1 entry daha
  • eskiden, phyrgia'da bir dagin yamacinda yan yana duran iki agaç vardi. biri mese, öteki de ihlamurdu bu agaçlarin; gövdeleri topraga yakin bir yerde birlesiyordu kökleride ayniydi. bu yüzden, onlari kim görse sasirir kalirdi. sonralari bu iste tanrilarin parmagi oldugu anlasildi da herkes saskinliktan kurtuldu.
    jupiter ara sira ambrosia'dan, nektar'dan sikilir, apollon'un iyra'sini dinlemekten, khraitlerin danslarini seyretmekten bikar, yeryüzüne iner, orada ölümlüler gibi giyinir, kusanir, serüven pesinde kosardi. bu yolculuklarda mercurius arkadaslik ederdi kendisine.

    iki tanri, bir keresinde phrygia'ya indiler. o ülkede yasayan halkin konuksever olup olmadiklarini anlayacaklardi. jupiter, konuksever kisilerden pek hoslanirdi, yolculari yurtsuzlari da herzaman korurdu.

    yolcu kilıgina giren tanrilar, köy köy dolasip bütün evlerin kapilarini çaldilar. kimse onlari içeriye almadi, bir lokma ekmek, bir yudum su vermedi. açilan bütün kapilar gerisin geriye yüzlerine kapandi. sonunda küçük, sivalari dökülmüs, sazlardan dami olan kulübeye vardilar. umutsuzluk içinde kapiyi çaldi jupiter, iki ihtiyar çikipta kendileri buyur edince sasirdi kaldi.

    kulübede oturan, yasli bir kari-kocaydi. kadinin adi baukis, adamin adi da philemon'du. konuksever kiselere benziyorlardi. hemen bir tahta sira çektiler ocagin yanina.

    "uzanip yorgun kemiklerinizi dinlendirin," dedi baukis "biz yoksul kisileriz, elimizden gelen bu kadar."

    sonra ocakta, küllerin altinda duran kömürleri körükledi, insanin iliklerini isitan bir ates yakti. atesin üstüne de bir tencere su koydu. su kanyainca philemon bahçeye gidip büyük bir lahana kopardi, getirip karisina verdi baukis de lahanayi tencereye dogradi; bir kancada asili duran et parçasini da tencereye atti. yemek piserken topal masayida ocagin önüne çekti, birkaç zeytinle iki yumurta koydu konuklarin önüne.

    artik yemek pismisti. tanrilar önlerine konulani istahla yediler. philemon da sirke tadinda, su katilmamis bir sarap çikarmisti. sarabi da içtiler. tadi pek kötüydü, ama yoksul evinde içilen sarap da o kadar olurdu ancak.

    yediler, içtiler. yemegin sonunda baukis ile philemon bir de gördüler ki testideki sarap hiç azalmamis.
    hemen oracikta diz çöküp yakarmaya basladilar. "birde kazimiz vardi,"dediler, "onu pisirmemisdik size. ama simdi yakalayip keseriz." bahçeye kosup kazi kovalamaya basladilar; ama kaz her keresinde ellerinden kaz kaçiyordu. ihtiyarlar, bitkinlik içinde bir köseye yigildilar sonunda.
    jupiter ile mercurius, onlarin bu hallerine kis kis gülüyorlardi.

    bir süre sonra jupiter ayaga kalkti, kari-kocaya dönerek, "ben jupiter'im,"dedi. "bu mercurius. siz iki tanriyi evinize buyur ettiniz, elinizden geleni yaptiniz. karsilgini göreceksiniz. yabancilari asagilayan,onlara kapilarini kapayan bütün öteki insanlar da yaptiklarinin cezasini çekecek.bakin".

    gidip kulübenin kapisini açti. gördüklerinin karsisinda baukis ile philemon donakaldilar. ülkeyi su basmisti. kendi kulübelerinden baska heryer göle dönmüstü. dogrusu istenirse, kendi kulübeleri de kulübe olmaktan çikmisti hani, beyaz mermerden, altin damli bir tapinak haline gelmisti.

    "benden ne istersiniz?" diye sordu tanrilar tanrisi. "dileyin, istediginizi yapacagim."

    saskinliktan philemon'un sesi kisik çikti:

    "dilediginiz yerine getirilecek," dedi jupiter, sonra mercurius'la birlikte olympos'a çekildi.

    "bu tapinagin bekçileri olalim. bu kadar yil karimla birlikte yasadik. n'olursunuz, ölürken de birlikte ölelim. bunun esirgemiyin bizden"

    aradan yillar geçti. yasli kari-koca daha yaslandi. bir gün tapinagin önünde oturmus, eski günleri aniyorlardi ki, ikisi de dallanip budaklanmaya, yapraklanmaya basladi. gövdelerinin her yani kabuk bagliyordu. sonlarinin geldi?ini anladilar. biri ihlamur öteki de mese agaci oldu, kökleri, gövdeleri birlesti.

    bu garip agaca ülkenin her yanindan çelenkler getirildi, o kocamis dallara her gün taze kir çiçekleri asildi.

    http://www.geocities.com/mxez/baukis.htm
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap