• (bkz: salvador dali)
  • oliver stone'un çogu filminde oldugu gibi, sol gösterip sonra sagi suratimiza çakan filmlerinden biri... abd'in güney amerika ülkelerini arka bahçesi gibi kullanmasini elestirir gibi görünür ama altan alta da bi amerikan milliyetçiligi islenir ki alt metin dedigimiz seyin önemi de bu noktada ortaya çikar... eh, amerikali da ancak bu kadar solcu olabilir denilebilir... napar oliver amcam? isi öyle bi noktaya getirir ki, aslinda bireysel hatalardan kaynaklanir orda yasanan vahset, katliam... sanki sistemli bir devlet politikasinin ürünü degildir de, bir avuç cia ajani ve basiretsiz bir elçi yüzünden olmustur her sey... yerseniz... haa, kötü bi film mi, oliver stone kötü bi yönetmen mi? yooo, kesinlikle degil... ama söyledigi ya da inandigi sey olmadigi da ortadadir... ben sadece film çekiyorum deseydi biz bu satirlari yazmaya zahmet eder miydik? hayir. ya yaaa...
  • ispanyolca kurtarıcı demek.
  • 70-80 arası türkiye'sini hatırlayınca biz bu filmi daha önce görmüştük dedirten film. yeni bir versiyonu şu sıralar ortadoğu'da gösteriliyor. bu sefer düşman olarak komünistler değil, müslümanlar seçilmiş. (bkz: amerikan faşizmi)
  • güzel bir politik gerilim örneği olan film. oliver stone didaktik olmakla eleştirenler olabilir. ama söyleyeceklerini kafa ütülemeden söylüyor. filmdeki baş karakter sadece bozuk yönetime yükleniyor sanabilir bazı izleyiciler. ama stone'un söyeleyecekleri sadece var olan iktidarla ilgili değil. amerikan'ın yıllar sürdürdüğü politikanın karşısında. vietnam'dan beri akıllanmamış bir yönetim söz konusu. amerika'nın her istediği müdahele edemeyiceği, bazı toplumların kendi kaderlerini tayin hakkı olduğuna dikkat çekiyor. ama tabiiki amerika'nın her ülkeye örnek olması gereken bir abi olduğunun altını çizmesi bir-iki puan götürüyor stone'dan. filmdeki komünist düşmanı amerikan yönetiminin suçlamalarını orta yol bularak kaçıyor stone. biraz yan çizdiği söylenebilir.
    bunun haricinde kurgu ve sinematografi olarak üst düzey bir film. gerilla'ların (filmde sadece 5 dakka gözükmelerine karşın) 4000 kişi ile yaptıkları intihar olarak nitelendirilebilecek devrim denemesi kalplerde buruk bir tat bırakıyor.
    oyunculukdan öne sıyrılanlar james woods ve john savage. yozlaşmış savaş muhabiri olarak woods hem nefret hem empati duygularımızı aynı anda tetikliyor. savage ise adeta savaş fotoğrafçılığının isa'sı konumuna yükseldi gözümde. hair'dan beri görmediğim bu abimizle de özlem gidermiş oldum.
    güney amerika ülkelerindeki diktatörlüklerin durumunu ve amerika olan bağlantılarını incelemek için de ideal bir film.
  • manuel huerga'nin yonettigi, daniel bruhl, leonor watling ve rubén ochandiano'nun oynadigi 2005 yapimi ispanyol filmi. film, anarsist bir adam olan salvador puig antich*'in hayatina ve ispanya'nin diktator francisco franco yonetiminden kurtulmasi donemine denk gelen 1970'lerde ispanya'da geciyor.
  • portekizlilerin 1500lerde geldiği brezilya şehri. brezilyanın ilk şehri ve ilk başkenti de yine bu şehirdir. ayrıca sanırım brezilyanın en büyük körfezi olan "baia de todos os santos" da bu bölgededir ki türkçe karşılığı azizler körfezi olsa gerek.
  • oliver stone'un sozde muhalif ve amerika karsiti filmidir. sinematografik onemi, stone'un ilk yonetmenlik denemesi olmasidir. 1986 tarihli filmde, james woods* ve james belushi* oynamıştır. woods, yalniz kendisi dusunen, cikarci ve gazetecilik mesleginden bihaber gazeteci richard boyle karakteri ile en iyi erkek oyuncu oscar'ina aday olmustur. filmin baska da bi numarasi yoktur..
  • manuel huerga'nin yonettigi, daniel brühlün salvador puig antichi canlandırdığı film.

    "moda" üzerine düşündürten bir film oldu beni. ilk defa el crimen del padre amaro ile tanıştığım ve birçokları gibi benim de rahatça benimsediğim gael garcia bernal geldi öncelikle aklıma. amores perros ve la mala educacionda karakterini oturtan bernal'i, motorcycle diariesde izlemek, iyi bütçeli, naif bir "che" anlatımı sorusu ile birlikte, benimseyebileceğimiz bir devrimci profili çizdi bile. "benimseyebileceğimiz"den kastım, sanki biraz oyunculuk ve iyi bir makyaj ile, güzel bir set önünde kendimizi yerine koyabilmemiz anlamında tabii. "önemli" konularda, ünlü ve belirli karakterler sonucunda kendi kimliğini oturtmuş oyuncuların oynamasının anlamı ne olabilir? gael garcia bir orta amerikalı (meksika), daniel brühl, canlandırdığı karakter gibi bir katalan ve eminim ki her ikisi de en az, birçok gencin içinde deniz gezmişi hissettiği kadar hissettiler oynadıkları karakterleri. zaten soru da buradan geliyor.

    filme dönersek: salvador puig antich, baba karakteri ile çatışma halinde olan, orta-yüksek gelir tabaka bir ailenin çocuğu. kendi iç çelişkilerinden biri de muhakak ki, daha sonra hapishanede gardiyanın da kendisine ifade ettiği gibi "burjuva devrimcisi" olup olmadığıdır. manuel huerga filmle birlikte kesinlikle bu duygunun üzerine oynuyor. "burjuva bir aktörü, burjuva bir seyirci kitlesine sunarak" diyebilecek kadar kaba bir prototip kurabiliriz. 1970'ler kamplaşmasının bir parçası olmayı, evde hiçbirşey yapmadan sessiz durmaya, ve futbol seyretmeye yeğleyecek kadar da girişimci (!) kendisi gibi birkaç arkadaşı ile birlikte, banka soyarak elde ettikleri parayı, işçi hareketlerine sermaye olarak kazandırmak istiyorlar. film boyunca, "mil" adı verecekleri bu örgütlerinin herhangi bir sendikal veya diğer işçi örgütlenmeleri ile ilişkiye girdiğini görmüyoruz halbuki. peki o zaman puig ve arkadaşları neyi amaçlıyorlardı? aslında, karşı durmaları gereken bir şey olduğunu farkeden bir grup genç olarak, "almaları gereken bireysel tavırları kolektif bir bütün içinde alabildiklerini görebilen" bir grup insanı mı? aslında, huerga, bu sorgulamayı karakterlere yaptırdığı gibi izleyiciye de yaptırırken, eminim kendisi de sıklıkla aynı süreçten geçmişti.

    ufak bir flashback'le filmin başında akan jenerikteki "che ve diğerleri" görüntülerini hatırlayayım. çok mu tanıdık demeliyiz? puig'in "mil" grubunun hareketleri 1973 civarlarında gerçekleşiyor. dolayısıyla, (her ne kadar filmde bunu dile getirmese de) ilk seçimle iktidara gelen sosyalist lider salvador allendenin pinochet'nin kanlı darbesi devrilmesi anını televizyondan izlemelerine karşı verilen coşkulu tepkiye, "evet, gerçek devrimci ruhu bu" mu demeliyiz yoksa "mütevazi ama içten bir içerik ile tutarlı davasını yansıtmaya devam ediyor yönetmen" diye ümitlenmeli miyiz? die fetten jahre sind vorbeida genç anarşistlerin (!) iç çelişkilerini en saf haliyle dışarı vurmalarına yardımcı olacak bir zengin patron karakterimiz vardı. bakınız ki, o filmin de başrol oyuncusu daniel brühlidi. 1970ler anarşisinden ziyade 68 kuşağı'nın 2000ler versiyonu olarak berlin sokaklarında gezinen arkadaşlarımız, gerçek 68liler gibi "freelove" olgusunu kabullenip, iç çatışmalarına gem vurabilecekler miydi, bunu izledik. sinir bozucu derecede gerçekçi ve içten gelmişti o reçete. burada ise, gittikçe başarılı bir duygusallığa kayan, içten içe "puig benim" dedirten ama bir yandan da, sırf bu yüzden ufak karın ağrıları çektiren güzel bir film var elimizde.

    puig'in, ne kadar da konu ile ilgisi olduğu konusunda seyirciyi çelişkiye düşüren ufak aşk hikayesinin (tabii ki, filmin ikinci yarısından sonra tamamen drama'ya dönüşen yapısına katkı olması için konulmuştu) dişi kahramanı da, gene bu "yöre"lerden ve bu "janr"lardan ingrid rubioki, bu güzelliği en belirgin olarak noviembrede izlemiştik. taşlar iyice yerine oturuyor. malesef karşımızda, "celebrity"lerden oluşan bir anarşist çete ve yandaşları ve yoldaşları var. kendimizi biraz fazla özdeşleştirebiliyor olmamızdan korkuyorum. çünkü, gerçekten de 1970ler ispanya'sında (elbette 1975'e kadar) sokağa "ölmek" için çıkanlar, bir film setinde yapma tabancalarla birbirlerine ateş edip, filmlerinin galasına güzel arabaları ile gidecek değillerdi. ve biz de "kanyon" sinemasında filmi seyrettikten sonra, eve sağ salim gideceğimizi bilirken, ya da en azından sokakta çatışmalardan değil de, metro hattına yanlışlıkla inebilecek bir "doğalgaz çalışması sondaj ekibi aleti" yüzünden hayatımızın tehlikede olabileceğini düşünürken; o "gerçek" mücadeleyi 138 dakikalık ufak bir porsiyon olarak almış olmuyor muyuz? "mücadele" hevesimiz de bu ufak 2 saatlik porsiyonlar ve artık "ailemizden" sayılan bu tanıdık aktörlerle birlikte harcanıp gitmiyordur umarım, diye düşünerek ayrılmama neden olan, artık-duygusallığa-vurulduğu-andan-itibaren en azından samimi ve güzel bir duygusal; öncesinde de hazmedilebilir bir "anarşiye giriş" temalı film.

    metroda dönüşte, ellerinde tespihli iki mütevazi seyirci, "yeteri kadar sınıf çatışması"nın sergilenmediğinden dem vuruyorlardı. bir tanesi diğerine "sovyet sinemalarında bazı örneklerini bulabileceğini" söylerken (izlemediğim) eve dönüşten kat be kat iyi, ve sinema-tarih buluşması kapsamındaki filmler arasında, izledikleri en iyi film olduğunda hem fikirdiler. şükür ki, herhangi bir boru metroya isabet etmedi veya eve dönüşlerimizde, serseri kurşunlardan birine denk gelmedik.

    (bkz. http://ocavusoglu.blogspot.com/…alvador-zerine.html)
  • jamie t şarkısıdır. oldukça güzel ilgi çekici bir şarkıdır ve aynı özelliklerde bir klibi vardır.

    from here to salvador, the ladies dance
    to fill us reckless sons with passions of the heart

    i’ve been round this town for so long, she’s been dancing since the first day
    i’ve been all around but i love coming back to see lucy

    she swings me over to pull me out,
    twirls around and i fall about, in giggles and laugher, oh i’m plastered, can’t damn help it i’m sorry love

    whats to falling feeling feet
    great for bouncing round these streets
    theyre lonely like you, are for me, to ask for a dance or two

    a heart of gold, and a face so pale, with a second hand dress and lips of a temptress

    bar stool banshee, howled out at me,
    the kings and queens at the clubs evolved from pubs
    and two much broken heart love
    singing up the blues in locked boxed bedroom,
    a wop bop baloo bop ta wop bamboo
    are you going to take the chance
    why do you care no one plays fair
    and neither do the lords of the dance

    from here to salvador, the ladies dance, to fill us reckless sons, with passions of the heart

    well it’s a bang bang anglo saxons at the disco
    a tish you all fall down
    hound dogs round on the prowl
    for the next young girl, who told her daddy,
    “i’m going round gemma’s to learn and study, i’m young and so free and i’m kinda sexy, and when i’m on the floor all the boys they feel me, and old dear diary’s never been a friend of mine.”

    from here to salvador, the ladies dance, to fill us reckless sons, with passions of the heart
hesabın var mı? giriş yap