• hurafelerden nefret eden bir insan olmama rağmen küçükken benim de başıma geldiğini hatırladığım olay. ilaçların çare bulamadığı şeye garip bir şekilde bu okutma işi 1-2 gün içinde çare olmuştu.
  • eş-şafi isminin yansıması, beklenen hadisedir. allah kadir'dir ve eş-şafi ismi her derde devadır.
    çünkü eş-şafi: hastalara şifa veren allah'ın 99 isminden biridir ve şafii ismi ile allah (cc) insanın maddi ve manevi hastalıklarına şifa verir.
    hastalandığım zaman bana şifa veren o'dur;" (şuara suresi, 80) ayeti kerimesi de bu gerçeğe işaret etmektedir.hastalığı veren allah olduğu için bu hastalığın geçmesi de ancak allah'ın dilemesi ile olur. allah dilediği takdirde şafi sıfatı ile verdiği hastalığı ortadan kaldırır.

    ayrıca: (bkz: eğitim şart)
    siğilleri okutabildiğimiz kadar okutmalıyız. ilk orta lise demeden nereye kadar okursa artık.
  • siğilin ne kadar bizden biri olduğunu gösterir. okutulan, okula kazandırılan her bir siğil elbet sağlıklı ve aydın siğilleri olan huzurlu bir toplumun işareti olacaktır. bu yüzden imkanı olan ve gücü yeten herkes bir siğili evlat edinip okutmalı, siğiller aleminde mutlak hayırlara vesile olmalıdır.

    edit: solak hatırlattı ki; özellikle kız siğillerin okutulması daha sevapmış.
  • cildin, kişinin psikolojik durumu ile yakın ilişkisi içerisinde olmasının bir sonucudur. utandığımızda yüzümüzün kızarması, korkunca betin benzin atması, bembeyaz olunması gibi. sıkıntılı zamanlarda uçuk, sivilce gibi deri rahatsızlıklarının artması da buna örnektir. tabi ki okutulunca iyileşen şey psikoloji belki dolaylı olarak immün sistem, yani sonuç plasebo etkisi. siğili yok saymak, üstünde durmamak hatta unutmak da okutmak kadar etkilidir.
  • başıma gelmiş bir olaydır.o güne kadar ne okumalara ne de üflemelere inanırdım.ama ne yaptı isem geçmeyen ( her türlü ilaç kullanımı dahil) ve sağ ayağımın altını işgal eden onlarcasından ( evet evet onlarcası çünkü çoğalıyorlardı ) bir iki günde kurtulmamı sağlayan o yaşlı adamı hiç unutmadım.
    gel gelelim ilk çıkan siğili bana sordu ve işaret parmağına tükürdükten sonra, bir şeyler mırıldanarak yaklaşık 5-10 saniye siğilin üzerine parmağını bastırdı.
    ne umudum ne de bir beklentim vardı ama, 1-2 gün sonra ayağımın altında siğilden eser kalmadı.belki size saçma gelebilir ama bizzat bunu yaşamış biri olarak şunu söyleyebilirim ki; böyle bir şey vardır.
  • ellerinde ve dizlerinde onlarca siğille yıllarca yaşamış biri olarak benim de yorum yapmam farz oldu. dizimde ve sadece 1 taneyle başlayan siğil maceram, bu şerefsizin büyümesi ve çoğalmasıyla maceradan kabusa döndü. önce her iki dizimde de sayıları onları aştı. daha sonra her iki elimde, tabir yerindeyse bir komün oluşturdular. bu siğillerin ortaokulun o bol sivilceli ve bol duygusal iniş çıkışlı ergenlik zamanlarına denk gelmesi ise bu kabusu tam bir michael haneke filmine dönüştürdü. yeni tanışılan herkes öncelikle ellerime bakıyordu. kızlarla girilen ortamlarda eller genelde cepte veya kollar bağlanmak suretiyle, eller koltukaltlarına gizleniyordu. artık ben de haneke filminin bu senaryosuna kendimi fazla kaptırmış olmalıyım ki bazı siğilleri jiletle kesmeye başladım. ama film bitmek bilmiyordu bir türlü. gel gelelim günün birinde soma'da tanınan ve sevilen nur yüzlü şükrü dede*'yle tanıştım. şükrü dede siğilin psikolojik olduğunu, geçmesini gerçekten çok isteyip dua edersem geçeğini söyledi. dua ederken de incir (bizim orda yemiş deyipdurular) yaprağının sütünü siğillerin üzerine sürmemi söyledi. ertesi gün arka bahçede bulunan yabani incirin dibine oturdum. ve artık beni bezdiren, insan ilişkilerimi sekteye uğratan bu siğillerin geçmesi için resmen yalvararak dua ettim.

    tam 2 gün sonra, her sabah birlikte okula gittiğim arkadaşımın "oha siğillerine ne oldu?" cümlesiyle ellerimde bir tane bile siğil kalmadığını gördüm. işin ilginç tarafı siğiller birden geçti. yani bir "yavaş yavaş geçme, kaybolma" safhası yaşanmadı. bir sabah, ben bile farketmeden kaybolmuşlardı. artık funny games bitmişti. mutluydum. mutluyum.

    (bkz: bu da böyle bir anımdır)
  • gidilen onlarca doktor ve denenen bir o kadar ilaca rağmen bana mısın demeyen, kardeşimin ellerindeki yüzlerce ve benim yüzümdeki siğilin bir iki gün içinde tamamen kaybolmasını gördükten sonra açıklayamadığım fakat kayıtsız şartsız inandığım olay. okuyan ve başarıya ulaşan kişinin yabancı, tanınmayan, el almış falan bir insan değil (öyle olsa psikolojik derim) , bunu etraftan duyup bir çamur topağına okuyan annem olması da psikolojik olma ihtimalini zayıflatıyor.
  • annem demişti ki "inanmazsan iyileşmez bak, okuyunca geçeceğine inanman lazım". sırf inadımdan "bak inandım, okudun, geçmedi" diyebilmek için bile olsa inanmadım. o okurken ben de "geçmeyecek kesin, saçmasapan işler peşindesin anne" dedim. duymuş gibi "bak inan da çabuk geçsin" dedi. ayağımı yere her bastığımda beni zıplatan mercimek kadar siğilin üzerinde elini gezdirip okuyordu, ne okuyordu onu da bilmiyorum, öğrenmek lazım aslında, ileride siğil çıkarsa bende uygulayabilirim böylece. evvelki cümleden de anlaşılabileceği üzere siğil ertesi sabah yoktu, imana geldim evet.
  • yıllar önce abimin de yaşadığı hadise.

    örnekleri sözlükte yazılanlarla sınırlı değildir. hatta halkımızın bir kısmı doğrudan bu yönteme başvurur siğil illetinden kurtulmak içün. mesele okumakta değil, şifa dilemektedir. okumak, dilemeyi doğru şekilde yapmanın* bir yoludur. islam peygamberi, pek çok hadisinde hangi hastalığa hangi tedavi yönteminin iyi geleceğini, hangi duaların okunmasının makbul olduğunu açıklamıştır. (bkz: nebevi tıp)

    yaşanan örneklerin sayısı ne kadar çok olursa olsun, dileyen allah'ın şafî isminin bir tecellisi olarak, dileyen plasebo etkisi ya da tesadüfle açıklayacaktır.

    şunu da belitmekte fayda görüyorum, allah'tan şifa dilemek ile doktora gitmek asla birbiriyle çelişmez. yani "şifa dilemekle oluyorsa neden doktora gidiyoruz" gibi bir anlayış hatalı olacaktır. peygamber'in (s.a.v) hadislerinden biri şu şekildedir: "tedavi arayın ey allah'ın kulları! zira, allah teâla yarattığı her hastalığa şifa da vermiştir, bundan sadece ihtiyarlık hariçtir, (onun tedavisi yoktur)."
  • ben çocukken ablamın elinde çıktığında dedem bir arkadaşına götürmüştü ablamı. amca okudu üfledi sonra cebinden çıkardığı sabit kalemi tükürükleyerek etrafını çizdi siğilin. gerçekten de az bir zamanda iyileşti siğil. epey bir zaman sonra lisedeki kimya hocam ders anlatırken hurafelerle ilgili bir konu açıldığında, sabit kalemin yapımında magnezyum kullanıldığını ve magnezyumun siğili iyileştirdiğini anlatmıştı. ha "çizmeden tükürükle iyileştiren nasıl iyileştiriyor" derseniz, işte o zaman ben de "kısfmet" derim.
hesabın var mı? giriş yap