• aynalı penceresini açtığında bir metre uzaklıktaki duvara bakmak zorunda kaldığı otel odasındaki son gecesiydi. o odada olup bitenleri sadece ayna görmüş ve sonsuzluğa hapsetmişti. başka kimsenin bilmeyeceği, rüya mı gerçek mi ayırdına varılamayacak, sürreal bir filmden sahnelermiş gibi geçen ve belleğinde ancak tozlarının kaldığı bu iki hafta kendisini aldattığını öğrendiği için geride bıraktığı kadının ihanetinin ruhunda yarattığı boşluğu doldurmaya yetmemişti. hunharca tükettiği içkiler onu daha derin bir nefrete sevk etmiş; bir şişe içki parasına, sadece uyuşturucu var diye, bazense sırf bir gece kalacak bir yer olsun diye dizleri önünde köleleşen kadınlar artık hiçbir kadınla yüreğinden gelen sonsuz bir tutkuyla sevişemeyeceği düşüncesine saplanmasına vesile olmuştu. yaşamı boyunca idealize ettiği aşk, tutku ve meftunluk halleri gözünde sigara dumanı kadar uçucu ve geçici hislermiş gibi görünmeye başlamıştı artık. içindeki saflığı, inancı, ancak bir aşkla birlikte gerçekleştirilebilecek yıllardır biriktirdiği hayalleri bir daha kimse görmesin ve kendisi de hissedemesin diye bazen kendinden iğrenerek de olsa vahşice kirletiyor; bir daha karşısına kim gelirse gelsin bir insan olduğunu düşünme hatasına düşmeyeceği, bizzat kendisine de insan demeye cüret bile edemeyeceği bir önceki kendini yok etme projesinde bir türlü başarıya ulaşamamanın öfkesiyle aynanın karşısında durmuş kendini tokatlıyordu.

    “beni mi yok edeceksin?”
    “beni mi?”
    “kimsin lan sen?”
    “neyine güvenip orospu kurtarmaya çalışıyorsun?”
    “kimsin oğlum sen?”
    “orospunun götü tövbe tutmaz demedim mi sana?”
    “sen kimsin ki benim sözümü dinlemiyorsun?”
    “kaybol!”

    peşinden pencereyi açtı hemen. ayna gitmiş duvar gelmiş ve kendisi kaybolmuştu artık. karşıdaki duvardan geçen borunun üstünde bir fareyle göz göze geldi.

    “hepiniz aynısınız pis kemirgenler!” diye bilendi ona da. “bekle!” dedi sonra. televizyonun yanındaki bisküvilerden birkaç parça kırıp fareye attı. bir sigara yakıp lobiyi aradı.

    - “hey gaia! n’aber?”
    - “iyidir. oje sürüyorum.”
    - “güzel. ojeli kadınları severim.”
    - “teşekkürler. ne istemiştin?”
    - “bana iki kadın göndersinler, bi siyah bi sarışın. bamidele boşsa o gelsin ve bir sarışın.”
    - “bu gece karaoke gecesi. kızlar kucağında şarkı söylerler ve sonra da odaya çıkarsınız. hem daha ucuz, içki de dâhil.”
    - “o kadar bekleyemem gaia. belki beraber ineriz.”
    - “tamam. arıyorum şimdi.”
    - “hey gaia! marketten viski aldırabilir misin?”
    - “tamam. odana gönderirim. çocuğa bir şeyler verirsin.”
    - “harika. iki şişe morgan. bi beyaz bi siyah.”
    - “tamamdır. otun var mı? yeni geldi, mükemmel. kaçırma.”
    - “var şimdilik ama kâğıt yok. kâğıt da alsın.”
    - “tamam peki.”
    - “teşekkürler gaia. bi tanesin.”
    - “teşekkürler.”

    her şeyi telefonda halletmiş olmanın rahatlığıyla yatağına uzandı ve telefonunu karıştırmaya başladı. geride bıraktığı kadının arkadaşından bir mesaj gelmişti: “ya biliyorum bizimkisi hak etmiş. ama böyle gitmemeliydin. ateş kendimi öldüreceğim diyor. ara beni.”

    “keşke…” diye geçiriyordu içinden. bu devirde kimsenin aşk yüzünden kendini öldürmeyeceğini idrak edecek kadar sahtelikle yüzleşmiş, insanların ancak ne şerefsizlikler yaptıkları ortaya çıkmasın diye veya sadece kıskançlıktan birini, ama kendilerini değil de bir başkasını, gözü kapalı öldürebileceklerini kavrayacak kadar insan tanımıştı.

    yine de aklı rahat durmadı. ateş'in ilgi çekmek için her haltı yiyebileceğini birlikte yaşadıkları sürede gayet yakından tecrübe etmişti. küçük bir ihtimal bile olsa sırf birileri görsün de ona acısınlar diye kendine zarar verebilirdi. arkadaşını boş verip direkt ateş'i aradı. telefon açıldı ama cevap yoktu.

    “ateş…”

    bağırışmalar duyuluyordu. bir erkek sesi, “siktir lan” diye bağırıyor, ateş, “git buradan polis çağırırım!” diye inliyordu. telefon kapandı. tekrar aradı. cevap yoktu. tekrar aradı. ateş telefonu açmıyordu. 21. aramada telefon açıldı.

    “ateş…”

    sadece ağlama sesi duyuluyordu.

    “ateeş…”

    ateş bir şeyler söylüyor ama ağlamasından anlaşılmıyordu.

    “az sonra arar mısın tuvalete gideceğim.” dedi ateş hıçkırıklar arasında. bir bira açıp yarıladı ve tekrar aradı. ateş halen ağlıyordu. kafasından bir ses, “inanma ona” diyordu, “orospunun gözü yaşlı olur!” çaresizliğine acıyıp bir liman olmayı kafasına koyduğu, hiç sevilmediği kadar sevmeye ant içtiği bu kadına değil başka birinin, içindeki sesin bile orospu demesini yine de kaldıramıyordu. kafasındaki sesi susturmak için perdeyi aynalı pencerenin sabit tarafına çekti.

    - “ateş beni dinle, ne oluyor?”
    - “sen beni bırakıp gittin!”
    - “aldattın sen de allahın cezası.”
    - “aldatmadım.”
    - “ulan hepsini gördüm, üstüne her şeyi konuştuk, ne söylesen yalanmış. daha halen ne diyorsun?”
    - “özür dilerim. bu insan olduğum için özür dilerim.”
    - “gittim ben, yokum artık, benden özür dileme…”
    - “n’olur gel ben yaşayamıyorum. bir daha yapmiycam. söz.”
    - “ney?”
    - “bi daha yapmiycam söz. ne olur beni bırakma!”

    odanın kapısı vuruldu. gaia’nın markete gönderdiği çocuk gelmiş olmalıydı. kafasında “orospunun götü tövbe tutmaz!” sözü yankılanıp duruyordu.

    - “birazdan arayacağım seni ateş.”
    - “ne oluyor orada yanında kim var?”
    - “siktir. lan ben soruyor muyum yanında kim var diye? arayacağım birazdan.”
    - “kimse yok. kardeşim buradaydı gitti…”
    - “ya bırak, saniyesinde yalana başladın. bekle biraz. arayacağım.”
    - “kapatma…”
    - “arıyorum birazdan.”

    telefonu kapatıp kapıya gitti. kapıyı açtığında karşısında afro saçlarıyla bir blaxploitation filminden fırlamış gibi duran bamidele ve siyah şeritleri olan sarı bir mini elbise giymiş, uzun boylu, ince vücutlu, iri memeli bir sarışınla karşılaştı. aklında bu zamanlamanın bir işaret olması ihtimaline dair sorular uçuşurken bamidele dudağına yapıştı ve yanındaki sarışın da elini boynuna dolayarak odaya girdi. bamidele’nin kendinden önceki tüm öpüşmeleri serçe gagalamasına çeviren fransız devrimi telefonun çalmasıyla bamidele’nin egemenliği ilan edilemeden sona erdi. kapıyı kapattı ve ikisini de yatağa oturttu.

    - “şimdi bir süre sessiz olmanızı istiyorum. bir iş görüşmesi yapacağım ve çok önemli, sonrasında eğlencemize devam edeceğiz.”

    sarışının gözü komidinin üzerindeki ota takılmıştı.

    - “o arada ben bir sigara sarabilir miyim?”
    - “kâğıt yok.”
    - “bende var.”
    - “tamam. sessiz olun ama…”

    telefon sustu. ne yapması gerektiğine karar veremiyor, ateş'in yanında kim olduğunu düşünmeden edemiyor, odada farklı bir dilde konuşan iki kadın varken ateş'le nasıl konuşacağını kestiremiyor, zaten böyle iki kadın varken neden halen ateş'le uğraştığına akıl sır erdiremiyordu. telefon tekrar çalmaya başladı. ateş bu defa görüntülü arıyordu.

    “lütfen, ses çıkarmayın” deyip telefonu alarak banyoya gitti. klozete oturup, telefonu açtı.

    - “barut?..”
    - “ateş…”

    bir süre hiçbir şey söylemediler. uzun süredir birbirlerini görmemiş olmanın şokundan olsa gerek sadece ekrandaki görüntüye bakıyorlardı. ateş'in gözlerinde buruk, acı, yorgun ve çaresiz bir mut vardı, köşedeki görüntüden gördüğü kadarıyla kendi gözlerinde de kopyası. kameradan bakışmanın ardından gözyaşları gecikmedi.

    - “iyi misin?”
    - “sen iyi misin ateş?”
    - “yok. ölmek istiyorum.”
    - “ben de…”
    - “çok zor.”
    - “ben ne yapayım peki? kolay mı sanıyorsun aldatılmak? ettiğinin sonucu bu, oradaydım ve şimdi değilim işte.”
    - “çok düşündüm. hatalarımı anladım. çok güvenmişim sana ben.”
    - “hislerimiz karşılıklı.”
    - “ben günlerdir bir şey yemiyorum, uyumuyorum bile. ne yapmaya çalışıyorsun? hem bırakıp gidiyorsun hem neden arıyorsun?”
    - “esra mesaj attı. seni merak ettim.”
    - “merak mı ettin?”
    - “ettim. ağlama yeter.”
    - “ağlama deyince olmuyor.”
    - “ne istiyorsun benden?”
    - “bir şey istemiyorum. aradım ve gördüm ki hâlâ sikiş peşindesin. ne yapıyorsan yap. götünü siktim, gırtlağına boşaldım, yerdeki spermlerimi bile yaladın, istedin üstüne işedim. ne istiyorsan yaptım, bunlar değil miydi istediğin, yetti bana da. seninle işim bitti. başka bir halt yaşamayı bilmiyorsun zaten. şimdi başka birine yalvarır bunları onunla yaşarsın, sonra başkasıyla, sonra başka…”

    telefonu kapattı ateş. karşısındaki kadın ağlarken bunları söylediğinden dolayı içinde birikmiş öfkenin şiddetine şaşırmış, daha sözleriyle hıncını alamadan yüzüne kapanan telefondan dolayı daha da sinirli, içeride onu bekleyen iki kadın olmasının verdiği cesaretle böyle rahat konuştuğunun bilincinde ve bu zavallılığa kahırlı, aynı zamanda ateş'e karşı büyük bir acıma duygusuyla dolu ve onun kendisinden başkasına bile bakmayacağını düşünerek onunla bir gelecek kurma çabasında olduğundan dolayı aptallığına hiddetlenmiş bir halde telefonundaki fotoğrafları karıştırmaya başladı. ateş'le birlikte olduğu fotoğrafları tek tek siliyordu. banyonun kapısı vuruldu bu defa. açtı. karşısındaki bamidele poşetleri teslim almış kapıyı işaret ediyordu. siparişlerin parasını ödeyip çocuğu yolladı. bamidele’nin elindeki poşetten siyah morgan’ı alıp kafasına dikti ve sevecen bir ifadeyle bakarak sarışının adını sordu.

    - "lena...”
    - “çok güzelsin lena!”
    - “teşekkürler bebeğim!”

    lena’nın elindeki sigarayı alıp yatağa uzandı. lena da kafasını göbeğine koyup apış arasını yoklamaya başladı. bamidele oturmuş yeni bir sigara sarıyordu. gözlerini kapatmış, lena’nın saçlarını okşarken ateş'in saçlarını okşadığını düşünüyordu. o ateş'in saçlarına her dokunduğunda şükrederken, ateş'in saçlarını her sevdiğinde geçmişi, geleceği, zamanı bile unuturken, elleriyle değil adeta tüm ruhuyla onun saçlarını severken, birisi ona ne vermişti ki ateş bunları hiç umursamadan gidip başkasıyla yatmıştı? herhalde yarrak diye düşündü ya da kokain. nemfoman mıydı ateş? belki ama bağımlı olduğu kesindi. hem son iki haftada onun hayatına dair öğrendiklerini düşündüğünde olmaması da mümkün değildi. "aptal ateş" diye söylendi. ateş'in hissedemeden, gerçeği ve geleceği algılayamadan yaşayan gerçek bir budala ve kesinlikle bir ruh hastası olduğuna karar verdi. içi ateş'e karşı öfkeyle doluydu.

    - “lena...”
    - “evet bebeğim”
    - “bilgisayardan bize müzik açar mısın?”
    - “tabii bebeğim.”

    günlerdir aynı müziklere, aynı şarkılara, onların sürüklediği aynı anlara saplanıp kalmıştı. şimdiyse daha önce hiç tanımadığı birinin hiç dinlemediği müzikler açarak kafasını dağıtmasından medet umuyordu. yeni müzikler keşfetmek, sevdiğin biriyle müzik deryasında iyi kötü demeden müzikten müziğe savrulmak... ateş'le ne de güzel anları vardı böyle. ateş kafasında kamp kurmuştu.

    lena bayağı coşkulu ve seksi bir klip açıp dans etmeye başladı. bamidele sardığı sigarayı yakıp bir fırt alarak barut’a verdi ve o da lena’nın yanına gitti. öpüşüyor, dans ediyorlardı. köhne otel odası kral suitine dönüşmüş, barut kafasını sallayarak ritme uymaya başlamıştı.

    esra'dan tekrar bir mesaj geldi, “arayacak mısın işim var, seni bekliyorum.”

    telefonunu alıp hole çıktı. esra’ya, “ben ateş'le konuştum” yazdı ve bu defa daha sakin konuşmaya karar vererek ateş'i aradı.

    - “ateş… n’apıyorsun?”
    - “hiç. ağlıyorum.”
    - “ağlama ateş. biraz aklını başına topla yeter. artık büyüdün.”
    - “büyümüyorum.”
    - “boş ver neyse…”
    - “özür dilerim seni üzdüğüm için.”
    - “beni üzmen… sorun bu mu sanıyorsun? üç kez telefonumu çalıp gidip sattın parasını kokaine yatırdın. bilmiyorum mu sanıyorsun? bilmezden geldim. sevgi seni iyileştirir sandım. hatta bir ara değiştiğini de gördüm. uzaklaşmıştın her şeyden. hep seni tutuyordum, artık düşemezdin. her şeye rağmen kaldım, tuttum; elini, seni hiç bırakmadım. hep önce sen geldin. her şeyi unuttururum, bu bağımlılıklardan kurtarırım sandım. bir çocuğumuz olursa ve başka bir hayat kurarsak, içinden bir melek çıkacağına inandım. bunlar senin için hiçbir şey ifade etmedi. yapacak bir şey yok. ben yürürüm. sen yokken de yürüyordum. sen de yürürsün böyle. ben yokken de yaşıyordun işte. sorun üzülmem değil, artık sana üzülmeyecek olmam. sen bunu kaybettin.”
    - “sana beni buradan götür demiştim.”
    - “yeni bir işe başlamıştım, sadece biraz zamana ihtiyacım vardı. o gün hemen bunu yapamadım işte.”
    - “işte öyleydi böyleydi. kendini hep benden üstün görüyorsun. ben kafandaki gibi biri değilim. senin sandığın gibi biri değilim ben. sen mi sevdin sadece, sadece sen mi gittin? ben buna alışığım zaten. hepiniz aynı... seviyorum dersiniz, bedava sikilecek karı var diye takılırsınız, işler zorlaştı mı kaçar gidersiniz. hepsi böyle sevdi zaten. sen başka bir şeyi becerseydin. evet yürürüm de yaşarım da. ne diyorsun onu söyle.”
    - “peki. bir şey demiyorum. bi daha aramayacağım. sen de bir şeylerini çalıp uyuşturucuya yatıracak başkalarını bulursun.”
    - “bulurum amına koyyim. çalmadım diyorum anlasana.”
    - “o kokaini bedavaya mı veriyorlar sana?”
    - “sikişiyorum ulan var mı?”
    - “bravo. tam da seni ne kadar özlediğimi düşünürken çok güzel oldu bunları öğrenmem. aferin sana. devam et.”
    - “ben seni özlemekten gebermek üzereyim. kendimi gebertmek üzereyim. özür diliyorum, bir daha yapmayacağım diyorum gel diyorum daha ne diyeyim?”
    - “dön mü diyorsun yani?”
    - “n’olur dön.”
    - “aynı şey olacak, sen o tuhaf ilişkilerden, o bağımlılıktan çıkamazsın artık. ahlaken çökmüşsün sen ateş.”
    - “beni seversen geçer. bizim çocuğumuz olacaktı.”
    - “olacaktı.”
    - “istemiyor musun artık?”
    - “seni özledim eşşek sıpası. sıçtın batırdın.”
    - “yemin ederim seni bir daha üzmeyeceğim.”
    - “yalan amına koyyim.”
    - “yalan değil. kardeşimin üzerine yemin ederim.”
    - “üz beni, üzmen dert değil. ama bir daha bana yalan söylemeyeceksin. söz ver.”
    - “söz.”
    - “benden bir şey saklamayacaksın.”
    - “gelecek misin?”
    - “söz ver!”
    - “söz! n’olur gel, beni böyle bırakma…”
    - “ağlama yeter. gidip uçak bileti bakayım. sen de bir şeyler ye. odayı topla.”
    - “param yok.”
    - “gönderirim birazdan.”
    - “seni çok özledim barut.”
    - “seni bir kez daha affetmem biliyorsun değil mi?”
    - “çok başka bi ateş olacak bundan sonra sana söz veriyorum.”
    - “öperim. ağlama yeter. ben çıkıp biraz dolaşacağım. bir şeyler yerim. para gönderince mesaj atarım.”
    - “tamam. çok seviyorum seni. seni çok özledim barut.”
    - “ağlama. topla kendini. hadi görüşürüz.”

    telefonu kapattıktan sonra yaptığı konuşmaya, içinde bulunduğu hale, verdiği karara, ateş'i ilk yalanı ortaya çıktığında bırakıp gitmediğine pişmandı. kendine inanamıyor, aralarında geçen konuşmayı devasa bir hata olarak görüyor, ama ateş'in gözyaşlarına, ağlamasına dayanamıyordu. onca bağlanmışlarken bu hale gelmelerini entropiye termodinamiğe söverek geçiştirdi. yine de belli ki ne kadar bir yaratığa dönüşmeye çalışsa da başaramamıştı. bir adam sevdiğini söylediği bir başka insanın ağlamasına kayıtsız kalmamalı diye düşünüyordu. doğru şeyi yaptığına karar verdi. inanıyordu ve bu olması gerekendi. ateş bu defa da aynı şeyleri yaparsa, barut'un kaybedeceği sadece bir ihtimal olacaktı: inanmanın her şeyi; tüm dünyayı, ve yalnızca bir insanı değiştirebildiğini gösterecek eşsiz bir ihtimal... pişman olacaksa bile inanmaya karar verdi, ateş'i orada öylece bırakan itin biri olmayacaktı.

    diğer taraftan içeride kendisini bekleyen iki ihtimal daha vardı. eğer sandığı insansa onları yollamalıydı, olmak için yola çıktığı insansa sabaha dek içmeli, sevişmeli ve ateş'i zerre düşünmemeliydi. ateş hep anı yaşamayı tercih etmiş ve onu hiç düşünmemişti. sevmemiş, modern dünya piyasasının yaptığı gibi sadece devretmişti: şeyleri, borçları, sorumlulukları devretmiş ve doğal durumuna dönmüştü. artık neredeyse aşık olduğunu söyleyen herkes böyle yapıyordu: katlanamadığı acıları devredecek birini buluyor ve sezdirmeden ağır ağır bütün bu acıları ona yüklüyor, sonra da dertlerden azade hafiflemiş bir halde yoluna gidiyordu. hayatını karşılığı olan bir aşkı aramakla geçirmiş biri için zor zamanlardı bunlar. ama içten içe dünyada bir yerlerde halen böyle bir ihtimal olduğuna inanıyordu. sadece bulamamıştı. ateş ise tüm yaptıklarıyla bu aşk olmadığını kanıtlamış gibiydi. artık değil sevilmeyi yüzüne işenmeyi bile hak etmiyordu. bu iki kadınla yaşayacağı eğlenceden ateş için mi vazgeçecekti? kendisini böylesine kahreden bir insan en azından bir gecelik intikamı hak etmiyor muydu yani? fakat ödeşmenin mantığının bu şekilde işlemediğini son iki haftada çok daha iyi anlamıştı. ateş'e seviyorum demiş, onu gerçekten sevmişti ve seviyorum sözünün herhangi bir yankısı kalmayana dek ondan vazgeçmeyecekti. hem zaten bir insanın kendini yok etmesini hiç kimse kendi yaptıklarının bedeli olarak üzerine almıyor, biri yanarken ötekiler lamalar gibi geviş getirerek ateşi seyrediyordu. burnunu çekip derin bir nefes alarak, göğüs dışarıda, karın içeride odaya girdi...

    ertesi sabah erkenden kalkıp ateş'e birkaç hediye almayı becerdikten sonra uçağa bindi. 30 saat süren, sık sık konuştukları bir yolculuğun ardından sabah erken saatlerde eve vardığında, ölmekte ve gebermekte olan ateş aslında çalışmıyor olmasına rağmen arada bir yaptığı bir iş için başka bir şehre gitmişti. içti ve bekledi. evi düzenledi. eşyalarını yerleştirdi. ona bir mektup yazdı. içti ve bekledi. ara ara konuştular. ateş o gün bir türlü uçağa binemedi. gece otobüse, ardından ankara’dan uçağa binerek eve döndüğünde ertesi gün akşam saatleriydi.

    sarıldılar, seviştiler, konuştular, içtiler, sarıldılar, hesaplaştılar, vuruştular, seviştiler, bağırıştılar, bir şeyleri kırdılar ve sabaha dek içtiler. sabah ateş'e kahve yaptı ve bir süreliğine normal rutinlerine döndüler. bir ay sonra ateş'in hamile olduğu ortaya çıktı. uzun konuşmalar sonunda kürtaja, ateş'in işe başlamasına ve daha sonra da evlenmeye karar verdiler. kürtaj muayenesinde doktorun söylediğine göre hamileliğin oluştuğu tarihte barut, ateş'le birlikte değil, bir başka ülkedeydi. eve döndüklerinde her nasılsa esra da geldi. barut bir yandan eşyalarını topluyor, bir yandan da esra’yla konuşuyor; ateş içeride ağlıyor, bir şeyleri tekmeliyordu.

    - “ne yapacaksın peki barut? gidiyor musun?”
    - "evlenme planı yaptığın kadın başka bir heriften hamile kalmış... sen ne yapardın? ”
    - “kabul etmezdim. bırakır giderdim.”
    - “bilmiyorum. bir kadını bu durumda bırakamam. o bunu atlatmak için kendini yerden yere vururken ben izleyemem. bunu yapamam. yapamıyorum.”
    - "kalacak mısın yani?"
    - "sevdim, döndüm lanet olsun. kıyamıyorum. ne kadar kendini hırpalayacağını biliyorsun. önce bi kürtajı halledelim, yalnız kalmasını istemiyorum."
    - “kimse yapmaz bu fedakârlığı. ne kadar anlayışlısın. sen çok iyi bir insansın barut hiç değişme olur mu? sana aşık oldum ben.”
    - "ne diyorsun esra?"
    - "yani insan olarak."
    - “iyi bir insan olmak... hah. ne fark eder ki?"
    - “çok şey fark eder, göreceksin.”
    - “ben gidip içki alacağım, ne içersin?”
    - “fark etmez, ne alırsan.”
    - “sen de biraz ateş'le otur, yalnız kalmasın.”

    kürtajın gerçekleşeceği sabahın bir öncesi akşam, ateş'in kalması yönündeki tüm ısrarlarına rağmen barut dışarı çıktı. gece 11’e kadar da dönmedi. ateş'in biraz yalnız kalmasını istemişti. düşünmek için, içine dönmek için bir fırsattı bu ona. arkadaşlarımla maç izlemeye gidiyorum diyerek bir bara gidip oturmuş, bu çocuk doğmalı mı, ateş bu olaydan bir zarar görür mü, doğsa bu çocuğa babalık yapar mı, ateş'le yaşamaya daha ne kadar devam edecek, bunları düşünmüştü. eve döndüğünde ve kürtajdan sonraki uzun süre boyunca ateş hep bunu hatırlattı: “sen beni kürtajdan bir gece önce bırakıp gittin ve gece yarısına kadar da dönmedin.” barut bunların sadece kendi ettiklerinin üstünü kapatmak için yapılan, sırf baskı altında bırakma, suçlu hissettirme amacı taşıyan alelade suçlamalar olduğunu biliyor, artık bu suçlamalardan dolayı kötü bile hissetmiyordu. operasyonun ardından barut, kürtaj gibi ağır bir travma yaşamış bir kadının artık biraz durulacağına inanmaya başlamıştı. sonrasında tekrar eden ve açığa çıkan ateş'in tükenmek bilmeyen yalanlarından ikrah edip eşyalarını toplayıp gitmeye niyet ettiyse de bazen kendi bunun kaçmak olduğunu düşündüğünden, bazen sarhoşluktan, bazen bir sevişme yüzünden ama çok zaman bir insanı her şeye rağmen tutmanın bırakıp gitmekten daha onurlu bir davranış olduğuna karar verdiğinden vazgeçti.

    yaşanan tüm bu olaylar barut’u denetleyici biri haline getirmişti, sürekli ateş'i denetim altında tutuyor; ne zaman nerede, ne yapıyor bilmek istiyordu. bu durum ikisi için de yaşamı çekilmez hale getirmeye başlamıştı. bir terapiste gitmeye ve ondan yardım almaya karar verdiler. fakat bu süreç başlayamadan ateş'in barut’u yine aldattığı ortaya çıktı. bunu konuşmak için oturduklarında, daha önceden gitmek için şeytanın aklına gelmeyecek bir sinsilikle hazırlıklarını yapmış olan ateş, duyguları tükenmiş her sahtekârın yapacağı gibi bunu ani bir gidişmiş gibi göstermek istediğinden, tuvalete gidiyormuş gibi yapıp, kapıyı çekti ve çıktı. bir daha da geri dönmedi.

    bu kez barut yalvarmaya başlamıştı. kesin çözüm bu evi, bu hayatı, bu şehri bırakıp gitmekti. tüm çabalarına rağmen ateş bir yanıt vermedi. nerede olduğunu bulup kolundan tuttuğunda da ateş'i geri dönmeye ikna edemedi. üstelik yanında paspas gibi dolaşan ateş'i giyimine kuşamına bu kadar özenli halde gördüğüne de şaşırmıştı. ateş'in gelmediği her gece evin duvarlarına bir şeyler yazan barut, ateş'in bir düğünde gayet keyfi yerinde, tanımadığı tiplerle hayli muhabbet halinde ve halay çekerken çekilmiş fotoğraflarını görünce eşyalarını toplayıp değmeyeceğine ikna olarak evden ayrıldı.

    aylar sonra tekrar konuşmaya başladılar. ardından terapiye gitmeye karar verdiler. ilk seansın akşamında ilk kez buluştukları otelde yine birlikteydiler. terapistin o günden itibaren bir arada olmaları yönündeki önerilerine rağmen sabah ateş yine gitmişti.

    birkaç gün sonra ateş gece geç saatlerde arayıp yaşayamadığını, dayanamadığını, çok özlediğini söyleyerek barut’u eve çağırdı. barut sevinç, neşe ve özlemle, koşarak ateş'in yanına gitti. ikisi de alev alacak kadar sarhoştu ve sabah ateş yine başka biriydi. o sabah barut, ateş'in bu tutarsız davranışlarının sebebini çözmüştü. ateş bağımlılıktan kurtulurcasına onu azar azar bırakıyordu. apaçık kullanılıyordu işte. ateş birlikte oldukları süreçte de sadece barut’u üzmek, tekrar tekrar terk etmek istiyor, hiçbir şey hissetmiyordu. görüşmek üzere sözleşip ayrıldılar.

    barut birkaç gün sonra internette ateş'in başka bir adamın kucağında çekilmiş fotoğraflarını gördü ve ertesi sabah bir daha ateş'e inanmayacağına emin bir biçimde ateş'in yanına gidip ona sarılarak veda etti. bunun bir sarılma değil tastamam bir bırakma olduğunu ateş daha sonra anlayacaktı ve esasen tüm bunlardan bir halt anlamayacaktı. bir kabuktu ateş, bir insan artığı... barut’un içinde gördüğü ve üstü her türlü bokla örtülmüş kayıp çocuğun kurtarılması gerektiğinden hatta onu taşıdığından bile habersiz, bardaklar, çakmaklar, şişme kadınlar, diş ipleri kadar sıradan bir nesneydi artık.

    barut ülkeyi tekrar terk etmeye karar vermişti. bundan sonra süregidecek olan bir orospuluk şovuydu. üstelik ülkede en bol bulunan şey olan yetişkin ergenliğinin fütursuzca sergileneceği bu gösteri kaliteli bir şov falan da olmayacaktı. ateş her zaman olduğu gibi bildiği tek yaşam biçimine dönecek, içtiği içkiyi ödeyen biriyle, bir gram kokaini olan ruhsuz bir itle, parası var sandığı için, internette takipçisi bol diye birileriyle yatacak, kokuşmuş sik yalayarak sürüklenip gidecekti. ateş amından ok fırlatacak, göt deliğiyle sigara tüttürecek, diliyle sarma saracak değildi ya. böyle bir orospuluk şovunun şahikasını bir gece kulübünde bir biraya izlemek mümkündü, böylesine gerek yoktu.

    barut giderken şehri ateş'in orospuluğuna bıraktığını da bir şekilde dışa vurmak istiyordu. evin yakınındaki sinagogun ha bire birilerinin yazı yazdığı ve görevlilerin de sildiği duvarına bir ahmet kaya şarkısından apartarak kahpeli meydanlı falan bir şeyler yazmaya niyetlendi. tam “kahpe” yazmıştı ki uzun boylu kıvırcık saçlı bir kadın yanına gelip, “utanmıyor musun?” diye sordu?

    - “ney?”
    - “utanmıyor musun? kadınla yaşadın ettin o zaman iyiydi şimdi kahpe mi?”
    - “ kahpe kadın değil meydan.”
    - “nasıl yani?”
    - “şarkı sözü bu. ahmet kaya’nın.”
    - “olsun yine de kahpe iğrenç bir kelime.”
    - “değil. kelimelerin suçu yok, ne anlamda söylendiği önemli.”
    - “kahpeyse kadındır işte.”
    - “değil. her türlü insan kahpe olabilir. şehirler de olabilir felek de. küçük çıkarları için insan satmak, birini sırtından vurmak falan durumunda yapıştırırsın. bazen şakasına söylersin hatta kappe diye”
    - “yani... evet. hahaha.”
    - “burada mı oturuyorsun?”
    - “yok, arkadaşımı ziyarete geldim ama onun da çıkması gerekmiş. dolaşacağım biraz.”
    - “bira?”
    - “olur.”
    - “o zaman yazmıyorum. adın ne?”
    - “meltem”
    - “benim de barut.”
    - "meltem yaziym mi sonuna?"
    " "yaz gitsin."

    yazdı barut. meltem de fotoğrafını çekti. ardından çantasını alıp arada bir uğradığı bir mekâna götürdü meltem’i. birkaç saat içip muhabbet ettiler. sonra gidip şarkı söylediler. bayağı renklenmişti dünya. gece bir otelde kaldılar. sonraki gün bir başka otelde, sonra bir başka otelde… birkaç gün ayrılıp sonra tekrar görüştüler. birbirlerinin arkadaşlarıyla tanışıp rakı masalarına çöreklendi, fasıllardan şarkı seçti, kimi gün otelden bile çıkmadılar. bir gece meltem alakasız bir anda dışarı çıkarlarken, "bugün de hap içmeyi unuttum" diye söylendi, "nerh" derdi barut. çıkıp rakıya gömüldüler.

    meltem ailesiyle yaşadığı ve barut’da ülkeden ayrılmaya niyetli olduğu için sabit bir yerleri yoktu. barut her ne kadar gideceğini söylese de meltem aşırı derecede ilgi gösteriyordu barut’a. beş dakika olsun sevdiğini söylemeden durmuyor, öpmeden, boynuna gömülmeden, elini tutmadan bir türlü rahat edemiyordu. fantezisine yiyişmek için sinemaya girdikleri bir gün barut bunu unutmuş, gözlüğünü takmış, filme dalmıştı. "barut..." dedi meltem.

    - "güzel mi film?"
    - "ya bayağıdır izlemek istiyordum."
    - "barut..."
    - "ha yavrum"
    - "sen çok iyi bir insansın, değişme olur mu?"
    - "duygusallaşmanı yerim senin, ver bakiym bi alt dudak."
    - "seviyor musun alt dudağımı?"
    - "tiryakisiyim."

    meltem’in ailesi birkaç haftalığına şehir dışına gitmişti. bir süre de onların evinde sanki aileymiş gibi yaşadılar. meltem’in bitmek tükenmek bilmeyen ilgisi ve özeni, barut’u içten içe rahatsız ediyordu. hiçbir şey yapmamıştı bu kadın için... yiyor, içiyor, geziyor, sevişiyorlardı. oysa meltem ev tutmaktan, gelecekten bahsetmeye başlamış, barut’sa duruma kendisini kaptırmış, iyi kazanacağı düzenli bir iş arayışına girmişti.

    barut bir otelle aylık olarak anlaştı ve bir sonraki ay da bir eve çıkmaya karar verdiler. barut’un iş yerindeki ilk gününde öğleden sonra meltem, barut’u aradı. “bir şey söyleyeceğim ama korkma!” dedi.

    korktu barut.

    “ne oldu ne var?” diye çıkıştı.

    “sabah test yaptım. hamileyim. yani kürtaj mı olur, nasıl olur?”

    barut, “anladım. şimdi müsait değilim, arayayım seni biraz sonra.” dedi ve meltem konuşmaya devam ederken telefonu kapattı. peşinden telefonunun bataryasını dahi çıkarıp, iş yerine hiçbir şey söylemeden otele gitti. ancak ertesi gün için uçak bileti bulabilmişti. havaalanına yakın oturan bir arkadaşını arayıp o gece onda kalıp kalamayacağını sordu. arkadaşı müsaitti. eşyalarını topladı, otelden ayrıldı ve ona gitti. bir sonraki gün de artık başka bir ülkedeydi. bir daha meltem’i ne aradı ne de sordu. onun kendisine ulaşma ihtimallerinin hepsini de ortadan kaldırmıştı. içten içe biliyordu ki sırf bunu yaptığından dolayı meltem kendisinden önce ne çektiyse sırada onları çekmek vardı.

    akşamı zor edip bir bara çöreklendi. meltem’le eğlenceye dalgaya harcadığı paranın hesabını yaptı. çok daha rahat yaşayabilecekken, bayağı hesaplı olmalıydı. meltem etkisini şimdiden göstermişti işte. yine de temel bir fıkradır ve temelidir bu işin diyerek ilk günden buna girişmemeye karar verdi. bir şişe viski söyledi. viskiyle birlikte iki badigard oturdu yanına. alkışlar içinde gelen şişe içkiyle morali düzelmişti. masasının etrafını ablukaya alan kızlardan biriyle anlaştı ve böylelikle badigardlar kalktılar. bayağıdır dinlemediğinden ilk başlarda metal müzik neşe verse de bir süre sonra kafası kaldırmadı. kızın elinden tuttu ve otele gittiler.

    içtiler, konuştular, sikiştiler, müzik dinleyip, içip, tekrar sikiştiler ve bir şeyler yiyip, birlikte banyo yaptılar ve tekrar içtiler. sonra da sarılıp yattılar. barut, “ilişki” olarak kalan her şeyin, içinde ne yaşanırsa yaşansın hepsi bu diye düşündü uyumadan önce. birkaç saat ya da birkaç yıl sürse de fark etmiyordu, hepsi bundan ibaretti işte. doğurmanın ne büyük cesaret olduğunu anladı sonra, doğuracak diye sikmediği maymun kalmamış, hiçbiri doğurmaya cesaret edememişti.

    uyandığında genç kız ona bir kahve yaptı ve bir de sigara yaktı. teşekkür edip ufak bir öpücük aldı dudağından kız giyinirken.

    kız bir süre öylece gözlerine bakıp yanağını tuttu ve barut’u tekrar öptü.

    “sen çok iyi bir insansın hiç değişme olur mu?” dedi.

    kızı yolcu ettikten sonra aynanın karşısına geçip gözlerini kapattı. yavaş yavaş bir insan artığına, bir kabuğa dönüştüğünü canlandırdı hayalinde. içinde, eğer birine teslim ederse onu dünyanın merkezi haline getirecek ve bir tanrıçaya dönüştürecek bir gücün, o kadar derine inmeye cesaret edemedikleri için halen saklı kalmış bir özün üstü bokla kaplanıyordu bu hayalde.

    gözlerini açtı.

    aynanın karşısında durmuş gülümsüyordu.
  • madem öyle niye gidiyosun salak...........
  • arkadaşın yüzüne bi su çalın.
  • (bkz: durumumuz)
  • bakalim rekor kirabilmissin, yok olmamis. otur sifir geri zekali
  • "..ama ben bana kotu davranan alfa erkek tankut'a verecegim" diye devam eder.
hesabın var mı? giriş yap