*

1 entry daha
  • cool jazz ve hardbop
    -cool jazz- (195* - 195*) *

    müzisyenlerin alçakgönüllü oldukları genel bir ilkedir. çok az caz müzisyeni çaldığı müziği sınıflar veya ona ait bir kategoriyi ifade eder. hatta bir çoğu çaldığının caz olduğunu söylemekten bile çekinir. bu sınıflamalar veya kategoriler genelde onları dinleyenlerce ortaya atılır veya plak şirketlerince sanatçılara iliştirilirler.

    caz tarihinin bütün stilleri içinde en az tanımlanabilen stil "cool caz"dır. aslında bu terim genelde anlaşıldığı bebop gibi özel tanımlı bir tür yaklaşım veya çalış stili değil, birçok farklı stili içeren bir birlikteliğin sembolüdür. miles davis, lester young, ve count basie tarafından etkilenen müzisyenlere verilen bir addır, "cool".

    "cool",o dönemde, hem siyah ve beyaz, hem de batı yakası ve doğu yakası müzisyenlerine verilen bir sıfattı. bir çok eleştirmen cool un beboptan ayrı bir stil olduğunu düşünüyordu. ama bir çok cool müzisyeni, bebop müzisyeni idi ve bebop melodik ve armonik yapısını kullanıyorlardı. cool cazda müzikal vurgu, daha çok yazılı notaya ilgi üzerinde yoğunlaşıyordu ama fark sololarda belirginleşiyordu*. önemli nokta ise, bu müzisyenlerin cool'dan sonra gelen bir devir olarak "bop-sonrası" bir zamanla olan ilişkileri değil, bebopla olan yakın ilişkileridir.

    "cool caz", özelleşmiş bir stil değildi, evet, ama, önemli bir tavırdı. cool bir müzisyen, duygularını kontrol altında tutar, bunu çılgınlığa vurmadan ve heyecanlanmadan çalardı. bu nedenle, bu terimi belirli bir müzisyen grubuna yakıştırmak doğru değildi. çünkü, bugün bile, bir çok caz müzisyeni kendini kontrol altında tutarak çalmaya çalışır.

    aynı zamanda, cool caz, yüksek sesli çalımı da belli bir oranda bir kenara koyduğu için, çoğunlukla kısık veya alçak sesle çalım tarzı ile de sık sık karıştırılır. özde, cool caz çaldığını daha derinden ve teknik anlatmaya çalışan ilk tekniktir. bu nedenle bir zaman dilimi ile de sınırlandırlamaz. örneğin bu zaman dilimi ile kesişsin kesişmesin george shearing quartet ve modern jazz quartet cool çalıyordu.

    cool olarak adlandırılan ilk müzisyenler görme engelli piyanist lennie tristano ve saksafoncu lee konitz idi. çalışları tam cool olmasada, çalım duyarlılıkları cool idi. hemen ardından ise, bu yaklaşımın adı ile bütünleşecek olan miles davis gelir. buradaki en ilginç nokta ise, batı yakası/west coast cazını çalan bir çok müzisyenin orjinalde californiyalı olmamalarıydı. birçok önemli batı yakası müzisyeni doğudan gelmekteydi. bir diğer önemli nokta ise, cool caz 50lerde yalnızca californiada çalınıyordu ama bu konudan yani cool cazdan bahsedilirken genelde insanlar coola çok benzer çalan new york ve boston'a bakıyorlardı. bu da cool cazın yalnızca, batı yakasının belli yerlerine hapis olmadığı ve doğu yakasında da yalnızca doğu yakasının çalınmadığını gösteriyordu.

    1946'da new york'a gelen piyanist lennie tristano, bop'a 40larda modern caz alternatifini yaratmıştı. tristano yalnızca kendi yaratısında yaşamıyordu. üzerindeki en kuvvetli etkiler art tatum ve lester young idi. tatumun zorlu piyano stiline yaklaşabiliyordu istediğinde. milt buckner ın sabit-eller tekniğinin üzerine geliştirdiği doğaçlama ise, onun bir diğer idealize ettiği teknikti.

    tristano, parker ve gillespie'nin cümlelerinden daha az atlamalı ve daha düz çizgiler kullanıyordu. armonik olarak onlarınki gibi karmaşık, hesaplanmış bir kesinliğe sahip ve parker ve gillespie nin üflemelilerinden çıkanki gibi etkileyici idi. tristano 51de "new school of music"i kurdu. bu okuldan gelen ve tristano nun en etkileyici ve yetenekli öğrencileri saksofoncu lee konitz, tenor saksafoncu wayne marsh ve gitarist bill bauer idi.

    lee konitz, tristanoya benzer cümleler kullanıyordu ve en az onun kadar etkileyici idi. konitz in tonu, pek çağdaşları veya farklı çalan diğer meslekdaşları gibi değildi. onunki biraz da lester young a benzer, daha çok, hafif, kuru ve yavaş bir vibratoya sahipti. tristano, cool un temellerini geliştirirken, o da, kendine ait bir modern caz alto saksafon tekniği geliştiriyordu. aslına bakılırsa konitz, tristano nun piyano stilinin bir sonucu idi.konitz new york'ta çalışmasına rağmen etkisi en çok california'daydı. batı yakasının başta, bud shank ve lennie niehaus olmak üzere bir çok saksafoncusu konitz'den bir iz taşır. bunların içinde en ilgi çekicisi art pepper, stilini parker, konitz, zoot sims'den derleyerek oluşturmuştu.

    konitz in cool dönemindeki en iyi işleri, tristano ile olanları bir kenara koyarsak, 49-50 arasındaki miles davis birth of the cool kayıtları, 53'teki lee konitz-gerry mulligan-chet baker ortak kaydı konitz meets mulligan ve 47'deki claude tornhill ile birlikte yaptığı kayıtlardı.

    charlie parkerın grubundan ayrılan miles davis o tarihten itibaren hep kendi gruplarının liderliğini yaptı. capitol kayıt şirketinde kaydedilen miles davis capitol orchestra kayıtları cool un başlangıcı için çok önemliydiler. 50'lerde en çok konuşulan ve en etkileyici kayıtlardılar. 40'larda claude thornhill ve gil evans'la öncülüğü yaplan sound dan farklıydı ve konitzin tonu oldukça belirleyiciydi. dokuzlu da konitz ve davis dışında en ilgi çekici karakter bariton saksafoncu gerry mulligan idi. mulligan da thornhill le çalışmış ve ondan etkilenmiş bir isimdi. birth of the cool kayıtları miles davis in caz yaratıcılık tarihine bir daha oradan çok uzun süre hiç inmeyeceği bir girişti. dokuzlunun müziği, yüksek tonlu, gürültülü veya ağırlık yaratırcasına çokluk göstermiyordu.müzik, oldukça hafif ve inanılmaz derecede duyarlı idi ve uzunca bir süredir tristano, thornhill ve gil evans tarafından etkilenen bir nesilden sonra yenilikçi bir ses idi.

    dokuzlunun müziği, tristano etkisinden çok, bop deyimlerine yakındı ama düzenlemeler ile vurgu boptan uzaklaşıyor ve o döneme kadar uygulanmamış bir yumuşaklığa, akılcılığa ve soğukluğa kaydırılıyordu. burada oldukça korkulan bir nokta vardı: müziğin avrupadan gelen entelektüel akımlara karşı açık olması ile birçok gelenekçi denilebilecek cazcının ağır sözlerle eleştirdiği akılcılık korku yaratabiliyordu, öyle ki, tristano, okulunun adını bile bu yüzden "sezgisel müzik okulu" olarak açıklıyordu.

    bütün bu cool eğilimi aslından derinden derine yine bir gelenek ve onun devamı idi. kökeni count basie ve lester young'da idi, bu geleneğin ama artık çok daha duyarlı, kulak sezgisi yerine duke ellington ın yaptığı gibi yazılı notasyona dayanan, uzun ve kontrolden çıkmaya niyetli gibi gözüken sololar yerine kısa, derin ve daha yoğun anlamlar içeren sololar kullanan bir stildi cool.

    bütün bunların ardından miles davis kendine beşliler ve altılılar toplayarak turneler ve albümler yaptı. bu albümlerin içinde caz dünyasının altın harfli albümlerinden biri olan 59'daki kind of blue vardır. `kind of blue, hem caz tarihinin en çok satan ve en çabuk eskitilen plağı olacaktır, hem de, modal ve yatay çalış için bir kutsal kitap örneği oluşturacaktır.

    garip bir şey varki, geleneğin sıcak kanlı cazı yoğunlukla yaşıyordu ve cool un yanında değişiyordu da. doğal olarak da, bu yaşamın başkentinin neresi olduğu sorunu vardı. chicago artık bu konudaki ünvanını yitirmiş ve dev bir avrupalı göçmen giriş kapısına dönüşmüş ola new york bu gerilimli oyunun galibi olmuştu. göçmenlerin içinde bir çok sanatçı vardı ve bu bir çok müzisyen için para kazanmak amacıyla elinden gelen en iyi şey olan sanatını yaparak geçinmeye çalışan göçmenlerden ve müziklerinden bir şeyler öğrenmenin en iyi yoluydu. çoğunluğu amerikanın philadelphia ve detroit kentlerinden gelen genç müzisyenlerin new york'taki birlikteliğinden ve bu yoğun ortamdan oluşan nitelikli ve saf bir bop müziği yapıyorlardı. genelde topluluk liderleri davulcu art blakey ve horace silver idi ve toplulukların çok parlak isimler yer alıyordu: lee morgan, sonny rollins, hank mobley ve john coltrane.

    -hard bop- (195* - 196*) *

    cazın gelişimi sorunu vardı ortada. bu çok zor bir sınavdı, çünkü, bir çok büyük usta müzisyen cazın canlılığını, sıcaklığını ve hızını feda ederek kendini geliştiriyordu. böylece yavaşlayan veya canlılıktan uzaklaşan müzikte detaylara daha yoğun eğilinilebiliyor ve teknik geliştirilebiliyordu. canlılğın devamı hard-bop denen bop yeni şekillenen biçimi ile sürüyordu. new york'ta davulcu elvin jones çok karmaşık ve en önemlisi canlılığın devamını getirebilecek olan yeni ritimler bulmuştu. grup lideri olarak horace silver önceleri latin amerika ülkelerine yaptığı seyahatlerde dikkatle izlediği diğer ülke müziklerini de dikkate alarak yeni, karmaşık, sıcak, canlı ve sert formlar üretmişti. o sıralarda bunlar, tristano okulunun gösterdiği her hedefi geçebilen müziklerdi. aynı müziklerin içlerinde cazın tanınmış enstrümanı saksafon ailesinin yeni devleri de yer alıyordu. bu dev müzisyenlerden en ünlüsü ilk olarak, sonny rollins'di. rollins aynı çevresindekiler gibi, doğaçlamanın sınırlarına, yeniden yüksek uçlara çıkıp, büyük canlılık içeren yoğunluklar üretti. rollins kısa sürede parladı ama 60'ların sonunda kendisinden bekleneni verememeye başladı.

    eleştirmenler, hard-bop için mutluydular. onlara göre caz tekrar, sıcak ve swing ile çalınan bir hal almıştı. müziğin ve müzisyenlerin örnek aldıkları yıldızlar, yine, saksafonda charlie parker, don byas, dexter gordon ve sonny stitt, trompette, clifford brown ve miles davis, idi. bu arada, latin etkilerini çok yönlü olarak hisseden müzisyenler, vardı ve bunların ileride en ünlüsüne dönüşecek olan stan getz, kesinlikle cool, puslu ve üflemenin doğallığına dayanan tarzı ile, ilk zamanlarında hard-bop ın ilk büyük grup lider olan horace silver ile birlikte çalışıyordu. getz, rafine latin tarzı ile temelde latin müziğini yorumlayan bir caz stilini birikte kullanıyordu. bu da, tito puente isimli vurmlaı çalgı ustası ile çalışarak latin müziğini caza kazandıran dizzy gillespie ile stan getz i latin caz adını verdiğmiz stilin iki büyük usta müzisyeni yaptı.

    horace silver, hard-bop ın cazın yeni bopının göstergesi olarak blues un yeni ve daha teknik bir keşfini yaptı. orta dereceli bir blues u durmaksızın yatay formda çalınması sonucu sürekli bir ritm, uzun soluklu bir yürüyüş formu yakalamıştı silver. bu stilin adı funk, bu stilde çalım ise funky idi. bu stil gittikçe diğer müzik formlarını etkiliyordu, özelliklede popüler stilleri. elbetteki bu stilleri aynı zamanda içine de alıyordu. funk stili, özellikle de siyah insanlara hitap ediyor ve onlar için önemli bir müzik düşüncesinin olduğu yeri, kiliseyi etkiliyordu. bu da, oradaki,en temel müzik formu olan gospeli içine çekiyordu. funk, ileride gospeli de içine alarak soul adını alacak olan bir stili üretecekti.*

    cazı cool çalan ekiplerin içinde, miles davis beşlisinde çalan john coltrane, coolda fark edilmişti, ama yalnızca hard-bop ta değil, gelmiş geçmiş en büyük caz müzisyenleri içinde de en büyük yıldızlardan biri idi. coltrane 26da güneyde kuzey californiada doğmuştu. basit ve orta düzeyde bir müzik eğitimi vardı. miles davis,n grubunda keşfedilene kadar bir çok büyük usta ile çalıştı. 47 de joe webb isimli bir blues sanatçısı ile rythm'n'blues miği yaptı ve ardından, 55 te miles davis'e gelinceye kadar 47-48 arası eddie vinson, 49-51 arası dizzy gillespie ile, 52-53 arası büyük saksafon ustası eric bostic ile, 53-54 arası johnny hodges ile çaldı. bütün bu usta müzisyenlerle çalarken, büyük ve zorlu bir evrim geçiriyordu. coltrane her zaman ruhani kavramlara ilgi duydu ve onlarla sorun yaşadı; en büyük dini bunalımlarına bulduğu çözümler, sırasıyla caz tarihinin en büyük yapıtlarının arasındaki yerini buldu. her düşüncesi büyük bir ciddiyetle işleniyor ve muhteşem bir yaratıcılığa dönüşüyordu.

    tonlaması, oldukça kaba, biraz rahatsız edici, büyük ve karanlıktı. bu onun geçirdiği evrimle ilgili olarak aldığı özelliklerdi. coltrane'nin ilk dönem kayıtları hakkında pek bir bilgi olmasa da, dizzy gillespie kayıtlarında sesi, duyarlı ama charlie parker etkisi altındadır. müziği genelde ciddi, hatta mizahtan neredeyse yoksundur. 50lerde, yoğun deneyler yaparak notaların dev seller gibi aktığı hız kaynaklı uzun sololar çaldı. bu notalar, serbestçe ve rastgele değillerdi; coltrane'nin ciddi ve detaylı seçkisinden geçiyorlardı. ilk etkilendiği müzisyenlerin hepsinden taklit veya özenmenin çok ötesinde farklı olmayı her zaman başardı. tonunda etkisi olan lester young ve charlie parker'dan hızlı ve onların cümlelerinden daha net çalıyordu. duke ellington ın yıldız solisti johnny hodges ile çalıştı. ondan daha dokunaklı süslemeler yapıyordu müziğinde. bosticli devrinde ise, saksafonun fiziki limitlerini zorlayarak, yüksek perde çalımlar yapamaya çalıştı ve bu onun imzası haline geldi. bostic de bu tekniklerle uğraşıyordu. coltrane, miles ile tam olarak tanındı ve tonunun ifadesi gelişti. artık, leste youngdan daha kaliteli bir tonla, dexter gordondan daha karanlık ve dolu notalarala ve sonny stitt etkisinden uzak çalıyordu. en büyük çağdaşı, sonny rollinsin gölgesi altında değildi artık. 57de miles'ı yine büyük bir usta için terk etti. bu thelonious monk idi. monk, tenor saksafonda gerçek bir devrim sayılabilecek olan 2 veya 3 notayı aynı andan basmayı öğretti, coltrane'e. coltrane caz tarihinin sayısız çarpıcı tekniğini buldu. onun keşifleri capitol recorsla olan antlaşmasına kadar yoğun biçimde sürdü; çapraz armoni, 4lü ve 5li armonide yoğunluk, ses katmanları, yatay uzun çizgilerde derinlik ...

    coltrane'nin uzun süre uyuşturucu bağımlılığı sorunu vardı. elbetteki bunun coltrane nin dini sorunlarıyla da ciddi bir ilgisi vardı.

    coltrane bütün bu sorunlara rağmen, 60larda soprano saksafon üzerine fazlaca gitti, ve caz dünyasına bu enstrümanı kazandırdı diyebiliriz. coltrane nin çalışmaları, oldukça kafa karıştırıcı, kimi zaman alaycı, hatta müzik sanatının en önde gelen çalışmalarından oldukları söylenebilir. free cazın ilk sanatçılarındanda olan coltrane adının bir çok plakta kullanılmasına da izin vererek genç ve farklı sanatçıların caz dünyasına katılmasına da yardımcı olmuştur...

    free jazz (196* - 196*) *

    cazın en büyük özelliğinin emprövizasyona* verdiği ana önem teması olması, caz müziğinin hayatının bu tema ile sık sık yaşadığı olayların baskınlığı altında gelişmesine yol açar. bu baskınlık, aslında bizim bir yandan yalnızca, doğaçlama kökenine dayan bir müziği izlemememize değil, aynı zamanda çağdaş bir doğaçlamayı ve onun formunu da izleyabilmemize olanak verir. doğaçlamanın henüz ortaya çıkmamış ya da belirsiz bir şey olması, onun üzerinden gelişecek bir müziğin herhangi bir şekilde tahmin edilememesine yol açar. böylece hiç beklenmeyen bir çok şeyin ortaya çıkmasına hazır olmak gerekir. işte bu hiç beklenmedik ve caz tarihinin 50'lerde ortaya attığı önemli gelişmeleri bir yana koyup ayrıca düşünmemizi sağlayan en büyük tavır, free jazzdır!

    adını, 1960daki bir ornette coleman albümü olan "free jazz"dan alsa da, bu da aynı cool'a benzer bir biçimde, bir akım değil, bir doğaçlama yaklaşımıdır. doğaçlamaya karşı geliştirilmiş çok önemli bir entelektüel çalış tavrıdır.

    free caz deyimi, 50lerin son birkaç yılında ornette coleman ve cecil taylor ın geliştirdiği ve yaygınlaştırdığı bir tavrın adıdır. artık müzik, ciddi bir düşünce politizmi kazanmıştır. lennie tristano'nun kurduğu ve cool'u doğuran sezgisel okulundan beri müzik çok değişmiş ve artık, bir çok nesnel veriyi de kabul edip içine alan önemli derecede sanatsal zihin denilebilecek bir yol göstericinin varlığını kabul etmişti. müzikte esnel etkilerin varlığı açıktı, çünkü, doğaçlama bütünüyle şansa bırakılmış bir oluşum değildir, bir çok şey seçkiler veya seçkilerin öngörüsüyle oluşur. bu nedenle, free caz, belirgin bir biçimde, zihinsel ve duygu ve duyulara ait belirlenmeyi bekleyen yoğun sezgisel verilerden kuruludur.

    ornette coleman bir defasında,"hadi müziği çalalım, altyapılarını değil" demişti. altyapıları, akor değişimlerini, armonik yapıyı, genel arka planı herşeyi bir kenara atmayı önermişti. bu, oldukça önemli bir yoğunlaşmaydı. çünkü, bunlar dışında kalan herşey çoğunlukla doğaçlamaya dayanan melodi, solo veya serbest eşlikler ve çalımlar idi. böylece, herkesin katıldığı büyük boyutlu bir doğaçlama gelişiyordu. bu doğaçlamada, serbest bir ifade tarzı olduğu için seslere ait bir sınır da kalmıyordu. bu da, ses uyumu ve ses standartlığını kaldırıyordu. yani sesi, nasıl ve neyden çıkardığınızın hiçbir önemi kalmıyor. bir zamanlar karnaval bandolarının eğlence amaçlı yaptığı ve dikkat çeken "gürültü" kavramı artık müziğin birebir işlediği ve üzerinde çalıştığı teknik ve yaratıcı bir elemana dönüşüyordu. doğal olarak o zamana kadar varolan bütün geleneksel yapılar da, ritim, ölçü, tempo ve görmeye alıştığımız standart estetik anlayışı olduğu çöpe gidiyordu.

    aslında, free cazın ciddi bir politizmi vardı; çünkü, bu müziği geliştirenler yalnızca siyahlardı ve o devirde büyük bir ırkçılık sorunu vardı. bu yüzden, free caz bir yandan da, bu beyaz dünyada, özgürce kendini ifade eden siyahların müziği olma yolunda idi. her ne kadar böylesine kesin bir politik yoldaymış gibi gözükse de, ırkçılık sorunu bir süre sonra yumaşayacak ve müziğin o yöne ayırdığı hırsı ve öfke dolu gayreti bütünüyle sanatsal yoğunluğa dönecekti.

    free caz hakkında, neredeyse bütün veriler, onun bir müzik tavrı olmasına rağmen, müzikal bir tavır olması bir kenara, çoğunlukla ve müzik dünyasının ortak düşüncesi ile, müzikal, politik ve felsefik bir bütünlük olarak ele alınmasından yanadır.

    caz çalmak, o döneme kadar, önemli bir hal almıştı: tona dayalı yapılar, karmaşıkça gelişen sololar, toplu doğaçlamalar, ve daha bir çok şey. bütün bunlar, geride kalması gereken büyük geleneği gösteriyorlardı, free caz müzisyenleri için. bu geride kalmanın en önemli bölümü, melodiden soloya herşeyi etkileyen akor dizileri ve oluşumları idi. böylece herşey bir düzene oturabiliyordu, kolaylıkla. free caz müzisyenlerinin hepsi, bu düzene artan bir öfke taşıyorlardı. rüyalar, duygular, istekler, bilincin kontrol ettiği her seçimin terk edilmesi, onların, enstrümanlarına yaklaşırken düşündüğü en önemli şeylerdi. ilginç nokta olarak, uzunca bir süre, bir çok free caz müzisyeni, bu geleneklerden kurtulmayı ya başaramadılar ya da çok yavaş kaldılar.

    ilk refleksleri, piyanoyu ve onunla birlikte gelen bilinen caz 4lüsü veya 3lüsünü reddetmek oldu. sayıda bir sorun yoktu aslında, çünkü, bir çok free caz grubu 4 veya 3 kişilik olabiliyordu. ama neredeyse kimi zaman cazı temsil bile ettiğine inanılan piyano ve getirdikleri düşüncesi kabul edilemezdi. bunun yanında, akorlara ihtiyaç duymadan doğaçlama yapabilen piyanistte zaten yok gibiydi.

    diğer bir büyük refleks ise, çoğunlukla avrupa müziğinin yapıları ile evrimleşen* cazın, avrupalı olmayan yapılarla tekrar yoğun bir ilişkiye girmesi oldu. eski devirlerden gelen, bluesa, creollere, shoutlara ve özellikle de dramatik yönü kuvvetli "cry"lara öykünen, free caz müziğinin, ya da o zamanki adları ile, "yeni şey" veya "yeni siyah müziğin", yapısı, eskiden olduğu gibi uyumsuzluğun doğal olduğu, batı armonilerinde bulunmayan seslerin geri geldiği ve ümitsizce müzikal ifadeyi her yönde geliştirmeyi amaçlayan uzun ve akılan nota serilerine döndü.

    free cazın böyle görülmesi, onun bir halk müziği kimliğini öne çıkarması, bütün dünyadaki halk müziği etkilerini içine çekmesine yola açtı. hindistan, çin, mısır, afrika, endonezya ... dünyanın bir çok yerindeki sesler ve düşünceleri keşfedilip caza kazandırılmıştı.

    ornette coleman, free cazın hem isim hemde sanatsal babası idi.

    ornette coleman, oldukça fakir bir aileden geliyordu. müzik dersi alamamıştı. bu nedenle, herşeyi kendi öğrenmeye çalışyordu. örneğin, saksafondaki nota dizilişinin, enstrümanın akort edilişinden farklı olduğunu bilmiyordu. bu nedenle çaldığı herşeyi, kulaktan edindiği bir aralık kavramına dayandırıyordu. bir çok eleştirmen, bunun colemanın gelecekte, geliştireceği özgün bir armoninin temeli olduğunu düşünür.

    colemanın en şaşırtıcı yanı, çalabildiği herşeyi yazması idi. 20 yıl boyunca her albümünün bütün notalarını ayrıntıları ile yazmıştı. yazdıkları çoğunlukla, doğaçlamalar için kaynak olan tablolardı ama "skies of america", saints and soldiers" ve "space flight" gibi bazıları senfoni orkestrasından, yaylı dörtlüsüne, nefesli 5lisine kadar düzenlemeler ile çalınmıştı.

    coleman, ilk albümündeki bir kaç parça, özel bir konser kaydı ve 85teki bir pat metheny albümü haricinde, özellikle akor çalabilen bütün enstrümanlardan uzak durdu. böylese belirlenmiş veya nasıl olacağı sezilen akor dizilişlerinden bağımsızlaşarak, müziğini serbest bırakmıştı: free caz yapıyordu.

    gençliğinde korkunç, yeteneksiz ve uyumsuz olarak nitelenen coleman, uzun süre birçok küçük işlerde çalıştı. depolarda yük taşımak, asansör görevlisi olmak gibi. caz dünyasında ilk defa ciddi bir biçimde adından söz ettirmeyi başardığı albümler, contemporary plak şirketinden çıkan iki plağı okdu: somethingelse! the music of ornette coleman ve tomorrow is the question. bu plaklar sanıldığından daha hızlı ilgi gördü ve ornette colemanın, lenox müzik okuluna girmesini sağladı. buradaki öğretmenleri olan max roach, gunther schuller, john lewis gibi ünlü müzisyenler, onun için ortak olarak ve özellikle de yoğun ilgi odağı olmasını da değerlendirerek, ne yaptığını anlamaya çalıştılar ve sonuçta, ornette colemanın charlie parker, dizzy gileespie, miles davis gibi ustalardan çok ötede gerçekten yeni bir şeyler yapmaya çalıştığını anladılar. onun yeri okul değildi...

    colemanın en büyük teknik yaratılarından birisi de, harmolodik(ler) denen bir armoni sistemiydi. bu sistemde, herşey, melodik çizgiye göre belirlenir. melodiler esastır ve üzerine yazılacak her serbest çizgi bu melodiden yola çıkarak çalınır. bir çok usta müzisyen bu tekniği denemiş ve başarısız olmuşlardı. ornette, bu düşüncesini, "sabah kalkınca, dışarı çıkıp gününü yaşamaya başlamadan önce, giyinmek zorundasın. ama nereye gideceğini sana söyleyen elbisen değildir. sen nereye gidersen, o da oraya gider. melodi de elbisen gibidir." diyerek özetler.

    coleman, kendisine göre daha çok geleneklerle içli dışlı olan coltrane in 65 yılı plağı ascention daki yapıları yıllar önce yakalamıştı. oldukça sessiz, sakin, anlatımcı ve melodik bir yapısı vardı. coleman'ın en sarsıcı albümü double quartet idi. colemanın kendi 4lüsü olan ve trompette don cherry, basta scott lafarro ve davulda billy higginsten oluşan 4lüsüne karşıt olarak, basta charlie haden, trompette freddie hubbard, bas klarnette eric dolpy ve davulda ed blackwell ın olduğu bir 4lü vardı. hepsi aynı anda çalıyor. hepside kendi 4lülerinin melodisine göre çalıyordu. ortada dev bir meoldi yumağı ve onun çevresinde dönen gerilimli doğaçlamalar vardı.

    1965 te caz dünyası birçok önemli albüme kavuştu ve ornette colemanın da plakları buna dahildi. ilginç olan sürekli olarak coltrane ile karşılaştırlması idi. coltrane ile benzer amaçları taşıdıkları pek düşünülmese de, yine de yarattıkları etkiler açısından tartışma yaratıyorlardı.

    ornette yeni enstrümanlar öğreniyordu; keman ve trompet. bunları da çalarak doldurdukları, at the golden circle volume 1 &2 colemanı doruğa taşıdı. coleman olağanüstü bir doğaçlamacıydı ve ömrü boyunca da bunu yapmaktadır.

    bir diğer önemli free caz müzisyeni albert ayler idi. parker, rollins, coltrane ve ornette gibi devlerden sonra görülen en kendine özgü stilin sahibi idi. kısa hayatında birçok kişi tarafından, coltraneden daha iyi olmakla onurlandırıldı. müziğin ritmik yapısı ne bop ne de swing müzisyenleri gibi idi. her iki anlayışta da daha çok klasik müzik ve amerikan halk müziği etkileri vardı. beraber çaldığı basçı ve davulcular caz dünyasının sayılı adlarıydılar.

    ayler, bilinen belkide en garip saksafoncu idi. saksafon çalım tekniğinde bilinen saksafon limitnin tam bir oktav üstüne çıkmıştı. böylesin bir yükseklikte bile, eski "do" sesi kökenli saksafonlarda olduğu gibi akıcı, hafif figürlerle ve kaygan bir tonla çalabiliyordu. en önemlisi, insan sesi benzeri bir düşünce yapısı kullanıyordu.

    ornette coleman ın 50lerde ve 60ların başındaki sürekli grup arkadaşı don cherry ise, diğer free müzisyenlerine karşıt olarak ilham aldığı müzisyenler olarak clifford brown ve fats navarroyu göstermektedir. coleman'a karşıt olarak, cherry, tonlara ve akorlara devamlılık ve uyumluluk gösteren bir müzisyendi. doğaçlamaları, klişelerden uzak, bir çok cümle ve küçük melodik parçacıkları ile dolu çarpıcı yapılarla gelşiyordu. oldukça da esnek bir doğaçlamacı idi. mantıklı cümlelerle dolu serbest ve toplu doğaçlamalarda başarılı bir tavrı vardı. üçüncü dünya müziğine ve düşüncelerine ilgisi müziğine çoğunlukla açıkça yansıyordu.

    free cazı geliştiren diğer en önemli isim piyanist ve besteci cecil taylor idi. 50ler ve 60larda tekil bir modern caz stili geliştiren taylor, basitçe değişik, devrimci veya herkese göre değil gibi sıfatlarla nitelenemez. onun müziği görülmüş en büyük alternatiflerden biridir. hiç bir eski tarza referans vermez. belirgin cümleler yerine, katmanlar halinde dokular oluşturan seçimleri vardır. özünde vurmalı benzeri bir yapı ve vahşilik taşır. 50lerde "in transcition" ve "silent tongues" plakları evrim süreçlerini tam anlamıyla açıklayan yapıtlardır. müziğinde, monk veya ellington etkisi varmış havasına rağmen, yayları etkileyen kaynaklar, stockhausen ives ve beriodur.

    free cazın pek çok enstrümana göre çoğunlukla kendi dışında tuttuğu ritim ve akor gruplarına dahil edilen enstrümanlardan da az sayıda ama oldukça parlak yıldızlar çıkmıştı, free cazda. davulda millford graves, cecil taylorla çalışan sunny murray ve andrew cyrille, dave holland la çalışan barry altschul, bop ve swinge göre tahmin edilemeyecek ritim kalıpları, tonlama ve renkte büyük bir çeşitlilik yaratmışlardı.

    colemanın gruplarının 50lerde 60larda birçok kaydında bulunan basçı charlie haden, aslında çok daha gelenekçiydi. ilginç bir şekilde colemanın çaldıklarını günümüze bağlayan bir yapıda çalıyordu. bu yüzden belkide colemanı caza geri bağlamak için çalışan bir müzisyendi. avrupa turneleri boyunca coleman ve belkide onun grupları içinde en yaratıcı devrin diğer bir efsanevi adı ise, "kaşif" basçı david izensondu...

    fusion (197* - 199*) *

    ornette coleman'ın yarattığı değişikliklerden bir süre sonra caz müziği için artık sakinleşebilir veya tekrar eski yola girebilir demek imkansızdı. ornette sayısız müzisyende yaratıcı düşünceler uyandırmıştı. ilginç bir biçimde avrupadaki etkilenen müzisyen sayısı amerikadakinden daha fazla idi. avrupa her zaman daha entelektüel olana doğru bir eğilimi vardı. bütün dünyada geniş yankı uyandıran bir free cazz akımına rağmen caz müziğinin en fazla çalındığı yer olan amerikada diğer müzik akımlarında da patlamalar oluyordu. amerikan geleneğinde bir tür rythm&blues türevi olan rock&roll mirasını rock müziğine ve onun doğuşuna bırakmıştı. rock müziği önemli yıldız müzisyenlere sahipti ve gittikçe zihinsel yanları gelişen caz müzisyenleri çevrelerindekileri daha derin ve espirili biçimde gözlüyorlardı. bu gelişmiş ve esprili görüş açılarından birine caz müziğinin en büyük kazanma hırsı ve yaratıcılıkla dolu ismi sahipti; miles davis.
    67-68 arası, davis yaptığı müzikten sıkılmaya başalmıştı. 10 yılı aşkın bir süredir, cool ve modal caz anlayışını birleştiriyor ve bunları geliştiriyordu. bunlar çok ötesine geçmeyi başardığı bir çok zaman vardı ama davis ne kadar iyiye giderse gitsin yine de caz işte diyerek, yeni bir caz aradığını anlatıyordu. bir süredir, gitarist jimi hendricks, şarkıcı james brown ve sly stoneu dinliyordu. 69da elektrikli piyanoda joe zawinul, herbie hancock, chick corea, elektro gitarda, john mclaughlin ve davulda tony williams ile "in a silent way" albümü ile ilk caz-rock birleşimini sundu. yalnızca 6 ay sonra caz rock stilinin unutulmaz albümü olan bitches brew geldi ve sayısız yankıları ile önemli bir öneri oldu. bu konuda rockın caza dahil olmasının bir çözüm olabileceğini iddia ediyordu davis ama tek çözüm bu değildi...
    caz müziğinin en esnek yanı belkide her etkiyi yorumlayabilmesi idi ve 70'lere girerken dünya müziğinde bir çok etki havada uçuşuyordu. bunların ilki ve belkide ilk söz edilmesi gerekeni, müzikteki elektriklenme idi. müzik aletlerinde ciddi bir değişim vardı. yeni geliştirilen elektronik klavye ve rock müziği ile gittikçe gelişen elektro gitar ve elektrikli bas gitar, cazı da yoğun biçimde etkiliyordu. birçok enstrümantalist, tonlarını bu yönde değiştiryordu. daha tam olarak gelişmemiş bu seslerle oldukça deneysel bir genel ses yaklaşımı yakalanıyordu.
    basçı dave holland gitarist john mclaughlinle birlikte çalışırken miles davisten bir teklif almıştı. değerlendirmek için gittiği baltimore'da, davulcu tony williamsla karşılaştı ve mclaughline telefon açıp, çok iyi bir davulcu bulduğunu ve onunla çalmak isteyip istemediğini sordu ve ardından, caz-rock geleneğinin ilk avantgarde albümü olan ve tek kelimeyle çılgınlığın sembolü olan orguçu larry young ve bascı jack bruce u da alarak tony williams life time kuruldu.
    yalnız tek etki rock veya elektriklenme değildi. birçok eski etki de, free'den beri gelen yeniye tepki şeklindeki eskinin yine baştacı edilmesine yol açtı. birçok yeni yapılmış bebop ve swing kaydı piyasada hızlı ve beklenmedik bir ilgi gördü.
    miles davis, bu dönemde önemli bir tavır içindeydi. müziğinin iyi ve yeni olması için iyi ve genç müzisyenleri yani yeni müzisyenleri arayıp bulup, onları grubuna katıyordu. bunun ilk ve en iyi örneği in a silent way'deki tam oturmamış sinyali saymazsak bitches brew idi. miles, daha sonraki bir çok albümde de yapacağı gibi kimi zaman 20 kişiye varan bir ekibi stüdyoya sokuyordu. parça belli idi. artık, kimin parçada söz sahibi olup olmak istemediği kendine kalmıştı. çalmayacaklar bile olsa miles hepsinin orada olmasını isterdi. "!!belkide içlerinden geçen en ufak cümle bile müziği değiştirebilirdi.!!"
    miles'ın yeni müzisyenlerle çalışması o müzisyenler içinde oldukça önemliydi. çünkü miles capitol orchestra zamanından beri kiminle çalıştıysa, o müzisyenler miles'tan ayrıldıktan sonra da ünlerine ün katmaya devam ediyorlardı.
    caz-rock'ın en büyüklerinden biri olan chick corea'da, milesın grubuna 68de girdi ve 70de ayrıldı.bu dönemden sonraki ilk 2 çalışmaları yılda çeşitli caz stilleri ile ilgilendikten sonra 72de , 80de dağılıncaya kadar caz-rockın en ünlü gruplarından biri olacak olan "return to forever"ı kurdu. ilk rtf grubunda, basçı stanley clarke, saksafoncu joe farrel, davulcu airto moreira ve şarkıcı flora purim vardı ve bu beşlinin müziği, inanılmaz derecede hafif bir caz ve brezilya müziği karışımı idi. ilerde artan bir rock etkisi ile değişik zamanlarda gitarist al dimeola ve bill connors, davulcu lenny white ve steve gadd ve şarkıcı gayle moran ın da katılımı ile bir çok büyük başarıya imza attı...
    caz-rockın en büyük ve sarsıcı figürlerinden biri de, tony williams lifetime ile ilk adımların atılmasında büyük rölü olan john mclaughlinin mahavishnu orchestra sı idi. grubun müziği, yoğun bir biçimde, caz, rock, blues, ve hindistan altyapılarını içeriyordu ve bunlar arasında bu güne kadar görülenden çok daha başarılı bir birleşme bir "fusion" sağlamıştı. karmaşık zamanlamalar, yapılar, yoğun elektriklenme, gelişmiş ve yeni bir grup içi iletişim ve çalım sezgisi ve müzikal bir eleman olarak değiştirilmiş sesler ve kayıtlarla mahavishnu orchestra, 70lerin politik tavrından etkilenip, grup içi kavgalarla 73de dağıldı. 74 daha gelimiş bir mahavishnu orchestra toplayan mclaughlin, 75te bu gruptan sonra caz-rock ta ana bir figür olma durumunu daha geniş bir alan olan fusionla değiştirdi.
    en az mahavishnu kadar başarılı ve etkili olan wheater report, yine miles davis ile birlikte çalışan saksafoncu wayne shorter ve klavyesi joe zawinul tarafından kurulmuştu. 70lerin başından 80lerin ortasına kadar süren birlikteliklerinde caz geleneğine olan derin saygının hep hissedildiği, elektrik sesler üzerinden kurulan teknik altyapıların öne çıktığı bir halden 80lerin kompozisyona bağımlı ve daha karmaşık yapılı düzeneğine doğru değişen unutulmaz bir hayat çizgisi sunarlar. 76da gruba katılan efsanevi basçı jaco pastorius ile caz-rock için her adı anıldığında bir hatırlama melodisine dönüşen birdland in bulunduğu "heavy weather" albümünü kaydetmişlerdi.
    miles davisin belkide en büyük keşiflerinden, öğrencilerinden ve arkadaşlarından biri olan herbie hancock, bitches brew kayıtlarından hemen önce ayrıldığı miles daivsten sonra kurduğu ilk grubu finansal zorluklar nedeniyle dağıldı. 74te kurduğu, saksafonda benny maupin, elektrik basta paul jackson, davulda da harvey mason ın bulunduğu grubu ile ilk büyük albümü olan headhunters ı yayınlamıştı. hancock bu albümde funk kavramını cazda etkin biçimde kullanan ilk kişi olsa da bu tarihten sonraki albümlerini hepsi pop kavramlarını kullanmıştı.
    bir diğer yanda da, dünya müziklerinin önlenemez yükselişi ve cazla kaynaşması istemsizce, yeni cazın önerdiği sertliği ve karmaşıklığı reddediyor ve bu yerel müziklerle 20yy klasik müziği arasında daha melodik ve daha davetkâr bir müzik oluşturuyordu. bu müzik, ilginç bir biçimde new age tarzından etkileniyor ama hala daha caz gibi çalınıyordu. böylece, hem cazın düşünsel yoğunluğu genişletilip hafiflemiş bir müzik elde edilmiş oluyordu, hem de, cazda başka müzik etkisi uyandırılmış oluyordu. yani caz, artık tanınan, bilinen, duyulduğunda tanınan bir form değil, bir düşünce haline geliyordu. elbettki bazı müzkal altyapılarından vazgeçilmiyordu ama yansıtımı yada uyandırdığı düşünceler değişiyordu.
    ornette coleman'dan yoğun biçimde etkilenen avrupada entelektüel yanı kuvvetli olan eşliksizce solistlerin lirizmine dayanan romantik bir oda müziği stili gelişti. avrupa, 70lerin başından başlayarak, kendi içinde zaten varolan çağdaş müziğin ustaları olan, stockhausen, berg, boulez gibi isimlerin tekniklerini bilgisini caza taşıdı.
    dünya çapındaki etkilerin hepsini deneyen ve kendine göre bir yol üreten avrupa caz-rock etkilerinin öncülüğünü ingiliz soft machine ile tanımıştı. agresif klavyeci, mike ratledge ile soft machine amerikadaki çağdaşlarından daha belirgin bir caz-rock çalıyordu. yine gitarist philipe catrine ve davulcu bill bruford ile ingiliz progressive rock grubu caz-rock müziğinde o dönemde öne çıkıyordu. "yes" grubunun üyesi olan bill bruford, yine ingiliz gitarist allan holdsworth ve amerikalı basçı jeff berlin ile oldukça önemli albümler kaydetti.
    avrupa bu dönemde kendini buldu. avrupa caza karşı olan tavrını netleştirdi. caz, her zaman için yapay bir amerikan etkisi olmaktan, okyanusun diğer tarafından gelen eğlenceli ve düşüncesiz bir müzik olmaktan uzaklaşmış, avrupalıların kafasındaki derinlik anlayışını yakalamış, zihinsel yanı üstün bir müzik için gerekli üretim içgüdüsü olma seviyesine ulaşmış bir müzik olmuştu!
    doğu avrupa, caz için her zaman önemli olmuştu. teknik ve duygulu avrupa müziğinin caz ile buluştuğu önemli bir ülke de polonya'ydı. polonyalı kemancı michael urbaniak ve zbigniew seifert, ve sesini diğer enstrümanlara benzeterek şarkı söyleyen ursula dudziak doğu avrupadaki önemli yıldızlardı. çok genç yaşta ölen ve ünlü yönetmen roman polanski'nin ilk başyapıtlarının film müzikleri ile ünlenen polonyalı besteci krizistof komeda ve o yıllarda dikkati çeken trompetçi tomasz stanko polonyanın parlak müzisyenlerindendi.
    norveçli gitarist terje rydal, john mclaughlinin yaklaşımını free caz ve modern klasik müzik ile birleştirerek çalışıyordu. daha çocukluğunda ünlü gitarist django reinhardt ı taklit yeteneğiyle tanınan fransız gitarist bireli lagrene, efsanevi basçı jaco pastorius ile turneler yapıp, albümler kaydetmişti. focus grubunun üyeleri isveçli klavyeci, jacob magnusson ve hollandalı gitarist jan akkerman, yine bu dönemin avrupadaki aktif isimleri idiler.
    amerikada cazrock kendi başına bir etki olarak diğer müzikleri tekrardan etkilemiş ve kendi içinde öncelikle hernbie hancockın headhunters albümündeki funk ağırlıklı çalışının popüler etkisi nedeni ile daha yaşarken temelde üç önemli pop temalı hatta kimi zaman da ağırlıklı nesiller doğurmuştu. ilk nesilde gitarist lee ritenour, larry carlton, earl klugh, yellow jackets ın ilk zamanları, seawind, ve shadowfax vardı, 2. ve 3. de ise, klavyeci joe sample ve grubu crusaders, spyro gyra, klavyeci bob james, saksafoncu grover washington jr., gitairst george benson ve saksafoncu kenny garret vardı.
    bütün bu etkiler bugün hala daha sürmektedirler. cazın ve rockın yani iki afro-amerikan müziğinin buluşması, birbirilerini etkilemesi veya diğer müzikleri etkilemesi hala daha yoğun biçimde sürmektedir. belki bunların hepsi müzik anlatısında olmuş bitmiş gibi anlatılsa da cazrock hala daha hatta ilginç bir biçimde günümüzün teknik altyapıya önem veren rock gruplarında devam ediyor.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap