçekten de bedensel gıdalarımızla zihinsel gıdalarımız arasında durum hemen hemen aynıdır: insanın yediklerinin beşte biri ancak hazmedilir, geri kalan buharlaşmayla terlemeyle ve benzeri şekilde kaybolup gider. bütün bunlardan kağıt üzerine dökülen düşüncelerin kumsaldaki ayak izlerinden farklı olmadığı sonucuna varılabilir: doğru, adamın yürüdüğü yolu görürsünüz, fakat yolda ne gördüğünü bilmek için onun gözlerine ihtiyaç duyarsınız. okumak, yazmak ve yaşamak üzerine arthur schopenhauer
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap