• shakespeare'in hamlet'inde saray nazırı
    tek kişilik oynanan hamlet'te çipura balığı
  • ophelianın babası
  • (bkz: fishmonger)
  • bir de noktası vardır bunun. ekonomide geçer.

    (bkz: polonius noktasi)
  • "oh i am slain!"
  • "mad call i it; for, to define true madness,
    what is't but to be nothing else but mad?"

    der. çok konuşuruz. arada anca bir iki güzel laf eder. hatta gertrude buna
    " more matter, with less art."
    diye laf sokar.
  • "i hold my duty, as i hold my soul,
    both to my god and to my gracious king."
  • polonyus, ne üzücüdür ki, hamlet'ten cımbızlanmış haliyle shakespeare quotes cehennemine düşerek bağlamdan sıyrılmış, söylediği bir düzine boş didaktizm, yalakalık, saray soytarılığı öğüt de 'şekspir'in öğütleri' gibi kamuya geri beslenmiştir. nedir bu öğütler ilgili bölüme bağlam içinde bakalım:

    yet here, laertes! aboard, aboard for shame!
    the wind sits in the shoulder of your sail,
    and you are stay'd for.
    there ... my blessing with thee!
    and these few precepts in thy memory
    look thou character. give thy thoughts no tongue,
    nor any unproportion'd thought his act.
    be thou familiar, but by no means vulgar.
    those friends thou hast, and their adoption tried,
    grapple them to thy soul with hoops of steel;
    but do not dull thy palm with entertainment
    of each new-hatch'd, unfledg’d comrade. beware
    of entrance to a quarrel but, being in,
    bear't that th' opposed may beware of thee.
    give every man thy ear, but few thy voice;
    take each man's censure, but reserve thy judgement.
    costly thy habit as thy purse can buy,
    but not express'd in fancy; rich, not gaudy;
    for the apparel oft proclaims the man;
    and they in france of the best rank and station
    are of a most select and generous chief in that.
    neither a borrower, nor a lender be;
    for loan oft loses both itself and friend,
    and borrowing dulls the edge of husbandry.
    this above all: to thine own self be true,
    and it must follow, as the night the day,
    thou canst not then be false to any man.
    farewell; my blessing season this in thee!

    yani ne diyor: lafını tart da konuş, az konuş çok iş yap, aşırılara kaçma, tepelerden uçma, şunu yapma, bunu yapma. bunları sıralıyor sonunda da tüy dikiyor: bu sana dikte ettiğim şeyleri ol, ama en önemlisi: kendine karşı dürüst ol.

    şunu okuyup da e be götüm bin tane düzenleme regülasyon dayattın, o düzenlemelere taban tabana zıt olabilecek kendisiyle dahi çelişen bir arke-düzenlemeyi de koyup iyice sıvadın? demeye gelecek bir şeyler söyleyemeyenler, 'ben'im 'biz' bildiğim bütün'den değildir.

    zaten bu şekspir'e polonyusluk atfedilmesi meselesine de bu sebepten muayyen aralıklarla değiniledurulmuştur: polonyus şekspir değildir. polonyus şekspir'in tam tersi de değildir. polonyus, polonyustur. dümdüz, kafasız, inceliksiz, düşüncesiz, sofomorik bir entüziazmla tepelenip işlenememiş bir ezber yığını, hazmedilememiş ders notu kabilinde bir bilgelik safrası, bir 'işi bilen adam'ı olmak gevişini herkesin trakasından getirtme çabasıdır.

    polonyus doksaperverdir. doksayla çevrili bilindik orto/doğru praksis/eylemlerin genel mütehasısı ve muhibidir. kullanım talimatnamelerindeki uyarıcı ünlemlerin, kesin noktaların, kısa kısa ilintisiz bir çok 'bilge'liği takır takır sıralayabilen, sıraladıklarının kendi içindeki çelişmez 'kesin ve net' zortluğunu 'öz' sanan; öz'ü aramaya da yeni 'söz' arayamayan, arasa da bulamayan ve bulamayacak olan adamdır. polonyus arayış'ın değil, bulunmuş'un özcüsü, sözcüsü ve gözcüsüdür. geçmiş meditasyonlar ve arayışlardan yana toplayabildikleri sadece dibi, notu, sonu noktalı cümleler, ünlemli hazır cevaplar olabilmiştir.

    belki bu yoksulluk, ıssızlık, tıntınlık, içi asla kararamayacak kadar namevcut ruh'u yüzünden, korkuluk niyetine kalbinin ve zihninin ortasına üstünde 'brevity is the soul of the wit' yazan bir bayrak çekmiştir. yine belki de bu yüzden wit(hazır cevaplık) ile wisdom'u (bilgelik) karıştıran her acil statü gereksiniminde ve bu gereksinimin kronikleştiği vakalar, 'brevity'e değil, verbosity ile yakın duran şekspir'in ününe sırtını yaslamaya çalışırken ceplerini bu dürrüğün bilgiçlikleriyle doldurup, yamanarak yaşarlar. insanın 'brevity is the soul of soulless world, labium of the asses' diyesi geliyor. diyorum da.

    ilk ona sokayım lafımı: allah aşkına şu herif'ten laf apartıp arkasına, ardına, altına, 'şekspir' yazmayın. iago'ya gelmesin sıra.

    neyse şekspir'in polonyus'u döneminin trajedi geleneğinin temelini oluşturan seneca üzerinden roma bilgiçlik sikletinde sahne alan ata-sporlarına laf sokmak için biraz yamulttuğu da iddia edilegelmiştir. 'kendine dürüst ol tımam mı?' ile kim olduğu hakkında zerre fikri olmayan, jül sezar'da bütün komediyi işgal eden bir grup togalı dallamanın sanattan uzak, estetikten bihaber karşılıklı kuru bilgelik mübadelesine, bilgelik pozlarına lafı dürttürdüğü, oradan bu geleneğin ardılı olan 'self-help' cehennemine sürttürdüğü de söylenegelir.

    kanımca haklı, hakkaniyetli bir söylenegelmedir bu: şekspir ilgili oyunun ünlü tiradında da yine belki de bu yüzden, bu tiplerle arasına referans olacak bir mesafe koymak için döneminde adet olduğu üzere bir dizi ünlemi değil; ünlemlere dair gerçek bir soruyu ünlemleştirerek sorunlaştırmayı merkeze alır.

    hamlet, o yüzden 'çağının ilerisinde' olmak denen şey neyse, ona hep bu soru işaretinin çengeli, kancası ile tutunur, çağın ilerisini hep arar, hep yakalar, hiç yakasını bırakmaz. çünkü, hamlet yanıtlamaz, sordurur. konuşturmaz, öttürür. polonyus ise kendi karanlığına açılan perdenin arkasında başkasının kelimeleri, emir-kipli tavsiyeleri ve onların yargılarıyla hayatını suflör gibi yaşar, başkası hakkında verilmiş bir yargı yüzünden, başkası için, başkası yerine ölür. bu ölümün ardından şekspir sorar: yaşam ile ölüm arasında teorik bir seçim hakkımız olsa bile, başkalarının hayatını yaşarken yaşamı seçtiğimizde 'yaşam'ı mı seçmiş oluruz, yaşanmışlığı mı? ölmeyi seçtiğimizde ise gerçekten kendi ölümümüzü mü yaşarız, başkalarının yaşamının ölümünü mü? dahası, dürüst bir ilişki kurmak adına kendini bilmek için, önce kendini bulmak gerekmez mi? başkalarının ayakkabılarında geçen bir ömürün başında da, sonunda da kendimiz olabilir miyiz? biz olduğumuza inandırsak da, çevremizi inandırabilir miyiz? başkaları bizim öldüğümüze inansalar da, biz kendi ölümümüze inanabilir miyiz?

    nihayetinde şekspir polonyus'un gider-ayak ölümünün ardından bir de babacan 'tavsiye verir': çok iyi saklandığınızı sandığınız anda dahi başkasının başını taşıyan 'o ayaklar'ınız sizi ele verir. bırakın bu ayakları.
  • yukarıdaki entryde otisabi'nin ingilizce orjinalini yazdığı öğütlerin bir kısmının türkçeleştirilmiş halini buraya bırakarak ben de naçizane katkıda bulunmak isterim efenim...

    polonius'nun oğlu leartes'e verdiği öğütleri şu şekilde:
    "aşırı hiçbir düşüncenin ardına düşmek yok;
    teklifsiz ol, bayağı olma;
    dostların arasında denenmiş olanları
    çelik halkalarla bağla yüreğine.
    ama her zıpçıktı, acemi çaylak arkadaşı da
    el üstünde tutup elini kirletme.
    kavga etmekten sakın, ama ettin mi de
    öylesine et ki korksunlar senden.
    herkese kulağını ver, sesini verme.
    herkese akıl danış, kendi aklını sakla.
    kesenin elverdiği kadar iyi giyin,
    zengin ama gösterişsiz olsun giydiğin.
    çünkü kıyafet insanın mihengidir çok kez:
    fransa’da da en kibar kimseler
    en çok giyinişle gösterirler soyluluklarını.
    ne borç ver ne de borç al; çünkü borç vermek
    çok kez hem paranı yitirmektir hem dostunu.
    borç almaksa tutum gücünü yıpratır.
    her şeyden önce de kendi kendinle doğru ol
    o zaman, gece gündüze varır gibi,
    sen de aldatmaz olursun kimseyi."
hesabın var mı? giriş yap