• adelbert von chamisso'nun 1813 yılında yazmış olduğu, dilimize sabahattin ali tarafından çevrilmiş uzun öyküsü. chamisso, bir mektubunda öykünün yazılış hikayesini şöyle anlatmış: "bir yolculukta şapkamı, bavulumu, eldivenlerimi, kısacası yanımda neyim var neyim yoksa hepsini yitirdim. arkadaşım: 'gölgeni yitirmedin mi?' diye sordu. sonra bir gün la fontaine'in bir kitabını okuyorduk, burada kibar bir adamın cebinden, oradakilerin istediği bir sürü eşya çıkardığı yazılıyordu. ben de 'tatlı bir dille istenecek olsa, bu adam cebinden atla araba bile çıkaracak' dedim. işte böylece schlemihl tastamam hazırdı."
    öykü, gogol'u muştular gibidir:
    "genç efendi! hey, genç efendi.. dikkat edin, gölgenizi yitirmişsiniz!"

    açıkçası, yazıldığı çağın ötesinde, 'modernist' motiflerle bezeli bir kitap. fakat chamisso, gene de öğüt vermekten kendisini alıkoyamamış: 'gölgeye saygı göstermeyi öğrenmek gerekir'. işte burada iki ucu açık bir anlatım sözkonusu: gölge, herşeyden evvel, içi boş ve yararsız bir şeydir. gölgeye saygı gösterilmesi gerektiğini salık veren schlemihl, aslında, kendisi böyle düşünmemektedir. gölgesini yitirdiği için insanlardan kabul görmemiş ve fakat buna hiçbir zaman anlam verememiştir. benim satıraralarında okuduğum şudur: kitapta muhafazakar ve dinsel değerlere bir tür karşı çıkış vardır. chamisso, bu anlamda 'ratio'nun yerine 'intellect'i koymaya çalışmıştır. (bkz: #4476258) nitekim, nihayetinde schlemihl, mutluluğu değilse bile huzuru bulduğunda, kendini doğa bilimlerine adamaya karar vermiştir.

    explicit.
  • 2004 sonlarında dost kitabevi yayınları, yeni -ve iyi- bir çeviriyle ve "peter schlemihl'in garip öyküsü" adıyla bu kitabı yeniden yayınlamıştır. bir yandan da, bir faust çeşitlemesi olduğunu belirtmekte fayda vardır.

    başka bir gölgesizlik kitabına pas çıkarmak gerekirse: (bkz: gölgesizler)*
  • ve fekat ne güzel bir hikayeymiş. zeplin yayınları'ndan çıkan kopyasını okudum. kitabın dönemi, göndermeleri vs. yorum yapacak yetkinliğe sahip değilim ama böyle hayal gücü geniş hikayelere bayılıyorum ben. okuyunuz efem, tadı damağınızda kalır zira 88 sayfacık.

    "seni ise, çok sevgili chamisso, tuhaf hikayemin muhafızlığına seçtim; hikayem, belki ben bu dünyadan göçtükten sonra senin sayende kimi insan için öğretici olabilir. fakat sen, sevgili dostum, şayet insanların arasında yaşamak istiyorsan, her şeyden önce gölgeye saygı göstermesini öğren, para sonra gelir. yalnızca kendini ve içindeki iyiliği dinleyerek yaşamak istiyorsan, o halde nasihate ihtiyacın yok demektir."
  • adelbert von chamisso'nun uzun öyküsüdür. okurken faust'u anımsatmakta; gölgesini şeytana satan bir adamın öyküsünü anlatmaktadır.
  • faust'u animsatmakla birlikte oldukça özgün bir yazin dilinden de bahsedebiliriz.
    aylak adam yayınları basıyor yalnızca uzun zamandır, şanslı kişiler kitap fuarında bulabilirler belki.
    bir baskisini cok sevdiğim birine hediye etmiştim, o gün bu gündür ne yazık ki yenisini edinemedim.
  • çok sıradan bir fikrin verilmeye çalışıldığı kitap diyebilirim. maalesef ana fikri de yetersiz ve çok tekdüze buldum. esasında yazarların büyük çoğunluğu mecburiyetten toplumun hoşuna gidecek ya da okuyucu kitlenin beğeneceği şeyler yazmak durumundalar. çünkü bu işlerden para kazanıyorlar. ana fikir gölgesini ( değerlerini ) bu dünyada mal mülk edinmek için satan kişinin toplum tarafından dışlanması. peki size sorayım , gerçekte bu işler böyle mi oluyor ? tabii ki tam tersi oluyor. tabii öyküler genellikle insanlara kısaca doğru insan ol dürüst insan ol öğretisi ile yaklaştığı için günlük hayatta pek geçerliği olmayan bu tarz güzel nasihatlar veriyorlar.
  • schlemihl, gölgesini şeytana sattıktan sonra, tanıdıkları tarafından dışlanır.
  • gölgesini cin ile sihirli bir kese için takas eden adamın hikayesi.

    hikayenin olayı aslında basit; önemsiz görünen bir şeyi harikulade bir şey ile takas edilmiştir. fakat bu önemsiz şey aslında çok önemlidir. kahramanımız insan içine çıkamamaktan-çünkü ayıplanıyor- dolayı bu takastan pişmanlık duyuyor. hatta gölgesinin olmayışı ona aşkına mal oluyor. en sonunda cin ne yaptıysa schlemihl’i ikna edemiyor, çünkü ondan gölgesine karşılık ruhunu vermesini istiyor. bu tuzağa bir kez düşen schlemihl kafasını toplayıp bir daha düşmekten alıkoyuyor kendisini. sonunda sihirli çizmeleri buluyor ve bu onun yaşamını başka bir yola sokuyor.

    hikayeden şöyle bir sonuç çıkarabilir okur:

    neyi istediğine ve onun için neleri verebileceğine değil iki on kez düşün. günün birinde değersiz malın en değerlin olabilir. ya da böyle bir şey

    hikaye güzel gidiyordu ama tatmin edemedi:/
  • fransız asıllı yazar adelbert von chamissoyu ünlendiren fantastik öyküsünün ana karakteri.

    öykünün orijinal adı için (bkz: peter schlemihl's wundersame geschichte)

    yordam edebiyatın bir solukta klasikler dizisinin sabahattin ali çevirisi 80 sayfadan oluşuyor. adelbert sürüklemiş, sahiden bir solukta okuyuveriyorsunuz.

    şu okuma geçmişimde öğrendiğim ve inatla üzerinde durduğum iddiam, bir eseri yazarının hayatından bağımsız yorumlayamayacağımız. insanız nihayetinde, kelimelerimiz yaşadıklarımızla doludur, hiç farketmesek de anılarımız oluşturur cümlelerimizi.

    bu uzun sayılabilecek öyküyü de adelbert'in hayatıyla yorumlamak gerekir. öykü gölgesini şeytana satan bir adamın öyküsü. esasında abartılacak pek bir tarafı yok, sıradan bir klasik tadı alıyorsunuz okurken.

    öyküyü buralarda ünlendiren asıl mesele sabahattin ali'nin kitabın girişinde verdiği adelbert'in yaşam öyküsüdür bence. bizim sabahattin her zamanki gibi yine biraz fazla içli yazmış, adam kalemini mütemadiyen melankoli ile tıraş ediyor sanırım bu meyusiyetin başka açıklaması yok. ama keşke bütün romanlarda bir yazarın hayatı bu kadar güzel ve etkileyici verilse.

    napolyon dönemine denk gelip almanya'da yaşayan fransız asıllı bir şair olarak almaya'ya da fransa'ya da sığdıramadığı mevcudiyeti için söylediği şu adelbert'in:

    “nerede olursam olayım vatanımı arıyorum.”

    işte gölgesiz kalan adamın öyküsünü adelbert'in bu cümlesini bilerek okumak gerek; çünkü sabahattin ali algıyı özellikle buraya kaydırdı.

    peter schlemihl gölgesini şeytana sonu gelmeyen altınla dolu bir kese karşılığında sattığı için gölgesiz kalıveriyor ve gölgesiz olmak öyküde o kadar büyük bir ayıpmış gibi anlatılıyor ki peter gölgesizliği fark edilmesin diye bütün insanlardan kaçıyor. nereye giderse gitsin kimse tarafından kabul edilmiyor, istenmiyor.
    hadi bir alıntı bırakalım:
    “bunun eninde sonunda bir gölgeden ibaret olduğunu ve gölgeden başka bir şey olmadığını, insanın gölgesiz de yapabileceğini, bu yüzden bu kadar gürültü çıkarmanın zahmete değmeyeceğini söyledim. fakat sözlerimin manasızlığını o kadar kuvvetle hissediyordum ki, nihayet kendi kendime sustum.”

    kimse beni bu sözleri “aidiyet problemi” yaşamayan birinin yazdığına inandıramaz. çünkü asla kanıtlanamaz bulgularla böyle şiddetli psikanalizler yapmaya bayılırım.

    lakin edebiyat ile böyle oynayamayacaksak edebiyat neden var ki zaten?
hesabın var mı? giriş yap