*

  • sözü sanatkarane sarfetmeye yönelik bir takım kalıplar ve tutumlardır, söz sanatları. türk edebiyatında yaygın olanları edebi sanat başlığında belirtilmiş; anglosakson edebiyatında yaygın olanları da simile, sarcasm, illustration vb. dir.
    (bkz: aliterasyon) (bkz: asonans) (bkz: seci)
    sözü güzel söylemekle ilgili olarak da, (bkz: hitabet).
  • yaşam hızlandıkça, insanların zamanı daraldıkça..
    söz sanatları :
    garlarda, havaalanlarında yolculara, kalkacak ya da gelen taşıtların yönlerini ve zamanını bildiren elektrik kanalından geçmiş sözler gibi olmalı.

    özdemir asaf
    yuvarlağın köşeleri
  • (bkz: belagat)
  • (bkz: retorik)
  • ilkokulda sadece edebi eserlerden ornekler verildiginden (yani osmanlica'dan gecilmediginden), bebeler de haliyle ornekleri ve dolayisiyla kavramlari anlamadigindan ya unutulan ya da hayat boyu birbiriyle karistirilan sozlerdir.

    halbuki ogretirken gunluk kullanimlardan da bir iki ornek verilse, cocuklar gulse, etkilense, eglense cok mu kotu olur? sanmam..
  • esra elönü kişisinin yapmaya özenip, eline yüzüne bulaştırarak gülünç duruma düştüğüdür. yazarken bu sanatı yapabilmek oldukça büyük bir maharet ister. öyle herkesin harcı değildir. ustalaşmadan bu sanatı yapmaya özenenlerin, basit, kısa, anlaşılır cümleleri bile kuramayanların, günlük konuşma dilini bile bozulmuş halinde kullanıp ve üstelik bu üslupla yazanların hiç mi hiç tevessül etmemesi gerektiğini söylemeye gerek var mı acaba?
  • söz sanatları ve dil ilgimi babamdan miras almışım. örneğin cahil köylü haliyle, kaset sözcüğünü sorgulardı. 'o şeye kaset demeleri sakıncalı olmuş, akla fesat'ı getiriyor,' derdi. ilkokul mezunu öküz çiftçisi. oysa yerel kültürden bildiklerimin yüzde sekseni ondan kalma anılarım sayılır.

    teknik ve bilimde çağlar boyunca geri kalmış olabiliriz. ama dil gücü ve dil yapımızın uygunluğuyla yaşam damarlarımız geniş. dilimiz bir tür parlatıcılı ayna gibi; kıvrak, esnek. bu sayede sözcük hazinesi ingilizceden de geniş şiir ve söylev dili olan farsça kadar derinleşebiliyoruz. dilimizle özellikle sanat, genelde söz sanatlarında geri değiliz. türkiyenin bütün çevre coğrafyası güçlü şiir dilleriyle kaplı: rusça, arapça, farsça, bulgarca, yunanca... ve türkçe de iyi bir şiir dili (bkz: nazım hikmet), edip cansever. ayrıca (bkz: osmanlıca). çaktırmadan sağlam bir alaşım dili, veya üslup dili olan ölü dil osmanlıcayı dünyaya sunduk, hatta ölü müzik, ölemeyen türk sanat müziği de yan armağanı. bunlar aklıma geliverenler, doğruluğunda iddialı değilim, doğru olabilecek argümanlar. (bkz: türkçenin yetersiz bir dil olması/@ibisile)

    (bkz: gizli özne)
    (bkz: örtülü özne)
    (bkz: örtülü ikileme)
    (bkz: oksimoron)
    (bkz: değişmece)
    (bkz: düzdeğişmece)
    (bkz: ad aktarması)
    (bkz: mecaz)
    (bkz: mecaz-ı mürsel)
    (bkz: tecahül-i arif)
    (bkz: eğretileme)
    (bkz: metafor)
    (bkz: benzetme)
    (bkz: tersinleme)
    (bkz: tongue fu) teknik ve bilimde çağlar boyunca geri kalmış olabiliriz. ama dil gücü ve dil yapımızın uygunluğuyla yaşam damarlarımız geniş. dilimiz bir tür parlatıcılı ayna gibi; kıvrak, esnek. bu sayede sözcük hazinesi ingilizceden de geniş şiir ve söylev dili olan farsça kadar derinleşebiliyoruz. dilimizle özellikle sanat, genelde söz sanatlarında geri değiliz. türkiyenin bütün çevre coğrafyası güçlü şiir dilleriyle kaplı: rusça, arapça, farsça, bulgarca, yunanca... ve türkçe de iyi bir şiir dili (bkz: nazım hikmet), edip cansever. ayrıca (bkz: osmanlıca). çaktırmadan sağlam bir alaşım dili, veya üslup dili olan ölü dil osmanlıcayı dünyaya sunduk, hatta ölü müzik, ölemeyen türk sanat müziği de yan armağanı. bunlar aklıma geliverenler, doğruluğunda iddialı değilim, doğru olabilecek argümanlar.
  • a) mecazlarla ilgili sanatlar

    sözcüğün gerçek anlamı dışında kullanılmasıyla yapılan sanattır. söze güzellik, canlılık,
    kazandırır. bu tür mecazlarda, iki nesne arasında benzetme amacı güdülür.

    bir med zamanı gökyüzü kurşunla örtülü

    bu dizede “kurşun” sözcüğü “bulut” anlamında mecaz olarak kullanılmıştır.

    konuşulanlara kulak verirsen, kazançlı çıkarsın.
    bu cümlede de “kulak vermek” deyimindeki “vermek” sözcüğü “dikkatle dinlemek” anlamında mecazdır.

    burnundan yanına varılmıyor.
    bu cümlede de “burun” sözcüğü, kibir, büyükleme, anlamında mecazdır. “mecaz’la ilgili sanatlar şunlardır.

    1. teşbih (benzetme)
    aralarında türlü yönlerden karşılaştırılarak benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden zayıf olanı, nitelikçe daha üstün olana (güçlü olana) benzetme sanatıdır. ancak, sözcükler gerçek anlamda da kullanılabilir.

    bir benzetmede dört öğe bulunur:
    benzetilen: başka bir şeye benzetilen varlıktır.
    kendisine benzetilen: nitelikçe daha güçlü olan varlıktır.
    benzetme yönü: benzetmenin hangi yönden yapıldığını anlatır.
    benzetme edatı: benzetmede benzerlik, eşitlik, karşılaştırma… ilişkisi kuran edatlardır.
    bunlar, gibi, sanki, kadar, tıpkı… vb sözcüklerdir. bu öğelerden ilk ikisi “temel”, son ikiside “yardımcı” öğelerdir.

    a) tam (ayrıntılı) benzetme:

    tam benzetmede öğelerin tamamı kullanılır.
    ali arslan gibi cesurdur.

    burada ali, cesurluk yönünden arslana benzetilmiştir.
    bu tür benzetmeye ‘tam benzetme (teşbih)” denir.

    cennet gibi güzel vatanımız
    bztln edat b.yönü bzyn

    b)teşbih-i beliğ (güzel benzetme):

    benzetmenin temel öğeleriyle (benzeyen ve kendisine benzetilen) yapılır. “benzetme yönü” ve “benzetme edatı” kullanılmaz.

    nazlı vücudu bir kucak ot, bir yığın kemik
    bu dizede nazlı vücut (benzeyen). bir kucak ot, bir yığın kemiğe (kendisine benzetilen) benzetilerek güzel benzetme yapılmıştır.

    atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam

    “cennet vatan”,
    altın başaklar”.
    “gördüm deniz dedikleri bir başlı ejden”,
    “gider oldum kömür gözlüm elveda” gibi sözler dizeler birer “teşbih-i beliğ” (güzel benzetme) dir.

    c) temsili teşbih:
    kendisine benzetilen, benzeyenin tüm özelliklerini kendine toplarsa, bu tüm benzetmeye “temsili benzetme” denir. örneğin tevfik fikret’in ünlü “çınar” şiirinde vatan çınara benzetiliyor.

    hani bir gün seninle topkapı’dan
    geliyorduk; yol üstü bir meydan
    bir çınar gördük, enli, boylu, vakur
    bir ağaç: hiç eğilmemiş, mağrur.
    koca bir gövde belki altı asır
    belki ondan daha fazla, dalgın, ağır
    kaygısız bir ömür sürüp gelmiş.

    söyle ey garip vatan, bildir;
    çektiğin hangi kanlı seyyiedir… (çınar, tevfik fikret)

    bu şiirde, vatanın özellikleri çınar üzerinde toplanmıştır. böylece “temsili benzetme” yapılmıştır.

    2. istiare (eğretileme)

    benzetmenin temel öğelerinden birinin (benzetilen ya da kendisine benzetilen) söylenmesiyle yapılan benzetmedir.
    bir başka deyişle, bir sözün gerçek anlamını kaldırarak, benzerliği olan başka bir anlamı eğreti olarak verme, ödünç verme demektir. cesur insana “aslan”, kurnaz kimseye “tilki” demekle istiare yapılmış olur.

    istiarenin başlıca üç türü vardır.

    a) açık istiare (eğretileme):
    yalnız “kendisine benzetilen” kullanılarak yapılan benzetmedir.

    kurban olam kurban olam
    beşikte yatan kuzuya
    bu dizelerde, beşikte yatan bebek, kuzuya benzetilmiştir. ancak benzetilen (bebek) söylenmemiş, kendisine benzetilen (kuzu) söylenerek “açık istiare” yapılmıştır.

    ağaçlar sonbaharda elbiselerini soyundu.
    bu cümlede “elbise” sözüyle” (kendisine benzetilen), yapraklar söylenmemiştir.

    şakaklarıma kar mı yağdı? ne var?
    bu dizede “ak saçlar”, “kar” a benzetilmiş, benzetilen (saç) söylenmemiş, yalnızca kendisine benzetilen (kar) söylenmiştir.

    uyarı: açık istiarenin, divan ve halk şairlerince ortaklaşa kullanılan kalıplaşmış biçimlerine “mazmun” denir. uzun boy için selvi, kaş için hilal, diş için inci, ağız için gonca sözleri birer mazmundur.

    b) kapalı istiare (eğretileme):
    yalnız “benzeyen” kullanılarak yapılan benzetmedir. kapalı istiarelerde, “kendisine benzetilen” söylenmez.

    tekerlekler yolara bir şeyler atıyor.
    bu cümledeki “tekerlekler”, insana benzetilmiş ancak “insan” (kendisine benzetilen) söylenmemiştir. bu nedenle kapalı istiare yapılmıştır.

    ufukta günün boynu büküldü.
    bu cümlede de “güneş” (benzeyen) insana benzetilmiş, ancak “insan (kendisine benzetilen) söylenmemiştir. bu nedenle kapalı istiare yapılmıştır.

    beni bir dağda buldular
    kolum kanadım yoldular
    dolaba layık gördüler
    derdim vardır inilerim

    bu dörtlükte, “dolabın döndüğü” anlatılmıştır. benzeyen öğe “dolap” söylenmiş, kendisine benzetilen öğe, “inan” söylenmemiştir. bunu benzetme yönünden (inleme) çıkarıyoruz. bu dörtlükte de kapalı istiare yapılmıştır.

    ali kükreyerek düşmanın üstüne yürüdü.
    bu cümlede ali, kükreme özelliğinden ötürü aslana benzetilmiştir. ali, (benzetilen) söylenmiş, “aslan” (kendisine benzetilen) söylenmemiştir.
    bu cümlede de kapalı istiarede kimi zaman “benzetme yönü” kullanılır. “benzetme edatı” hiç kullanılmaz.

    uyarı: kapalı istiarelerde, kişileştirme sanatı (teşhis) da yapılmaktadır. çünkü, bu söz sanatında, insan dışındaki varlıklar, insanların çok bilinen özelliklerine benzetilerek tanıtılmaktadır. yukarıda geçen “tekerlek, “gün” ve “dolap” sözcüklerine insan kişiliği de kazandırılmış olmaktadır (bkz: kişileştirme ve konuşma)

    c)temsili istiare (eğretileme):
    benzetmenin temel öğelerinden yalnız biriyle (benzeyen ya da kendisine benzetilen) yapılır. ilk bakışta sembolik şiire benzerse de, birbirine karıştırılmamalıdır. temsili istiarede söylenmeyen öğenin temsil ettiği varlıklar ya da olaylar gerçektir. sembolik şiirde ise yapılan benzetmeler hayalidir.

    artık demir almak günü gelmişse zamandan,
    meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan,
    hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol.
    sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol

    biçare gönüller! ne giden son gemidir bu!
    hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
    (y.k.beyatlı)

    yukarıda bir bölümü alınan “sessiz gemi” şiirinde ölüm (benzeyen), gemiye (benzetilen) benzetilmiş bir dizi benzerlik yönleri sıralanmış: ancak “ölüm” (benzeyen) söylenmemiş, yalnız “sessiz gemi” anlatılarak şiir tamamlanmıştır.

    uyarı: fabi türündeki tüm şiirler temsili istiaredir.

    benztln var(sa) açık istiare
    olumlu olumlu

    benztln yok(sa) kapalı istiare
    olmsz olmsz

    3. mecaz-ı mürsel (ad aktarması)

    bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden, gerçek anlamı dışında başka bir sözcüğün yerine (parça-bütün, iç-dış, neden-sonuç, yazar-yapıt, yer-insan, yer-olay gibi ilgiler kurularak) kullanma sanatıdır.

    halit ziya’yı okudun mu? (halit ziya’nın eserlerini okudun mu?) sanatçı- yapıt ilişkisi.

    vapur, beşiktaş’a yanaştı. (beşiktaş iskelesine yanaştı) parça-bütün ilişkisi kurulmuş.

    sobayı yaktım. (sobanın içindekileri- odun-kömür)
    konağa sor. (konağın içinde oturanlara sor)
    onda kafa yok! (onda akıl yok)
    “dış” söylenerek “iç” kastedilmiştir.

    üç gündür bereket yağıyor. (yağmur)
    yağmur bereket, bolluk getirdiği için, sonuç söylenerek sebep (yağmur) anlatılmak isteniyor.

    sivas, mandayı kabul etmedi (sivas kongresi üyeleri anlatılmak isteniyor.
    mecaz-ı mürsel, dilimizde çok yaygındır. günlük konuşmalarımızda, deyimlerimizde mecaz-ı mürsellere oldukça yer veriyoruz.

    ayağını giy. (“ayakkabını giy” demek isteniyor. iç ve dış ilgisi kuruluyor.)

    ünlü raketler avrupa’dan döndüler. (“ünlü tenisçiler avruda’dan döndüler”. demek isteniyor.)
    dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilal
    “hilal sözcüğüyle” bayrak anlatılmak isteniyor. parça-bütün ilişkisi kurulmuş, mecaz-ı mürsel yapılmıştır.

    4. kinaye

    bir sözcüğün ya da sözün hem gerçek hem de mecaz anlamını düşündürecek biçimde birlikte kullanılmasıdır. asıl geçerli olan mecaz anlamdır.

    ey benim sarı tamburam
    sen ne için inilersin
    içim oyuk, derdim büyük
    ben onun’çün inilerim

    üçüncü dizedeki “içim oyuk” sözü hem gerçek (tamburun içi yoktur), hem de mecaz (acılı,dertli) anlamlarıyla kullanıldığı için kinaye sanatı yapılmıştır.

    o adamın, her zaman kapısı açıktır.
    burada, “kapısı açıktır” hem gerçek (hem gerçekten açıktır) hem mecaz (adamın konuksever olması) anlamda kullanıldığı için kinaye sanatı yapılmıştır.

    nereden çıktı bu cenaze? ölen kim?
    bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar
    bu dizelerde şairin bozulmuş bahçeler görmüş olması tabiidir. mecaz anlamı ise şairin birçok kimse öldükten sonra yuvalarının dağılmış olması görmesidir.

    aşağıdakilerin hangisinde bir kinaye vardır?
    (1992/ıı)
    şu karşıma göğüs geren
    taş bağırlı dağlar mısın

    çözüm: kinaye, bir sözün hem gerçek hem de mecaz anlama gelecek biçimde kullanılması sanatıdır. mecaz anlam daha önceliklidir. c seçeneğindeki “taş bağırlı” sözü hem dağların bağrı taştanolduğundan gerçek anlamlıdır. hem de “acımasız” anlamı içerdiğinden mecaz anlamlıdır. yanıt c’dir.

    5. teşhis (kişileştirme) ve intak (konuşturma)

    insan dışındaki varlıklara ya da kavramlara insan kişiliği kazandırma sanatına kişileştirme (teşhis) denir. insanın konuşma yetisinin başka varlıklara aktarılmasına da intak (konuşturma) sanatı denir.

    bu iki sanat genellikle birlikte kullanılır. her “kişileştirme” de konuşturma olmayabilir, fakat her “konuşturma” da mutlaka “kişileştirme” vardır. özellikle fabllarda, hayvan öykülerinde masallarda sık sık bu sanata başvurulur.

    bulutlar gözyaşı döktüler.(teşhis) (aynı zamanda kapalı istiare)
    bu cümlede “bulutlar” insanlara özgü bir nitelik olan “gözyaşı dökme” özelliği ile tanıtıldığı için kişileştirme sanatı yapılmıştır.

    bülbül, “senin nazını çekemem…” diyordu. güle.
    bu cümlede “bülbül”, hem “naz çekme” özelliği ile kişileştirilmiş, hem de insanlar gibi konuşturulmuştur. burada kişileştirme konuşturma sanatı birlikte kullanılmıştır.

    güğüm bir gün, testiye:
    “yola çıkalım” dedi.
    testi: “korkarım” dedi.
    evde kalmak istedi.
    bu dörtlükte de “kişileştirme” ve “konuşturma” sanatı vardır.

    yüce dağlar birbirine göz eder,
    rüzgar ile mektuplaşır, naz eder,
    içmiş gibi geceyi bir yudumda
    göğün mağrur bakışlı bulutları (bu dizelerde de “kişileştirme (teşhis)” yapılmıştır.)

    salındı bağçaya girdi
    çiçekler selama durdu
    mor menevşe boyun eğdi,
    gül kızardı hicabından

    “artık dağlar sırtlarından kürklerini attılar. fakat henüz sabahları serince olduğundan omuzlarına sislerden birer atkı atıyorlar. şimdi rüzgar, ağaçlar arasında ılık ılık esiyor. hele böcekler, görülecek şey!” parçada kişileştirilen varlık, aşağıdakilerden hangisidir? (1985/ıı)
    a) böcekler b) sisler c) rüzgar d) dağlar e) ağaçlar

    çözüm: ilk cümlede “artık dağlar sırtlarından kürklerini attılar”, derken dağlar sırtında kürk olan bir insana benzetilerek kişilik kazındırılmış yani insan gibi düşünülmüştür. yanıt d’dir.

    6. tariz (iğneleme, söz dokundurma)

    söylenen sözün ya da kavramın, gerçek ya da mecaz anlamı dışında tamamen tersini anlatma sanatıdır. bir başka deyişle, birini küçük düşürmek onunla alay etmek ya da iğnelemek için sözün ters söyleyerek amacımızı belirtmedir. örneğin; randevusuna geç kalmış kişiye “aman ne kadar erken geldiniz” diyerek onu iğnelemiş oluruz. bir kişinin tembelliğini anlamak için de “ bu ne çalışkanlık! dersek “tariz” yapmış oluruz.

    “bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden” (eşref)
    ters öğüt destanı
    bir yetim görünce döktür dişini,
    bozmaya çabala halkın işini
    günde yüz adamın vur ser leşini
    bir yaralı sarmak için yeltenme
    her nereye gidersen eyle talanı
    öyle yap ki ağlatasın güleni
    bir saatte ki ağlatasın güleni
    el bir doğru söylerse inanma (huzun)

    bu dörtlükte şair, okuyucuya öğüt veriyor. yetim hakkını yiyen, halkın işini bozan, çevresini kırıp geçiren, kimseye yardım etmeyen birisini öğütlüyor. ancak, dikkat edilirse şairin asıl amacı bunların tam tersinin doğru olacağını anlatmaktır. şair, bu dörtlükte söylenenlerin tersini anlatmak istiyor.

    b) anlamla ilgili sanatlar

    bir sözcüğün ya da birbiriyle anlam ilişkisi bulunan sözcüklerin gerçek anlamlarıyla yapılan sanatlar, bu bölümde ele alınmıştır.

    1. tenasüp (uyum, uygunluk)

    anlamca birbirine uygun, birbiriyle ilişkili sözcüklerin bir arada kullanılması sanatıdır. divan edebiyatında sıkça, halk edebiyatında da seyrek başvurulan bir söz sanatıdır.

    yine bahar geldi, bülbül sesinden
    sada verip seslendi mi yaylalar
    çevre yanın lale sümbül bürümüş
    gelin olup süslendin mi yaylalar

    bu dörtlükte kullanılan “bülbül, sada seslenme”, “bahar, bülbül, lale, sümbül” “gelin olma süslenme” sözcükleri anlamca birbiriyle ilgili olduğundan tenasüp sanatı yapılmıştır.

    deli eder insanı bu dünya
    bu gece, bu yıldızlar, bu koku
    bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaçlar

    bu dizelerde de altı çizili sözcüklerle anlamca ıl… kurularak tenasüp yapılmıştır.

    2. tevriye (çift gerçek anlamlı, )

    bir sözcüğün bir beyitte, bir cümlede, birden çok gerçek anlamı sezdirecek biçimde ve yakın anlamdan çok uzak anlamı kastedilerek kullanılmasıdır. bir başka deyişle sesteş sözcüklerin birden çok anlamıyla kullanılmasına “tevriye” denir.

    gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül
    bu dizede geçen “el” sözcüğü hem “organ adı” hem de “kalıcı kalan” anlamında kullanıldığı için tevriyelidir.

    tevriyede de kimi zaman sözcüğün yakın anlamı söylenip uzak anlamı da anlatılabilir.

    havada yaprağa döndürdü rüzgar beni
    bu dizede “rüzgar” sözcüğü “yel” ve “zaman” anlamında kullanarak “zaman” kavramı kasdedilmiştir.

    bu kadar şetafet çünkü sende var.
    beyaz gerdanında bir de ben gerek
    bu beyitteki “ben” sözcüğü, hem “deri üzerindeki siyah noktacık iz” hem de söyleyen kişinin yerini tutan “ben” zamiri anlamlarına gelebilecek biçimde kullanıldığı için tevriye yapılmıştır.kinayeden ayrılan yönü ise kinayede uzat anlamın mecazı olarak kullanılmasıdır. tevriyede ise, yakın ve uzak anlam da gerçek anlamlıdır.

    bana tahir efendi kelp demiş
    ittifatı bu sözde zahirdir
    maliki mezhebim benim zira
    itikadımca kelp tahirdir.
    burada “tahir” sözcüğü tevriyelidir. hem tarih efendi, hem de “tahir” sözcüğü “temiz” anlamında kullanılmıştır. şair, asıl tahir efendi’yi kastetmiştir.

    3. tecahül-i arif (bilmezlikten gelme)

    bilinen bir gerçeği, bir nükteye, (espri, ince anlamlı şaka söz) dayanarak bilmiyormuş gibi söyleme sanatıdır. sanatçı gerçek sebebi hayali ve güzel bir nedene bağlar.

    ey şuh! nedima ile bir seyrin işittik.
    tenhaca varıp göksu’ya işret var içinde (işret yiyip içme)
    şair nedim. göksu’da sevgilisiyle yiyip içtiğini, eğlendiğini bildiği halde bilmiyormuş gibi görünerek tecahül-i arif sanatını yapmaktadır.

    gökyüzünün başka rengi de varmış
    geç fark ettim taşın sert olduğunu
    su insanı boğar, ateş yakarmış
    her geçen günün bir dert olduğunu
    insan bu yaşa gelince anlarmış
    (c.s.tarancı)
    bu dizelerde; taşın sert olduğu, ateşin yakacağı ve suyun boğacağı bilindi halde şairin bunların anlaşılması için “bu yaş” ı (otuz beş yaşını) şart koşması, bildiği halde bilmezlikten gelmesidir.

    4. hüsn-i talil

    güzel şeyler düşünelim diye
    yemyeşil oluvermiş ağaçlar
    ağaçların yeşil oluşu, doğal bir olgudur. ancak bu dizelerde şair, ağaçların yeşil oluşunu insanlara güzel şeyler düşündürmesi nedenine bağlamıştır.

    birçok gidenin her biri memnun ki yerinden/
    birçok senler geçti dönen yok seferinden
    ölenlerin dünyaya dönmeyişini yerlerinden memnun olmalarına bağlıyor)

    gül-i ruhsarına karşı gözümden kanlı akar su
    habibim fasi-ı güldür bu akarsular bulunmaz mı
    (gul-i ruhsar: gül yanaklı fasl:mevsim)

    bahar mevsiminde (gül mevsimi) suların bulanık akması doğaldır. ancak şair, suların bulanık akmasını, sevgilinin aşkıyla döktüğü kanlı gözyaşlarının sulara karışıp, onları bulandırması nedenine bağlamaktadır. bu nedenle “hüsn-i talil” sanatı yapılmıştır.

    salındı bağçaya girdi
    çiçekler selama durdu
    mor menekşe boyun eğdi,
    gül kızardı hicabından
    güllerin kırmızı olması bir doğa olayıdır; ancak şair sevgilinin güzelliği karşısında güllerin utancından kıpkırmızı olduğuna bağlıyor.

    saksında ruhumun bütün yası var.
    derdimle soluyor açılan gonca.
    bu dizelerde, goncanın solması doğal bir olay olduğu halde, şair bunu goncanın yaslı olduğu, dert çekmesi nedenine bağlıyor. bununla da “hüsn-i talil” yapmış oluyor.

    ey sevgili sen bu ilden gideli
    yaprak döktü ağaçlar, coştu gökyüzü
    bu dizelerde şair, ağaçların yapraklarını dökmesi doğal olduğu halde, bunun nedenini sevgilisinin gitmesine bağlayarak “hüsn-i talil” sanatı yapıyor.

    müzeyyen oldu reyahin bezendi bağ-ı çemen
    meğer ki haber geldi yardan bu gece
    müzeyyen : süslenmk
    reyahın : reyhanlar

    bu dizelerde “sevgiliden haber geldiği için fesleğen çiçekleri süslendi, bahçenin çimenleri bezendi” demek isteniyor. oysa sevgili bahçeye gelse de gelmese de çiçekler yine de açacaktır.

    5. tezat (zıtlık, karşıtlık)

    anlamı güçlendirmek için karşıt kavramların özellikleri bir arada kullanılır. zıt kavramlardan birinin gerçek, diğerinin ise mecaz anlamda kullanılmaktır.

    neden böyle düşman görünürsünüz
    yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
    şair bu dizelerde “dost” ve “düşman” karşıt sözcüklerini bir arada kullanarak anlamı daha da güçlendirmiş: böylece “tezat” sanatı yapılmıştır.

    ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz
    bu dizede “ağlamak” ve “gülmek” karşıt sözcükleriyle “tezat” sanatı yapılmıştır.

    güvenme varlığa (zenginlik) düşersin darlığa (fakirlik)

    çın çın ötüyor sessizlik
    bu dizede de “sessizlik” ve “çın çın ötmek” karşıt sözleriyle “tezat” sanatı yapılmıştır.

    6. leff -ü neşr (açma ve yayma)

    birkaç şeyi söyledikten sonra, onlarla ilgili kavramları bir cümle ya da manzumede belli düzenlerle sıra gözeterek anlatma sanatıdır. kısacası, dizelerde ya da yazıda bir tür söz simetrisi yapmaktır.

    bahçıvan güller ekmiş
    dikeniyle bahçeye

    burada bahçıvan 2. dizedeki bahçe ile ilgilidir.
    gül sözcüğü de 2. dizedeki diken ile ilgilidir.
    dolayısıyla bir leff-ü neşr sanatı yapılmıştır.

    buy-i gül taktir olunmuş, nazın işlenmiş ucu
    biri olmuş hoy birisi dest-mal olmuş sana
    (buy-i gul: gül kokusu; hoy: ter, dest-mal: mendil)
    bu beyitte, birinci dizedeki “buy-i gül”, ikinci dizedeki “hoy(ter)” ile: yine birinci dizedeki “destmal (mendil)” ile ilgi kurulmuştur. “gül kokusu” ter: “naz”da “ucu işlenmiş mendil” olarak düşünülmüştür. böylece “leff-ü neşr” sanatı yapılmıştır.
    ilk bakışta tenasüp sanatına benzerse de şekil kullanış bakımından farklıdır. tenasüpte sözcükler gelişi güzel sıralanır. leff-ü neşrde birbirine denk düşürülen sözcükler belli bir sıraya göre düzenlenir.

    baran değil, şafak değil, ebr-i seher değil
    göz yaşıdır, ciğer kanıdır. dud-i ahtır.

    7. telmih (çağrışım, anıştırma)

    herkesçe bilinen geçmişteki bir olayı, efsaneyi, çağrıştırma, anımsatma sanatıdır. bi sözün telmih olduğunu anlayabilmek için, çağrıştırılan olay, durum ve kişi hakkında bir bilgiye sahip olmalıyız.

    vefasızaslı’ya yol gösteren bu
    kerem’in sazına cevap veren bu
    kuruyan gözlere yaş gösteren bu
    sızmadı toprağa çoban çeşmesi

    bu dörtlükte şair, “aslı ve kerem” sözleriyle ünlü “kerem ve aslı” adlı aşk hikayesini çağrıştırmaktadır.
    seretti hava üzre denir taht-ı süleyman
    ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
    bu beyitte de “taht-ı süleyman” sözü ile gösteriş ve saltanatlarıyla ünlü süleyman peygamber çağrıştırılıyor.
    gökyüzünde isa ile
    tur dağında musa ile
    elindeki ki asa ile
    çağırayım mevlam seni

    yunus emre bu dörtlüğünde de hz.isa’nın göğe çıkış inancını, hz.musa’nın tur dağı’nda tanrı ile konuştuğu inancını ve hz.musa’nın asa ile gösterdiği mucizeleri telmih etmiştir.
    ey dost senin yoluna
    canım vereyim mevla
    aşkını komayayın
    od’a gireyim mevla

    bu dizelerde “od’a gireyim” sözü ile hz.ibrahim peygamberin ateşe atılma olayı anlatılıyor.

    8. mübalağa (abartma)

    bir varlığı, olayı ya da düşünceyi olduğundan çük daha büyük (ya da küçük) gösterme sanatıdır. mübalağa, günlük yaşamda sıkça başvurulan bir anlatım yoludur. mizah (gülmece) yazarları, insanları kusurlu yanlarını belli bir abartma ölçüsüyle ortaya koyarlar.

    sekizimiz odun çeker
    dokuzumuz ateş yakar
    kaz kaldırmış başın bakar
    kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

    kaygusuz abdal’ın bu dörtlüğünde, sekiz kişinin ateş yakmasına karşın kazın pişmeyişi abartmalı bir biçimde anlatılarak mübalağa sanatı yapılmaktadır.

    ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
    o ne müthiş tipidir. savrulur enkaz-ı beşer…
    kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak,el, ayak
    boşanır sırtlara, vadilere sağnak, sağnak!

    bu dizelerde anlatılanlar abartıdır. burada da mübalağa sanatı vardır.

    ak gerdanında benler öldürdü beni
    bu dizede de “benlerin şairi öldürmesi” bir abartıdır.

    aşağıdaki dizelerin özellikle hangisinde bir abartı vardır? (1991/11

    a) bir ah çeksem dağı taşı eritir
    gözüm yaşı değirmeni yürütür
    b) bu topraklar ecdadımın ocağı
    evim, köyüm hep bu yerin bucağı
    c) ne doğan güne hükmüm geçer
    ne halden anlayan bulunur
    d) derdim çoktur hangisine yanayım
    yine tazelendi yürek yarası
    çözüm: abartma: bir şeyi olduğundan daha güçlü büyük ya da küçük gösterme sanatıdır. a seçeneğinde “bir ah çekem dağı taşı eritir” sözünde abartma vardır.
    yanıt: a’dır.

    9. tekrir (tekrar, yineleme)

    söze güç kazandırmak için, belli sözcüklerin düzyazıda ya da şiirde yineleme sanatıdır.

    vur, aşkın ve hak’kın zaferi için
    vur, senden bak dünya bunu istiyor;

    bu dizelerde, “vur” sözcükleri yinelenerek “vurmak” eylemi anlamca güçlendirilmiş, tekrir sanatı yapılmıştır.

    dedim inci nedir dedi dişimdir
    dedim kalem nedir dedi kaşımdır
    dedim on beş nedir dedi yaşımdır
    dedim daha var mı dedi ki yok yok

    bu dizelerde “dedim, dedi” sözcükleriyle teknir sanatı yapılmıştır.

    kaldırımlar ıstırap çekenlerin annesi
    kaldırımlar içimde yaşamış bir insandır
    kaldırımlar duyurur sükun içinde seni
    kaldırımlar içimde uzayan bir lisandır.

    10. nida (seslenme)

    söze söyleyişle (nazım ve nesirde) coşku katmak için ünlem görevli sözcükleri sıkça kullanmaktır. ilk bakışta tekrir sanatına benziyor. işlevsel olarak tamamen farklıdır. nida ya yalnız ünlem ve seslenme sözcükleri kullanır. tekrir de ise her sözcük kullanılabilir.

    sen ey kars’lar, antep’ler, erzurum’lar, maraş’lar
    dördünden bir ikisi şehit düşen kardaşlar
    ey zeybekler, seymenler, dadaşlar diyarı hey!

    11. istifham (soru sanatı)
    duygu ve düşüncelerin daha etkili olabilmesi için soru biçiminde anlatımdan yararlanma sanatıdır. amaç soru sormak değil, okuyucunun dikkatini devamlı kılmaktır. ilk bakışta tecahül-i arif sanatına benzerse de birbirinden apayrı sanattır.

    beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı
    felekler yandı ahımdan muradım şemi yanmaz mı

    benim de mi düşüncelerim olacaktı
    ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
    sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?

    12. rücu (cayma, dönme, vazgeçme)

    önceden söylenen sözden cayma ya da birbiriyle çelişir görünen düşünceleri ileri sürmektir. rücu sanatına önceki söylenenlerden vazgeçmek anlamı yoktur, tersine önceki söylenenleri geliştirme amacı vardır.
    erbab-ı teşaür çoğalıp şair azaldı
    yok öyle değil şairin ancak adı kaldı
    (erbab-ı teşaür şiirle uğraşanlar)
    ferda senin, dedim beni alkışladın
    senin değil ferda sana vediadır. (emanet)

    13. terdid (beklenmezlik)
    bir olayı, bir düşünceyi beklenmedik bir biçimde sonuçlandırarak okuyucuyu şaşırtmayı amaçlayan bir sanattır.
    dişin mi ağrıyor?
    çek kurtul
    başınmı ağrıyor?
    bir çeyreğe iki aspirin
    verem misin?
    üzülme onunda çaresi var
    ölür gidersin!

    14. kat’ı (kesiş)

    anlamın daha da etkili olması için sözü yarıda kesme sanatıdır.

    gün, öylesine güzel ki!
    öylesine güzel ki dünya
    yaşadıkça
    akşam öylesine güzel ki!
    öylesine güzel ki akşamda ay
    ayda kadın…

    15. sehl-i mümteni

    ilk bakışta kolay gibi görünen, ama benzeri söylenmeye çalıştığı zaman ne kadar güç olduğu anlaşılan yalın anlatımlara denir.

    ete kemiğe büründüm
    yunus diye göründüm
    beni bende demen bende değilim
    bir ben vardır bende benden içeri

    16. akis

    cümle ya da dizedeki söz sırasının bir öncekinin tersi olarak düzenlenip tekrarlama sanatıdır.

    yaşamak için yemeli
    yemek için yaşamamalı

    izmrin denizi kız, kızı deniz
    sokakları hem kız, hem deniz kokar…

    c) sözle ilgili sanatlar

    sözcüğün yapısına, söylenişine ve yazılışına dayanarak yapılan sanatlar şunlardır:

    1. cinas

    seslen aynı, anlamları farklı sözleri bir arada kullanma sanatıdır. yani sesteş sözcüklerin ayrı ayrı anlamlarda kullanılmasıdır. cinaslı sözcükler daha çok manilerde kullanılır.

    al beni, ele beni
    kül edip ele beni.
    seveceksen kendin sev
    sevdirme ele beni.

    “beni kül edip elekte ele” ve “beni ele (başkasına) sevdirme.” diyerek ele sözcüğünü iki ayrı anlamda kullanarak cinas yapmıştır.

    her nefeste eyledik yüz bin günah
    bir günaha etmedik hiçbir gün ah
    bu beyitte “günah ve gün ah” sözcükleri cinaslıdır.

    hey oynayan yavrular
    ağaçta kuş yavrular
    ellerin derdi biter
    benim derdim yavrular

    bu dörtlükte “yavrular” sözcüğü, 1. dizede gerçekten “yavru”, 2. dizede “kuşun yavrulaması”, 4. dizede “derdin çoğalması” anlamında kullanılarak cinas sanatı yapılmıştır.

    kalem böyle çalınmıştır yazıma
    yazım kışa uymaz, kışım yazıma

    bu iki dizedeki söz sanatı aşağıdakilerden hangisidir? (1986/ıı)

    a)benzetme (teşbih) b)cinas c) kişileştirme
    d)abartma (mübalağa) e) istiare

    çözüm: yazılışları (sesleri) bir, anlamları tümüyle farklı sözcüklere eşsesli sözcükler, bunlarla yapılan edebiyat sanatına da “cinas” denir.“yazma” sözcüğü iki anlamlıdır. yani sesteştir.
    yanıt: b’dir

    2. aliterasyon (ses ve hece yinelemesi)

    düzyazıda ya da manzumede, bazı ses ya da hecelerin tekrarıyla ses güzelliği yaratmadır.

    kargayı kuzgunun kovardı kondurmazdı
    bu cümlede, “k” sesinin tekrarlarıyla bir ses güzelliği meydana getirilmiştir.

    karşı yatan karlı kara dağlar, kararıptır, otu bitmez.
    bu cümlede de , “kar” hecelerinin yinelenmesiyle aliterasyon yapılmıştır.

    dest busi arzusuyla ölürsem dostlar
    kuze eylen toprağım sunun anınla yare su (fuzuli)

    bu beyitte, “s” sesinin yinelenmesiyle aliterasyon sanatı yapılmaktadır.
    aziz dost! günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. (erenlerin bağından)

    3. seci (iç uyak)

    düzyazı cümleleri içinde ya da sonlarında yapılan uyaklara seci denir. divan edebiyatının süslü düzyazı örneklerinde secilere bolca rastlanır.

    alimsin, ilmine gayet yok.
    kadirsin kudretine nihayet yok. ( sinan paşa)

    bu cümlelerde, “gayet” ve “nihayet” sözcükleri iç uyak: “yok” sözcükleri de rediftir.

    dedim: beratımın mazmunu ne içün süret bulmaz?
    dediler zevaiddir, husulü, mümkün olmaz (fuzulî)

    bu cümlelerde geçen “bulmaz” ve “olmaz” sözcüklerinde seci (iç uyak) vardır.

    öyle olacak dünya kişiye hoşdar olur;
    uçtan uca gül ü gülzar olur.

    at ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır

    4. irsal-ı mesel (örnekleme)

    şiir ya da düzyazıda, konuya uygun düşen ata sözlerinin kullanılmasıdır. böylece düşüncenin daha da inandırıcı olması sağlanır.

    dünyada ahrete gidip gelmemek
    olmasa iktiza eder ölmemek
    “balık baştan kokar”, bunu bilmemek
    seyrani gafilin ahmaklığından

    bu dörtlükte, 3. dizede “balık baştan kokar”, atasözü dörtlüğe uygun biçimde söylenmiş ve irsal-i mesel sanatı yapılmıştır.

    kaynak:

    türk dili ve edebiyatı / türkçe öğretmenlerin kaynak sitesi.
    türkçe-edebiyat ders portalı
    kurucusu : taylan tatlı
  • islam oncesi turk sanati butunuyle anadolu disinda orta asyadan gelen bir sanattir.
  • akepe cok demokratik
    ve özgür bir partiymiş gibi
    eski myk uyeleri ayhan oğan
    bilirkişisinn 'yeni bir türkiye
    kuruyoruz, kurucusu da erdogan'dır.
    ıster begenin ister beğenmeyin'
    yumurtlamasina
    akepe kudretlulerunün:
    "televizyon yorumcularinın
    sözleri
    haberimiz yok, bizi baglamaz"
    demesi gibidir.
    burada
    1- bilip de bilmemezlikten gelme sanatı: tecahül-i arif;
    2- ad aktarması: kendi parti yoneticisine: tv yorumcusu demekle;
    3- tezat sanati: hem myk uyeligi yap
    akepe nin kozmik odasinda bulundur;
    hem de beni baglamaz demektir.
    4- benzetme sanatı (tesbih):erdogan , ataturk'e benzetilmis,
    kendi aldanmasi sonucu yarattıgi halka yasattigi zorluklar ve tehlikeler
    kurtulus savasina.
    ee tabii her beyitte osmanlida olmazsa olmazımız: mubalaga sanati.
    akepenin enn sevdigi sanattir.
    bizzat hukumet ve kudretluler koskoca bir mübalaga sanatidır.
    daha da vardir ama bizim bilgisizligimizden
    goremedik
    siz bulursunuz.

    vallahi fuzûli ellerine su dokemez.
hesabın var mı? giriş yap