• psikanalist dw winnicott tarafından yazılan, mayıs 1998'de tuncay birkan tarafından ingilizceden türkçeye çevirilip nurdan gürbilek tarafından yayıma hazırlanan, orjinal adı playing and reality olan, 186 sayfalık kitap.

    "bebekler ve çocuklarla gerçekleştirdiği yoğun klinik çalışmalardan yola çıkan dw winnicott, insanın ruhsal ve kültürel gelişimine ilişkin değerli katkılarda bulunmuştur. rüyalar, oyun oynama, yaratıcılık, kültürel deneyim, bireydeki eril ve dişli öğeler arasındaki üstü kapalı rekabet gibi birbiriyle ilgisiz görünen konular arasındaki bağı irdeleyen winnicott'ın en belirleyici katkılarından biri, kişisel ve içsel sayılan ruhsal gerçeklikle dışsal ya da ortak gerçeklik arasındaki ara deneyim bölgesine dikkat çekmiş olmasıdır. "geçiş nesneleri ve geçiş olguları" adlı önemli yazısı çevresinde oluşturduğu "oyun ve gerçeklik"te winnicott, bu geçiş aşamasının gerek bireyin yaşamındaki yerini, gerekse sanat, din, düşsel yaşam ve yaratıcı bilimsel çalışma gibi alanlarda yaşanan yoğun deneyimler içindeki payını tartışıyor. winnicott'ın en çok gönderme yapılan yapıtı olan bu kitap, psikanalistler için olduğu kadar genel okur için de pek çok ipucu taşıyor."

    ukteyi veren: urras (18.01.2007 22:25)
  • kitaptan bazı önemli alıntılar:
    http://obisp.blogspot.com/…giderse-bebek-hayal.html
  • hayranlıkla okuduğum saptamalarla dolu bir kitap. hele ki şu bölüm ne çok şeyi oha ne biçim özetliyor:

    "..."özne nesneyle ilişki kurar"dan sonra (nesne dışsallaştıkça) "özne nesneyi yok eder"in geldiğini ondan sonra da "nesne öznenin yok etme çabalarına rağmen hayatta kalır"ın gelebileceğini görecektir. ama nesne hayatta kalabilir de kalmayabilir de. böylece nesne ilişkisi kuramı yeni bir özellik kazanmış olur.

    özne nesneye "seni yok ettim," der, ama nesne oradadır ve mesajı alabilmektedir. bundan sonra özne şöyle der: "merhaba nesne!" "seni yok ettim." "seni seviyorum." "seni yok etmeme rağmen hayatta kaldığın için benim için değerlisin.""seni bir yandan severken bir yandan da (bilinçdışı) fantezimde durmadan yok ediyorum."

    burada birey için fantezi başlar. özne hayatta kalmış olan nesneyi artık kullanabilmektedir. şuna dikkat çekmek gerekir ki öznenin nesneyi yok etmesinin nedeni sadece nesnenin tümgüçlü denetim alanının dışına yerleştirilmiş olması değildir. bunu tersinden söylemek, yani nesneyi öznenin tümgüçlü denetim alanının dışına yerleştiren şeyin nesnenin yok edilmesi olduğunu belirtmek de aynı ölçüde önemlidir. nesne bu yollarla özerkleşip kendi hayatına sahip olmaya başlar ve (eğer hayatta kalırsa) sahip olduğu özelliklere göre özneye katkılarda bulunur. (*burası ayrı tuhaf) bir başka deyişle, nesnenin hayatta kalması sayesinde özne artık nesnelerden oluşan bir dünya içinde yaşamaya başlayabilir ve böylece birçok şey kazanmaya aday hale gelir; ama bunun bedeli bilinçdışı fantezide nesne ilişkisiyle bağlantılı olarak süregiden yok etme faaliyetinin kabul edilmesiyle ödenmek zorundadır." (sayfa 115)

    birinin şimdisinin sebebinin geçmişi olduğunu biliyorsun evet. sakat kalmış ve bunu hayal kırıklığı; herhangi bir şekilde görünmeyi o yöntemle varolşunun asla ulaşamayacağı tatminin yolu sanıyor esasen. anlıyor, ona bakıyorsun, anlatıyor, konuşuyorsun, ama şu kesin ki yapabileceğin de bi yere kadar. o, kendisi onarılmak istemiyorsa yapabileceğin hiçbir şey olmuyor. zaman sonra alakasız bir anda bir kitapta bu cümlere denk gelip, bu çocuğa nasıl yazık etmişler diye üzülüyor; anca bi sigara daha yakıyor; sigarayı dahi yok etmiyor, avucunda söndürüyorsun.
  • ilk olarak 1971 yılında yayınlanan, yirminci yüzyıl psikanalisti ve kuramcısı winnicott’un kitabı. türkçeye metis tarafından “oyun ve gerçeklik” adıyla çevrildi.

    oyun’un iç ve dış gerçeklik arasında bir ara deneyim bölgesi olarak işlediğini çeşitli klinik veriler aracılığıyla aktarır winnicott.

    “insanın deneyimsel varoluşunun tamamı oyun oynama temeli üzerinde inşa edilir. orada artık ya içedönük ya da dışadönük olma durumunda değilizdir. hayatı geçiş olguları alanında, öznellik ile nesnel gözlemin kesiştiği heyecan verici noktada, bireyin iç gerçekliği ile bireylerin dışında kalan ortak gerçeklik arasındaki bir ara bölgede yaşarız.”

    oyun oynamanın kendisi yalnızca iç ve dış gerçeklik arasında ara bir bölge olarak değil, aynı zamanda gerçekliğin kendisiyle baş etme yöntemi olarak da işler. oyun oynama yalnızca çocuklukta değil, yetişkinlikte de biçim değiştirerek farklı şekillerde devam eder. ve bireyin çocuklukta edindiği oyun oynayabilme kapasitesi, yaşamının sonraki sürecinde büyük bir öneme sahip olur. çünkü oyun oynamanın kendisi yaratıcılığın, kendini keşfetmenin imkanını sunar winnicott’a göre.

    “bir çocuk ya da yetişkin ancak oyun oynarken ve sadece oynarken yaratıcı olabilir ve bütün kişiliğini kullanabilir; birey de kendini ancak yaratıcı olduğunda keşfedebilecektir.”
  • (bkz: oyun ve gerçeklik)(bkz: winnicott)

    "psikoterapi iki oyun alanının, hastanın ve terapistin oyun alanlarının örtüştüğü yerde gerçekleşir. psikoterapi, birlikte oynayan iki kişiyle ilgilidir. bunun mantıksal sonucu da, oyun oynamanın mümkün olmadığı yerde terapistin yaptığı işin hastayı oyun oynayamayacak durumdan oyun oynayabilecek duruma getirmeye yönelik olmasıdır"

    "sağlığın göstergesi olan ve evrensel olan şey oyundur, oyun oynama büyümeye, dolayısıyla da sağlığa katkıda bulunur, grup ilişkilerine girmeyi sağlar, psikoterapide bir iletişim biçimi olabilir ve son olarak psikanaliz oyun oynamanın insanın kendisiyle ve başkalarıyla iletişim kurmasına hizmet eden çok özel bir biçimi olarak gelişmiştir."

    "bebek ve nesne birbirleriyle iç içe geçmişlerdir. bebeğin nesne hakkındaki görüşü özneldir ve anne bebeğin bulmaya hazır olduğu şeyi gerçek kılmaya çalışır."
  • winnicott eserlerini okudukça beni yaşamaya heveslendiren isimlerden. uzun yazmayacağım ama entry’e winnicott’un kitabı bitirdiği yerden başlamam umuyorum winnicott için sorun teşkil etmez. böyle kuramcılar için çokça saygı ve dolaylı yollardan sevgiler.

    kitabın son cümlesi şu şekilde :*bırakalım gençler toplumu değiştirsin ve yetişkinlere dünyayı yeni bir gözle görmeyi öğretsinler; ama büyüyen bir kız ya da oğlan meydan okuduğu zaman bir yetişkin de bu meydan okumaya karşılık versin. bu karşılığın ille de hoş olması gerekmez. bilinçdışı fantezide bunlar ölüm kalım meseleleridir. (199)

    bir yanıyla kuram kitabı olan bu eserin böylesi kişisel bir değerlendirmeyle bitmesi benim için öldürücü darbeydi. elimdeki gençlik ve içinden çıkmayı beceremediğim ergenliğimle ne yapacağım sorusu son yıllarda beni sıkı sıkı sarıyor. herkesin geçtiği -ve belki de içinde taşımaya devam ettiği- bu gençlik evresi; müsamahanın, çarpışmanın, katlanılmanın, sivilcelenmenin ve hudutsuzca akıl yürütmenin mekanıymış gibi geliyor bana. sivilcelenme bilhassa, en çok onun mekanı.
    durum böyle olunca yetişkinler müsamaha göstermede becerikli ancak yol göstermede epey toy kalıyorlar. bunun sebebini henüz çözemedim. hayata 40 yaş olgunluğuyla başladığını düşündüğüm insanlarla tanışmaya hala devam ediyorum. gün sonunda kendi dalgalı dünyamın bir yetişkinin gözünden nasıl göründüğünü anlamak da winnicott gibi adamların kitaplarına kalıyor.

    winnicott eser boyunca karşılık vermekten bahsediyor. diyor ki: *bebeklerin çoğu verdiklerini geri alamama deneyimini uzun süre yaşamak zorunda kalırlar. bakar ve kendilerini göremezler. (152) annelerinin yüzünde kendisini göremeyen bu çocuklar geçen zaman zarfında kendi gerçekliklerini inşa etmekte zorlanıyor hatta ketleniyorlar. çünkü gerçekliği ara bir zeminde kuruyoruz. dış gerçeklik, ev, araba, nesne, öteki.. iç gerçeklik, fanteziler, rüyalar, algılar, iç sesler, hayaller.. ama yaşam dışarısıyla içerisinin arasında sürdürülüyor, işte bu alan oyun alanı. insan oyun oynayabildiği müddetçe yaratıcı bir hayat sürüyor. oyun oynadığı müddetçe; yani dünya ona karşılık verdiği müddetçe. üzüldüğümüzde görülmek, aşık olduğumuzda sevilmek, öfkelendiğimizde kavga etmek isteyişimiz bu yüzden. bu duygular iç gerçeklikte birer kurgu, algı ya da kuruntu olarak kaldığında yaşamıyoruz, yaşıyoruz da bütün bir varlık olarak yaşamıyoruz. winnicott’un örneğiyle:
    *hastam büyüdükçe gerçekte olan hiçbir şeyin onun için tam anlamıyla önemli olmadığı bir hayat kurmayı başarmıştı. zamanla, kendi başlarına bütünlüklü insanlar olarak var olduklarını hissedemeyen birçok insandan biri haline gelmişti. önce okulda sonra da işte farkında olmadan, çözülmüş olan parçası hep başka bir hayat sürüyordu. (53)

    içindekini oyun zeminine çıkarmak, bir anlamıyla da kendini ifşa etmek kişiyi gerçek birine dönüştürecek yegane yol olarak gözüküyor buradan bakınca. ama tüm ifşalarda olduğu gibi ifşa edilen kişiyi faş eden bir göz olması gerekiyor. muhatap bulmak bu yüzden önemli. üstelik ilk etapta bu muhatabın varlığı yeterliyken oyunu sürdürebilmek, adım attığınız zeminden yeni anlamlar, düşünce biçimler çıkarmak, yeni renkler üretebilmek için karşı tarafa güvenmeliyiz. güvenmeliymişiz yani, ben diyormuşum gibi olmasın. *imge oluşturma ve bunları yeni kalıplar içinde bir araya getirerek yapıcı bir biçimde kullanma kapasitesi bireyin güvenme yeteneğine bağlıdır. (141) güvenme yeteneği ise yüzüne baktığımızda bizi gören bir anneyle başlıyor. güvenmek o halde winnicott’un tabiriyle verdiğini geri alabileceğine inanmaktır. paranı, sevgini, emeğini ve diğerleri. güvenmek istiyoruz çünkü problem yalnızca bizim annemizle sağlıklı bir bağ geliştiremememizden falan kaynaklanmıyor, oyun oynamanın kendisi istikrarsız, belirsiz ve dağınık bir eylem. başı ve sonu belli değil, oyunun nereye evrileceği, bir sonraki adımda bizi kimin yeneceği ya da bizim yenmek için hangi sınırları zorlayabileceğimizi önceden kestiremiyoruz. yaratıcı, tatmin edici ancak tehlikeli bir süreç. gündelik hayatımız bu yüzden kurallarla çevrili; birbirimizde kalıcı hasarlar bırakmayalım diye. şimdi bunları bir de winnicott söylesin: *çocukların oyun oynayabilecek hale gelmelerinin kendisi doğrudan ve evrensel geçerliliği olan bir psikoterapidir; oyun oynamaya karşı pozitif bir toplumsal tavır takınmak da buna dahildir. bu tavır, oyun oynamanın her zaman korkutucu olma ihtimalini içinde taşıdığını hesaba katmalıdır. kurallı oyunlara ve bunların örgütlenmesine, oyun oynamanın korkutucu yanına karşı alınmış önlemlerin bir parçası olarak bakılmalıdır. (77)

    gün sonunda winnicott’un bizi getirip bıraktığı yer gündelik hayatımızın tam ortası, kültürel deneyim dediği yer burası. kitabı bitirdiği yer bir babanın evladıyla nasıl başa çıkacağını bilemediği noktada ‘karşılık ver kardeşim, geri durma ver sen de karşılık, çocuk değil ki artık aa!’ diye dostunu gazladığı yer gibiydi. şaka bir tarafa karşılık sahiden önemli.

    o zaman son sözü yine winnicott söylesin: bazı şeyleri ne kadar kolay söze dökersek o kadar etkisiz kalırız. (196)

    bir de tüm metin boyunca zihnimin içinde şu nadide eser çaldı:

    gül, ben gülünce sen de gül (bebek anneden karşılık bekliyor)
    hep benim yanımda ol (bebek anneye güveniyor)
    koşalım birlikte yarınlara (oyun kuralım daveti)

    anlat, bana sevgiyi anlat (ergenliğe geçiş bu sefer anne rolünü partner alıyor)
    elimden tut götür beni (partnerle yurtdışına çıkılıyor hjfkgjdks)
    gelecek o güzel mutlu günlere (belirsiz, dağınık ama heyecanlı oyun zemini)

    benimle oynar mısın benimle (oyun daveti)
    oynar mısın benimle (oyun daveti)
    umutla ve neşeyle.. (güvenebilen sağlıklı bireyin oyun daveti)
hesabın var mı? giriş yap