• ilkokul sıralarında dirsek çürütürken, bir yandan okumayı yazmayı sökme gayretinde olup bir yandan da ahaliye göz kulak olma görevini üstlenmiş eli ayağı öpülesi, şimdilerin '' azimli '' yazarlarıdır.

    ben de 1997-1998 ile 1998-1999 yılları arasında sınıf başkanlığı, 1999-2000 yılları arasında başkan yardımcılığı ve 2000-2001 yılları arasında ise spor kolu başkanlığı yapmış ve sonraki yıllarda da yönetimden elini ayağını çekmiş bir yazar olarak, pek elim ayağım öpülesi, şimdilerin '' azimli '' yazarı olmasam da bu guruba dahil olmak için elimden geleni yapacağım nesildir.

    hatırladığım kadarıyla ilk başkanlık dönemimde, okuma-yazmayı henüz 5 yaşındayken öğrendiğim için ( entrilerimi okursan süperzeka olmadığımı çakarsın ) öğretmenim tarafından merkezi atamayla başkanlığa getirilmiştim. hiçbir zaman adam kayırmadığım için en iyi arkadaşlarımın adlarını bile ders öncesinde öğretmeni gürültülü bir şekilde bekledikleri için tahtaya yazar, bıdı bıdı yapmalarına paralel çarpılarını da eklerdim. o hariç, o kızı yazmazdım. uyarırdım, yine mi konuşuyor ? '' hülya '' derdim, '' öğretmen geliyor şşş '', diye tekrarlar, sus yapan hemşire rolünü en seksi halimle oynardım.

    ikinci dönem ise olayı kapmış, elim cebimde otoriteyi kurmuştum. zaten millet iradesiyle gelmiştim. seçimler demokratik bir yönetime yakışır şekilde adaylar dışarıya çıkarılarak, tamamen kapalı oylama usulüyle yapılmıştı. sıra bana geldiğinde dışarı çıkıp, benim sınıf başkanı olmam için parmak kaldıran sevimli ellerin sayılmasını beklerken bir kıyamet koptu ve ismim çoğunluk tarafından tezahürat edilerek yankılandı. dilim damağım kurumuş, çok sevilmenin verdiği gururla kalbim hızlı hızlı atmaya, aşırı terden saçımdaki jöle erimeye başlamıştı... heyecanla geldim ve sınıfımı selamladım. o sene içinde 2-a ( ben 2-c sınıfında idim ) sınıfını bilgi yarışmasında, futbol maçlarında ve mendil kapma yarışlarında yeneceğimizin sözünü vermiştim. yardımcım da hülya seçilmişti. çok çalışkan birisiydi, zaten şimdi doktor olmuş, allah yolunu açık etsin tabi. ne diyorduk, yardımcım o olmuştu ve haliyle keyfime diyecek yoktu. ikimiz de zehir gibi çalışkandık, beraber oturduğumuz, kopya çektiğimiz yazılılar olurdu. öğretmenin güvenini öylesine kazanmıştık ki yazılıları bile öğretmen masasında biz okur, not defterine kurşun kalemle kaydederdik; öğretmen de aradabir kontrol ederdi. hey gidi.

    3. yılda ise işler, bir önceki yılda bıraktığım gibi başlamadı. sınıfa girmemle, yeni bir çocuğun ( mustafa imiş adı ) katıldığını öğrenmem bir oldu. her ne kadar iyi anlaşıyor gibi olsam da en iyi arkadaşlarımın, onun etkisine girdiğini görmem, saltanatımın yıkılacağının ilk sinyallerini vermişti. çalışmalara başladım, en büyük vaadim ise yazılıların çoğunlukla test üsulü yapılması yönünde olacaktı. onun vaadi ise beden eğitiminde kullanılacak malzemelere yönelikti ; çok zengindi çok... uzun boylu, biraz tombul ama zengindi. ilginç kalemleri, çok cafcaflı defteri ve sırt çantası vardı. çok zordaydım, ben bile etkilenecektim neredeyse.

    o başkan oldu, bense yardımcı. ezici bir üstünlük kurmuştu. selam verdi, cüzdanı koydu ve saltanatı aldı. bu kadar kolay mıydı be ? hiçbir yazılıda da beni geçmiyordu, daha da bir gıcık oluyordum. zaten önemli görevleri yine ben yapıyordum, çünkü öğretmenin göz bebeğiydim. farkımız, rozetimiz değildi bizim; çok çalışkandık. sınıfın temizliği, düzeni, sessizliği, asistanlık hepsi omzumdaydı; kaymağını mustafa yedi hep. o bütün enerjisini haytalığa, sınıfa seksapelini kullanarak caka satmaya harcıyordu. bir diğer gıcık aldığım nokta ise her fırsatta zamanını hülya'ya işve yapmakla geçiriyordu! ben ise sayısı her geçen gün azalmaya yüz tutmuş en iyi arkadaşlarımla durum değerlendirmesi yapıyor, bir daha başkanlık yarışında olmayacağımı, artık gücümün kalmadığını ve yeni çıkacak bir lideri de destekleyeceğimi falan tartışıyordum. nerede o eski başkanlıklardı ? eski köye yeni adet gelmiş, sınıfın değnekçisi olmama az kalmıştı... çünkü mustafa, yarışı adaletten uzağa götürüyordu. bütün arkadaşlarıma evlerinden, bilgisayarlarından, arabalardan falan bahsederek ders aralarında etkilemeyi başarmış, bir çoğunu yanına çekmişti. kesin kararlıydım, bir daha bu işlerle uğraşmayacaktım. müdürün hanımı aynı zamanda 2-a sınıfının öğretmeni olan zübeyde öğretmen, beni kendi sınıfına almak için her gün baskı yapıyordu. ben de '' hülya gelirse ben de gelirim '' diyemiyor, '' teşekkür ederim öğretmenim, gelmeyeyim '' diyordum. annemle de tanışıklığı fazla olduğu için ona da baskı yapıyordu. annemceğiz de kendince '' kadın öğretmenler otoriter olmaz '' diyerek nezaketle geri çeviriyor, bir şekilde beni '' c '' sınıfında muhafaza etmeyi sürdürüyordu.

    bir sene de öyle geçmiş artık yepyeni bir döneme girmiştik, ilkokul-4. sınıf! aman tanrım büyüyorduk, daha doğrusu herkes büyüyor ben hala aynıydım... her neyse, geçen sene verdiğim sözü tuttum ve başkanlıkla falan hiç uğraşmadım. bu kez, yani 4. sınıfta ise farklı bir projem vardı. spor kolu başkanlığını devraldım. zaten o zamanlar kırmızı kuşak taekwondocuydum. beden eğitiminde ısınma hareketleri yaptığımız vakit, çemberi ortasında ben oluyordum ve bu hava bambaşkaydı. birkaç hafta sonra sınıfta maddiyata boyun eğmiş fiyakam, yeniden küllerinden doğmuştu. her kavgada ben çağrılır, üç dört yaşa kadar büyük çocuklara karşı da direnebilirdim. ama istediğim bu değildi. bu silahı daha çok, kız arkadaşları üzen erkek çocuklarında kullanırdım; he-man tarzı diyorum ben buna. koşu yarışlarında etrafın tozunu attırıyordum. belki '' rüzgarın oğlu, hayır o bir süpermen, hayır ufo '' tarzı şeyler diyen yoktu. ama olsun, iyi bir sprinter olduğumu değiştirmiyordu ya. hem tenefüslerde çok kalabalık bir ekip, on bir el oynardık. beni az çok tahmin edebiliyorsundur. bu uğurda, restore edilecek bir yerde istiflenmiş çimentoya düşmüşlüğüm, rezili rüsva olmuşluğum vardır. bu günkü mesleğime çok büyük katkısı oldu mesela. onu başka zaman açıklayacağım. on bir el diyorduk, evet işe oynarken hülya'yı asla ebelemezdim. on bir elin sultanıydım ama o, dokunulmazdı. adı yazılmadı, şikayet edilmedi ve şimdi de ebelenmiyor...

    spor kolu zevkli ilerliyordu. diğer taraftan ise öğretmenin işlerine koşturmuyor, yeni sınıf başkanını da iplemiyordum. yeni sınıf başkanı mustafa, yardımıcısı da hülya idi. mustafa umrumda değildi. hülya'ya da trip atıyordum, kedinin baktığı gibi bakıp ilgi beklediğim zamanlar oldu, doğrudur. genel anlamda onu da iplemiyor gibi bir hava yaratmaya çalışıyordum. zaten 4. sınıfın verdiği ağırlık bambaşkaydı. fen bilgisi, sosyal bilgiler... aman ya rabbi ; hayat bilgisine ne oldu ? bir şeyi mi var, doğru söyleyin diye ciyaklamasam da ingilizce vardı. in-gi-liz-ce! oha... benim gibi çalışkan bir bünye için tehlike çanları çalıyordu. yakın gelecekte taekwondo'dan yavaşça vazgeçmem gerektiğini aile üyelerimden işitecektim. sınıfta ise her zamanki gibi ayrı bir hava vardı. mustafa sağ olsun, sınıf düzeninin içine etmişti. ağzı bozulmuştu, yanında hülya'yı gördükçe diklenir, herkesi tahtaya yazardı. gaddar, zalim, canavarca hislerle çarpı atardı. bu böyle iki ay gitsin, heykelini diktirirdi yemin ederim. kibiroğlu mustafa! o değil, benden bile daha çalışkan olan hülya da buna benzemeye başlamıştı. hatta bunlar sınıfı susturup kendileri öğretmen masasında hep muhabbet kuşları gibi kıkırdardı. ben de, sınıf gibi çiçek olacak değildim elbet. ben, yaşar ustayım ulan! tövbe haşa, şahsımın en büyük özgürlüğü eller cepte, istediği yerde istediği gibi dolanabilmek, istediği arkadaşının yanına çöreklenip muhabbet edebilmek, yüz kere çöp kutusuna kalem açmaya gidebilmek vs. gibi eski başkanlara özel şeylerdi. öyle ki, adımı pek yazmazlar, yazsalar da çarpı atmazlardı. zira kimin adını nereye yazıyorsun delikanlı ? neyse ki yazdığında da öğretmen, benim adımı gördüğü için kimseyi dövmez, kızar geçerdi. yerim ben o öğretmeni...
    ama ne yapsaydım be, hem çalışkandım, hem de sporcuydum. üstelik uğraşacak çok daha önemli meselelerim vardı. ne de olsa sınıf borcu, namus borcuydu. sınıfın hangi biriminde olursa olsun çalışmak, benim için bir onurdu. yazılıları, öğretmenin yanında yine ben ve hülya okurduk. mustafa avcunu yalardı. o anca kırtasiyenin en pahalı malzemelerini alsındı. tembel ve zengindi. burda yılların şeysi duruyordu.

    karizmamı öyle ya da böyle yeniden kazanmış, sınıf arkadaşlarım da sonunda beni haftanın en sağlam defans oyuncusu seçmişti. şaka bir yana her şey eskiye dönmüş, yeniden tenefüs araları etrafıma toplanan dostlarımla şen şakrak geçmeye başlamıştı. artık musti yalnızlaşıyordu. kıçımın başkanı,

    derken, dönem arasında tayini çıktı babamın. ziştu tüm hayata, terfi aldı ama çok şey götürdü bizden. gittiğim yerde sınıf başkanı olmadım. birkaç ay sonra farkettim ki zaten sınıf başkanı olsaydım keserlerdi beni. artık pısırık olma, korkak yaşama başlamıştı. sınıf başkanlığı, sivrilen isim olma, popülerlik hepsi başka hayata kalmıştı.

    yine de güzeldi sınıf başkanlığı. teşekkürler '' c '' sınıfı.

    hatırlatma : son cümlede anlam-zaman kayması var gibi görünse de takriben 16-17 yıl önceki olayları falan içerir. meraklanmayın, örümcek ağı ve toz içermez.
  • yazı çok uzun okumadım da bende merak uyandırdı:

    şimdi sınıf başkanlığı yok mu lan?...
  • ilkokul 1-2-3 ortaokul 1-2-3 ve 1 dönem lisede sınıf başkanlığı yaptım. orta 1 de sınıf mevcutu 52. sıralarda 3er li oturuluyor.her sabah yoklama al,konuşanları tahtaya yaz ne günlerdi be.
  • nasil bir neslin torunlarisiniz olum bi bitiremediniz.

    örn ; alaturka tuvalet gören nesil, altına sıçan nesil vs bu nedr abi!!!
  • imrenerek baktığım nesil. hep sınıf başkanı olmak istemiştim ilkokuldayken. sınıfta bir tane "sınıfın en çalışkanı olan" bir kız vardı, hep onu yaptılar başkan. yazıklar olsun lan, bi şans verseniz herkesten güzel yönetirdim o sınıfı ben.
  • hiç merakım olmadı, defterden sorumlu olurdu başkan,ben ise defteri çalan adam :d nasıl başkanlık yapabilirdim ki kendim çalıp kendim oynayamazdım ya :d
  • hep merak ederim, ilkokulda sınıf başkanı olan çocuklar büyünce ne oldular diye.

    hani liderlik yetenekleri vardı ya hıamına...
  • ilerde ak parti gençlik kollarinin gözdeleri olacaktırlar...
  • hiç olamadığım şeydir. çok da saçma bir cümle oldu ama neyse. nedense beni hiç başkan yapmadılar, bir kere gerçekten çok isteyerek aday olmuştum 1 kişi bile oy vermedi. hala nedendir anlayamıyorum, o kadar mı sevmediniz, o kadar mı istemediniz acaba? derslerde konuşan bir tiptim ama o kadar da kötü bir öğrenci değildim. buna karşılık ilkokul yıllarımdaki en iyi arkadaşım her zaman başkan olurdu en kötü ihtimalle başkan yardımcısı olurdu. her zaman o istediği kollara girerdi ben kimsenin istemediği kollara zorla koyulurdum. düşününce bu kadar dandik bir şeyin hafızaya böyle işlemiş olması, kocaman bir ukte bırakmış olması çok kötü. ama yapacak da bir şey yok artık.
    o arkadaşımla yıllardır görüşmedik sosyal medyadan görüyorum ara sıra. akademik olarak belki benden daha gerilerde ama çok mutlu bir ilişkisi var mesela, ben hala yalnız. bak durduk yere neler hatırladım şimdi
hesabın var mı? giriş yap