• 23 haziran 2003 tarihinde radikal gazetesinde neşe düzel'in röportaj yaptığı kişidir.
    1980 döneminde diyarbakır cezaevinde uzun süre kalmış, gördüğü insanlık dışı uygulamaları, işkenceleri bu röportaj vasıtasıyla anlatarak bizi insan olmaktan utandırmıştır.
  • yasadiklarinin kucuk bir ozetini okumak bile dehset icerisinde kalmama neden oldu.
    ve bu, onun yasadiklarinin-hissettiklerinin belki de milyonda milyarda biri.
    kadir gecesi, hayatinin geri kalan kisminda huzur ve mutlulugu icin dua ettiklerimden sadece biri.
  • bugün bir kahvede kavga esnasında rastgele açılan ateş sonucunda öldürülmüş eski diyarbakır cezaevi mahkumu.

    http://www.radikal.com.tr/…d=552999&cres=1#fc552999
  • 2003'de kendisiyle yapılan ropörtajı ara ara yeniden okur, vicdanımı, nefsimi terbiye ederdim.
    bu sabah öldürüldüğü haberini aldım.
    diyecek tek kelimem yok.
    lanet olsun!
  • olur da diyarbakır cezaevi bir gün müze haline getirilirse, selim dindar'ın cezaevi anıları hoparlörden okunmalı.

    "avlunun ortasında bir kapak vardı. oradan hapishanenin ya da mahallenin lağımı akıyordu. her birimiz tek tek o lağım suyunun içine indiriliyorduk. lağımın içinde nefesimiz kesilene kadar tutuluyorduk. diyarbakır cezaevi'nde yatan herkes yaşadı bunu. o pisliği içmedim, yemedim diyen gururu yüzünden yalan söylüyordur. bir de avluda sırtüstü yatırılıyorduk. bacaklarımızı yerden on beş santim yukarıda tutuyorduk. bacağı düşen dayak yemek için sıraya giriyordu. kıştı, bir hafta boyunca gece o beton avluda suyun içinde yatırıldık. ihtiyacımızı suyun içinde yapıp, ısınmaya çalışıyorduk."

    (bkz: komutan co)
  • en son bilgi üniversitesi'nde 5 no'lu cezaevi 'nin galasında görmüştüm. çıktı kürsüye, konuştu, o kadar içten konuştu ki, hem kendisi ağladı hem onu dinleyen bizler ağladık. o kadar samimi, o kadar gerçekti ki kendisini ifade etme biçimi. yıllar önce neşe düzel'e verdiği röportajında da söylemiş ya, "anlatmak istiyorum, diyarbakır cezaevi'nde olanları herkes bilsin istiyorum, içimdeki frene basamıyorum ve herkesin önünde hüngür hüngür ağlıyorum, ağlıyorum..." diye. işte öyle bir hali vardı, içindeki frene basmayan, basamayan. şu anda ahmet türk dahil kürt özgürlük hareketinin bir bölümünün dahi bütün ayrıntılarıyla anlatmadığı, anlatamadığı bu insanlık dışı deneyimi anlatmak için yaşıyordu sanki. neşe düzel'le yaptığı o röportajda yaşadıklarını anlatma biçimi, yaşananların sarsıcılığı sadece benim için değil, biliyorum ki bizim kuşaktan birçok insan için kürt sorununun yakıcılığını anlamak bakımından bir milat, bir dönüm noktası olmuştur.

    cizreli kürt evladı, bu dünyada huzur yüzü görmeyen ruhun umarım aradığı huzura kavuşmuştur. mekanın cennet olsun.

    "-işkence görmemiş kimse var mıydı hapishanede?
    -yoktu. itirafçılar dahi işkenceyi gördü. elimde sigara söndürme izini görüyorsunuz. yumurtalık bölgemde de sigara, kibrit söndürdüler. mahkemede bir hemşerime tebessüm ettim diye bir gardiyan elime beş milimlik çivi çaktı. copu ısırtıp, tekmeyle vurdular ve sonra ağzımdan dişlerimi copla birlikte çıkardılar. ağzıma soktukları copu sağa sola döndürdüler, gördüğünüz gibi ağzımı bir yanından yırttılar. insanoğlunun bunları nasıl yapabildiğini hâlâ kavrayamıyorum. gözümün önünde öyle çok olay oldu ki. ölümler, işkenceler... abbas çelik diye bir köy sahibi vardı. oğluyla birlikte içerideydi. oğluna soktukları copu çıkartıp babanın ağzına veriyorlardı. sonra babaya soktuklarını oğlunun ağzına veriyorlardı. batmanlı veli gürgen adlı bir genci de babasıyla getirdiler ve babasının gözünün önünde işkenceyle öldürdüler."
  • öldürüldüğü gecenin sabahında 5 no'lu cezaevi 'ni izledim. her şeyden habersizdim. yüreğime en çok dokunan hikayeydi onun anlattığı. oradan yaşanan vahşetin, acının ve korkunun özeti gibiydi. iki arada kalmış. ferhat abisinin son isteğini yerine getirmekle işkenceden geçmek arasında. o güzel kürtçe türküyle, ferhat kurtay 'ın yanık bedenine veda edecek olan ruhunu huşuyla uğurlamış.
    bugün öğrendim öldüğünü, tepki veremedim. yine arada kalmış, kendisine sığınanı vermemiş zorbalara ama bu sefer kurşun düşmüş payına. umarım, onun yaptığı gibi, bir cizreli de ona aynı türküyle veda etmiştir, kurşun yağmuru altında. ruhu şad olsun.
  • esat oktay yıldıran'ın yapamadığını bedavaya biri yapmış. dumura uğramış belleklerimizi bir röportajla tekrar bize hatırlatmış bir adamdı. yaşını başını almış 12 eylül mağdurlarının bile unuttuğu karanlık , ürkütücü bir tarihi bize hatırlattı.
    diyarbakır cezaevinden çıktıktan yıllar sonra "bugün 43 yaşındayım, diyarbakır cezaevi'nden konuşulduğunda hâlâ hayattan kopuyorum. içimdeki fren boşalıyor, bağırmak, ağlamak, haykırmak istiyorum. benim hanımım ve çocuğum var. kalabalık bir ailem ve dost çevrem var. içimdeki frene basamıyorum ve herkesin önünde hüngür hüngür ağlıyorum, ağlıyorum" diyordu röportajda.

    kayıtlara göre haraççı üç beş pisliğin kuduz mermisi öldürmüş selim dindar'ı. yazık olmuş. "ya devlet başa ya kuzgun leşe" demek istersin de hiç bir hükmü olmaz birileri için. dindar, kuzgundan da devletten de çekmiş. ömrü 50 yıl vefa etmiş .
  • türkiye'nin en talihsiz evlatlarından biri.

    çok değerli biriydi. o hiç selim dindar olmadı. selim abiydi.

    1980 darbesinden sonra açılan diyarbakır hapishanesinde üç yıl (dile kolay üç yil) kalmış sağ çıkan bir avuç kürd'den biriydi o... henüz 20 yaşındaydı. gencecikti.

    o kadar güzel konuşurdu ki, her sözünde, her bakışında hayatı boyunca çektiği acıların, sıkıntıların ve dehşetli elemlerin izleri görülürdü. "kardeşim" diye hitap ederdi hep.

    2004'te neşe düzel'e radikal gazetesinde verdiği röportajı okurken tüylerim diken diken olmuştu. bir insana yapılan bu işkenceleri, zulümleri bir insan yapamazdı. bunu yapanlar insanlıktan çıkmış olmalıydı. şöyle diyordu: "24 saat dayak vardı. mahkemede bir hemşerime tebessüm ettim diye bir gardiyan elime çivi çaktı. bir copu ısırtıp tekmeyle çeneme vurdular. ağzımdan dişlerimi copla birlikte çıkardılar. copla ağzımı yırttılar.
    'lağım içiriyorlardı'
    bir 'komutan co' vardı. hücreleri geziyor, oturan olursa havlıyordu. o köpeğe biz 'komutanım' diye tekmil veriyorduk. herkesi avlunun ortasındaki lağıma sokup pislik içiriyorlardı. çok kişi işkencede öldü."

    gene hep barışı savundu hep... hiç kin gütmedi. en son üç yıl önce görmüştüm onu. mütebessim simasını hiç bir zaman unutmayacağım...

    türkiye'nin en namuslu, en temiz ve en dürüst iş adamıydı o. kör kurşuna hedef oldu. babası gibi, abisi gibi o da feci şekilde can verdi.

    diyarbakır hapishanesindeki mahkumlara yapılan işkenceleri, zulümleri ilk haykırabilenlerdendi. amacına da ulaştı... "bu kalp seni unutur mu" dizinini danışmanıydı yanılmıyorsam.

    neşe düzel'in yaptığı röportajda insanın tüylerini diken diken yapan ardından gözyaşlarına boğan bir bölüm var:

    "neşe düzel: diyarbakır cezaevi'ndeki mahkûmlardan dördü kendilerini koğuşta yakmıştı. kimdi o dört kişi?

    selim dindar: ferhat kortay, necmi önen, mahmut zengin, eşref anyık. 1981'in sonlarında itirafçılık başladı. itirafçılar ayrı koğuşa kondu, onlara işkence yapılmadı. onlar, spor yapıp, televizyon seyrediyorlardı. itirafçıların sayısı da her gün artıyordu. bu dört kişi, itirafçılara ve işkenceye karşı eylem yaptılar.

    neşe düzel: onlar kendilerini yaktığında siz orada mıydınız?

    selim dindar: aynı koğuştaydım. ferhat kortay hemşerimdi, elektrik mühendisiydi, samimiyetimiz vardı. sabaha karşı saat üç sularında koğuşta müthiş bir patlama oldu. bir arkadaş alevlerin üstüne su döktü. alevlerin içinden bir ses geldi. 'bu bir yangın değil, eylem. kahrolsun işkence, kahrolsun vahşet' dedi.
    alevler küçüldüğünde biz o dört insanı kafa kafaya vermiş gördük. ben ferhat hoca'nın başucuna gittim. eğildim, 'hocam bir şeyler söyle'dedim. dişleri kenetlenmişti. tıslar gibi bir sesle zorlukla, 'bana türküyü söyle' dedi. 'sevdalım' adında çok sevdiği kürtçe bir aşk türküsüydü bu. ben ağlayarak türküyü söylemeye başladım. beni teselli etmek ister gibiydi. ağlamamam için bana tebessüm etti. tebessüm ederken yanaklarından etler dökülüyordu.

    ruhun şâd olsun selim abi...
hesabın var mı? giriş yap