*

  • latince diil fransızca bi deyim daha çok (bkz: fransizcam muhtesem)
  • devletin yuksek cikari manasina geliyor bu deyim.biraz ayrintiya girecek olursak, devletin yuksek cikarlari ugruna, halktan gizli bir sekilde yaptigi yasa disi isler, entrikalar, her turlu bok püsür vs vs..
  • yazilisi da raison d'etat seklindedir ('r' ve 'e' büyük) ; ama sozlukte yazamama gibi bir sorunumuz var, o ayri.
  • (bkz: derin devlet)
  • hikmet-i hükümet diye çevrilebilir dilimize...
  • raison d'être ile karıştırılır zaman zaman.
    o nedenle (bkz: raison d'être).
  • türkiye'deki izdüşümüne bakarsak, bu düşüncenin derin devleti meşrulaştıran bir yanı vardır. en azından derin devleti savunanlar, farkına varmadan raison d'etat argümanları kullanırlar. buna karşılık raison d'etat derin veya değil kişilerin değil, devletin aklından bahseder. ama var mıdır böyle birşey? yani kişilerden bağımsız bir akıl? yoksa raison d'etat kişilerin kendilerini tüzelleştirme "bunun benimle alakası yok, devlet çıkarıdır" deme bahanesi olmaya? her halükarda raison d'etat'a inanmayabilirsiniz, ama galiba bir enerji var.
  • mehmet ali ağaoğulları'nın güncel örnekler vererek beynimize kazıdığı kavram..
    ör;devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir(t.ç)
  • devlet’in kendisini korumak için, hukuki ve etik kuralları hiçe sayması, hatta gerektiğinde şiddete başvurarak varlığına kasteden “düşman”ları yok etmesi, “devletin hukuku”nun kaçınılmaz gerekleri olarak algılanmaktadır. bu anlamdaki hukuk kuralları herhangi bir şekilde moral ve etik üst kurallardan beridir ve kullanımdaki yasa kurallarının hikmeti kendinden menkuldur. ben istiyorum ve yapıyorum mantığının bir anlamda trajik bir tezahürüdür. machiavelli’den hegel’e, fichte’den schmitt’e uzanan bu gelenek içinde asıl olan “devletin bekası”dır. bu “beka”yı sağlamaya çalışırken devlet, kendisine ayak bağı olan hukuk ve insan hakları gibi meşruluğun diğer normatif kaynaklarını hiçe sayabilmektedir. meşruluğu kendinden menkul bu tür davranışların hikmetinden sual olunmaz. “hikmet-i hükümet” ya da “devlet aklı” olarak da adlandırılan bu anlayış, aslında “militan demokrasi” olarak sunulan anlayışın da dayanak noktasıdır. özellikle siyasi parti hukukunda kullanılan “militan demokrasi” argümanlarının daha ziyade almanya tecrübesine dayandırılması tesadüf değildir. dolayısıyla hikmet-i hükümet (raison d’etat), siyasal literatürde çoğunlukla keyfilikleri “haklı” göstermek ve kişisel çıkarları gizlemek için arkasına sığınılan bir kavramdır.

    hikmet-i hükümet’ten beslenen “mücadeleci demokrasi” anlayışı, ülkemizde bütün boyutlarıyla siyasal alanı kuşatmaya devam etmektedir. siyasal kültürümüzde önemli bir yere sahip olan “hikmet-i hükümet”, “devleti kurtarma” misyonuyla da birleştirilince devlet elitlerinin elinde muhalif düşünceyi bastırmak için kullanılan önemli bir silaha dönüşebilmektedir. “devleti kurtarma” söylemine yaslanan bürokratik seçkinler, “hikmet-i hükümet adına sivil özgürlükleri, liderlere sadakat ve dayanışma adına da katılım ve demokrasiyi kurban edebilmişlerdir, edebilmekteler; at terli değildir hala. gerçekten tanzimatta reşit paşa’dan, 12 eylül’de kena'a kadar hemen hemen bütün “müdahaleciler”, devleti kurtarma motifini kullanmışlardır. ne var ki ‘gölgelerin gücü’ adına yapılan bu müdahaleler, birbirini besleyen ve üreten operasyonlara dönüşmüştür. bir anlamda, “hikmet-i hükümet” kavramının gölgesi altında olağanüstülüğün olağanlaştırıldığı bir siyasal ve toplumsal iklimin yaratılmaya çalışıldığı görülmektedir. bu siyasal ve toplumsal iklimin ‘dost/düşman’ ayrımının sürekli diri tutulmasıyla korunduğu görülmektedir. gerçekten de hakim söylem, bir tarafa devletin bekasını koruyup kollayan “vatansever”leri, diğer tarafa da devletin temeline dinamit suyu döken “hain”leri koyarak ‘dost/düşman’ ayrımına dayanan siyaseti sürekli yeniden üretmektedir.

    hukuk devleti ilkesi, siyasal iktidarı hukuk kurallarıyla sınırlama anlamında anayasal devletle özdeşleşmektedir. demokrasinin tarihiyle hukuk devleti ilkesinin ortaya çıkışı arasında bir paralellik kurulması da mümkündür. hukuk devleti ya da hukukun üstünlüğü kavramı, en geniş anlamda, kişilerin hukuk kurallarına uymasını ve bu kurallar tarafından yönetilmesine işaret etmektedir. ancak siyasal ve hukuksal teoride, kavram daha dar anlamıyla kullanılmaktadır. bu anlamda hukuk devleti, devletin hukuk kurallarına uyması ve bu kurallarca yönetilmesini ifade etmektedir. hukuk devleti anlayışının hakim olması, gerçekten de ‘devletin keyfi işlemlerine karşı bir güvence’ olarak görülmektedir. buradaki “keyfilik” kavramı, hukukun üstünlüğünü, kişinin üstünlüğünden ayıran kritik bir kelimedir. hukukun üstünlüğü, “genellik”, “öngörülebilirlik”, ve “adalet”i sağlayarak, keyfiliği yok etmeyi amaçlayan bir ilkedir.

    bu iki kavramı izah ettikten sonra “yasallık” kavramıyla “hukuk devleti” kavramlarının arasındaki ilişkiye bir göz atsak yerinde olacaktır. çünkü kimine göre yasallık hukuk devletiyle eş ve benzer olarak algılanmaktadır. tam da bu nokta da “devletin hukuk”u ile “hukuk devleti” arasındaki farkı yakalamak imkan dahilinde olacaktır. “yasal” olmakla, hukukun üstünlüğüne uygun olmak aynı anlama gelmemektedir. buna göre, yasayla tanınan bir yetki illegal olmayabilir, ancak anayasal prensip olan hukukun üstünlüğüne aykırı olabilir. yani hukuk devleti anlayışının kaynağını anayasaya dayandıran yaklaşımdır söz konusu olan. ancak “hukuk devleti” ile “kanun devleti”ni birbirinden ayırmaya ve birincisine anayasal statü kazandırmaya yönelik bu yaklaşım da eksiktir. zira herkesçe bilinebileceği üzere anayasalar da keyfi hükümler taşıyabilmektedirler. kısacası yasa koyucu organa sınırsız yetki verildiğinde, hiç kimse hak ve özgürlüklerinin korunacağından emin olamaz. yani, hukuk devleti ve “mutlak güç” karşılıklı olarak birbirini dışlayan mefhumlardır.

    bu yüzden “ hukuk devleti” sadece “hukuk ötesi” değil, aynı zamanda ‘anayasa-ötesi’ bir siyasal kavramdır. bu kavram anayasa’nın içeriği konusundaki kesin gereklilikleri belirtmektedir. dolayısıyla, hukuk devleti, hukukun ne olması gerektiği hakkında ve yasaların, kendisine uygun olması için, hangi genel niteliklere sahip olması gerektiği hakkında ilkeler vaz eden bir doktrindir. aslında son kertede ‘hukuk devleti’ ilkesinin amacının temel hak ve özgürlüklerin korunması olduğunu söyleyebiliriz. çünkü hukuk devleti “ kuralların yönetilenler kadar, yöneticilere de uygulanmasını gerektirmektedir.

    demokratik siyasal sistemde meşruiyetin kaynağı, bilindiği gibi, ‘ulusal irade’dir. ulusal iradenin somutlaştığı kurum olan parlamento’da, hukuksal kuralları koyma yetkisine sahiptir. ancak parlamento ya da ‘yasa koyucu’ mutlak bir güce sahip değildir. hukukun üstünlüğü ilkesi, siyasal otoritenin (yani çoğunluğun) sınırlandırılarak, azınlıkta kalanların da hak ve özgürlüklerinin korunmasını amaçlar. böyle olunca da karşımıza, ulusal iradeye paralel olarak yeni bir meşruiyet kaynağı çıkmaktadır: insan hakları. bu yeni meşruiyet kaynağı ile birlikte ‘sınırsız demokrasi’ yerini temel haklarla ‘sınırlı demokrasi’ anlayışına bırakmaktadır. anayasal demokrasi olarak da formüle edilen bu demokrasi anlayışında, hukukun üstünlüğü ilkesi demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmektedir.

    şimdiye kadar ülkemizde uygulana gelen sistem daha ziyade devletin aklı söylemi çerçevesinde ete kemiğe bürünmüştür. çivisi çıkmış düzenin en önemli nedenlerinden birini hukuk devleti anlayışının yeterince uygulanmadığı şeklinde ifade edersek çok da hatalı düşünmüş sayılmayız. yapılan hatalar, eksiklikler ve düzensizliklerin hukukun üstünlüğü söz konusu olsaydı gerekli denetimlerin yapılacağı varsayımıyla bu düzeyde olmayacağını iddia edebiliriz.

    (bkz: vatan kurtarmak)
  • birlik kavramının çöküşü ile birlikte, avrupa'da ortaya çıkan yeni devletler dinsel sapkınlıklarını haklı çıkarmak için raison d'etat'ın arkasına sığınmışlardır. birlik kavramının çöküşü, yozlaşmaya başlamış katolik mezhebinin ve bu sebepten artık pek de kutsal olmayan roma imparatorluğu'nun asla bütün avrupa'ya hakim olamayacağının ve bütün avrupa halklarını kucaklayamayacağının farkındalığı ile başladı. reformasyon ile ortaya çıkan ve yayılan protestanlık ile o zamana kadar tanrının yer yüzündeki temsilcisi olarak görülen kutsal roma imparatoru "yozlaşmış bi papaya bağlı viyanalı bir savaşçı" olarak algılanmaya başladı. çoğunluğu alman topraklarında yaşayan protestan prensler artık katolik habsburg hanedanını itaat etmeyeceklerdi. dolayısıyla raison d'atat'ın aslında başlarında katolik otoritesine karşı bir hareket olarak yorumlayabiliriz. daha sonrasında fransız kardinal richelieu bu kopuşla birlikte ortaya çıkacak yapıyı raison d'etat prensibiyle şekillendirme yoluna gitmiştir. dinsel ve evrensel monarşi ile yollarını ayıranlar nasıl bir yol izlemelidirin cevabını vermiştir. habsburglar tarafından sapkınlık olarak nitelenen bu kavram her devletin kendi çıkarlarını kollamak adına yapacağı her eylemin mubah olduğu savını politik arenaya bomba gibi sokmuştur.richelieu tarafından başlatılan bu dünyada devletler artık hiçbir ahlaki kuralla bağlı değildirler. bu savı ardına alan richelieu, fransa'nın güvenliğini sağlamak için katolik olmasına rağmen protestan prensleri habsburglara karşı kışkırttı, tarihin en yıkıcı savaşlarından biri olan otuz yıl savaşlarının uzamasını sağladı, orta avrupa'yı karışıklık içinde bıraktı ve muhtemelen alman birliği'nin 200 yıl kadar geciktirdi. devlet çıkarları sağlanmış kabul edilene kadar insanın ne kadar ileri gidebileceğinin sınırları yoktu aslında.
hesabın var mı? giriş yap