• faik baysalın hikayelerinden biridir,anadolu delikanlısı "kavrukun" adapazarında başına gelenleri anlatır.
  • sanki kıyıda köşede unutulmuş halbuki fevkalade nefaset bir roman...
  • faik baysal'ın başvurduğu yayınevi patronlarından biri pis bir şey koklamış gibi burnunu tıkaya tıkaya okuduğunu, kendinden iğrendirdiğini ve içine biraz parfüm ve bir avuç istanbul kadını serpiştirilip, bazı bölümleri de çıkarılırsa basabileceğini söylediği romandır.

    saruvan'ın bereketli topraklarında saklı olduğuna inanılan çil çil altınlardan nasibini almak üzere köye adım atmıştır kavruk adlı kahramanımız. umduğunu bulamaz ancak garibanlığının altında ezilir. hangi kapıyı çalsa, bir başka olay gelir başına. fakirdir ama hayalleri vardır. mutluluk kavruk için güzel bir hayaldir sadece, ekmek çaldığında yakalanmadığı, karnını doyurabildiği ölçüde mutludur.

    "ben mutluluğu hiç bulunmayan bir yerde aramaya çıkmış, bir torba parada bulacağımı sanmış, dayaklar, küfürler yemiştim uğrunda. onu artık hiçbir yerde bulamayacaktım. gerçekte mutluluk denen şey güzel, hepimizi peşinden koşturan allı pullu bir yalandı. bugüne kadar ne yüzünü gören, ne de elini tutan vardı dünyada. hele hele hiç uğramamıştı sarduvan'a. neydi bu yalan öyleyse? bir masal bile değildi. bir çocuğa göre kırk gün kırk gece süren bir bayram, gelinlik bir kıza göre cebi dolu ahmak bir koca, serserilere göre sıcacık bir ekmekle bir bardak rakı, damı akmayan küçücük bir oda, benim için de şimdi ölümdü."

    der kavruk. ama öldüremez kendini. çünkü onu yaşama bağlayan en önemli şey aslında içinde yaşadığı toplumun ağalarına, paşalarına, efendilerine duyduğu nefret ve kıskançlıktı. onu ölümden uzaklaştıran en önemli şey içinde yaşattığı "kavruk efendi" idi.

    "bu son hem namuslunun, hem de namussuzundu. hiçbirimizi almamazlık etmeyen sadece topraktı. ayırım yapmayan, adil olan yalnız oydu. toprağın altında ne ağa ne de kral vardı. direnmem, yaşamam gerekti. bir insanın dünyada yapabileceği en büyük enayilik ölmekti. canımı n'olursa olsun korumam gerekti. ekmek çalmanın neresi suçtu? gerçek suç bile bile ölüme boyun eğmekti. ha namusunla kazanmışsın ha çalmışsın. çekip alıverince aradan onur palavrasını iki ekmek de karın doyuruyordu. hakkımdı, çalıp çırparak da olsa yaşamak hakkımdı... bir ekmek çaldımsa n'olmuştu sanki? ağalar paşalar dünyayı çalıyordu, kimse de sesini çıkarmıyordu. asıl hırsız, ölmesi gereken namussuzlar onlardı…"

    dünyaya sefil bir şekilde düşen kavruk, yine sefil bir biçimde yaşamına devam eder. bu romanda mutlu son yoktur. bu roman baştan aşağı bir tokattır aslında.

    "hayat buydu, bir kadın, bir erkek ve yarı karanlık bir oda. çirkindi, çok çirkindi gerçekte bu. kralı, ırgatı böyle bir odada açıyordu gözlerini dünyaya. peki, ama ikimiz de aynı yoldan geldiğimize göre ben niye ırgattım, o niye kraldı? bu hepsinden de çirkindi, iğrençti. bu rezilliği ortadan kaldırmak için dövüşmeye, ölmeye bile değerdi. gerçekte birer böcek, birer sinektik hepimiz. sen de ben de yaseminler'in karnındaydık. yaseminler de bizim karnımızdaydı. birbirimizin içinden çıkıp duruyorduk boyuna."

    gerçekten de pis kokan bir romandır bu. "sarduvan'ı okuyun!" diye seslenir faik baysal okurlarına, "iğrenseniz de kokusuna burnunuz dayanmasa da okuyun... söven, tüküren, sümküren, tutsak olduğumuz birtakım ahlak kurallarını ve garibanlığımızı alnımıza kader olarak yapıştıran geleneklerimizi bir yana itiveren bu insanlar gerçekte biziz. bunların hepsi bizim dışa vurmaktan korktuğumuz ikinci yüzümüz... iğrensek de, sevsek de sevmesek de bu insanlar biziz."
hesabın var mı? giriş yap