• brian depalma'nin doksanlarda cektigi enfes gerilimlerden biri. herhalde sinema tarihinin en ucuk ve aptalca senaryosuna sahiptir, dario argento'dan iyi olmasin. buna karsilik kamera arkasina brian depalma'yi koyduysaniz iyi oyunculuk ve senaryo olmadan da seyirciyi ip gibi gerebileceginizin ispatidir. filmdeki referanslara deginelim ki ne bekleyecegimizi bilelim:

    (bkz: psycho)
    (bkz: dressed to kill)
    (bkz: peeping tom)

    bir de izlemedigim bir hitchcock filmi olmasina ragmen, sanirim konusu itibariyle suspicion'u da sayabiliriz bir referans olarak.
  • brian de palma ilginç bir yönetmen, farklı bir havası var, o hava raising cain 'de de hissediliyor; bu film tamamiyle yönetmenin filmi gibi. eğer bir film için 'yönetmenin filmi' diyebilmişsem; bu sanırım iyi bir şey; ciddi ciddi iyi bir şey. zira blow out u izlediğim zaman da benzer şeyler düşünmüştüm; filmi kafamda hiçbir yere koyamıyordum; zaten scarface ve carlito's way gibi yapımlarıyla apayrı bir pozisyona yerleşmiş üstadımız orası tamam da; ben özellikle gerilim türüne böylesi hitchcock etkileşimli yepyeni bir hava katan brian de palma nın filmlerinden özellikle blow out ve raising cain 'i dikkat çekici buldum.

    neyse ben bu filme dönersem; 'çocuk gelişiminin nasıl kötüye kullanılabileceği üzerine bir film' diyerek tanımlamalıyım evvela. gelişim programı için çocukları kobay olarak kullanmanın, etik olarak yanlışlığı bir kenara, bilimin kişilik gelişimi bahsinde bir şey bilmemesi iddiası üzerine şekilleniyor hikaye. filmde olağanüstü şaşırtıcı şeyler yok, hikaye olağan seyrinde akıp giderken, içinde sürekli yeni kişilikler üreten, ve küçükken yaşadığı tacizler, kötü an'lardan ötürü sarılmak zorunda kaldığı çeşitli yan kişilerle yaşamını sürdürürken; karısı ve çocuğuyla mutlu olmaya çabalamaktadır karakterimiz.

    fakat çocuğuna olan düşkünlüğü onu sevmek, ona bağlı olmaktan öte onu 'inceliyor' gibidir.
    kaldı ki karısının, eski sevgilisini unutmadan onunla evlenmiş olması duruma tuz biber eker; zaten filmin ilginç sahnelerinden biri de bu hususla ilgili; yani karısının eski sevgilisiyle nasıl arasının ilk alevlendiğini gösteren sahne; adamın biri hasta karısı hastane odasında can çekişirken, kendisine yakınlık gösteren doktorun ilgisine mazhar olması ve bu ilgiyi karşılıksız bırakmaması sonucunda, hasta karısı, bu dehşet verici sahne karşısında ölür.
    işin komik tarafı; cenaze sonrası bir 'kaçış ustası' olan adam; yeni doktor sevgilisinden uzaklaşır, kadın da gider bizim kafası bulanık adamımızla evlenir.

    tabi bu yan hikaye; filmin ilginç sahneleri ve bir bütünlük içeren kurgusu bulunduğuna örnek olsun diye bu entirimde zikredildi, yoksa asıl temanın 'çoklu kişilik' ve yarattığı sorunlar oldupunu belirtmeliyim;
    ayrıca çoklu kişilik sorununa psycho'ya bol gönderme içeren bu yapımda değinilirken; orjinal kişiliğin acıyı unutmaya zorlandığında, altenatif kişiler ürettiğini ve bu üretilen karakterlerin de, kafanın içinde birbirleriyle mücadele içine girdiğini; psycho'daki ana-oğul ilişkisine baba-oğul ilişkisini ortaya koyan göndermeyle öğreniyoruz; çocukken maruz kaldığı taciz gerçeği; onu olgun yaşantısında carter->cain ikilemine düşürüyor.

    fakat filmin sonunda kadın kılığına giren carter 'ın mahiyetinin ne olduğu konusunda ise bir fikrim yok açıkçası.

    sonuç olarak izleyin derim, ya da izlemeyin banane.
  • cain, babasıyla konuşurken babasının verdiği sakinleştiricinin de etkisiyle kendinden geçmeye başlar, işte tam bu anda elindeki sigarayı viski bardağının içine düşürür ve birden bir cıss sesi duyarız. işte benim için filmin en can alıcı sahnesi budur, yönetmenin neden gerilimin ustası olduğunu kanıtladığı andır. zira close up iyidir, hoştur ama ses tasarımı farklı bir şekilde önemlidir gerilimde; özellikle göze sokulup abartılmadan yapılanı.
    ayrıca bir çok hitchcock göndermesinin dışında the untouchables'da olduğu gibi yine bebek arabasıyla malum filme bir gönderme daha vardır.
hesabın var mı? giriş yap