• her biri kent sokaklarından çıkıp; denize, güneşe, bulutlara ve umuda varan izler taşıyan samimiyet kokan şiirlerdir.
  • asım bezirci'nin orhan veli şiirlerini incelediği , papirüs dergisinin 8. sayısında yayınlanan yazısı şu şekilde;

    orhan veli’nin ilk şiirleri 1936 yılının kasım ayında varlık dergisinde yayımlanır. dergi, bununla ilgili olarak, şiirlerin başına şöyle bir açıklama koyar :

    «varlık’ın şiir kadrosu yeni ve kuvvetli genç imzalarla zenginleşmektedir. aşağıda dört şiirini okuyacağınız orhan veli, şimdiye kadar yazılarını neşretmemiş olmasına rağmen olgun bir sanat sahibidir. gelecek sayılarımız onun ve arkadaşları oktay rifat, melih cevdet, mehmet ali sel’in şiirimize getirdikleri yeni havayı daha iyi belirtecektir.» (1).
    gerçekten de varlık’ın sonraki sayılarında orhan veli.nin, m. ali sel’in (2), melih cevdet’in ve oktay rıfat’ın şiirleri basılır. o. veli’nin ilk basılan şiirleri şunlardır: oaristys, ebabil, eldorado, düşüncelerimin başucunda. bunların ardından başka şiirleri sökün eder. 1939 yılı sonuna değin gerek varlık’ta, gerek insan’da (3), gerekse öbür dergilerde yüze yalan şiiri çıkar. orhan veli içlerinden bazılarını seçerek garip adlı kitabına alır. fakat 66 şiiri (yeni basılmış bütün şiirlerinin % 42 sini)
    beğenmediğinden olacak- hiçbir kitabına sokmaz. ancak, ölümünden sonra, bir yayınevi bunları «orhan veli - bütün şiirleri adlı kitapta toplar (4). yayınevinin «ilk şiirler» başlığı altında derlediği bu şiirlerin de kendine göre bir önemi vardır. o. veli’nin kişiliğindeki evrimin tümüyle ortaya çıkarılması bu şiirlerin de incelenmesini gerektirir.
    gelgelelim, bu şiirlerin incelenmesi de, herşeyden önce, o günkü şiir ortamının belirtilmesini gerektirir. 0 . veli’den önceki türk şiirinin eğilimleri -kaba çizgileriyle- şöylece özetlenebilir:
    1. hececiler : îlkin mehmet emin yurdakul, ardından rıza tevfik heceyle
    şiirler yazarlar. ziya gökalp, yeni mecmua’da heceyi «milli vezin» olarak salık verir. bundan sonra hece orhan seyfi orhon, yusuf ziya ortaç, enis behiç koryürek, halit fahri ozansoy gibi şairlerle edebiyata yerleşir.
    faruk nafiz çamlıbel heceyi geliştirir. onu izleyen yedi meşaleciler ve `ömer
    bedrettin`, vasfi mahir kocatürk, behçet kemal çağlar, kemalettin kamu daha da ileri götürürler.
    2. halkçılar: bunlar halk şiirini örnek alarak o yolda yazan şairlerdir. gerçi daha önce rıza tevfik de aynı yolda bazı örnekler vermişti. ama halk şairlerine özenme ancak 1935 ten sonra güçlenir. orhan şaik gökyay, sabahattin ali, ahmet kutsi tecer, ibrahim zeki burdurlu, ceyhun atuf kansu gibi şairler halk şairleri gibi yazmağa çalışırlar.
    3. öz şiirciler : fransız sembolistlerinden (baudelaire, verlaine, rimbaud, mallermé) esinlenen ahmet haşim öz şiiri savunur. sembolistlerin yanı sıra parnasyenleri de tanıyan yahya kemal de -bir başka açıdan- öz şiire yönelir. 1930 - 1940 arasında bu eğilim necip fazıl kısakürek, ahmet hamdi tanpınar, ahmet muhip dranas, cahit sıtkı tarancı gibi şairlerle sürdürülür. bu şairlerin düşsel ve bireysel yanları ağır basar.
    4. serbestçiler : çoğu gerçekçi ve toplumcu olan bu şairler heceye ve aruza karşı özgür koşuğu (serbest nazım) tutarlar. başta nazım hikmet olmak üzere, nail v., ercüment behzat, îlhami bekir, hasan izzettin dinamo, asaf halet çelebi özgür koşuğa dayanan yeni, yıkıcı şiirler yayımlarlar, alışılmış şiirin -öz ve biçimce- bazı kalıplarını kırarlar. onların ardından cahit saffet ırgat, a. kadir, suat taşer, rıfat ilgaz, ömer faruk toprak aynı yolda yürürler.

    -eski şiirler-

    o. veli’nin ilk şiirlerini iki bölüğe ayırmak yerinde olur:
    1. eski şiirler,
    2. yeni şiirler.
    birinci bölüğe girenler eski anlayışa göre yazılmış şiirlerdir. 1936 - 39 yılları arasında varlık dergisinde yayımlanmışlardır (5). bu şiirler, yukarda kısaca belirtilen şiir anlayışlarından üçüncü bölüğe girerler. gerçi, dil ve dış biçim (ölçü, uyak, vb.) bakımından birinci ^bölüğe yakın görünürler, ama iç biçim, öz ve görüş bakımından üçüncü bölüğe daha vakın düşerler. her ne kadar bu durum, birinci bölükle üçüncü boluk arasında bir sallanmayı, bocalamayı gösterirse de (6), aslında o. veli necip fazıllar, ahmet muhip’ler, ahmet hamdi’ler cahit sıtkı’lar kuşağına bağlanır ( ). zaten, daha delikanlı iken üçüncü bölük şairlerin etkilendikleri kişileri o da okumuştu: «o sıralarda gâvur şairlerini okuyorduk. (...) bu arada baudelaire’den sonraki nesilleri, daha çok modern şairleri...» (8). üstelik «orhan veli kalemi eline aldığı zaman baudelaire, rimbaud, verlaine gibi şairlerin şiir meselelerini haşim’den sonra cahit sıtkı, muhip dranas ve başkaları beş aşağı beş yukarı sanat piyasasına sürmüşlerdir. biz yetiştiğimiz sırada baudelaire, rimbaud, verlaine çok sevilen şairlerdir.» (9). o. veli edebiyat hayatına bu okuduğu ve sevdiği yabancı şairlerin etkilerini taşıyarak girer; türkiye’de onları izleyen yerli şairlerin kervanına katılır. eski şiirlerde yalnız, mutsuz, karamsar bir kişinin -belki de şairin kendisinin yaşayışı anlatılır; üzüntüleri, aşkları, özlemleri dile getirilir. bu kişi; «içinde bir yalnızlık duygusu» taşır, durmaksızın kemirir», «hülyadan köprüler» kurar (odamda). mutlu bir ülke tasarlar: «geceler orada yeşil bir deniz gibi »dir (eldorado). çocukluğunu ve «hatırası içinde yemin kadar büyük» ilk aşkını düşünür. (oaristys). «hasretinin yıllardan beri bel bağladığı» sevgiliyi bekler (düşüncelerimin başucunda). ama boşuna. geçmiş geri gelmez. bu yüzden «içi kör kuyu gibi derin»dir, «ve sonsuz rüyasında yalnızlık» sürüp gider (kurt). bir ara umutlanır: acaba «eski günler mi gelecek?» (ave marta). gerçi «gün doğuyor şehrin üzerine» (gün doğuyor). fakat o hâlâ «aydınlıklardan
    uzakta» :

    ruhum ölüm rüzgârlarına eş,
    ışık yok gecemde, gündüzümde.
    gözlerim görmüyor... lâkin güneş
    o her zaman, her zaman yüzümde
    ( güneş )

    şiirlerin kabaca konularını açıklayan bu özetleme, işlenen ana temleri de ortaya çıkarıyor: geçmişe özlem, sevgiliyi bekleme, çocukluk günleri, yalnızlık, umutsuzluk, sıkıntı, vb... şiirlerde de daha çok bu temlerle ilgili sözcükler geçiyor : eskiye dönüş, çocukluk geçmiş günler, hasret, beklemek / yalnızlık, kimsesiz, ümitsiz, sıkıntı, azap, acı, korku, günah, tasa, boşluk; ölüm; ağlamak / sevgi, aşk, haz duymak, iç alem, ruh, hülya, hayal, rüya, vehim, tahayyül, birsam, düşünce, masal / ışık, gölge, fecir, sabah, akşam, gece, yaz; bahar, gurup, aydınlık, ayışığı, ses, sessizlik, sükût, sükûn / çiçek, gül, deniz, ufuk, bulut, gökyüzü, göl, dal, ağaç, yemiş, orman, rüzgâr; yeşil; mavi; koku, kuş / yol, yolculuk, oda, kapı, pencere, kuyu, fener, vb...
    bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, tabiatla ilgili sözcükler epey yer tutar. o. veli sözü geçen kişinin toplumsal çevreyle olan ilişkilerine hiç değinmez, enikonu soyutlar. buna karşılık kişisel yaşayışla, duygularla tabiat arasında sıkı bir bağ kurar. tabiat burada duygular için hem uygun bir ortamdır, hem de onların ayrılmaz bir parçasıdır. bu parça, zaman zaman, ruhsal durumlara eşlik eder :

    hatıralarla kabaran deniz
    doluyor ruhun oluklarından
    (dar kapı)

    ve kapıları yeşil sabahlara açılan
    sıcak tahayyüllerle dolu yaz geceleri
    (ebabil)

    ah! birçok şeyler hatırlatan erik ağacı
    ( oaristys )

    eski günler geri mi gelecek?
    rüzgâr tersine esiyor... niçin?
    (ave maria)

    bu örnekler de gösteriyor kı eski şiirler akıl değil, duygu şiirleridir, gerçekçilikten çok romantikliğe, toplumsallıktan çok bireyselliğe yakın düşmektedir. ayrıca, şiirlerin -yukarda açıklanan- konuları, temleri ve sözcükleri de bu durumu pekiştirmektedir.
    sonradan yayımlıyacağı şiirlerin tersine, bunlar, kafadan çok yüreğe, gözden çok kulağa sesleniyor. düşüncenin yerini imge, yalınlığın yerini şahanelik, kuruluğun yerini lirizm, nüktenin yerini üzünç dolduruyor. mısralardan koyu bir «hüzün taşıyor. tabiat da bu hüzne katılıyor. yaratılan «hava ve evren» -bir bakıma- ahmet haşim’i akla getiriyor. örneğin, a. haşim’in o belde'si ile o veli’nin eldorado’su ya da açsam rüzgârda sı ve başka şiirleri arasında bazı yakınlıklar görülüyor (10 )

    öte yandan, eski şiirler «deyiş ve anlayış» bakımından az çok ahmet muhip çizgisine yaklaşır. «orhan veli sanat hayatına ahmet hamdi - ahmet muhip arası, fakat senbolizme onlardan ziyade yaklaşan şiirlerle başlar.» (11 ). bu yaklaşma kimi şiirlerde etkilenme alanına girer. kimi şiirler ise baudelaire’- den, rimbaud’dan, ronsard’dan (helene için şiiri gibi) esintiler taşır. bu etkiler ve esintilere karşın, eski şiirlerde iyi bir şairin yaratıcılık gücünü görmemek imkânsız. özellikle eldorado, ave maria, gün doğuyor, masal, açsam rüzgârda, ekmek, mahallemizdeki akşamlar için adlı şiirlerde bu güç daha belirgin. belki bunlarda da birtakım etkiler, eksikler, acemilikler vardır, ama ilk şiirlerini vayımlıyan 22 yaşındaki bir şair için bunu tabiî görmek gerekir. kaldı ki, şairin erdemleri hem bu kusurlarını örtüyor, hem de başlangıç olarak umutlandırın bir düzeyin üstünde duruyor. onun için, eski şiirler genellikle çok güzel sayılanız. ama çirkin hiç sayılamaz. bu açıdan bakılınca, ataç haklıdır: «orhan veli’nin ilk şiirlerini şu ölçülü uyaklı, vezinli kafiyeli şiirlerini
    de daha derin bir ilgi ile okudum. bunlar için olgun şiirler diyemeyiz, orhan veli onları yazdığı sıralarda daha bir çocuk. ama ne güzel mısralar var onlarda: «beyaz kuşlarla ve günlerce yolculuk; — sihirli hinde doğru açılan dibâ. — en sonunda bereket akıtan oluk. — olgun yemişleri yere değen tûbâ. — bir de ave maria’yı, eldorado’yu okuyun... orhan veli yeni şiire geçerken, yeni çığırını açarken arkasında iyi, çok şeyler umduran bir şair bırakmış.» (12).
    eski şiirlerde dil ve dış biçim yönünden hececiler izleniyor. özellikle, son şiirlerde bu durum daha açık beliriyor: o. veli hece ölçülerini (vezinlerini) kullanıyor, ayağa (kafiyeye) önem veriyor, dörtlüklerle yazıyor, temiz bir türkçeye varmağa çalışıyor. çalışması genellikle başarıya ulaşıyor. gerçi, ufak tefek bazı aksamaları görülmüyor değil, ama bunlar genel düzeyi bozmuyor. cahit sıtkı’nın dediği gibi : «o. veli’vi, vezinli kafiyeli şiirlerinde hece vezninin inceliklerini az çok bilen ve daha ziyade lirizme meyleden bir virtuose olarak tanıyoruz.» (13 )
    eski şiirlerin oldukça sade, rahat bir deyişi var. her ne kadar bu deyiş baştaki şiirlerde yabancı sözcüklerle, zorlama uyaklarla, ölçü gerekleriyle yer yer yaralanıyorsa da, zamanla gitgide arınıp düzeliyor. av e maria, gün doğuyor, uyku, son türkü, açsam rüzgârda, buğday, ekmek, üstüne gibi şiirlerde övülesi bir saydamlığa kavuşuyor.

    işte bunu gösteren birkaç parça :

    dili çözülüyor gecelerin,
    gölgeler kaçışıyor derine
    alıp sihrini bilmecelerin
    gün doğuyor şehrin üzerine.
    (gün doğuyor)

    açsam rüzgâra yelkenimi,
    dolaşsam ben de deniz deniz
    ve bir sabah vakti, kimsesiz
    bir limanda bulsam kendimi.
    (açsam rüzgârda)

    işte, bütününü almadan edemiyeceğim, dili gibi kendi de güzel bir şiir:

    dilimin ucunda bir eski arkadaş adı.
    unutulmuş şekilleri taşıyan bulutlar;
    bir gökyüzü genişliğiyle ruhuma dolar;
    otların içine sırtüstü yatmanın tadı.

    avucumda sıcaklığını duyduğum ekmek;
    üstümde hâtırası kadar güzel sonbahar;
    o bembeyaz, o tertemiz bulutlara dalar
    düşünürken bir çocuk türküsü söyliyerek.
    (ekmek)

    o. veli bu eski biçimli şiirlerden sonra birtakım yeni biçimli şiirler yazar. bunları da incelemeğe geçmezden önce bir noktayı açıklamak gerekiyor: o, veli yalnızca gününün şiirini değil, dünün şiirini de iyi biliyordu. kendisini yakından tanıyanlar da bu gerçeği kabul ediyorlar. okul arkadaşlarından biri anlatıyor: «bir gün kendisine ilk şiirimi okudum, serbest nazımla yazılmıştı. vezin meselesi üzerinde uzun uzadıya konuştuk. kendisi, divan şiirini ve aruz kalıplarını çok iyi biliyordu. bana demişti ki: önce şu sevmediğimiz, alışamadığımız ve zorla ezberlettirilen kalıp hükümleri bilmemiz lâzım; ondan sonra bu çerçeveyi kırarak yeni şekiller, yeni buluşlar ve yeni bir zevk anlayışın aramaya koyulalım.(14).
    o. veli’nin divan edebiyatını iyi bildiğini yalnızca arkadaşları değil, eski görüşe bağlı kişiler de kabul ediyorlar. «orhan veli’nin bizim aşk ile sarıldığımız mukayyet edebiyata da vâkıf olduğunu yakinen biliyorum. hatta, mevlânâ’nın rübailerinden birini tercüme etmişti (...) rubaiyi aynen yazıyorum:

    bak! bağ-ü behar-ü servler ey canım;
    gönlüm yine gitmemek diler ey canım;
    aç! arkana at nikahını, kal burada.
    yok kimseler evde... gittiler ey canım.» (15)

    orhan veli gene mevlâna’dan, sonra hayyam’dan başka rübailer çevirmiş ve bunlar çok beğenilmiştir. ayrıca, eski anlayışta şarkı güfteleri dizmiş (16), epey yankı yaratan bir de şiir yazmıştır : efsane (17).

    felah bulmadı bir türlü derd ü mihnetten
    ne türlü ateşe yanmış gönül muhabbetten
    müreccah olmadı biganelik bu haletten
    ne türlü ateşe yanmış gönül muhabbetten.

    bu şarkıyı refik fersan bestelemiştir. öteki şarkının bestesini de suphi ziya yapmıştır:

    dem bezm-i visalinde heba olmak içindir
    canım senin uğrunda feda olmak içindir*
    nabzım helecanımda seda olmak içindir
    canım senin uğrunda feda olmak içindir

    yaprak benzim gibi sararıp solmayı bilmez
    bardak boşanır bencileyin dolmayı bilmez
    hiçbir şey canımca feda olmayı bilmez
    canım senin uğrunda feda olmayı bilmez.

    efsane şiiri yahya kemal’den başka kişilerin de övgüsünü kazanmıştır. (18) gerek bu haklı övgüler, gerekse şiirin kendisi o. veli’nin edebiyat hayatına girerken ne kadar hazırlıklı ve güçlü olduğunu göstermektedir.

    efsane
    bir zamanlardı bu gamhanede bir dem vardı
    gece sahilde sular fecre kadar çağlardı

    o çağıltıyla beraber döğünürken def ü çenk
    bir güneş dalgalar üstünde doğar rengârenk

    mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
    rindler muğbeçeler mest bütün mecliste

    ve o aletle bütün kahkahalar nağmeleşir
    dilde yahya kemal'in şarkısı şehnameleşir

    o gürültüyle sular çalkalanır çağlardı
    bir zamanlardı bu gamhanede bir dem vardı

    lâkin artık o hayal âlemi bir efsane
    ses şada yok bu değil sanki o devlethane

    -ilk yeni şiirler-

    bunlar, 1937 temmuzundan 1941 nisanına kadar çoğu dergilerde yayımlanmış şiirlerdir (19). ilerde garip'te yer alacak yıkıcı ve yadırgatıcı şiirlerin ilk örnekleridir. o. veli bu şiirleriyle yeni bir döneme girer: eski şiirlerindeki -daha doğrusu, o günün şiirindeki- öz ve biçim anlayışından ayrılmağa karar verir:
    «yirmi yaşımızı dolduralı bir iki seneden fazla olmamıştı; beylik kalıplar, beylik oyunlar, beylik dünyalar içinde bunalmış kalmış şiire yeni imkânlar arayalım dedik.» (20). bu amaçla «kalıplardan, alışılmış şeylerden sıyrılarak, bütün imkânları zorlıyarak yeni güzellikler aramanın hazzını» tadmak ister (21). bu istekle, garip’in önsözünde belirlenen anlayışın temellerini kazmağa koyulur. «vezniyle, kafiyesiyle, kitaplardan öğrenilmiş çeşitli sanatlariyle, bütün bir geleneğin, fakat dar görüşlü bir geleneğin getirdiği» kalıplardan, klişelerden kurtulmağa kalkar. (22)

    bunun için, ilkin ölçüyle uyağı atar. geleneğin getirdiği «kayıtlar»a başkaldırın «teşbih, istiare, mecaz, mübalâğa», vb. «edebî sanatlar»a sırt çevirir. şiiri müzikten, resimden ayırır. şairaneliğe kapıyı kapar. hayale ve tasvire boş verir. süsten, karmaşıklıktan, zekâ oyunlarından vaz geçer. sadeliği, basitliği ve yalınlığı benimser. duygudan çok akla dayanır. «şiiri bütün hususiyeti edasında olan» ve «insanın beş duygusuna değil, kafasına hitap eden» bir «söz sanatı» haline getirmek ister (23). şairin artık «ekalliyetin teşkil ettiği müreffeh sınıfların zevkine» değil, çoğunluğa seslenmesini diler (24).
    bu dileğin şiirlerde nasıl gerçekleştiğine bakalım. bunun için yeni şiirlerin ilk basılanlarından birini ele alacağız: pazar akşamları.

    şimdi kılıksızım fakat
    borçlarımı ödedikten sonra
    ihtimal bir kat da yeni esvabım olacak
    ve ihtimal sen
    gene beni sevmiyeceksin.
    bununla beraber pazar akşamlan
    sizin mahalleden geçerken
    süslenmiş olarak
    zannediyor musun ki ben de sana
    şimdiki kadar kıymet vereceğim
    (pazar akşamları)

    görüldüğü gibi şiirde ölçü ve uyak yok, özgür koşukla yazılmış. imge, tasvir ve benzetmeye yer verilmemiş. edebî sanatlara (teşbih, istiare, mecaz, vb.) baş vurulmamış. süssüz, dolanbaçsız, yalın bir deyiş var. herkesin kolaylıkla anlayacağı basit bir deyiş... dil oldukça sade. çoğunluğun, halkın kullandığı sözcükler ağır basıyor, ama «müreffeh sınıflar» a özgü sözcükler de eksik değil: «ihtimal, zannetmek, bununla beraber» gibi. gerçi bunlara benzer eski sözcüklere öbür şiirlerde de rastlanıyor, özellikle 1937, 1938 yıllarında yayımlananlarda. fakat gün geçtikçe azalıyor bu sözcükler, sonunda tümüyle arınmış ve durulmuş bir dile varılıyor. şu sevimli şiirde olduğu gibi:

    kuşçu amca
    bizim kuşumuz da var
    ağacımız da.
    sen bize bulut ver sade
    yüz paralık.
    (kuş ve bulut)

    pazar akşamları adlı şiirde söyleyiş de -dil gibi- büsbütün pürüzsüz değil, bazı takıntılar, eskiden gelme kalıntılar var. sözdizimi (sentaks) henüz yazı dilinin, kitabî dilin özelliklerini taşıyor, nesre kaçıyor. mısralara gereken önem verilmiyor. o. veli «mısracı ve kelimeci» anlayışı yıkmak isterken nesrih tuzağına düşüyor. o kadar ki, birinci bölümdeki mısraları yan yana yazınca hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz, bayağı bir nesir cümlesi elde ediyoruz: «şimdi kılıksızım, fakat borçlarımı ödedikten sonra ihtimal bir kat da yeni esvabım olacak ve ihtimal sen gene beni sevmiyeceksin.»
    aynı özelliği ikinci bölümde de buluyoruz. gerçi şair «süslenmiş olarak» sözlerinin yerini değiştirerek nesre düşmekten az çok kurtarıyor şiiri, ama bu da yeterli olmuyor. başlangıç şiirlerinin -özellikle 1937 de yayımlananların- çoğunda bu yetersizlikle karşılaşıyoruz: deniz, yokuş, ağacım, meyhane, mahzun durmak, sokakta giderken, saka kuşu, seyahat, iş olsun diye adlı şiirler bunun örnekleridir. fakat bunların bütün içindeki sayısı azdır, sonraki şiirlerin çoğu gittikçe düzelmiş, şiire özgü bir deyiş ve kuruluşa kavuşmuşlardır

    pazar akşamları şiiri 10 mısradan kurulmuş. öteki yeni şiirler arasında böyle 5 şiir var. geri kalanlar çoğunlukla daha kısa ( japonların hay kay şiirleri gibi.) boyları 4 ile 9 mısra arasında değişiyor: 4 mısralık 4,5 mısralık 5, 6 mısralık 8, 7 mısralık 4, 8 mısralık 5, 9 mısralık 3 şiir görüyoruz. 10 mısradan yukarı şiirlerin sayısı ise 8. eski şiirlerin ortalama 20 mısradan kurulmuş olduğu hatırlanırsa, o. veli’nin elini ne denli sıkı tuttuğu anlaşılır. böylesi bir tutum az ve basit araçla çok ve iyi iş görmeği zorunlu kılar. hem eski şiire özgü aletlere hiç el sürmemek, hem de hiç yürünmemiş bir yoldan ve kestirmeden hedefe varmak. hem tam bir yoğunluk ve yanlmlığa dayanmak, hem de şiirden ve içerikten hiçbir şey yitirmemek... doğrusu, bazı kimselerin kolay sanmalarının tersine, çok güç ulaşılan bir hedeftir bu. öyleyken, o. veli, genellikle bu hedefe ulaşır: quantitatif, montör sabri, yatağım, hardalname, fena çocuk, ağaç, kuş ve bulut, içkiye benzer bir şey gibi şiirler buna örnektir. bu örnekler soylu ve güçlü bir sanatçıyı haber veren başarılı denemelerdir.

    pazar akşamları’nda yoksul ve kılıksız bir kişinin sevgilisi karşısındaki duyguları konu alınmış. fakat konuyu işlerken şair romantikliğe, duyguculuğa (sentimentalisme) kapılmıyor. şairaneliğe uzak duruyor. gerçeği, yaşanılanı belirtmeğe önem veriyor. bir çeşit acı hayat hikâyesi anlatıyor. öyleyken, hikâyeyi bitirince, hafiften gülümsüyoruz. çünkü şiirin sonunda ince bir alay (ironie) seziyoruz. gerçi bu alayın altında hınçla beslenen bir duygu gizli, ama şair ona yenilmiyor, onu aşarak aklımıza seslenmeği başarıyor. şiirini kafamızla okumamızı sağlıyor.
    pazar akşamları’nın kahramanı -demin de söylediğim gibi- yoksul bir
    kişi, halktan bir kişi. o. veli’nin öbür şiirlerinde de arada bir böyle kişilerle
    karşılaşıyoruz. örneğin yokuş, quantitatif, montör sabri, veda, adlı şiirlerde
    işçilerden söz açılıyor. o. veli zencileri, halktan kişileri, küçük insanlaıı seviyor:

    güzel kadınları severim,
    işçi kadınları da severim.
    güzel işçi kadınları
    daha çok severim.

    dostlarından melih cevdet anlatıyor: orhan veli «fakir fukara ile, boyacılarla, garsonlarla, işçilerle gerçekten dostluk ederdi. harbden önce bir gün fakir bir işçi le tanışmıştık! montör sabri, sarhoştu, koltuğunda iki okka ekmek vardı. boyuna evine geç kaldığından bahsediyor, ama bir türlü evin yolunu tutamıyordu. ertesi gün orhan montör sabri şiirini yazdı:

    montör sabri ile
    daima geceleyin
    ve daima sokakta
    ve daima sarhoş konuşuyoruz.
    o her seferinde,
    «eve geç kaldım» diyor.
    ve her seferinde
    kolunda iki okka ekmek.

    «geçen yıl bir lokantada orhan’ı gördüm. yanında bir ayağı kesik bir adam vardı. tatlı bir muhabbete dalmışlardı. orhan beni görünce, montör sabri’yi tanımadın mı? dedi.» (25).

    o. veli’nin halka ve diline duyduğu sevgi şiirlerde henüz bir motif olarak görülmektedir; bir ideolog kimliği taşımamakta, bağlanma ve eylem bilincine varamamaktadır. ama bu sevgi ilerde oraya varması için bir tohum olmaktan geri kalmıyacaktır.

    pazar akşamlarında bir kişinin serüveni anlatılıyor. fakat bu serüvenin yalnızca kişisel yanı üzerinde duruluyor, toplumsal yanına değinilmiyor. öbür şiirlerde de çokluk aynı şekilde davranılıyor. ancak, tereyağı, gangster, karanfil ve veda başlıklı şiirlerde bireyin halinden toplumun haline doğru hafif bir açılış farkediliyor. bu açılış bir yerde siyasal bir kimlik de kazanıyor: çocukluğuyla gençliğini birinci ve ikinci dünya savaşının sıkıntılarıyla geçiren o. veli, savaşa karşı beslediği düşünceleri alaylı bir anlatımla açığa vuruyor. «alaylı bir anlatımla» diyorum, çünkü o. veli’nin bir amacı da şiir dilinden ciddî ve kitabî söyleyişi kovmak, «cafcaflı bir dille, bir hacivat ağzıyla yüksek perdeden konuşmayı» atmaktır (26). nitekim, tereyağı şiirinde, savaşı çıkartan
    hitler’le -bir çocuğun ağzından- muzipçe eğlenir, yerer onu:

    hitler amca:
    fbir gün de bize buyur.
    kâkülünle bıyıklarını
    anneme göstereyim.
    karşılık olarak ben de sana
    mutfaktaki dolaptan aşırıp
    tereyağı veririm,
    askerlerine yedirirsin.

    aynı alaylı yergiyi gangster şiirinde de -bir başka biçimde tekrarlar. veda şiirinde «yakında muharebeye gidecek» bir insanın halini anlatır. karanfil şiirinde savaşı basamak yaparak ahmet haşim’in şiir anlayışını taşlar:

    hakkınız var, güzel değildir ihtimal,
    mübalâğa sanatı kadar,
    varşova’da ölmesi on bin kişinin
    ve benzememesi
    bir motörlü kıtanın bir karanfile
    «yarin dudağından getirilmiş.» (27).

    o. veli kuş ve bulut, fena çocuk, hayat böyle zaten, yaşıyor musun, ağacım, saka kuşu, ağaç şiirlerinde çocuk dünyasını -gene çocukların ağzından, gene muzip bir edayla ve başarıyla- dile getiriyor.
    işte bir örnek:

    ağaca bir taş attım
    düşmedi taşım.
    düşmedi taşım.
    taşımı ağaç yedi,
    taşımı ağaç yedi,
    taşımı isterim.
    (ağaç)

    bu örnekte gerçeküstü bir olay anlatılıyor: atılan taş yere düşmüyor, taşı ağaç yiyor. böylesi olaylara daha çok masallarda, düşlerde ya da gerçeküstücülerin (surrealiste’lerin) şiirlerinde rastlanır. belki o. veli’nin gerçeküstücülerden olduğu söylenemez, ama onlardan bazı etkiler aldığı söylenebilir. nitekim, arkadaşı oktay rıfat bu sıralarda onun breton, eluard, soupault, jacob, radiguet, supervielle gibi şairleri okuduğunu ve gerçeküstücü bir de şiir yazdığım söylüyor (28).

    elimi çok dallı bir ağaç gibi
    tutarım gölün yüzüne
    ve seyrederim bulutları
    bir deve gürültüler içinde koşar, koşar, koşarken
    güneş doğmadan evvel varmak için
    ufka.
    (sabah)

    o. veli’nin kendisi de bu yıllarda gerçeküstücüleri okuduğunu birkaç yerde itiraf eder: «935 te melih belçika’da idi. oktay ile sürrealistleri okuyorduk.» (29). «o sıralarda gâvur şairlerini okuyorduk. bu arada baudelaire’- den sonraki nesilleri, daha çok modern şairlerin kitaplarını. bir de sürrealistleri. işte herkesin acaiplik telâkki ettiği şiirleri o zaman yazdık.» (30).
    bu itiraflar şunu gösteriyor: o. veli gerçeküstücüleri hem okumuş, hem de onların az çok etkisinde kalmıştır, ama büsbütün onlara bağlanmamıştır. gerçi gerçeküstücüler gibi o da bilinç altım rahatça boşaltmayı engelliyen ölçüyle uyağa, belâgat kurallarıyla edebî sanatlara sırt çevirmiş, hayatın karşısına zaman zaman mizah ve alayla çıkmıştır. fakat imgeye (dolayısıyla şairaneliğe), resme ve otomatik yazışa sırt çevirmekle de onlardan ayrılmıştır. onun için, bazı yazarların o. veli’ye «gerçeküstücü» damgasını basmaları yersizdir. nitekim, kendisi de, garip’in önsözünde bunu açıklamak gereğini duymuştur:
    «surrealisme’den birkaç defa böyle sevgi ile bahsetmemizden olsa gerek -ya surrealisme’i, yahut da bizim şiirlerimizi okumamış bazı insanlar, hakkımızda yazılar yazarken, bizi bu isimle isimlendirdiler. halbuki surrealisme’le, burada bahsettiğim iştirakler dışında hiç bir alâkamız olmadığı gibi her hangi bir edebî mektebe de bağlı değiliz.» (31)

    o. veli deniz, oktay’a mektuplar, mahzun durmak, sokakta giderken, yolculuk, meyhane, mangal, intihar, yatağım şiirlerinde kendinden, arkadaşlarından, tabiattan, sevgilerinden söz açar.
    bir örnek:

    bir aydan beri iş arıyorum, meteliksiz.
    ne üstte var ne başta.
    onu sevmeseydim
    belki de beklemezdim
    insanlar için öleceğim günü.
    (oktay’a mektuplar, ııı)

    bu örnekte de görüldüğü gibi o. veli en kötü durumda bile alaya sapmaktan, kendisiyle ya da anlattığıyla alttan alta eğlenmekten geri durmuyor. duygularını yenerek şairaneliğe düşmemenin, bıyık altından gülümsemenin çoğunca bir yolunu buluyor. ataç onun bu davranışını şöyle açıklıyor: «o. veli duygulu, duygusever bir kişi, bunu gizlemek, kendi kendinden de gizlemek istiyor. bunun için çarpışıyor kendi kendisile, alaya alıyor duygularını, gülüyor kendi kendine. biliyor ki kendini duygularına bırakıp içli, hani şu samimî denilir çeşidinden şiirler yazmak kolaydır, sanat ise zordur, seçme ile, çabalama ile varılır ona.» (32). doğrusunu söylemek gerekirse, o. veli, çokluk varıyor bu amacına: fena çocuk, kuş ve bulut, gangster, tereyağı, yatağım gibi şiirler bu varışın sevimli örnekleridir.

    o. veli’nin hayat karşısındaki bu alaycı davranışı, belki de, onun eyleme dönüşemiyen öfkesinin bir belirtisidir. günlük yaşayışın sınırları ve saçmalıkları, toplumun inanmadığı değerleri ve yaşaları şairi sıkmaktadır. fakat o. veli bu sıkıntının kaynağına inmekten, ondan kurtulmanın yolunu bir dünya görüşüne bağlamaktan henüz uzaktır. bağsız ve inançsızdır. kaldı ki, bağlanma yolu da hem tehlikeli, hem de tıkanıktır (33). şairin umutsuzluğu ve kötümserliği de belki bundan gelmektedir. belki, sıkıntısının yükünü bir çeşit kara alayla hafifletmeğe yönelmesi de bundandır. belki, gerçeküstücülerde olduğu gibi onda da «humour başkaldırma düşüncesinin, toplumsal önyargılara boyun eğmeyi reddetmenin değişik bir yolla anlatılmasıdır. flumour umutsuzluğun maskesidir. (•••) çünkü humour, gerçeklikten kurtulma, artık
    onun vuruşlarına karşı duygusuz kalabileceğimiz bir noktaya varma istemimizi dile getirir.» (34).

    o. veli’nin başka konuları işliyen şiirleri de var: hardalname, asfalt üzerine şiirler, ali rıza île ahmet’in hikâyesi, insanlar, edith almera, vb. gibi. gerek bu şiirler, gerekse sözünü ettiğim öbür şiirler o. veli’nin çok ve değişik konulara el attığım gösterir. gerçekten de, o. veli, şiirimizin alışa geldiği konuların dışına çıkar. başka bir deyimle, şiirimizin konu alanını değiştirir, zenginleştirir. tıpkı, alışılmış şiir dilini ve yapısını da değiştirdiği, zenginleştirdiği gibi. böylece, bir yazısında açığa vurduğu şu isteği az çok gerçekleştirmiş olur: «şiire yeni dünyalar, yeni insanlar sokarak, yeni söyleyişler
    bularak şiirin sınırlarını biraz daha genişletmek istedik.» (35).

    bu isteğin, daha önce de başka bir şair -nazım hikmet- eliyle ve başka bir anlayışla gerçekleştirildiğini söylemek haktanırlık olur. gerçi o. veli dünyaya yeni bir gözle bakmıştır, ama onu değiştirmeğe kalkmamıştır. bundan ötürü de. getirdiği yenilikler -başlangıçta çoğun biçim anlamında olmuş, toplum düzenini değiştirici bir öze ve görüşe bağlanmamıştır. n. hikmet ise şiiri yalnızca biçimce değil, özce de değiştirmiştir. bu bakımdan, cumhuriyet sonrası şiirimizdeki yenileşmeyi o. veli’yle başlatmak doğru değildir. ama, n. hikmet’ten sonra, o. veli’nin şiirimizde yaptığı yeniliği unutmak da doğru değildir.

    (1) varlık dergisi, 1.11.1936.
    (2) orhan veli’nin 'takma adıdır.
    (3) insan dergisinin 1.10.1938 tarihli sayısında çıkanlar şunlardır : ali rıza ile ahmedin hikâyesi, mangal, yatağım, iş olsun diye, rüya, kitabe-i seng-i mezar, baş ağrısı
    (4) orhan veli - bütün şiirleri, varlık yayınevi, 1951. bu kitap 1951 den 1963 e kadar dokuz kez basılmıştır.
    (5) şiirlerin adları ve yayım tarihleri şöyledir: oaristys, ebabil, eldorado, düşüncelerimin başucunda (1.11.1936), odamda (15.11.1936), kurt (1.12.1936) , buğday (15.12.1936), ehram (1.1.1937), dar kapı (15.1.1937) , akşam rüzgârda (1.2.1937), gün doğuyor, uzun bir ıstırabın sonunda ve bir saadet anında gelecek ölümün türküsü (1.3.1937), güneş (1.4.1937, zeval (15.5.1937), i masal, uyku, hâlene için (1.6.1937), son türkü (15.6.1937), tâbâ (15.7.1937), ölümden sonra neşelenmek için (13.8.1937) , haber (1.9.1937), ekmek, mahallemizdeki akşamlar için, üstüne
    (1.3.1939).
    (6) ayhan doğan - o. veli’nin şiirinde temler, ve üslûp, türk sanatı
    dergisi, 1.5.1956.
    (7) can yücel - orhan veli'nin şairliği, yeditepe dergisi, 15.11.1953.
    (8) bk- adnan veli - orhan veli için, 1953, s. 27.
    (9) oktay rıfat - orhan veli’nin ardından, son yaprak dergisi, 1.2.1951,
    (10) bu yakınlıklar için bak: cemil yener - ahmet haşim, orhan veli
    kanık, türk dili dergisi, 1.1.1960.
    (11) yaşar nabi - orhan veli, varlık dergisi, ocak 1951.
    (12) nurullah ataç - orhan veli, ulus gazetesi, 30.11.1953.
    (13) cahit sıtkı tarancı - şair orhan veli, son yaprak dergisi, 1.12.1951.
    (14) füruzan hüsrev tökin — ahbaplarım, orhan veli, kaynak dergisi, 1.12.1952.
    (15) ulunay__yazık oldu süleyman efendiye, yeni sabah, 16.11.1950
    (16) şarkılar şunlardır:
    (17) şiir, nokta dergisinde (15.2.1951) şu ön açıklamayla birlikte yayımlanmıştır:
    «orhan veli bu şiiri, eski tarzın hiç de zorluk göstermediğini anlatmak için düzmüştür herhalde. anlatıldığına göre şair sağlığında, bu şiiri yahya kemale okumuş, üstad da kendisine : «siz biraz daha gayret etseniz, bizi de geçeceksiniz» demiştir. orhan veli’nin verdiği cevap ise şudur : «aman efendim, biz bunu alay olsun diye yazıyoruz.»
    (18)örneğin, kadircan kaflı, efsane şiiri dolayısıyla şunları yazmıştır: «bazı yaşlılar (...) yeni nesli cahil sanıyorlar. (...) yanıldıklarını söylemiş olsam yanıldığımı söyliyebilirler; halbuki haksızdırlar. delil meydanda..» (yeni sabah gazetesi, 27.2.1951).
    (19) varlık dergisinde çıkanlar: pazar akşamları, yokuş, deniz, hoy lu, yolculuk (13.7.1937), asfalt üzerine şiirler, edith aimera (15.10- 1937), ağacım, mahzun durmak, meyhane, seyahat, insanlar (15.11.1937), seyahat üstüne şiirler, intihar, saka kuşu, sabah, yaşıyor musun (15.12.1937), oktay’a mektuplar, montör sahri (15.1.1938), kuş ve bulut, quantitatif (15.3.1940).
    insan dergisinde çıkanlar: ali rıza ile ahmedin hikâyesi, mangal, yatağım,
    iş olsun diye (1.10.1938).
    çeşitli tarihlerde yazılıp da o. veli’nin ölümünden sonra, (16.11.1952) tarihli vatan gazetesinde çıkanlar: üstüne (mart 1939), şhir haricinde (mayıs 1939), hayat böyle zaten (haziran 1939), rönesans (temmuz 1939), tereyağı, bizim gibi, gangster, karanfil (eylül 1939), veda (ekim 1939), tenezzül (şubat 1940), hardalname (mart 1940), beyaz maşlahlı hanım (eylül 1940), fena çocuk (nisan 1941).
    o. veli’nin sağlığında basılmıyan, sonradan bütün şiirleri adlı kitaba
    alınan şiirleri: içkiye benzer bir şey, çok şükür, sokakta giderken.
    (20) orhan veli, genç şairden beklenen, yaprak dergisi, 1.3.1949.
    (21) bk: başaran -diri taze, varlık dergisi, 1.1.1951.
    (22) orhan veli -nesir yazıları, 1953, s. 34.
    (23) bak: o. veli -garip, 1945, s. 15.
    (24) aynı eser s. 12.
    (25) melih cevdet anday- orhan veli’nin ardından el ele, son yaprak 1.2.1951
    (26) bk. orhan veli - nesir yazıları, 1953, s. 31
    (27) «karanfil» ahmet haşim’in bir şiirinin adıdır, bu mısra da o şiirden alınmıştır.
    (28) oktay rıfat-orhan veli’nin ardından, son yaprak, 1.2.1951
    (29) fahir onger — orhan veli kanık, yenilik dergisi, aralık 1953
    (30) sait faik abasıyanık — rakı şişesinde balık olmak isteyen şair, yedigün
    dergisi, 2.2.1947
    (31) orhan veli — garip, 1945, s. 19.
    (32) nurullah ataç-orhan veli, yenilik dergisi, aralık 1954
    (33) çünkü chp.nin diktatörlüğü bu dönemde gitgide artmış, toplumcu şairler ya hapse atılmış, ya kovuşturmaya uğramış ya da baskı altına alınmışlardır.
    (34) yves duplessis-gerçeküstücülük, çeviren. onat kutlar-ergin ertem, 1962, s. 32-33
    (35) orhan veli-nesir yazıları, 1953, s. 63
  • kimse duymadan ölmeliyim
    ağzımın kenarında
    bir parça kan bulunmalı.
    beni tanımayanlar
    “mutlak birini seviyordu” demeliler.
    tanıyanlarsa, “zavallı, demeli,
    çok sefalet çekti..”
    fakat hakiki sebep
    bunlardan hiçbirisi olmamalı.
  • “kuşçu amca!
    bizim kuşumuz da var
    ağacımız da
    sen bize bulut ver sade
    yüz paralık.”

    saygıyla.
hesabın var mı? giriş yap