• 13. yuzyil floransa'sinda in$aa edilmi$ gotik kilise. ba$ta mikelanj olmak uzre pek cok unlu florentine'in mezarinin bulundugu mabed.
  • galileo'nun mezarinin da burada oldugu iddia edilir. su anda restorasyonda oldugundan bilet alarak girilir. giotto'nun pek cok freski de burada bulunur.
  • stendhal sendromu'nun ilk kez ortaya ciktigi yapidir. rivayete gore marie henri beyle stendhal floransa'da bulunan santa croce'yi gordugunde oylesine heyecanlanmistir ki, bayginlik gecirmistir. sendorumu bana yasatmamis olsa da, guzel bir yapidir, gorulesidir.
  • santa croce bazilikası nın kısaltılmış ismidir. dünyadaki en büyük fransisken kilisesidir. floransa katedrali nin 800 metre güneydoğusunda santa croce meydanı nda bulunur. en önemli özelliği içleri giotto ve onun öğrencileri tarafından dekore edilmiş altı şapeli ve içinde bulunan ünlü kişilerin mezarlarıdır. burada mezarları olan önemli italyanlar için küçük anıtlar dikilmiştir. bu kişiler arasında leon battista alberti, vittorio alfieri, eugenio barsanti, lorenzo bartolini, julie clary, leonardo bruni, dante (kendisinin gerçek mezarı ravenna dadır), ugo foscolo, galileo, giovanni gentile, lorenzo ghiberti, vittorio ghiberti, niccolo machiavelli, carlo marsuppini, michelangelo buonarroti, raffaello morgheni, gioacchino rossini, guglielmo marconi, enrico fermi vardır. kilisenin giriş kapısına yakın dantenin bir heykeli vardır.
  • kutsal haç kilisesi olarak türkçeleştirebileceğimiz en büyük fransiskan kilisesidir. calcio storico denen kanlı futbol bu kilisenin önündeki meydanda özel kurulan bir kum sahada oynanmaktadır.
  • 1984 yılında avlusunda cinuçen tanrıkorur ile birlikte konser vermiş kıymetli hoca ihsan özgen, pan yayıncılıktan çıkan* "avludaki ses" isimli müthiş kitabında şöyle anlatmış santa croce'yi:

    "..firenze'de* keyifle, dolu dolu geçen üç günlük gezi sonundayız. nihayet konser günü geldi. santa croce'nin avlusundayız. burası rönesans öncesi italyan, daha doğrusu güney avrupa-akdeniz mimarisinin sıcak üslûbu ile yapılmış bir ortaçağ kilisesi. kuzey avrupa'daki katedraller gibi ne yüksek, ne de insanın üzerine geliyor, alışık olduğumuz mimarî ölçülere hiç yabancı değil. bizim eski kervansarayları, türbeleri, medreseleri andırıyor. taş avlu revaklarla çevrili. aşina olduğumuz revaklı avluda ferahlık duyuyor, kendimizi evimizde hissediyoruz. kilise duvarlarında giotto'ya* ait olduğunu tahmin ettiğim rönesans öncesi freskolar hâlâ duruyor. havanın bin yıllık nemi ile çimlenmiş asırlık taş duvarlar, zamanı geniş alnında biriktirerek bu güne taşımış misafirleri için.

    galata'daki eski kuledibi mevlevihanesi** ve santa croce birbirinden ayrı düşmüş kardeşler gibi. bunlar ve benzerleri çok eskiden aynı yere, yan yana yapılmışlar da sonradan birileri onları ayırmış, her birini bulundukları yerden alıp uzaklara taşımış sanki. ama kalın duvarları içinde soludukları hava hep aynı, ağaçları, bulutları, yağmuru hep aynı. kuşlar asırlarca hep aynı şarkıyı söylüyor. insanlar bu mekânlarda zaman ötesinin ortak anlamı olan kültürü paylaşıyor.

    sahne için çok da yüksek olmayan podyum, arkasına avlunun efsanevî duvarlarını almış.şark üslûbundaki halının üzerinde iki sandalye, mikrofonlar var. çiçek veya benzeri eklektik dekor unsurlarına yer yok burada. sadelik, eskinin ihtişamına dokunmadan küçük ve basit ayrıntılarla bütünleşiyor. avlu, gecenin gri-mavi koyuluğunda derinlemesine uzanıyor, yılların içinden gelen görgüsüyle ağırbaşlı ve saygılı, fark gözetmiyor kültürler arasında, kendinden emin, hareketsiz. ay, insanların yüzüne gülümsüyor, kendi rengini verip aydınlatıyor, gereksiz ayrıntıları süpürüyor, şekiller düzleşip matlaşıyor.

    ciltleri pürüzsüz heykeller gibi, eskilerden, sanki taş avlunun yapıldığı günlerden beri orada oturmuş sessizce bekleyen, buzlanan ayın uzattığı serin suyla mutluluğa bürünmüş fildişi çehreli insanlar, hepsi, bu mekânın ezelî dinleyicileriydi. podyumdan yükselen ses göğüs kafeslerini şişiriyor, ebedîleşmiş yüzleri akşamın rengini alıyor, musıkî çalgılarımızdan koparak kurtuluyor, genişliyor ve gerçek sahiplerinin bedenlerine kavuşuyor. şu sağ tarafta oturan gençlerin aşkı ıtri'nin* pençgâh bestesinde yüceliyor: "hem sohbet-i dildar ile mesrur idik evvel" [dinlemek isteyenler için: şuradan]

    cinuçen'in* sesi o akşam avlunun duvarlarına yazıldı. akdeniz'in bağrında saklanan güzellik, uzaklardan getirilmiş bir yadigâr olarak asırlarca orada kalacak. elindeki saz başka bir şey, yay gibi gergin, udun çok ötesinde, tanburî cemil'in* bahçesinden kopan taze bir dal parçası, henüz kurumamış, ıslak. ustaya duyduğu aşkın eseri santa croce'nin avlusunda.

    firenze'de santa croce (kroçe). ayın buzlu ışığında fildişi insanlar, ıtrî, tanburî cemil, cinuçen, freskolar, revaklar, çimlenmiş kalın duvarlar arasında nefes nefese sanki leonardo'lar*, mikelanj'lar* ve rafaello'larla* birlikte, galata mevlevihanesi'nde şeyh galib'in huzurundalar. ayinhanlar, tenorlar, sopranolar dede'nin* hüzzam ayini'ni*, bellini'nin* norma operası'nı, burada söylüyor, santa croce'nin avlusunda."
hesabın var mı? giriş yap