• ulema alim sözcüğünün çoğuludur. medrese eğitimi almış islam hukukçularına bu isim verilirdi.
    ulema, osmanlı devleti'nde ilmiye sınıfına bağlı bir oluşumdur. vergiden muaftırlar. yargı, eğitim, din işleri bunlardan sorulurdu.

    malum olduğu üzere osmanlı devlet yapısı dörtlü bir yapının üzerinde konumlandırılmıştır.

    askerler ( ehli seyf ),
    ulema (ehli ilim),
    ehli kalem ( bürokratlar ) ve biz fanilerin dedeleri; reya kesimi.

    çalışan üreten, ekip biçenler, vergi verenler... osmanlı padişahları güçlerinin meşruiyetini hiçbir zaman peygamber soyuna dayandırmamış, nadiren kendi orta asya geçmişlerine atıfta bulunmuşlardır.

    işte bu ulema denen kurumsallaşmış yapı tam da bu işi ifa ediyordu. osmanlı erkinin hukuki dayanağı ulemaydı.
    teorik olarak ulema mensubu bir şahıs idam edilemez ve malına mülküne el konulamazdı. ( müsadere )

    şii dünyasının tersine osmanlı uleması tam manasıyla devlete eklemlenmiş bir yapıdadır.

    ve bu oluşum devasa bir imparatorluğun ideolojisini oluşturmuştur, iktidara meşruiyet payandası olarak hizmet verirken bunun karşılığında da kendilerine önemli ve güçlü bir sınıfsal koruma sağlamışlardır.

    osmanlılar bütün devletlerden çok daha fazla aristokratik yapıya izin vermezken ironik bir biçimde kendi aristokrasilerini yaratmışlardır.
    başlangıcından beri ulema- iktidar ilişkileri problemli bir alan olarak görülmüştür ve halk nazarında bu tip bir din adamına iyi gözle bakılmamıştır.

    ancak osmanlılar giderayak büyük bir organizasyona dönüşmeye başlayınca bu konuda farklı bir yöntem uyguladılar.

    fatih sultan mehmet, islam tarihi ile ortaya çıkan bu yapının kendi merkeziyetçi siyasetinde bir payanda olarak görev almasını sağladı.

    osmanlı'da ulemanın sınıf yapısı böyle ortaya çıktı.

    aslında bütün olup bitenlere bakarsak 'islam'da ruhbanlık yoktur' ifadesinin pratikte veya osmanlı uygulamasında gerçekçi olmadığını görebiliriz. madelina c. zilfi , bernard lewis, m. tayyip gökbilgin, ahmet yaşar ocak bu konuda buna benzer düşünceler iler sürer.

    osmanlı uleması kuşkusuz şii ulemanınkine benzer bir güçten ve otoriteden bahsetmesek de toplumsal konumları, iktidar ilişkileri vs. ile bir tür ruhban sınıfına dönüşmüştür.

    bu konuda ilgimi çeken bir fikri de ünlü tarihçi marshall hodgson ileri sürüyor:

    osmanlı devletinin geniş topraklarının yönetimi umera ile ulema sınıfın işbirliği yapmasını kaçınılmaz kılıyordu.
    bu yakınlaşma bir anlamda din ile devletin özdeşleşmesini, -din ile devletin sentezi- ortaya çıkarıyor. bu da ulemanın devletin kontrolüne girmesi karşılığında, şeriatın da devletin merkezine yerleşmesini sağlıyordu.

    hodgson iyimser konuşsa da osmanlı iktidarı örfi hukukla, şeriatın boş bıraktığı muazzam alanda hayli rahat at koşturmuştur.

    belki teoride veya görünüşte, hatta zihinsel yapılarda hodgson haklıysa da pratikte şeriat hiçbir zaman merkezi olmamıştır.

    sonuçta islam'da çok da tanımlanmayan siyaset alanını osmanlı kendi sentezini üreterek doldurmuştur.

    osmanlı ulemasının hikayesi son derece ilginç.

    ebussuud gibi 29 yıl şeriatı kitabına uyduran hızlı kalemeşorlar da var, dürrizade denilen ve beşik uleması yetiştirenler de, ve daha nice ad, hayat ve hikaye. tuhaf bir şekilde varacağım nokta şu ki, günümüzde osmanlılardan utananlar da, onlarla övünenler de boş konuşuyor.
    tanımıyoruz ve bilmiyoruz. oysa günümüzdeki birçok mesele tam da onlara gelip dayanıyor. ve işin bir de şu yanı var: osmanlı ulemasının genlerine işleyen bu iktidarla aynı yatakta iş tutma olayı günümüzde de cari midir... sizce?
hesabın var mı? giriş yap