• uzun dönem bilim ve sosyalizm yayınları yöneticiliğini yapmış yazar. sıkıyönetim döneminde 4 kitabın tercümesini yaptığı için 30 yıllık hapis cezasına çarptırılmıştır.süleyman ege'nin tercüme ettiği kitaplar sosyalizmin klâsik eserleri arasındadır ve o yıllarda da ispanya, portekiz ve yunanistan gibi faşistler tarafından yönetilen ülkeler hariç, dünyanın her tarafında serbestçe satılmaktadır.sahibi olduğu yayınevi zamanında defalarca yakılıp yıkılmış bir yazar olarak o dönemlerde cumhurbaşkanlığı'na yazdığı başvurunun son mısraları dikkat çekicidir;

    "şimdi, yasal olarak sahip olduğu 133 bin kitabı imha edilen bir vatandaş olarak benim karşı karşıya kaldığım soru şudur: devleti oluşturan güçler arasında yargı gücü var mıdır?, yok mudur? mahkemeler gerçekten var mıdır?, yok mudur? mahkemeler varsa, bunların kararları geçerli midir?, değil midir?
    yüksek yargı organlarının , yargıtay'ın , askeri yargıtay'ın kesinleştirici beraat kararları gerçekten kesin midir?, değil midir?açıktır ki kamu oyu ortada yalnızca beni ilgilendiren özel bir sorunla değil, her şeyden önce devleti ilgilendiren vahim bir sorunla karşı karşıyadır.
    sorumluların hesap vermesi ve maddi ve manevi kayıplarımın tazmini için durumu ilgilerinize arz ederim.."

    tahmin edilenin üzerine yazılanlara o dönemde yanıt gelmemiştir. yazan da yanıt beklemiyordur zaten..
  • yargıdan türkülere isimli kitapta halit çelenk tarafından şöyle bir anısı anlatılmaktadır:
    "anadolu'daki cezaevlerinde kıdemli, biraz uzunca bir hüküm almış, paralı bir koğuş ağası vardır. yatağı hep daha yüksek, daha özeldir. kimin neye ihtiyacı varsa o karşılar. biraz da hakim gibidir, koğuşa geleni hemen sorguya çeker, suçuna bakıp kimin ne kadar ceza alacağını bilir, yani biraz hakim gibidir. süleyman koğuşa girince, 'gel bakalım şöyle' diyor, 'yaklaş, kaç yıl aldın?' diyor, '30 yıl...', 'kaç ölü var?' diyor, 'ölü yok' diyor. 'eee ne var?' diyor, 'kitap var' diyor. 'yani' diyor, 'sen kitaptan mı mahkum oldun 30 yıl?'. çünkü o adam hayatında kitaptan dolayı insanların ölüm cezası alacağını ya da şu kadar yıl hapis yatacağını ne duymuş, ne görmüş. süleyman, 'evet' diyor, 'dört kitaptan 30 yıl hapis cezası aldım' diyor. 'peki' diyor, 'git otur'. ağa adamlarını çağırıyor. 'bu herife dikkat edin' diyor, 'galiba oynatmış'. ertesi günü süleyman götürüyor kararı gösteriyor. ağa okuma yazma bilmediği için yandaşlarından birisini yanına çağırıyor, okutuyor. anlıyor, 30 yıl cezayı gerçekten kitaptan aldığını, süleyman'ın doğru söylediğini. 'peki' diyor, 'tamam'. aradan üç beş gün geçiyor koğuşta bir kavga çıkıyor. biri ötekine, 'ulan senin allahına kitabına' diyor... yukarıdan ağa bağırıyor, 'ulan' diyor, 'allah neyse de kitaba küfretme, herif 30 yıl almış'..."
  • --- spoiler ---

    türkiye'de yayıncılığın öncü kişiliklerinden ve sembollerinden biriydi. bilim ve sosyalizm yayınları'nın kurucusu olarak kültür hayatımızı en meşakkatli koşullarda besledi, yasakların ve baskıların arasından geçerek ifade ve yayın özgürlüğüne unutulmaz katkılar yaptı. kitabın ateşle dansı'nda, yayınevinin onbinlerce kitabının 12 eylül cuntası tarafından yakılmasını anlatır.
    yakınlarına, okurlarına, yayıncılık dünyasına başsağlığı diliyoruz.
    süleyman ege'yi saygıyla uğurluyoruz.
    --- spoiler ---

    https://haber.sol.org.tr/…an-egeyi-kaybettik-323662
  • bilim ve sosyalizm yayınlarını her askeri darbe sonrasında yeniden kurmak zorunda kalan süleyman ege, kitabın ateşle dansı isimli, kitabında yayıncılık serüvenini şöyle anlatıyordu:

    "yayınevini 1965 yılında kurmuştum. yayınladığım ilk kitap bernal’in "marx ve bilim" adını taşıyan bir incelemesiydi. 1965 mayıs’ında çıkan bu küçücük kitap sanıyorum türkiye’de otuz yıl aradan sonra ilk marksist yayının da başlangıcıydı.

    dünyada soğuk savaşın azgınca sürüp gittiği yıllar. türkiye, amerikan emperyalizminin antikomünizm bayrağını dalgalandırdığı bir ülke... ceza yasasının mussolini faşizminden aktarılan ve amerikan emperyalizminin soğuk savaşına koşut olarak daha da ağırlaştırılan 141 ve 142. maddeleri türkiye’deki antikomünizm uygulamasında temel bir hizmet görüyordu. (…)

    1961 anayasasının sınırlı demokratik ortamında bu maddeler yine yürürlükte kalmıştı. bunlar son derece kaypak, tuzak niteliğinde, ilginç maddelerdi. bu koşullarda marksist bir yayının karşılaşacağı zorluklar ortadaydı.

    daha ikinci kitabın yayınlanmasıyla, kitapta “komünizm propagandası” yapıldığı ileri sürülmüş, ceza yasasının 142. maddesine aykırılıktan mahkemeye verilmiştim. sonra da bu sanıklık durumu bir daha yakamı bırakmamıştı. yeni kitaplar ve arkasından gelen yeni davalar. ağırceza mahkemelerinde sonu gelmeyen yargılanmalar... kendimi aralıksız süren bir hukuk savaşımı içinde bulmuştum.

    yayınevinin marksist yapıtları bir bir dilimize kazandırma çabası böyle bir yol izliyordu. bu arada, 1968 kasım’ında marx ve engels’in ortak yapıtları "komünist partisi manifestosu"nun yayınlanışı. lenin’in marksist devlet teorisini açımlayan yapıtı devlet ve ihtilal'in yayınlanışı. o zaman birer yayın olayı olan kitaplar...

    savcıların daha çok istanbul üniversitesi’nin hukuk fakültesi’nde yuvalanmış ve iğne deliğinden “komünizm propagandası” görmekte ustalaşmış “gedikli” bilirkişileri vardı. bunlar ilginç raporlar düzenliyorlar, savcılara akıl hocalığı yapıyorlardı. macar kontlarının derebeylik düzenine karşı köylü ayaklanmalarını anlatan bir tarih kitabında suç bulan, sonra da bu yüzden adları yargıtay kararıyla “yetersiz bilirkişi”ye çıkan ünlü cezacılar...

    devlet doktrinleri adlı kendi ders kitabında öğrettiği marksist devlet teorisiyle ilgili düşünceleri ve bunun için öğrencilerine kaynak kitap gösterdiği devlet ve ihtilal’i raporunda “komünizm propagandası” olarak nitelendiren bir profesör... aynı biçimde, bilirkişilik adını taşıyan kendi doçentlik tezindeki bilirkişilik kurumuyla ilgili değerlendirmeleri karşısında, raporuyla tümüyle ters ve acıklı bir konuma giren bir başkası...

    zaman zaman bu gibi bilirkişilerin raporlarına dayandırılan tutuklama kararları. kelepçeler. nezarethaneler. hapishane arabaları. ankara merkez kapalı cezaevi’nin kuledibi koğuşu. burada kör ışık altında hazırlanan savunmalar. tahliyeler...bu tutuklanmalarda savunma için gerekli gördüğüm belgeleri kardeşim sedat’la ilhan erdost’un, bu güzel iki çocuğun, her zaman eksiksiz sağlamakta gösterdikleri unutulmaz çabaları...

    sonuçta, davası her aşamasıyla başlı başına bir olay olan komünist manifesto’nun ve yargılandığım öteki bütün kitapların bir bir aklanışı...

    ve 12 mart...

    daha da kötü günler. yayınevine yapılan sıkıyönetim baskını. aklama kararlarına “bunlar komünist mahkemelerin kararları” diyen bir anlayışla bütün kitapların alınıp götürülmesi... sonradan bu kitapların çoğu yıpranmış ve okunamaz bir durumda geri alınması...

    12 mart rejimi altında davası henüz temyiz aşamasında bulunan kitapların aklama kararlarının yargıtay’dan geri çevrilmesi. bu davalarda daha önce beraat karan vermiş aynı mahkemelerin bu kez mahkûmiyet kararı vermeleri. dört kitap davasından 30 yıl ağır hapis ve 16 yıl sürgün cezası. ve kitaplar için zoralım kararı. sırtımda otuz yıl, kuledibi’ne düşüş...

    hapisliğimin üçüncü yılında dışardan gelen bir haber: bir ihbar üzerine, kitaplarımın tümüne el konulması... 12 mart rejiminin kırdığı bir dünya rekoru: uluslararası af örgütü’nün listesinde o zaman “dünyanın en ağır fikir suçlusu” ilan edilişim...

    12 mart’ın bir numaralı başbakanı nihat erim’in, the guardian yazan bir ingiliz gazetecinin sorusuna verdiği ilginç yanıt: yabancı gazeteciye kendi özel kitaplığında bulundurduğu komünist manifesto ve devlet ve ihtilal'i göstererek, “bakın, bu kitapları ben de okuyor yararlanıyorum. bu yayıncı bu kitaplar yüzünden tutuklanmış olamaz. mutlaka gizli bir örgütle ilişiği olmalıdır. türkiye’de düşünce özgürlüğüne ilişilmemiştir, düşünceleri yüzünden hiç kimse tutuklanmamıştır” diyebilmesi...

    buna tüy diken bir olay: bir kısım yazarın ve yayıncının “1972 dünya kitap yılı”nı kutlamaları. “bir sen eksiktin ayışığı”...

    kaldırıldığım hastanenin mahkûmlar koğuşunda, hasta yatağımda zincire vuruluşum...

    anayasa mahkemesi’nin “af” kararıyla 1974 temmuz’unda tahliye oluncaya dek ankara ve adana hapishanelerinde geçen 37 ay... sonra her şey yeniden... elde bir tek kitabı bırakılmamış, adından başka her şeyi yok edilmiş yayınevini diriltme çabası. yeni çeviriler, yeni mürekkep kokuları, yeni kitaplar... ve yine 142. madde. yine yargılanmalar. sürüp giden bir hukuk savaşımı..."

    [süleyman ege (1992) kitabın ateşle dansı, bilim ve sosyalizm yayınları: ankara.]
hesabın var mı? giriş yap