• theodor mommsen'in latin antik cag ara$tirmalarinda cigir acan eseri.
  • titus livius'un yazmis oldugu ve gunumuze 35 cildinin ulasabildigi, orijinalinin en az 45 cilt oldugu bilinen, mo753'te roma'nin kurulusundan augustus'un uvey oglu drusus'un mo9'da ölümüne dek meydana gelen butun olaylari iceren "ab urbe condita" adindaki kitabin, turkiye* ve pek cok ulkedeki cevirisinde benimsenen adi***.
  • (bkz: roma hukuku)
  • italyan öğretmeni yüzünden her duyduğumda kusma isteği yaratan, türkiye ve türk tarihinden daha iyi bildiğim tarih ve dersi.*
  • roma tarihi üzerine konuşurken elbette ki; çiğdem dürüşken 'in (http://www.istanbul.edu.tr/…/kisisel_cdurusken.html) o çok tansık ifadesiyle 1 lamba isinin kokusunun sinmiş olduğu taş yapılardan, balmumundan tabletlere kazınan yazılardan günümüze değin hiçbir zaman belki de tümüyle karşıdakine aktaramayacağımız o günleri, kişileri, vakaları insanlığın gelişimindeki o apayrı heyecanları, belki de bugünü p. syrus ‘un yazgıyı kabullenişinde “amici, diem perdidi” yani “dostlar bugünü de harcadım!” dediği gibi tüketip, “güneş her gün yenidir” kabilinden, yepyeni bir dünyaya bilgece umut demiri atmanın bir koşulu sayacağımdır kimbilir. bu ve devamındaki entirilerimde roma tarihi üzerine belki çok genel, belki yer yer ayrıntı dolu bilgiler aktarmaya çalışacağım. tabi muhakkak ki atlamış olduğum, gözden kaçırmış olduğum bölümler olacaktır. her ne kadar ekşi sözlük canımız ciğerimiz ise de, bu konudaki yani roma üzerine söylediklerimin hiçbirinin tümüyle anlaşılabileceğini sanmıyorum. canımız ciğerimiz olmasıdır belki de bunun böyle olmasına sebep olan bilmiyorum. belki de romalılık ile aramda olduğunu sandığım çok yoğun bir duygu bütünlüğünün mevcudiyetinde bir aksaklık vardır. belki de cato ‘nun “rem tene, verba sequentur” dediği gibi, belki de uygun ifadeleri, uygun zamanda dile getiremediğimden dolayı, konuya tümüyle hakim olamadığımdan ötürü, hiçbir zaman tümüyle hislerimi sizlere, veya çok çok uzak bir tarihte bu satırlara bir şekilde ulaşacak olan herhangi bir okuyucuya aktaramamış olmanın verdiği bir sefillik durumuyla göçüp gideceğim. neyse sonuç itibariyle, sevdiğimi sandığım, sandıkça da sevdiğim roma üzerine konuşacağım. sanılarım ve kanılarımla bir şekilde birilerine bir şeyler aktarabildiysem,aktarabileceksem, her ne kadar gücünden tam anlamıyla haberdar değilsem de, bilginin kendisi karşısındaki o sefil çaresizliğimi kabullenmişliğimin verdiği gönül rahatlığıyla – en azından bu konuda bir fikirle, bir şeyle ya da biriyle çarpışmadan – roma tarihi üzerine konuşmaya başlayabilirim.

    1- roma’nın kuruluş efsaneleri, romulus ve remus

    roma, italya'nın merkezinde, etruria, apenin'ler, campania ve deniz arasında yer alan latium bölgesinde ve tiber nehri üzerindedir. uzunluğu 135, genişliği 45 km. olan latium'da yaşayan halk, m. ö. 12. yüzyılda kuzey alplerinden po vadisine giren ve 10. yüzyılda latium'a kadar ulaşan ölülerini yakan italik'ler grubudur ve isimleri buraya yerleştikten sonra düz memleket adamı manasına latinus olmuştur. bu devrede henüz daha kabile hayatı yaşayan ve başlarında bir kabile kralı bulunan latin'ler hayvan yetiştirmek ve harp etmekle vakit geçirirlerdi. emin tepelerin yamaçlarında köy grupları halinde (pagi) yaşadıkları yerler kendilerine kabile kralı tarafından verilmişti. sayısı 30 olan bu çoban gruplarının oturdukları tepelerin üzerinde müstahkem bir yerleri (oppidum) vardı. köylüler harp zamanlarında buraya sığınır, sulh zamanında ise topluluğun pazan burada kurulurdu. bu 30 köy topluluğunun arasında dinî bir birlik vardı ve senede bir defa yapılan dini kurban ve bayramlar, alba dağı üzerinde kutsal bir yeri olan tanrı iuppiter latiaris için yapılırdı. ye-dinci yüzyılın birinci yarısında latium etrüsk'ler tarafından işgal edilince, bunların etkisiyle eski köyler birer şehir haline gelmiştir ki bunlardan birisi de roma ‘ydı.

    geleneksel bilgiye göre roma, troia'lı bir prens olan aeneas' ın ahfadı tarafından kurulmuştur. efsanenin en eski şeklinde şehri bizzat aeneas kurmuş ve troya'lı bir kadın olan rhome' ye göre isimlendirmiştir. efsanenin daha sonraki bir şeklinde ise şehir, aeneas'ın tyrsenia isimli kadından doğan oğlu romylos'un torunu rhomos tarafından kurulmuştur. fakat resmî roma efsanesine nazaran şehir şu şekilde meydana gelmiştir: troia'dan kaçıp kurtulan aeneas, çeşitli maceralardan sonra gelip latium'a yerleşmiş, oğlu ascanius ise albalonga şehrini kurarak orada yaşamıştır. ascanius'un ahfadı uzun seneler burada hüküm sürmüşlerdir. nihayet amulius , büyük kardeşi numitor'u tahttan indirerek kendisi kral olmuş, kardeşinin kızı rhea silvia 'yı da vesta mabedine rahibe yapmıştır. rhea silvia'nın savaş tanrısı mars'tan romulus ve remus isimli ikiz iki oğlu olunca amulius bunları bir sepet içi-ne koyarak tiber nehrine bırakmıştır. fakat kıyıya sürüklenen çocuklar evvela dişi bir kurt (lev. iv 13) tarafından emzirilmiş, sonra da bir çoban tarafından büyütülmüşlerdir. delikanlı olunca, albalonga şehrine giderek kiralı öldürmüşler, daha sonra tiber nehrinde kıyıya sürüklendikleri yerde yeni bir şehir kurmaya karar vermişlerdir. fakat daha başlangıçta, kurulacak şehrin hangisinin adını alacağı ve hangisinin saltanat süreceği yüzünden aralarında kavga çıkmış ve sonunda romulus remus'u öldü-rerek şehri tek başına palatinus tepesi üzerinde kurmuştur. m. ö. 753 senesi 21 nisanı, romalılarca şehrin kuruluş günü olarak kabul edilmiştir. 2 roma’nın kuruluş efsaneleri üzerine daha ayrıntılı girersek şunları görürüz: vergilius ‘a göre; “primus ab aetherio venit saturnus olympo,
    arma iovis fugiens,” yani “evvela saturnus geldi, o yüksek olympos’tan,
    hani iuppiter ‘in silahlarından kaçan..” daha sonra ise , domitius ilk kitabında; aeneas ‘a delphoi’lu bir kahin tarafından, apollon ‘u italya’ya getirmesi, iki deniz sonra ayak bastığı yerde şehri kurması ve masaları da dahil olmak üzere bir öğle yemeği yemesinin tavsiye edildiğini söylüyor. ve bu yüzden aeneas, laurentine bölgesine gitti, kıyıdan çok fazla uzaklaşmamıştı ki; birbirine yakın iki tuzlu gölcüğe vardı. orada yıkandı ve yemeğini yiyerek görevini yerine getirdi. masa yerine altta duran kerevizi de bitirdikten sonra, hiç şüphe duymadan, bu iki suyun deniz suyuna benzemesinden ötürü, deniz olduklarını düşündü, ve kerevizlerden oluşan masayı yiyip bitirdikten sonra, burada şehri kurdu adına da lavinium dedi. zira bu suda yıkanmıştı. (laverit) ve ardından yaşayabilmesi için kendisine aborigines kavminin kralı latinus tarafından 500 iugura verildi. fakat cato, romalıların kökenleri hakkında adlı eserinde şöyle diyor: dişi domuz, şimdi bizim lavinium dediğimiz yerde 30 tane yavru domuz doğurdu, ve aeneas kenti burada kurmaya karar verdi. toprağın verimsizliği cesaretini kırmıştı ve uykusunda, kenti burada kurmaya başlaması konusunda cesaret veren kutsal penates ‘in imajlarını görmüştü; yıllar boyunca domuzun yavruları yaşayıp gitmişti, ve troyalılar bu bereketli topraklara ve yere göç etmişti, kenti de italya’da en meşhur isimle kurmuşlardı. aborigines kavminin kralı latinus yabancıların büyük bir orduyla geldiğini ve laurentine bölgesine saldırdığını öğrenince, gecikmeksizin güçlerini düşmanlara karşı gönderdi ve onları kendilerinden uzak tuttu. askerlerine saldırmaları için işaret vermeden önce, troyalıların askeri bir gelenekten geldiklerini hatırlattı, onların sadece taş ve sopalarla değil aynı zamanda giysilerinde ve sol elleriyle kavramış oldukları postlarında zırhlarla donanmış olduklarından bahsetti.fakat daha sonra kral latinus, düşmanlarının kim olduğunu ve ne istediklerini öğrenmek için bir görüşme talep edince, savaş ertelendi. aslında bu görüşmeye onu zorlayan kutsal otoriteydi, bağırsak kehanetleri ve eğer ordusunu bu yabancılarla birleştirirse daha güvende olacağını söyleyen rüyaları ona bunu önermişti. ve aeneas ile anchises ‘in yurtlarından buraya savaş yüzünden sürüldüğünü öğrenince, kafasında kendilerine yurt arayan tanrıların imajı canlandı, onlarla aynı düşmanlara ve aynı dostlara sahip olacakları bir anlaşma yaparak müttefik olmayı denedi. ve böylelikle troyalılar, aeneas’ın karısını yani evvelden turnus herdonius ile nişanlı olan kral latinus ‘un kızından dolayı lavinium adını verdiği yeri canlandırmaya başladılar.fakat, kuzeni turnus reddedilip, lavinia troyalı bir yabancıya verilince kral latinus ‘un karısı amata küstürüldü. bundan dolayı amata, turnus ‘u silahlanması için kışkırttı ve çok geçmeden turnus, rutulus kavminin ordusunu topladı ve laurentine bölgesine saldırdı. ona karşı kral latinus, aeneas’la birlikte yürüdü ve savaşın ortasında kuşatılıp öldürüldü. fakat aeneas, kayınpederini yitirmesine rağmen rutulus’lara karşı durmaktan vazgeçmedi ve turnus’u öldürdü. düşmanlar perişan edilerek kaçmaya zorlandı. zafer kazanmış olarak aeneas, adamlarını lavinium ‘a geri çekti ve lutatius ‘un iii. kitabında yazdığında göre; latin müttefikleri tarafından kral ilan edildi. piso ‘nun da kaydettiği gibi; turnus anne tarafından amata ‘nın kuzeniydi. turnus, latinus ‘u öldürerek aslında intihar etmişti. turnus öldürülünce, aeneas devlet katında güçlendi. fakat öfkesini bir türlü yatıştıramayarak, savaşta rutulus’ların canına okumayı sürdürmeye karar verdi. rutulus’lar yalvardılar ve eğer galip gelirlerse, latinlerin mallarını ona bırakma sözünü vererek etruria’dan agilla ‘nın kralı mezentius ‘un yardımını elde ettiler. bunun üzerine aeneas, daha zayıf bir orduya sahip olduğundan, korunmaya ihtiyacı olan bir çok şeyi şehre topladı ve lavinium yakınında bir ordugah kurdu. oğlu euryleo ‘yu bu ordunun başına yerleştirdi. aeneas, kendisini, askerlerinin numicus nehri’nin etrafındaki savaş alanında dizilmesini emretti. sert çarpışma hemen orada başladı. fakat gökyüzü ani bir fırtınayla karardı ve yağmur sel oldu yağdı, bunu gökgürültüsü ve haşin şimşekler izledi, bütün bunlar sadece askerlerin gözlerini kamaştırmadı aynı zamanda akıllarını da başlarından aldı. her iki tarafta da savaşı durdurmak için benzer bir istek var idiyse de; herşeye rağmen aeneas, bu fırtına ortamında yok edildi, bir daha da onu hiçbir yerde gören olmadı. aeneas’ın nehre yaklaştığı ve hiç beklenmedik bir şekilde suya daldığına dair bir hikaye de vardır. ayrıca savaşın bu şekilde durduğunu ve bulutların açılıp, yayıldıktan sonra, aeneas ‘ın yüzünün parladığını, ve hala yaşarken, cennete çıkarıldığını da anlatır. ve aeneas’ın daha sonradan ascanius ve başkaları tarafından, numicius sahilinde, elbiseleri ve savaş için donandığı teçhizatlarıyla görüldüğü de söylenir. bu olay onun ölümsüz olduğuna dair hikayeyi de kanıtlamış oldu. bu yüzden ona orada bir tapınak adandı ve adının da “patrem indigetem” olmasına karar verildi. daha sonra oğlu ascanius ‘un (euryleo ‘nun diğer adı) tüm latinlerin kararıyla kral olduğu açıklandı. ve böylelikle ascanius latinler arasında en yüksek pozisyona gelmiş oldu. ascanius savaş ortamını sürdürerek, mezentius ‘u kovalamaya karar verince, onun oğlu lavsus, lavinia kalesinin tepe kısmına saldırdı.kralın askerleri çevreye dağılmış olduğundan, lavsus şehri ele geçirebilmek için çevirdi. ve bu yüzden latinler, koşullarını öğrenebilmek veonlara teslim olmak için mezentius ‘a elçiler yolladılar. diğer ağır koşulları arasına, mezentius, latin bölgesindeki tüm şarapların belirlenmiş yıllar boyunca haraç olarak verilmesini de eklemişti. bunun üzerine, ascanius ‘un öğütleri ve otoritesi; böyle bir esaret altında yaşamaktansa, ölmeyi tercih etmişti. bundan dolayı, latinler alenen tüm bağbozumlarından şarapları iupiter ‘e sunarak, şehri kutsadılar; daha sonra harekete geçip, askeri birliği sardılar, lavsus’u öldürüp, mezentius ‘u kaçmaya zorladılar. lucius caesar’ın, birinci kitabında ve aulus postumius ‘ın aeneas ‘ın dönüşü üzerine yazıp, yayınladığı kitabında söylediği gibi; daha sonra mezentius, elçiler göndererek latinlerin dostluğunun ve onlarla müttefikliğinin teminatını verdi. ve böylelikle latinler, ascanius ‘un sadece cesaretinden ve erdeminden dolayı iuppiter ‘den geldiğine inanmadılar, aynı zamanda julius caesar ‘ın ikinci kitabında, cato da origines ‘inde yazdığına göre; ascanius ‘un ismini kısaltarak ve geliştirerek önce iolus’a daha sonra da iulus’a çevirdiler, isim bu şekilde iulus ailesine miras kaldı. bu arada lavinia, aeneas tarafından hamile bırakılmıştı. ascanius peşine düşer korkusuyla sakınarak, atalardan yadigar sürünün başındaki tyrrhus ‘a, ormanlara kaçtı ve orada adını yerin coğrafi isminden alan bir çocuk doğurdu: silvius. genelde latinler arasında birçok kişi, lavinia ‘nın ascanius tarafından gizlice öldürüldüğünü düşündü. bu inanıştan dolayı; halk ona karşı büyük bir kin biriktirdi, öyle ki; onu silahların gücüyle tehdit bile ettiler. bunun üzerine ascanius, bir yeminle kendisini aklamaya çalıştı. fakat bunun işe yaramadığını görünce, bir arama için zaman talep etti, ve her kim lavinia ‘yı onun için bulursa, ona büyük bir ödülle mükafatlandıracağının sözünü vererek halkın gönlünü çeldi. çok geçmeden onu bularak, lavinium şehrine geri getirdi, ve onu bir annenin hakettiği gibi onurlandırarak sevdi. gaius caesar ve sextus gellius ‘un romalıların kökenleri hakkında yazdıkları gibi; bu hareketi ascanius ‘a yeniden büyük bir onur kazandırdı. fakat yine de, lavinia’yı yeniden kente kazandırması hususunda tüm halkın, ascanius ‘a baskı uyguladığına ve bu yüzden onu öldürmediğine dair söz verdiği hikayesini anlatanlar da vardı; lavinia’nın nerede olduğunu da zaten bilmiyordu, bu kalabalık toplantıda tyrrhus sessizlik istedi ve bir delil ortaya koydu. verilen söz gereğince, ona, lavinia ‘ya ya da onda doğmuş çocuğa hiç zarar vermeyecekti. bunun sözünü alınca, lavinia ‘yı kente oğluyla birlikte geri getirdi. böylece lavinium’da 30 sene geçtikten sonra; ascanius beyaz domuzun doğurduğu domuz yavrularının sayısından ötürü yeni bir şehir kurmak için varışını anımsadı. komşu bölgeleri iyice araştırdıktan sonra; üzerinde şehri kurmak için bugün albanus diye bilinen, yüce bir dağı inceledi. burada bir şehir kurdu, şeklinden ötürü adını da longa koydu; dağ uzunca yayılıyor ve alba yani beyaz da domuzun renginden geliyordu.

    bir gün, yerel tanrılarının tasvirlerini buraya da getirdi, ertesi gün lavinium’da görülür oldular bu şekilde, fakat tekrar alba’ya taşınmalarına ve başlarına sayılarını bilmediğim kadar bekçiler dikilmesine rağmen, asıl ait oldukalrı yer olan lavinium’a tekrar geri taşındılar. pontifexlerin annales’lerinde 4., cincius ve caesar ‘ın 2., tubero’nun 1. kitabında yazdığına göre; bundan sonra kimse bir daha onların yerini değiştirmeye cesaret edemedi. ascanius yaşamdan ayrıldıktan sonra; oğulları iulus ve lavinia ‘da doğmuş olan silvius postumus arasında o’nun yerine kim geçecek tartışması baş gösterdi. zira aeneas ‘ın oğlunun mu yoksa, erkek yeğeninin mi yönetime daha uygun tartışılıyordu. konu hakem kararına bırakıldı ve silvius ortak bir kararla kral ilan edildi. pontifexler’in annales’lerinin 4. kitabında yazdığına göre; yine silvius ‘un soyundan gelenler, yani onun adını taşıyanlar roma’nın kuruluşuna kadar alba ‘da hüküm sürmüşler. bu şekilde latinus silvius iktidardayken, praeneste, tibur, gabii, tusculum, cora, pometia, labici, crustumium, cameria, bovillae ve civardaki diğer şehirlerde koloniler kurulmuştu.

    silvius’un ardından oğlu tiberius sivius hüküm sürdü. tiberius, aradaki çatışmayı sürdüren komuşularına karşı birliklerini yolladığında, savaşın ortalarında albula nehri’ne doğru sıkıştırıldı ve orada boğularak can verdi. lucius cincius ‘un, ilk, lutatius ‘un, üçüncü kitabında yazdığına göre isminin değişmesinin sebebi bu şekilde anlaşılıyor. onun ardından, sadece insanlara karşı değil, aynı zamanda tanrılara karşı da kendini beğenmiş bir şekilde davranan, hatta kendisinin iuppiter ‘den daha büyük olduğunu söylediği anlatılan aremulus silvius, hüküm sürdü. bir gün gökyüzü şimşeklerle doluyken, askerlerine kalkanları ve mızraklarıyla çarpışmaları emrini verdi fakat konuşurken haşmetli bir gürültüyle sesi kesildi. ayrıca piso ‘nun annales ‘inin 4. kitabında, mektuplarının da 2. sinde yazdığına göre; derhal oraya cezaya çarptırılmış; şimşek çarptı ve bir fırtına tarafından yakalandı, ve hızlı bir şekilde albana gölüne fırlatılmış.

    fakat buna karşılık aufidius, epitome’larında ve domitius ‘da ilk kitabında, aremulus ‘un şimşek yüzünden ölmediğini, bir depremin, sarayını kendisi de içindeyken albana gölü’ne yıktığından söz etmektedir. onun ardından, komşu kentlere saldıran aventinus silvius yönetime geçti, lucius caesar ‘ın, 2. kitabında yazdığına göre düşmanları tarafından kuşatıldıktan sonra, öldürülüp, daha sonradan kendi ismini almış olan dağın eteklerinde yakıldı.

    bundan sonra, alba ‘nın kralı silvius procas, mirasını iki oğlu numitor ve amulis arasında eşit bir şekilde böldü. amulius, payına düşene göre; sadece krallığı alırken, öte yandan numitor ise babasından kalanların yani mal varlığının tümüne sahip oldu. numitor, özel mülkleri ve serveti krallığa yeğlediğinden, amulius krallığın başına geçmişti. bu pozisyonunu daha da güvenli kılabilmek için, tek çareyi kardeşi numitor ‘u av esnasında öldürmekte gördü. bu yüzden, rüyasında tanrıça tarafından bunu yapmasının söylendiğini iddia ederek kızkardeşi rhea silvia ‘ya vesta rahibesi olmasını buyurdu. valerius antias ‘ın, ilk kitabında yazdığına göre; gerçekte amulius kendini düşünüyordu; rhea silvia’dan, dedesine karşı yapılmış bu adaletsizliğin intikamını almaya yeltenecek bir çocuk doğabilirdi. fakat marcus octavius ve licinius macer ‘in bildirdiğine göre; rahibe rhea ‘nın dayısı amulius, ona aşkla bağlıydı. bulutlu bir gökyüzü ve karanlık bir sis altında, şafak yeni sökerken, dini tören için su getirirken, mars ‘ın koruluğunda ona bir tuzak kurdu ve ona tecavüz etti. bunu üzerinden aylar geçtikten sonra, rhea’dan ikizler doğdu. amulius bunu öğrenince, günahını gizleyebilmek için, rhea ‘nın öldürülmesini ve çocukların ona verilmesini emretti.

    bunun üzerine numitor, bu ikizlerin büyüdüklerinde amulius ‘a karşı adaletsizliğinin intikamcıları olabilir ihtimalini düşünerek, onları başka çocuklarla değiştirerek yenilerini amulius’a , asıl yeğenlerini ise büyütmesi için koyunlarının başında duran faustulus’a verdi.

    öte yandan, fabius pictor ilk kitabında ve vennonius ‘un da yazdığına göre; bakire gelenek ve görenekler gereğince tören için kaynaktan mars’ın koruluğuna su taşımak için yola çıktı. fakat birden yağmur ve gökgörültüsüyle sarsıldı ve mars tarafından rahatsız edilerek, onun tecavüzüne uğradı. çok geçmeden kim olduğunu tanıtan ve ondan doğacak çocukların kendisi (mars) değerli olacağını söyleyen tanrının tesellisiyle kendine geldi.

    sonuç olarak, kral amulius , rhe silvia ‘nın ikizler doğurduğunu öğrenince, derhal alınmalarını ve nehire atılmalarını buyurdu. bunu gerçekleştirmek için buyruğu alanlar, ikizleri bir sepete koyup, büyük şiddetli bir yağmur ve fırtına başladığı için palatium tepesi eteklerinde bir yerde bıraktılar. bölgenin domuz çobanı faustulus, kendisine söylenenleri dinledikten sonra, nehirden uzaklaştı, çocukların içinde bulunduğu sepeti bir incir ağacının gövdesinin dibine bıraktı. bir dişi kurt ağlayan bebeklere yaklaşıp, evvela yalayarak onları temizledi, ardından emzirmek için memelerini bebeklere sundu. (memeleri emzirilmeden ötürü aydınlanmıştı.) ennius ‘un, ilk kitabında ve caesar ‘ın, ikinci kitabında yazdığına göre; fakat faustulus gitmekten vazgeçerek döndü, ikizleri aldı ve onları karısı acca larentia ‘ya bakması için verdi. bazı yazarlar ise, faustulus ‘un, bir ağaçkakanın ikizlere zarar verdiğini ve ağzından onlara yemek verdiğini gördüğünü yazıyorlar; bu olay da çok açık bir şekilde gösteriyor ki; dişi kurt ve ağaçkakan aslında mars ‘ın koruması altındadırlar. aynı zamanda, öğlen vakti, kalabalığın dinlendiği ve düşünüp taşınmayı alışkanlık haline getirdiği bebeklerin bırakıldığı ağaca da bu yüzden ruminal deniyormuş.

    fakat gerçekte, valerius, rhea silvia ‘dan doğan çocukları, onları öldürmesi için yardımcısı faustulus ‘a veren kral amulius ‘a teslim etti. fakat çocuklar, numitor’un ricası üzerine faustulus tarafından öldürülmeyip, büyütmesi için kız arkadaşı vücudunu para karşılığında sattığı düşünülen fahişe olarak bilinen acca laurentia ‘ya verildi. vücutlarını satan kadınlar bu yüzden lupa diye adlandırılıyorlar, bu eylemi gerçekleştirdikleri yerlere de lupanaria deniyor.

    yetişkin olduklarında, romulus hocası, aynı zamanda dedesi faustulus ve annesinden olanları öğrenince, çobanlardan oluşan ordusuyla alba’ya giderek, amulius’u öldürdükten sonra dedesi numitor ‘u yönetime geçirdi.

    muazzam gücünden ötürü kendisine romulus adı verilmişti, zira yunan dilinde virtus’a ‘roomein’ in dendiği kesindir. zira; böyle bir karaktere sahip kişilere eskiler tarafından remores denirmiş.

    üzerinde durduğumuz bu olayları ve şimdilerde lupercal denilen o yerde kutsal törenleri gerçekleştirdikten sonra, kendileri ve gelecek kuşaklar için bir kutsal tören olsun diye, kendileri için hazırladıkları kurbanların derilerini üstlerine geçirerek, şen bir şekilde farklı yönlere doğru koşuştular, kutsallaştırdılar ve ayrı ayrı remus, fabius’lara, romulus da quintilius ‘lara bugün bile her birininkinin kutsal törenlerde geçtiği kendi adlarını verdiler.

    fakat pontifex’lerin ikinci kitabında , sürünün çobanı remus ‘u yakalamaları için amulius tarafından birkaç kişinin gönderildiği iddia edilir. bu kişiler remus ‘u zorla yakalamaya cüret edemedikleri için, kendileri için en uygun zamanda yani romulus muhitten ayrılırken, remus’a tuzak kurarlar.

    romulus bunu öğrenince, çobanlardan bir birlik oluşturarak, onları yüz kişilik bir gruba ayırdıktan sonra, saman yığınlarına çeşitli biçimler vererek sonunda da birbirine bağlayarak oluşturduğu sırıkları onlara verdi, bu işaret sayesinde liderlerini daha kolay bir şekilde takip edebileceklerdi. böylelikle daha sonra manipulares denen, aynı işaretlerle dolu ‘askerler’ olacak şekilde biçimlendirilmiş oldular.

    sonunda romulus, amulius ‘u yönetimden indirip, kardeşini hapisten kurtardıktan sonra, dedesini tekrardan krallığa yerleştirdi.

    romulus ve remus, birlikte eşit bir şekilde yönetecekleri kenti kurmak üzere çalışmaya başladıklarında, romulus, palatinus tepesi’nde kendine uygun gelen bir yeri kafasında tasarlayıp, adını da roma koymak istedi, buna karşılık remus da, palatinus ‘tan beş mil uzaklıktaki başka bir tepeyi düşünüp, adına da, kendi adından dolayı remuria demeyi uygun görmüştü. ne var ki aralarındaki anlaşmazlık çözüme kavuşmayınca, bu tartışmayı yaşlı numitor ‘un hakemliğinde ölümsüz tanrılara bırakmaya karar verdiler. buna göre; ikizlerden hangisi olumlu bir tanrısal işaretle karşılaşırsa, o kenti kuracak ve ona kendi adıyla seslenerek,en üstün yetkiyle hüküm sürecekti.

    romulus, palatium ‘da, remus da aventinus ‘da bir kehanet ararken, evvela remus, sol taraftan bir arada uçan 6 akbaba görünce, romulus’a , kenti kurması için bir kehanet almış olduğunu bildiren bir haber yollayarak hemen gelmesini istedi.

    romulus, remus ‘un yanına varıp da, çevreye göz atarken bu kuşsal alametlerin nerede olduğunu , hemen kehanet alameti olarak kendisine bu altı akbabanın görünmesini isteyen romulus şöyle devam etti: “o halde ben sana on iki tane akbaba göstereceğim!” birden oniki tane akbaba gökyüzünde belirdi, onları gökgürültüsü ve şimşekler izledi.

    bunun üzerine romulus şöyle söyledi: “ey remus, bu yukarıda olanları gördükten sonra, hala ilk kanıtının arkasında mısın yoksa?” böylece remus yönetim için yapmış olduğu hatanın farkına vardı; şöyle dedi: “bu kentte birçok beklenti ve sezgi tesadüfen başarılı bir şekilde gerçekleşecek.” licinius macerise, birinci kitabında bu mücadelenin ölümle sonuçlandığını, yani romulus’un, kendisine karşı gelen remus ve faustulus’u öldürdüğünü yazıyor. bu fikre karşılık; egnatius ise birinci kitabında, bu anlaşmazlık sırasında remus ‘un öldürülmediğini hatta romulus’dan daha uzun süre yaşamış olduğunu aktarıyor. 3

    sonuç itibariyle yaygın kabül, romulus’un roma’yı kurup, kente adını verdiğidir.

    notlar:

    1- latince deyişler ya da yaşamın renkleri, sf: 11, homer kitabevi, istanbul, 2004.
    2- roma tarihinin ana hatları, i. kısım, sabahat atlan, istanbul üniv. edeb. fak. basımevi, 1529, istanbul 1970
    3- sextus aurelius victor ‘un de gentis romanae adlı eserinden.
  • 2- roma tarihini genelde tarihçiler dörde ayırarak inceliyorlar:

    a/ krallık öncesi dönem (i.ö. 753 öncesi)
    b/ krallık dönemi (i.ö. 753-509 arası)
    c/ cumhuriyet dönemi (i.ö. 509-27 arası)
    d/ imparatorluk dönemi (i.ö. 27 - i.s. 476)

    a/ krallık öncesi dönem (i.ö. 753 öncesi)

    geleneğe göre italia adı güneyde hüküm süren italus adındaki mitolojiik bir kraldan geliyordu. zamanımızın tarihçilerine göre ise bu ad grek koloni kurucuları tarafından, calabria'nın güneyine yerleşen latin-siciliali bir boya verilmiş ad olan vitelioi 'dan kaynaklanıyordu. buna göre. italya adı "genç boğa halkı" diye adlandırılan bir güney italik kabilesinden gelmektedir, diyebiliriz. bunun nedeni sığır sürülerinin çokluğu ya da sığıra tapınmaları olabilir diye düşünülmektedir. "sığır" anlamına gelen latince "vitulus" kelimesinden "itali" kelimesi çıkmıştır. "vitelioi" sözcüğünün başında yer alan, italia greklerinin dialektiğinde yer alan digamma harfinin düşmesiyle oluşan latince italici adı nedeniyle ülkeye italia adı verilmişti. güney italya bölgesini, ilk karşılaştıkları bu insanlardan yola çıkarak hellenler adlandırmışlardır; yarımada' da oturan diğer kavimler de italia adını hellenlerden alarak kullanmışlardır.

    devletlerin kuruluşunda ve kültürlerin ortaya çıkıp gelişmelerinde coğrafi etkenlerin payı çok büyüktür. bu sebeple ilkin bir kent devleti olarak, ortaya çıkan, sonra bütün italya' ya ardından akdeniz dünyasına egemen olan ve tüm antik dünyada etkili olmuş büyük bir imparatorluk halini alan roma'nın tarihini iyi kavramak için, öncelikle coğrafi koşullarına değinmek gerekir.

    doğuda balkan yarımadası, batıda iberia yarımadası, kuzeyde kıta avrupası ve güneyde afrika arasında, akdeniz'in merkezinde ver alan italya akdeniz'de güneye doğru uzanan üç büyük yarımadadan (ispanya, italya, balkan yarımadaları) ortada bulunanıdır. diğer iki yarımadaya oranla, italya akdeniz'in batısını ve doğusunu rahatlıkla denetleyebilme olanağına sahiptir. boyle bir_olanağa sahip olması sebebiyle de akdeniz'i çevreleyen çeşitli kavim ve devletlerin topraklarını bir birlik altında toplamayı zaman içinde başarmıştır. bu sebeple romalılar akdeniz'e "mare nostrum" (bizim denizimiz) derlerdi. konumu sebebiyle italya en elverişli geçiş noktasını oluşturur; bu sebeple de sadece akdeniz'e kıyısı olan halklar arasında maddi ve kültürel değiş tokuşa açık olmakla kalmaz aynı zamanda gerek kara yoluyla (alp dağlarının geçit sunduğu yerlerde), gerekse deniz yoluyla olan göçler ve kolonileşmeler için de uygundu. italya kuzeyde ariminium (bugünkü kimini) ve pisae (bugünkü pisa) kentlerinden geçen bir hatla sınırlı idi: avrupa kıtasına karşı bir dağ kalesi durumunda olan alp dağları ile kapanmıştı. batıda tyrrhen (etrüsk / mare inferum, tusculum) denizi, doğuda adriyatik denizi (mare superum, hadriaticum) ile çevrilmiştir. güneyde akdeniz'in hemen italya'ya bitişik olan kısmına ion ya da sicilya denizi (mare ionium, siculum) adı verilir. italya yarımadası üç bölgeye ayrılır: 1. kuzey (yukarı) italya (italia superior): alplerle apenninler arasında kalan po bölgesi, liguria, venetia, bunların arasında kalan gallia cisalpina ve istria : liguria günümüzdeki liguria dışında po (padus) ırmağının güneyinde kalan tüm piemonte'yi içeriyordu, önemli kentleri: genim (genova), nicaea (nis), alba pompeia (alba). gallia cisalpina günümüzdeki po ırmağının kuzeyinde kalan piemonte'nin tamamını, lombardia ve emilia'nın büyük bir bölümünü içeriyordu, önemli kentleri: augusta taurinorum (torino), mediolanum (milano), cremona, comum (como), placentia (piacenza), bononia (bologna), ravenna v.s. venetia aşağı yukarı günümüzdeki veneto'yu kapsamaktaydı. önemli kentleri verona, vicetia (vicenza), patavium (padova).

    istria, trieste körfezi ile (sinus tergestinus) quarnaro körfezi (sinus flanatium) arasında uzanan yarımadanın büyük bir bölümünü içeriyordu. önemli kentleri: tergeste (trieste) ve pola. idi.

    2.orta italya bölgesi (italia media) sekiz bölgeden oluşuyordu: etruria, latium ve campania, umbria, picenum, sabina, sabelli kavimleri toprakları, samnium bölgelerinden oluşmaktaydı. etruria: tuscia ya da thyrrenia da denir. günümüzdeki toscana'yı, tüm umbria'yı ve tiber ırmağının batısındaki latium'u kapsıyordu. önemli bazı kentleri: arretium (arezzo), cortona, perusia (perugia), volaterrae (volaterra), florentia (firenze), pisae (pisa) idi. latium: tiber ırmağının güneyindeki aynı isimdeki bölgenin tümünü kapsıyordu. bazı eski yazarlara göre latium adı "latere": saklı durmak'tan geliyordu.çünkü orada oğlu zeus tarafından gökten kovulan saturnus saklanıyordu. daha çok kabul gördüğü üzere, latium "latus (düz)" sıfatından gelmektedir ve "düzlük ülke" anlamındâ kullanılmaktadır. latium, latium vetus ve latium novum (ya da adiectum)'dan oluşuyordu. latium vetus, prisci latini'nin (eski latinler), yani i.ö. 493 'te roma ile antlaşma yapan latinlerin oturduğu bölgeydi; latium novum, aequi, hernici, volsci, ausonia ya da aurunci ülkelerini kapsıyordu. latium vetus'ta önemli kentler: tiber üzerindeki roma, anio nehri üzerindeki tibur (tivoli), praeneste (palestrina), tiber'in ağzındaki ostia v.b. latium novum'da: antium (anzio), formiae (formia), sinuessa (suessa), arpinum (arpino). campania sadece kısa bir kıyı şeridini kapsıyordu. campania çok verimli bir bölgeydi ve hoşa giden bir iklimi vardı. bu sebeple romalı zenginler bu bölgede villa yaptırıyorlardı. önemli kentleri cuma, baiae (baia), neapolis (napoli), pompeii (pompei), salernum (salerao), volturnum (capua) v.b. umbria tiber'in doğusundaki bölgeydi. batıda tiber ırmağı, kuzeyde rubicum (gailia cisalpina), doğuda adriatik denizi ve picenum, güneyde adriatik'e dökülen aesis ve tiber'e karışan nar ırmağı ile sınırlıydı. önemli kentleri ariminum (rimini), sarsina, spoletium (spoleto) v.s. picenum, batıda alpes poeninae, kuzeyde aesis, doğuda adriatik denizi, güneyde vomano ırmağı ile sınırlı bir bölgeydi. sabina, batıda latium ve tiber, kuzeyde nar ırmağı, güneyde sabelli boylarıyla sınırlıydı. sabelli boyları ülkesi, günümüzdeki apenin dağlarının en çok yükseldiği ve geniş bir yayla oluşturduğu merkez abruzzo'yu kapsıyordu. samnium batıda campania, kuzeyde sabelli boyları ülkesi, doğuda adriyatik, güneyde apulia ve lucania ile sınır oluşturuyordu.

    3. güney italya (italia inferior ya da magna graecia) ise adriyatik denizine bakan apulia, calabria bölgeleri ve tiberis nehrine bakan lucania ve bruttium bölgelerinden oluşmaktadır. coğrafi bir kavram olarak italya, cumhuriyet dönemi (i.ö. 500-27) romalıları tarafından yalnızca apenninler yarımadası
    olarak anlaşılıyordu. çünkü yarımadayı kuzeyden güneye doğru apennin dağları kuşatıyordu. bu dağlar sicilya adasında da devam etmektedir. kuzey italya'da tek bir sıra halinde uzanan apenninler orta italya'da bir çok kollara ayrılmaktadır. bazı yerlerde birbirlerine paralel uzanan bu sıradağlar yarımadanın batısı ile doğusu arasındaki bağlantıyı güçleştirmekteydi. dağlar denize dik ve yakın uzandıklarından yarımadanın doğu kıyıları limanlardan
    yoksundu - özellikle ancona ve brundisium arasındaki bölge. ayrıca doğuda, batıda olduğu gibi verimli ovalar ve denizle bağlantıyı sağlayacak nehirler yoktur. bu sebeple doğu kıyılarında denizcilik gelişmemişti. buna karşılık batıda kıyı çok girintili - çıkıntılıdır. çok sayıda liman bulunmasının yanı sıra, sönmüş volkanların oluşturdukları yüksek ovalar vardır. toscana bölgesinin güneyinde, roma'nın da içinde yer aldığı latium bölgesi ekip biçmeye elverişli ovalara sahiptir. daha güneyde yer alan campania bölgesi ise her bakımdan yerleşmeye uygun bir bölgedir. etruria bölgesinde arnus, latium bölgesinde tiberis, campania bölgesinde volturnus nehirleri tyrrhen denizi ile bağlantıyı sağlayan üç önemli ırmaktır. doğal üstünlükleri sebebiyle italya'nın batısı erken çağlardan başlayarak kültür gelişmelerine her zaman için daha açık ve elverişli bir yer olmuştur.
    yukarı italya ovası ancak imparatorluk döneminde (i.ö. 27-î.s. 476) italya kapsamına alınmıştır. kuzeyinde alp dağları, güneyinde apenninler ile çevrili olan kuzey italya kapalı bir ülkedir ve kara iklimi hüküm sürmektedir. ovanın verimli olması sebebiyle ziraat açısından kendi kendine yeterli olan bir bölgeydi burası, alplerin ve apenninlerin kolay geçit vermemesi sebebiyle bu bölgeyi roma ancak cumhuriyet döneminin sonlarına doğru kendi topraklarına katabilmiştir. bu bölgeye caesar dönemine kadar gallia cisalpina (alplerin beri yakasındaki gallia) denmiştir ve gallia'nın bir parçası olarak sayılmıştır. coğrafi açıdan italya'ya ait olan sicilia, sardinia ve corsica adaları roma devrinde italya'ya hiç dahil edilmemişti; her zaman fethedilen eyaletler olarak düşünülmüşlerdi. roma latium bölgesinde, büyük bir ovanın kenarında, doğal olarak iyi korunmuş bir tepenin üzerinde bulunuyordu. tiberis ırmağının ağzında ve denizden 25 km uzaklıktadır.

    italya'da erken demir çağının başladığı i.ö. 1200'lü yıllardan başlayarak italya "ege göçleri" denilen büyük kavimler göçlerinin etkisi altında kalmıştır. aslında bu göç hareketleri ismi ile uyum göstererek sadece ege denizinde kalmamış, ege denizi dışına, küçük asya'ya ve mısır'a da yayılmıştır. anadolu'da hitit devletinin bu göçlerin etkileri sebebiyle yıkıldığı tahmin edilmektedir. firavun iii. ramses zamanını yaşayan mısır ise istilacıların akınlarına karşı kendisini savunmayı ve koruyabilmeyi başarmıştır. i.ö. 1200'den i.ö. 800'e kadar uzanan zaman diliminde, italya'ya giren kavimler birbirleriyle kaynaşır ve karışırlar. buraya i.ö. 1200 civarında italikler gelir. italiklerin italya'ya göçmelerinde etkili olan olay, kuzey doğudan gelen illyialı kavimlerin baskılarıdır. bu baskılarla aynı zamanda, dorlar da yunanistan'a inmişlerdi. italikler italya'ya iki ayrı göç dalgası halinde gelmişlerdir. ilk kez yukarı italya'da görünen italikler bir süre terramara insanlarıyla birlikte yaşamışlar, sonra onlarla birlikte güneye doğru göç ederek latium ve roma'ya kadar gelmişlerdir. ilk italikler ölülerini yakarak gömdükleri için bunlara yakan italikler denmiştir. bunlar kuzeyden güneye doğru yürümeye başladıkları zaman, ilkin alba dağı eteklerine yerleşmişler, bir süre sonra da roma'yı ele geçirmişlerdir. bunların yerli halkla karışmalarından latinler denen halk ortaya çıkar. ikinci italik dalgası italya'ya yine kuzeyden, i.ö. 10. yüzyılın sonlarında olmuştur. ilk zamanlarda ölülerini yakan bu grup italikler sonradan ölülerini gömmeye başladıkları için, gömen italikler adını almışlardır. bunların
    kuzeyinde bulunan buluntu yerinin isminden dolayı villanova kü1türü adı verilmiştir. bu kültürün insanları da sonradan güneye göç etmişler ve orta italya'nın dağlık bölgelerine yerleşmişler hatta roma'ya da gitmişlerdi. hint-avrupalı bir kavim olan italiklerin apenninus yarımadasına hangi yoldan ulaştıkları kesin olarak bilinmemekle birlikte, kuzeyden gelmiş olabilecekleri sanılmaktadır. italikler aralarında, birbirlerinden farklı iki dil konuşuyorlardı. kökenleri aynı olmakla birlikte, italiklerin daha italya'ya göç etmeden önce birbirlerinden ayrılmış olabilecekleri ve dillerinin de farklı bir gelişme göstermiş olabileceği tahmin edilmektedir. bu italik gruplarından birisi latino-falisk grubu (=ölülerini yakan italikler), diğeri ise oskr-sabel-umbr grubudur. (=ölülerini gömen italikler).
    italiklerin gelişinden sonra bunları italya'nın kuzeydoğusunda veneti _ kavmi ve güneyde illyrialılar izlemiştir. söylenceye göre, veneti kavmi italya'ya troia'dan göç eden antenor'un klavuzluğunda gelmiş, patavium'u (padua) kurmuşlardı. italya'ya i.ö. 1200 civarında gelen bu kavimlere i.ö. 1000 yıllarında hint-avrupa kökenli olmayan tyrrhen'ler eklenir ve bunlar toscana bölgesine yerleşirler. yarımadaya kent kültürünü ve demirin kullanılmasını getiren bu kavmin, oradaki yerli halklarla karışarak etrüskleri oluşturduğu sanılmakladır. artık entirimin bu bölümünde etrüskleri incelemeye başlayabilirim.

    b/ krallık dönemi (i.ö. 753-509 arası)

    etrüskler

    bu halkın buranın yerlisi mi yoksa dışarıdan mı gelmiş olduğu hususunda tartışmalar günümüzde hala sürmektedir. üç farklı görüş onları roma'yla ilişkilendirir:

    1- italya'da kuzeyden alpler üzerinden, raetia bölgesinden italya'ya gelmişlerdir.
    2- halikarnassoslu dionysios 'un da yazdığı gibi; italya'da etrüsk kültürünü oluşturanlar i.ö. 3000 yıldan beri burada olan yerlilerdir.
    3- tarihçi herodotos'un da yazdığı gibi (i, 94); etrüskler, asia minor'de lydia kıyılarından yola çıkarak deniz yolu ile italya'ya gelmişler ve daha sonra onlara göre isimlendirilen etruria'ya yerleşmişlerdir.

    tabi bu üç farklı görüşten sadece biri çok yaygın olarak kabul edilmiştir. o da üçüncü görüştür. zira etrüskleri asia minor yani anadolu'ya ve doğuya bağlayan pek çok bağ vardır. örneğin; etrüsklerin ölü gömme adetleri, mezar biçimleri, yarış arabaları, maden işleme teknikleri, kuşların uçuşuna ve parlayan şimşeklere veya hayvan ciğer ve bağırsaklarına bakarak gelecekten haber verme yöntemleri, dilleri ve daha birçok özellikleri etrüsklerin yurtlarının asia minor yani anadolu olduğuna işaret eder. (bak: elif tül tulunay - etrüsk sanatı : http://urun.gittigidiyor.com/…lunay_w0qqidzz1001458)

    eski yunanların tyrrhenoi, romalıların ise tusci veya etrusci adını verdiği etrüskler tiber irmağı'nın kuzeyine yerleşmiş olup bu bölge onların adından dolayı etruria olarak anılıyordu. bu halkın kökeni ve nereden geldikleri tartışmalıdır. urartulara özgü grifon başlı kazanların etruria'da bulunmasından dolayı doğu anadolu'dan, van gölü ve çevresinden geldikleri bile önerilmişti. halikarnassoslu tarihçi dionysios, etrüsklerin italya'nın yerli halkı olduğunu söylerken, tarihin babası olarak ün yapan tarihçi herodotos onların kökenini batı anadolu'daki lydia krallığı'na bağlamaktadır. bir kısım lydialının kıtlık nedeniyle ülkelerini terk ederek önce smyrna'ya (eski izmir) geldiklerini ve buradan gemilerle yukarı italya'daki umbria bölgesine göç ettiklerini ve o bölgede kentler kurduklarını anlatmaktadır. lydialıların bundan böyle adlarını değiştirdiklerini ve italya'ya gelirken kendilerine liderlik eden lydia kralının oğlu tyrsenos'tan dolayı tyrsenler adını aldıklarını söylemektedir. herodotos'un arılattıklarında gerçek payı bulunmaktadır. çünkü, etrüsklerin kehanette bulunurken gök gürültüsünü ve şimşeği, kuşların uçuşunu, kurban edilen hayvanların bağırsak ve ciğerlerini yorumlamaları (disciplina etrusca), bu tür uygulamaların bilindiği anadolu ile bir ilişkileri olduğunu işaret etmektedir.
    etrüskler italya'da köy-kasaba niteliğindeki yerleşmelerin yerine kent niteliğinde yerleşmeler kurmuşlardır, öyle ki etrüsk kentleri zamanla kanalizasyon sistemi, su kemerleri, yollar, kent kapıları ve tapınaklar ile gelişmiş birer yerleşim birimi olmuştur. adlarını verdikleri etruria dışında kuzeyde po ovası'nda ve güneyde campania bölgesinde de kentler kurmuşlardır. önemli etrüsk kentleri arasında arretium, caere, clusium, perusia, veii, tarçınini, vulci, parma, modena ve capua sayılabilir. ancak gerek siyasal gerekse askerî alanda güçlü olmalarına karşın etrüskler hiçbir zaman tek bir devlet çatısı altında toplanamamışlardır. etrüskler tıpkı yunanlıların batı anadolu kıyılarına yaptıkları göçlerde olduğu gibi, 12 kentten meydana gelen bir birlik kurmuşlardır. italya 'ya kent kültürünü sokan etrüsklerdir. o sırada henüz bir köy yaşantısı süren italikleri kolayca hakimiyetleri altına almaları bu yüzden olmuştur. italik köylerini kısa bir zaman içinde, kanalizasyonlar, yollar, kent yapıları, su kemerleri, tapınaklarla döşemişlerdir. kartaca, fenike ve ege ile ticari ilişkiler kurmuşlardır. ancak italya'nın genelinde, -grekler gibi- merkezi bir devlet kuramadıkları için siyasi yapıları pek güçlüydü , denilemez. etrüsklerin siyasi yapılanması, her biri kendi başına bağımsız, aynı zamanda en yüksek kumandan, en yüksek hakim ve din görevlisi olan, asillerin seçtiği, "lucumon" denilen yıllık yüksek görevli tarafından yönetiliyordu. savaş sırasında bir tür kral ya da dictator olan tek bir komutan seçiliyordu. lars adı verilen bu kişi tüm birleşmiş güçlerin en üst komutanlığını sürdürüyordu, daha sonra m.ö. 5. yüzyılda etrüskler kralların yerine yıllık seçilen magistrat'ları (zilath, lat. praelores) getirmişlerdir, aslında etrüskler patrici elenen feodal karakterli soylu sınıfa mensup "aristokrat" bir topluluktu ve italya'nın yerli halklarını egemenlikleri altına almışlardı. ayni tarihlerde, yani mö 6. yüzyıl sonu veya 5. yüzyıl başlarında roma'da da benzer bir siyasal değişiklik olmuş, monarşik idareden (krallık) cumhuriyet idaresine geçilmiştir.

    etrüskler denizci bir kavimdiler. etrüskler’in memleketlerinin (http://ccat.sas.upenn.edu/~ehf/project/etruria.gif) önünde yer alan denize egemendiler. öyle ki denizin adının "tyrrhen" olmasında da bizzat rolleri vardı. (http://www.reference.com/browse/wiki/etruria) etrüsklerin phokaia'dan gelen greklerin korsika'ya yerleşmelerini önlemek için, kartacalılarla anlaşma yaptıklarını ve i.ö. 540 yılında alaia deniz savaşını kazandıklarını biliyoruz.

    m.ö. 6. yüzyıl sonlarından itibaren etrüskler güçlerini kaybetmişler ve yayıldıkları alanlardan eski çekirdek bölgelerine, etruria'ya çekilmek zorunda kalmışlardır. 5. yüzyıl sonlarında kuzeyden galler'in, güneyden roma'nın baskısı sonucu zayıflamışlar ve nihayette o sıralar güçlenen roma, etrüsk kenterini ele geçirerek egemenliklerine son vermiştir.

    ayrıca:
    (bkz: etrüskler/@jimi the kewl)
    http://www.latince.net/kazimmirsan.html
  • roma tarihi 'nin krallık döneminin en önemli tarafları:

    magistra (rex)

    ilk zamanlarda roma da, etrafındaki diğer devletler gibi, krallıkla idare edilmekte idi (regnum). rex (çoğulu; reges), yani kral tabirini bugünkü manasında anlamamak lazımdır. kral, roma'nın üç devrinde mevcut olduğunu söylediğimiz diğer organlarla birlikte (senatus, populus), magistralık fonksiyonunu ifa eden kimse idi. esasen res (regere kökünden), reis, idare eden, rehber demektir.

    rex (veya magister populi = halkın reisi, rehberi), o zamanki devletin tek magistrasıdır.

    -magistraların, cumhuriyet devrinde olduğu gibi, daha önceleri de çift olmuş olduğunu düşündürecek bazı emreler yok değildir; romulus ve remus; romulus ve tatius (roma'nın kuruluşundan dokuz sene sonra ve bir müddet için romulus'la müştereken krallık etmişti); ancus'un iki oğlu tarquinius ve aruns, gibi.-

    kralın vazifesi hayatı boyunca devam ederdi. ölümü halinde yerine kimin geçeceği meselesine gelince; bugün düşünülebilecek iki yol, irsiyet veya seçim olduğu halde, roma'da krallık babadan evlada intikal etmediği gibi, yeni kral seçimle de taayyün etmezdi; kral olacak kimseyi evvelki kral tayin ederdi (creat). eğer bir kral, yerine geçecek olanı tayin etmeden evvel ölecek olursa, yine seçim yoluna gidilmez, iktidar patres'e, yani roma şehrini teşkil eden gens gruplarının reislerinde müteşekkil senatus'a avdet eder, azaların her birisi, beşer gün sürmek üzere, interrex ismi altında hükümdarlık ederler ve yeni kralı interrex tayin ederdi.

    roma halkı (populus)

    roma şehri içinde yaşayan teşkilatlanmış kavme roma populus'u denir. roma halkının en evvel üç tribus'dan -aşiret- teşekkül etmiş olduğu ve iltihak eden yeni gens'lerin, bu tribus'lara kaydolduğu kabul edilmektedir.

    civitas'ın en eski askeri ve mali teşkilatı bu aşiretlere göre tanzim edilmişti. her tribus 1000 piyade -pediles- ve 100 süvari -celeres, sonraları equites- asker verirdi. romanın o devirdi aldığı tek vergi ise, istisnai mahiyette toplanırdı ve buna tributa denirdi. ihtimal, roma kavmi evvela üç aşiretin federasyon olarak bir araya gelmesinden terekküp etmiş bilahare bunların her birisi ikiye bölünerek, altı tribus teşekkül etmişti.

    luceres, tities, ramnes aşiretleri. bunlar, etrüskler, sabinler ve latinler olmak üzere, üç kavmin iştirakini gösterirler.

    tribus'ların her birisi kendi içinde 10 curia'ya ayrılmakta idi. dini ve idari işlerde curia'ların büyük bir ehemmiyeti vardı. halk meclisleri curia'lara göre teşekkül eder, reyler ve dini merasimler curia'lara göre verilir ve yapılırdı. -comitia curiata-

    nüfus terkibi bakımından roma populus'u üç unsurdan ibaretti; gens, clientes ve plebs.

    nüfusu herşeyden önce, gens'lere dahil olan kimseler teşkil etmekte idi. henüz civitas teşekkül etmeden evvel, aynı soydan gelen ailelerin siyasi bir topluluk halinde birleşmelerinden doğmuş olmaları ihtimalinin kuvvetli olduğunu bildiğimiz bu toplulukları teşkil eden fertlere, gentiles veyahut patres-patricii ismi verilirdi. her gens'in bir reisi, kendisine mahsus ibadet şekilleri ve bir arazisi vardı. civitas içine dahil olduktan sonra muhtariyetlerinden ve müstakil arazilerinden bir iz kalmamıştı. bazu gens'ler zamanla ortadan kalkmış oldukları gibi, muhtelif sebeplerle yeni yeni gens'lerin roma'ya iltihak etmiş oldukları da görülmektedir.

    clientes, gentiles veya patricii 'nin bir nevi tabiiyetinde bulunup onların işlerini görerek himayelerinden faydalanan bir grup insandı; krallığın sonlarına doğru pleb'ler sınıfına karıştığına söylemiştik.

    roma nüfusunun üçüncü unsuru olan pleb'ler, clientes'den farklı olarak, gentiles'e tabi olmayan müstakil kimselerden müteşekkildi. umumiyetle çiftçi ve küçük zanaat erbabı olan bu kalabalık kütlenin (pleo, plenus = kalabalık) menşei hakkındaki malumat, haklarındaki rivayetlerin çok çeşitli ve çelişmeli olmaları itibari ile, münakaşalıdır. her halde roma şehrinin civar ve dış mahallelerine yerleşmişler ve yavaş yavaş roma hususi hukuk çevresine kabul edilmişlerdi. rivayetlere bakılacak olursa, çok eskiden beri, patricius'larla aralarındaki fark, siyasi hakların bazılarından mahrum olmalarından ibaretti; krallık zamanından beri asker olabilirler, rey verebilirler, buna mukabil patricii'ye has olan senatus azalığı, magistratlık, rahiplik gibi yüksek makamlara gelemezler, patricii sınıfına mensup kimselerle aralarında connubium, yani evlenme hukuku bulunmazdı. bu rivayetlere göre aynı nüfusun, patricius'lar asil kısmını, pleb'ler ise avam kısmını teşkil etmekte idiler. halbuki niebuhr ve mommsen'in araştırmalarından beri, krallık devrinde, hakikatin bu merkezde olmadığı ortaya konmuştur. aslında, krallık devrinde pleb'ler ile patricius'lar arasındaki fark, alelade bir sınıf farkı değil, hakiki bir mahiyet farkı idi. hatta bu devirde pleb'lerin, romanın hususi hukukundan istifade etmeye hakkı olan bir "yabancılar grubu" sayılmalıdır; yabancı olmaları itibariyle de, siyasi haklardan tabiatı ile, istifade edemezlerdi.

    şu halde bu devirde populus, yani alelitlak nüfus değil, teşkilatlı kavim dendiği vakit sadece patricius'lar kasdedilir ve yalnız bunlara, roma vatandaşı manasına gelen quirites veya cives ismi verilirdi. krallık devrinden sornadır ki, pleb'ler asker olmak ve rey vermek haklarını kazanarak, vatandaşlar arasına girmişlerdi.

    nüfus teşekkülünü söylediğimiz krallık romasında, halkın devlet idaresine iştiraki comita'lar vasıtası ile olurdu. roma halkı, bazı muameleler yapmak veya arzu ve iradelerini beyan etmek istediği zaman, muayyen sistem dahilinde toplanırdı ki, bu nevi toplantıyı teşkil eden gruplara comitia ismi verilirdi. halkın, muayyen bir nizam dahilinde değil de, karışık bir şekilde bir yerde toplanmasına comitia değil, contio veya conventio denir ve bu nevi toplantılarda karar verilmez, sadece magistranın kendilerine yaptığı bir beyan dinlenir veya herhangi bir mesele meşvere edilirdi. conventio'lar da comitia'lar gibi, magistranın, yani bu devirde kralın daveti üzerine ve onun riyasetinde toplanırdı.

    krallık devrinin comitia'sı, suria'lara göre, yani üç veya altı grup halinde otuz veya altmış curia'dan teşekkül eder (comitia curiata) ve tabiatıyla yalnız patricii rey verirdi. her curia'nın bir reyi olur, bu rey, curia'ya dahil gentiles adedinin ekseriyetine göre belirirdi.

    comitia'nın bu ilk devirdeki salahiyetleri hakkında malumat azdır. rivayetlerin hilafına, bu salahiyetlerin fazla geniş olmadığı da anlaşılıyor. seçimlerin en mühimi olan kral seçiminde rolleri olmadığını gördük; sadece interrex'in seçtiği krala itaat edeceklerini beyan eden bir lex curiata de imperio çıkarmakta idiler. harp, sulh ve antlaşmalar gibi, daha ziyade siyasi olan hususlarda rızalarının alınmasına lüzum görülmezdi. runa karşılık, gens'lere müteallik her türlü değişiklik, yeni bir gens'in roma şehrine ithali, bir gentilis'in kendisine halef olacak mirasçıyı tayini, bir paterfamilias'ın başka bir paterfamilias'ı evlat edinmesi -adrogatio- gibi muameleler için comitia'nın muvafakatı lazımdı, çünkü bunlar sosyal bünye ile alakalı muamelelerdi.

    teşrii sahada, yani bir hukuk kaidesi yaratma faaliyetleri hakkında, elimizde bir misal bulunmamakla beraber, herhalde, kanunları kabul veya reddetme salahiyeti vardı. binaenaleyh kanun teşebbüsü ondan gelmez, kral kendisini davet eder ve sorardı; velitis, iubeatis quirites; rogo vos quirites = roma vatandaşları, istiyor musunuz , emrediyor musunuz; roma vatandaşları, size soruyorum (rogatio = sual sorma). bu sebeple bu nevi kanunlara lex rogata denirdi. comitia, teklif projesi üzerinde değişiklik yapamaz, olduğu gibi kabul (uti rogas) veya reddedebilirdi (antiquo, antiquo probo). iubere kelimesinin ilk manası da mutabık olmak, iltihak etmek'tir. bütün bu usul, comitia'nın magistra'ya, yani krala tabi vaziyette olduğunu gösterir.

    diğer taraftan comitia'nın aldığı kararların, senatus'ça tasdiki lazımdı. mommsen'in teşbihine göre comitia adeta, iradesine vasinin yardımının (auctoritas) ilavesi gereken bir -küçük- vaziyetinde idi. (auctoritas patrum)

    her romalinin ya da hic degilse her soylu romalinin uc adi vardi. nomen, proenomen ve cognomen. proenomen kisisel addi. nomen o kisinin gens'ini ya da klanini belirtiyordu. cognomen ise familia sini ya da ailesini belirtiyordu. ornegin gaius julius caesar, iulia, gens 'inin caesar ailesindendi.

    familia, gens'in bir altbölümüydü. paterfamilias'i (erkek aile reisi), onun karisini, ogullarini, kizlarini, kolelerini ve oteki mal mulku kapsiyordu. gens, ortak bir ataya bagli erkek soyundan gelen bir familiae'ler kumesiydi. familia sozcugu baslangicta mulk edinilmis koleler (famuli), yani gens'in ortak mulkiyetinden ayri olarak edinilmis mallar anlamina gelmekteydi.

    vasiyetname birakmadan gocup giden birinin mali mulku ilk agizda karisina ve cocuklarina kalirdi. cocuklari yoksa, erkek tarafindan gelen dolayli torunlarina, daha sonra baba soyundan gelen akrabalarina, yani erkek kardeslerine ve evlenmemis kiz kardeslerine, babasinin erkek kardeslerine ve evlenmemis kiz kardeslerine ve son olarak da bunlarin hicbiri yoksa gens'ine kalirdi. bu oncelik kurallarini tersine cevirirsek, onlari, gens'in ortak mulkiyetinin ardisik cignenislerini gosteren tarihsel siralari icinde goruruz. evlenmemis kiz kardeslerin ve kiz cocuklarin dislanmasinin nedeni, kadinin evlendigi zaman kocasinin gens'inin bir uyesi durumuna gelmesiydi.

    romalilarda evliligin tarihinin baslangic donemi belirsizdir ve ancak el yordamiyla aciklanabilir. cumhuriyetin ilk donemlerinde, uc evlilik bicimi vardi; usus, confarreatio ve coemptio. birincisi; birlikte yasamadan ote birsey degildi. hicbir toren gerektirmiyor, istenildigi anda bozulabiliyor ve mal mulkun aktarilmasina iliskin hicbir kosul getirmiyordu. ilk etrusklerin gevsek anaerkil birliklerini andiriyordu ve buyuk bir olasilikla, plebs'in evlenmelerinin ve mulkiyet haklarinin patrici tarafindan taninmadigi doneme uygun dusuyordu. patrici 'nin evlenme bicimi, confarreatio idi; bu, gelini kocasinin yetkesi altina sokan bir aktarma olayiydi. coemptio da plebs e uygun dusen bicimdi; bu, kocaya, karisinin sahibi oldugu konusunda sozlesmeye dayali bir hak taniyan bir satin almaydi. sonradan, patrici ile plebs arasindaki ayirim ortadan kalktiginda, bu evlilik bicimlerinin yerini, eski usus kadar gevsek bir birlesme aldi, ama bu kez ozel mulkiyet cikarlari vasiyetname duzenleme hakkiyla guvence altina aliniyordu.

    bu ataerkil patrici birlesmelerinin ardinda yatan amac oldukca aciktir:

    eger, der cato, karini seni aldatirken yakalarsan, onu yargilamadan öldürebilirsin ve en kucuk bir ceza yemezsin; ama eger sen karini aldatirsan, karin senin kilina bile dokunamaz.

    confarreatio, kalitimin babadan ogula gecmesini saglama almak amaciyla kadinin ozgurlugunu sinirliyor; coemptio da, ayni ilkeyi daha alt katmanlara yayginlastiriyordu. bunlar, eski kabile haklarinin tuzel bir kisitlamasi olarak mulkiyetin gelismesi sonucunda resmi evliligin nasil ortaya ciktigini gostermektedir:

    tarihte ortaya cikan ilk sinif ayriligi, tekesli evlilikte erkek ile kadin arasindaki karsitligin gelismesiyle, ilk sinif baskisi da erkegin kadin uzerindeki baskisiyla ayni zamana rastlar.

    familia, gens'in bir altbölümü oldugundan, aile adina cognomen, -soyadi- ya da ek ad deniliyordu. nomen, kesin olarak gens'i belirtiyordu. gene, edinilmis mulkiyeti belirten familia'nin daha gec ortaya cikmis bir sozcuk olmasina karsilik, gens ve nomen, yani -akraba- ve -ad-, daha once de gordugumuz gibi, erkek akrabanin kendi klan adi ya da klan belirtkesiyle tanindigi ilkel klandan gelmektedir.ve bu nomina'lara baktigimizda, kokenleri apacik gorulur. aquilia gensi kartal klani, asinia gensi esek klani, aurelia gensi altin klani, caecilia gensi kertenkele klani, caninia gensi kopek klani v.b. romulus ile remus'u bir agackakanin beslemesi ve bir kurdun emzirmesi, masallara ozgu dusgucunden cok ote bir olaydir. cunku kabile ve bolge adlari bu hayvanlarin kutsal oldugunu gostermektedir.

    totem kalintilarina yer yer daha somut bir bicimde rastliyoruz. sozgelimi, quintia gensinde altin takilar takmak tabuydu, acilia gensinin serrani ailesi kadinlarinin keten giysi giymelerini yasaklamisti. manlia gensinden torquati ailesi ozel bir gerdanlik takar, quintilia gensinden cincinnati ailesiyse kendine ozgu bir baslik takardi. bunlara benzer gelenekler ilkel halklar arasinda o denli coktur ki, bunlarin totemci bir kokenden geldikleri son derece aciktir.

    her gens'in kendi sefi (princeps), kendi sunagi (sacellum), kendi gomutlugu ve ilk zamanlarda kendi topraklari vardi. claudia gensi, sabin ulkesinden roma'ya goc ettiginde, kendilerine roma'daki jupiter tapinagi'nin yaninda bir gomutluk ve anio irmagi kiyisinda bir toprak parcasi verildi. gens'in tapimi, adini ata ruhu demek olan genius'dan ya da gens'in adiyla belirlenen halk tanrilarindan birinden aliyordu: naevii'lerin silvanus naevianus'u, calpurnii'lerin diana'si, julii'lerin veiovis'i gibi. ata ruhunun gens adini tasiyan tanriya donusmesi, totemin tanriya donusmesidir.

    gerci salt belli bir gens'le ilintili bir kisi adina rastlanmamaktadir, ama marcus manlius'un oykusu gens'in kendi uyelerine ad verilmesinde söz hakkı bulundugunu gostermektedir: marcus manlius, manlii'ler icin oyle bir yuzkarasi olmustu ki, manlii'ler marcus adinin herhangi bir gens uyesine verilmesini yasaklamislardi.(titus livius 6. 20. 14; c. daremberg ve e. saglio, dictionnaire des antiquites grecques et romaines [eski yunan ve roma soylenceleri sozlugu], [paris, 1877-1919], 2.2. s. 1510.) evlat edinme konusunda da gens'in onayinin alinmasi gerekiyordu; evlat edinilen ogul, kendisini evlat edinen babanin nomen'ini ve cognomen'ini aliyordu. evlate dinme toreni, cocugun dunyaya gelisinin bir benzetmesi olarak anlatilmaktadir. (corp. gloss. lat. 4. 304. 44; c. plinius caecilius secundus, panegyricus, 3. 1.) bu anlayisa hemen her yerde rastlanir. evlat edinme, ozel bir erginleme toreninden baska bir sey degildir.(hristiyanliktaki vaftiz toreni hem bir yeniden bedenlesme, hem de bir evlat edinmedir; "bu bebegi yeniden dunyaya getirmek ve evlat eidnerek kendi cocugun kilmak seni mutlu etti." ayrica bkz. r. eisler, opheus the fisher, [londra, 1921], s. 63-5; j. g. frazer, folklore in the old testament [eski ahitte toresel yasam], [londra, 1919], 2. s. 27-38.) burada, evlat edinilen yabanci, bir yabanci olarak ölür ve bir klan uyesi olarak yeniden dogar.

    gens'deki dayanisma, uc yuz kisi kadar olan fabii'lerin veii'lere karsi kendi baslarina nasil savastiklarini anlatan oykude butun acikligiyla gorulur. (titus livius, 2. 48-50) appius claudius hapse atildiginda, onun kisisisel dusmaniyla birlikte butun claudii'ler yas tutmuslardi. (titus livius 6. 20. 2-3.) gens ayni zamanda yoksulluk ya da sikinti ceken bir uyesine yardimci olmakla yukumluydu. (titus livius, 2. 32. 8-9; d. h. ar. 2. 10. 2.) gentilis ile generosus, yani -akrabalik- ile -iyilik- (ingilizcede -kindship- ile -kindness-) arasindaki baginti bircok dilde ortaktir ve butun klan baglari arasinda en surekli olanidir. tipki hardy'nin tess' inin -akrabalari oldugunu ileri surmek- uzere d'urbenville' lere gidisi gibi, yurt disinda parasiz kalan bazi irlandalilarin ortak bir soyadi yasimalarina guvenerek tumden yabanci kisilere basvurup para istediklerini duymustum.

    gerci gens'in distan evlenmeye dayali oldugu hicbir yerde acikca belirtilmis degildir, ama gene de romalilarin yakin akrabalar arasinda evlenmeyi dogru bulmadiklarini biliyoruz. (plutarkhos, m. 265d, 289d.) goreneksel bir yasa olarak hicbir zaman yazili belgelere gecirilmemis olmasinin nedeni, bu kuralin cok eski zamanlardan bu yana uygulaniyor olmasidir belki de.

    ilk baslarda esit bir bicimde otuz curiae'ye bolunmus 300 gentes bulundugunu ogreniyoruz. (titus livius, 1. 13. 6; plutarkhos, rom. 20.) yunan yazarlarinin her zaman phratria diye soz ettikleri curia, (d. h. ar. 2. 7. 3. 6. 89. 1; plutarkhos, rom. 20, publ. 7; d. c. 5. 8-9) ya bir akraba gentes'ler kumesidir ya da fratri. her curia'nin curio adi verilen bir rahip tarafindan yonetilen bir tapinagi vardi. otuz curiones, comitia curiata tarafindan secilen curio maximus'a bagli kutsal kurulu olusturuyordu. (titus livius, 27. 8. 1.) bu, eli silah tutan butun erkeklerden meydana gelen bir meclisti, gercek bir -klanlar kurultayi- idi. comitia curiata denilmesinin nedeni, oylamanin curiae'ler tarafindan yapilmasiydi. her curia'nin, kendi gentes'lerinin cogunlugunca belirlenen bir oyu vardi. (d. h. ar. 2. 14. 3, 4. 20. 2.) yabancilarin yurttasliga alinmasina ve yurttaslarin evlat edinme yoluyla bir aileden oburune aktarilmasina iliskin butun sorunlari bu kurul karara bagliyordu. (gaius, 1. 99; historical introduction to the study of roman law, s. 86, 119, 125.)

    nasil on gentes bir curia olusturuyorsa, on curiae de bir tribus olusturuyordu. uc kabile vardi; daha cok latin soyundan gelen ramn'lar; daha cok sabin'lerden gelen tati'ler; etrusk ogesini de iceren lucer'ler. (titus livius, 1. 13. 8.) bunlarin her birinin kendi kabile sefi vardi ve hep birlikte populus romanus die bilinen kabile birligini olusturuyorlardi. (d. h. ar. 2. 47.)

    birligin en yuksek organi, senatus ya da yaslilar konseyiydi. senatorlerin sayisi daha ilk baslarda artirilmisti. niebuhr, bunlarin baslangicta klan sefleri -principes gentium- olduklarini ileri surmektedir. (b. g. niebuhr, history of rome, [londra, 1885]. 1. s. 338-9.) yurutme erki, senato ve comitia curiata tarafindan ortaklasa atanan bir rex ya da kralin elindeydi. (titus livius, 1. 17, 32. 1, 35. 6; cicero, de re publica, 2. 12. 3.) rex hem baskomutani hem basrahip, hem de basyargicti. kralligin yikilmasindan sonra rex'in siyasal gorevleri yeni olusturulan konsullere aktarildi, ama krallik rahipligi rex sacrorum gorevinde varligini korudu. (titus livius, 2. 2. 1, 6. 41. 9.)

    nedendir bilinmez, cagdas tarihciler, butun bu bilgilere karsi kuskucu bir tutum takiniyorlar. sozgelimi, jolowitz'e bakilirsa, comitia curiata'nin kral tarafindan getirilen onerileri yururluge koyup koymadigi -son derece kuskuludur-; ayrica -cagdas tarihciler, roma tarihcilerinin kralin comitia tarafindan secildigini dusunmekte hakli olduklarini sanmaktadirlar-, cunku -bildigimiz kadariyla temsil dusuncesi daha yakin donemlerdeki senatonun bilesimine o denli yabancidir ki, bu dusuncenin en eski donemlerde bile uygulandigina inanmamiz olanaksizdir.- (historical introduction to the study of roman law, s. 16-7) roma tarihcileri bu celismenin hic degilse ayni olcude farkindaydilar saniriz, ama gene de anlasilan o siralar yadsinamayacak kadar guclu oldugu icin gelenegi kabul etmislerdi. rex sozcugu kelt dillerinde benzer bir bicimde vardir ve ayni anlama gelmektedir, ustelik keltlerde krallar secimle basa gelmekteydi. (h. hubert, greatness and decline of the celts -keltlerin buyuklugu ve dususu- , [londra, 1934], s. 220.) dolayisiyla, romalilarin kendi senatolarina benzettikleri galyalilarin meclislerinde de buyuk olasilikla durum ayniydi; ote yandan, meclisten baska bir de askeri sefi bulunan bazi galya kabileleri irokualara benzerlik gostermektedir. (ayni yerde, s. 221-2.) sozunu ettigimiz tarihcilerin isin icinden cikamamalarinin nedeni, roma'nin ilk donemindeki kabile kurumlarini, kabile toplumun ne oldugu sorusunu ortaya getirmeden aciklamaya calismalaridir.

    roma'da kralligin ana soyundan gecmesi

    populus romanus'un ilk krali, roma kentinin kurucusu romulus'du. o siralar sabin'lerin buyuk cogunlugu kendi krallari titus tatius'un yonetiminde bagimsiz yasiyordu. romulus'un yerini, bir sabin aldi; titus tatius'un damadi numa pompilius. daha sonraki kral, latin soyundan gelen tullus hostilius'du. onun yerine de baska bir sabin, numa'nin kizinin ogullarindan biri olan ancus martius gecti. ardindan etrusklerin fethi bas gosterdi. bir sonraki kral, tarquinius priscus bir etrusktu. onun ardiliysa, ne etrusklerdendi, ne de latin soyundan; tarquinius priscus'un kiziyla evlenen servius tullius bir koleydi. kralligin servius tullius'un damadina, priscus'un ogullarindan birine gecmesiyle birlikte tekerki de son erdi.

    bu gelenekte krallik duzenli olarak kadin soyundan gecer. ancus martius, oncelinin kizi pompilia'nin ogludur ve bu da ana yanindan basa gectigini gostermektedir. pompilia'nin babasi numa da oncelinin kiziyla evlenmisti. servius tullius, priscus'un kiziyla; lucius da servius tullius'un kiziyla evlenmislerdi. daha sonraki bir cagin romalilari, onyargilarina cok ters dusen bir gelenek yaratmisa benzememektedirler.

    kralligin kaynatadan damada gecmesi, cok bilinen bir anyanli kalitim bicimidir. taht erkeklerdedir, ama kadinlardan gecmektedir. irokualarda gorulen annenin erkek kardesinden kiz kardesin ogluna bicimindeki kural da ayni ilkeye dayanmaktadir; aradaki tek ayrim, romalialrdaki kuralin evlenmenin daha ileri bir gelisme asamasini gerektirmesidir. bu durumda, eger krallik kaynatadan damada gecerse, kralicelik de anadan kiza gecer. acaba bu, kralin bir anlamda karisi adina yonettigini mi gosterir?

    etruskler anaerkil olarak bilinirler. etrusklerin bazi gomut yazitlarinda, ölenin adindan sonra babasinin adi yazilidir. bu, babayanli bir tutumdur. bazilarinda da hem annenin, hem babanin adi yazilidir. burada durum belirsizdir. kimi gömüt yazitlarindaysa, ölenin adinin ardina yalnizca annesinin adinin eklenmis oldugu gorulur. genus huic materna superbum nobilitas dabat, incertum de patre ferebat. bu sinyazitlar, analik hukukunda bir gerileme oldugunu gostermektedir.

    kaynak: eski yunan toplumu ustune incelemeler, tarihoncesi ege (i), george thomson
    ; roma hukuku, ziya umur
  • roma tarihinin krallık devrinin hükümdarları:

    1- numa pompilius

    bir senelik kralsız geçen bir zamandan sonra sabinler arasından seçilmiştir. tarihi geleneğe göre nazaran barışçıydı, roma dinini düzenlemiş, pontifices, augures, flamines, salii, fetiales ve vestales gibi rahip meclislerini kurmuştu. aynı zamanda capitol'un eteğinde, savaş zamanında kapıları açık bulundurulan ianus tapınağını yaptırmıştı. bütün işleri ve yenilikleri egeria adlı bir peri kızının ilhamı ile yapardı.

    2- tullus hostilius

    romulus ve numa pompilius'dan sonra roma'nın üçüncü kralı olan t. hostilius, latinler arasından seçilmiştir. savaşçı bir kimliği vardı ve etrüsk şehri olan veii ve fidenae ile savaşarak bunu göstermiştir. atalarının geldiği şehir olan albalonga ile de uzun savaşlar yapmış ve sonunda şehri talan ederek halkını roma 'ya yerleştirmiştir.

    3- ancus marcius

    dördüncü kral yine sabinler arasından seçilmiştir. latinlere ait diğer bazı yerleri zaptetmiş, tiber üzerinde bir köprü (pons sublicius) yaptırmış, tiber'in sağ sahilindeki ianiculum tepesini tahkim etmiş ve ostia limanını inşa ettirmiştir.

    4- tarquinius priscus

    bu kral, roma'nın etrüsklerden olan krallarının ilkidir. bir etrüsk şehri olan tarquinii'den gelerek evvela kral ancus marcius'un oğullarının vasisi olmuş, sonra da kral seçilmiştir. zamanında roma'da büyük inşaat faaliyeti görülmektedir. bu meyanda capitol üzerinde iuppiter için bir tapınak yapılmaya başlanmış, şehrin tepeleri arasındaki bataklığı kurutmak için, kanalizasyon tertibatı (cloaca maxima), circus maximus 'u yaptırmıştır. bir müddet sonra da öldürülmüştür.

    5- servius tullius

    etrüsklerden olan ikinci kraldır ve tarquinius priscus'un damadıdır. servius tullius, roma vatandaşlarını teşkilâtlandıran bir kral olarak ün yapmıştır. ayrıca şehrin yedi tepesini (palatinus, capitolium, aventinus, caelius, esquilinus, viminalis, quirinalis),çeviren servius surunu yaptırmıştır. savaşçı hareketleri arasında, veii şehrine karşı yaptığı harpleri gösterebiliriz. latin şehirleri birliği ile ebedi bir dostluk ittifakı yaparak roma'yı bu birliğe sokmuş ve sonunda o da damadı tarafından öldürülmüştür.

    6- tarquinius superbus

    roma'nın son kralıdır. damadı olduğu servius tullius'u öldürmüş ve yerine kral olmuştur. zalim bir kral olarak ün yapmış olan superbus ,latin birliğini parçalamış, hile ile gabii şehrini zaptetmiş, sibyl kitapları denilen kehanet kitaplarını cumae'dan roma'ya getirmiştir. nihayet ardea şehrini kuşattığı bir zamanda, roma'da oğlu sextus'un, tarquinius collatinus'un karısı lucretia' ya sataşması ve kadının intiharı üzerine, l. iunius brutus'un etrafında toplanan halk ayaklanmış, neticede kral şehri terketmek zorunda kalmıştır. bunun üzerine roma'da krallık kaldırılarak yerine cumhuriyet idaresi kurulmuştur. tarihi ananeye göre, bu olay m.ö. 508/7 (polybios'a göre) senesinde olmuştur.
  • necdet sümer 'e göre, türk okuyucusundaki roma tarihine ilgisizlik, belli bir deneyim hazinesinden yararlanamamamıza sebep olmuştur.

    "..ikinci köklü yanılgı, avrupalıların klasik kültür üzerine,kendi özgül toplumsal-kültürel koşullarından doğan öznel yorumlarının iredelemeksizin benimsenmesi,araştırılmaksızın kopya edilmesidir. oysa eski çağın klasik kültürü ile günümüz avrupa toplumları arasında,bilindiği gibi,orta çağ boyunca etkinliğini korumuş olan güçlü hiristiyan kültürü yer almıştır. fakat hristiyanlık,yine de klasik kültürle uzlaşmadan edememiştir. klasik çağ ile çağdaş batı arasındaki köprü bu uzlaşma ile kurulabilmiştir. avrupalıların klasik kültür üzerine yorumlarını öznel kılan da işte bu uzlaşmadır. bu nedenle günümüz avrupa toplumlarını batı kültürüne katan öğe hiristiyanlık değil, tersine klasik kültür ve bu kültürdeki insancı (bkz: humanist) temelin, hiristiyanlığa karşın benimsenmesi olmuştur. öyleyse batı kültürüne açılmak, gerçekte, bu kültüre bütünlük sağlayan insancı öze açılmaktır. bu açıdan ne yazık, gerekli tarihsel ve kültürel bilinç toplumumuzda yaygınlaşmamıştır. böyle olunca da, örneğin roma tarihine ilgisizlik doğal olarak, roma edebiyatına ilgisizliği de birlikte getirmiştir. bu tutum türk toplumunun kültürel atılımını, insanlığa mal olmuş besleyici ve çok önemli kaynaklardan yoksun bırakmıştır, bu kaynaklar avrupalıların tekelinde sanılarak. oysa,uzun bir toplumsal-kültürel gelişme süreci yaşamış ve insanlığa ölümsüz evrensel kavramlar armağan etmiş olan roma'nın yunan kültürü karşısında geçirdiği aşamalar ve yaşadığı sorunlar bugün herhangi toplum için bulunmaz değerde bir deneyim hazinesidir." (yazko)
hesabın var mı? giriş yap