• toplu halde naraları, ruhta senfoni orkestrasından daha derin etkiler bırakan başarılı ve yetenekli ekibe verilen ad
  • orhan kemal'in 1959 yılında yayınlanan sarhoşlar isimli eseri aşağıdaki hikayelerden oluşmuştur.

    1 - sarhoşlar

    2 - streptomycıne

    3 - kamyonda

    4 - ayşe hoca

    5 - yaşasın hürriyet

    6 - celfin eti

    7 - parkta

    8 - gurbette

    9 - küçükler ve büyükler

    10 - hatice akdur vesaire

    11- naylon hikaye

    12 - av

    13 - odacı

    14 -

    15 - yabancı

    16 - sevda

    17 - delikanlı

    18 - dilekçe

    19 - delibozuk

    20 - tokat

    21 - velinimet

    22 - berduşlar

    23 - iş adamı
  • orhan kemal'in sarhoşlar isimli eserine adına veren kitapda ki 1. hikaye

    " dokuz çocuk babası olan turgut şen, küçük bir memurdur. kırkını bitirmek üzeredir. saçları dökülmüş, avurtları birbirine geçmiştir, alnı da kırıklar içinde... bereketli bir tarlaya benzeyen karısı, allah'tan korktuğu için çocuk düşürmez. eltisi ondan bahsederken < aptal > der... "
  • (bkz: orhan kemal)

    1959 yılında yayınlanan kısa öyküler kitabı.

    dönemin insanlarına; memurlara, ırgatlara, yazıhanelerde çalışan patronlara ve veremden solan hayatlara yakından bakmanızı sağlayan bu öyküler aynı zamanda yakın ve pek çoğumuz için nostaljik bir geçmişe yeşilçam filmleri tadında bir uzanış. kimi zaman neşeli, kimi zaman hüzünlü ve kimi zaman da buruk bir tat veren bu öyküler, orhan kemal'in gözlem gücünün şahane bir örneği.

    kitaptaki ''ayşe hoca'' öyküsü, türkiye'de çocuklara uygulanan psikolojik şiddetin dini zorlama boyutunu geçmişten bir gözlemle anlatması bakımından oldukça dokundu.
  • yetmişmetrekare bir evdi. aile içi bir efsaneye göre dedem işten (balık tutmaktan) sarhoş kafayla gelip bu evi ufak ufak, tek başına yapmış. dışarıdan baktığınızda deterjan kutusu gibi bir şeydi. camları sokak seviyesindeydi ve benim yatağım cam kenarındaydı, kış gecelerinde, çift battaniyeyi üstüme çeker, perdeyi aralar, sokakla aramda sadece birkaç milimlik cam olmasına rağmen dışarının nasıl bu kadar yabani ve soğuk; içerinin ise nasıl bu kadar güvenli ve sıcak olabildiğine akıl erdiremezdim. bütün yalnız ve kendi içine konuşan çocuklar gibi, düşünmeyi, hayal kurmayı, kendi kendimin kahramanı olmayı severdim. burnum buz gibi cama dayalı, dışarıda kalanların haline acırken karanlığın içersinden şener gelirdi.

    şener hayli çocuklu, hayli sarhoş, acaip bir adamdı, karısının da onun da ne söylediğini anlamak mümkün değildi, onu fırınlara un taşırken, kurban yerlerinde sığırtmaçlık ederken, balıkçıların kasalarını indirirken, nalbur ayakçılığı yaparken, lağım çukurları açarken gördüm, kimbilir kaç işe daha bulaşmış bir “ne iş olsa yaparım abi!” adamıydı, her akşam mesaisinden sonra içer, körkütük sarhoş olur, sonra evinin alışverişini çocuklarının rızkını almayı asla ihmal etmeden eve yollanırdı, yolu penceremin önünden geçerdi, elleri dediğim gibi hep dolu olurdu, o kafayla haassas bir saat pandülü gibi sokak boyunca enlemesine olarak bir sağa bir sola yalpalar, fizik kurallarına aykırı vucut eskivleri çizer ama elindekileri asla yere düşürmeden anlaşılmaz şeyler haykırarak evine doğru giderdi…

    bir gün karısı öldü şener'in, sarhoş kafayla araba kullanan hayvanın biri öldürdü, çarpan bir zengin piçi çarpılan adı hiçbir vergi levhasında geçmemiş, sefalet içersinde yaşayan bir gariban kadıncağız olunca kimse davasını gütmedi,söylediklerine göre, yolkenarı asfaltın üzerinde cançekişirken "evlatlarıma söyleyin sımsıkı tutunsunlar birbirlerine, babalarına..." diyebilmiş o kadar... o gece şener, yine elleri dolu, yine sarhoş ama bağırmadan, içini çeke çeke ağlayarak geçti penceremden, bir tek ben gördüm….

    şener, sokağın bana uzak olan karanlık ucunda sesiyle beraber sliütini de alıp kaybolduktan kısa bir süre sonra penceremin diğer sarhoşları; manyelci ali, braytner kamil, coco fikret beşer dakika arayla ellerinde günlük nafakalarıyla, hepsinin kafası bir dünya, bağıra çağıra gelir geçerlerdi, en son şampiyon ali gelirdi, benim dedem… daha doğrusu sesi gelirdi önce…

    “buzdolabı, sandal bir de ev cyrano'nun…!! aslanımmm”…bir gayrimenkul ve iki menkulden ibaret malvarlığını her akşam bana vasiyet ederek bağırmak suretiyle eve gelirdi… cama burnumu dayamış onu beklediğimi bilirdi, tam karşı kaldırıma oturur, bana bakıp bakıp ağlar, ceketinin ceplerine doldurduğu paralarla karman çorman sakızları, çikolataları, oyuncakları camımın dibine sererdi,hep ağlardı ne yapacağımı bilemez ben de ağlardım, biri kocaman biri ufacık, aynı kandan iki çocuk camın iki yanında ağlaşırdık. ondan bana ne sandal, ne ev ne de buzdolabı kaldı, büyüyememektir bana mirası dedemin...

    felç geçirdi, çok çekti, babam ona saksıdaki bir narin çiçek gibi itinayla baktı, öldü ama… onu göndüğümüz günün gecesi, pencerem ben bir de sokak beraber ağladık… hayatta benimle en çok gurur duyan adam, varlığımın mutluluk sebebi olduğu tek insan, kocaman yürekli bir sarhoş adam… şampiyon ali… benim dedem…onun da elleri hep çoluk çocuğunun nafakası ile dolu olurdu…

    bu adamlar hep çok içerler ama asla eve ekmek götürmeyi ihmal etmezlerdi, karılarını çocuklarını dövdüklerini de ne duydum ne gördüm, niye içerlerdi bilmiyorum ama içmeleri evlerine vakitlice dönmelerine, evlad-ı ayallerine ekmek götürmelerine engel olmuyordu, güzel adamlardı…

    çok pencere değiştirdim sonra… hiçbirinde sarhoşlar olmadı… şimdiki penceremde, yatağıma yatıp sağıma döndüğüm zaman istanbul boğazını; karadeniz girişinden tarabya'da dirsek yaptığı yere kadar görebiliyorum, penceremde sarhoşlar yok, gemiler var, uzun zamandır. gemiler de ayrı bir maceradır, onu da anlatırım….
hesabın var mı? giriş yap