*

  • üstünde çok çalışılmış,emek verilmiş bir nihat behram şiiri:

    sanki,sakadan saksağana,asmadan akasyaya
    kadar
    cümle cihan,sabahın alacakaranlığında
    feryat figan beni sayıladı da
    sarsılarak,sırılsıklam uyandım,
    uyandım ve ''eyvah,
    bulduğumu sandığım yerde yitirdim
    kendimi yine!'' diye mırıldandım..
    balkona çıkıp,seyrine daldım bahçemdeki
    şölenin..
    karşıdaki tepeleri salkım saçak örten
    bulutlardan
    şahrin göğsüne doğru
    ateşten bir bıçağın ağzında
    gökyüzü yırtıldı birden;
    acılarının uğultusuyla,umulmadık
    bir anda
    ayaklanan bir halkı tanımlar gibi
    ardı ardına üç şimşek çatırdadı;
    hayır hayır kaçışmadık;
    serçe,kumru,iskete,
    leylak,nane,sarmaşık... ve ben
    bakışıp aynı duyguyla
    ufuktaki ışık yağmuruna karıştık;
    evet,evet yağmur yağacak,hem de sağanak;
    gökyüzü ateşten tığıylasıyırıp duvağını
    kana kana emzirecek sevdiğini kevserinden;
    şu daralmış gönlü kainatın başka nasıl
    ferahlasın?
    bahçade ateş almış iki zeytin tanesi,
    kar üstünde bağrış bağrış,uçuşarak sevişen
    iki sığırcık..
    içimde,doğar doğmaz,çalı öırpı bacaklarıyla
    seke seke doğrululup,memesini arayan
    kuzu memeleri;
    çırpındıkça kanatlarıyla tutuşan
    yavru kırlangıçlar;
    sincap,kirpi,üveyik,
    zambak,sümbül,lavanta..
    ıslığımda sabırsız mı sabırsız
    bir filizin çığlığı;
    sazlıkların hışırtısı,ırmakların çığıltısı..
    kar mıdır kara mıdır,nar mıdır çıra mıdır,
    işte yine bu sabah
    soluğumda yanıp duran bir şey var!
    nazı sülünden zarif,yüzü hüzünden derin;
    inlesem göğe siner,çınlasam çığa döner,
    çünkü merakım da telaşım da sonuçta
    ruhumdaki iziyle
    tenim gibi canımda perçinlidir!
    çiğneye çiğneye soğuruyorum işte
    gündüzün dirisini gecenin ölüsünden
    suların durusunu çilenin sürüsünden
    düşlerin irisini ömrümün yarasından..
    ah ki,çiğnerim,çiğnerim de
    çiğnedikçe,ne çare,tadının tapanı olurum
    çiğnediğim zehirin..
    ben yaradan yaraya,oradan oraya
    çala çala kendimi,
    sis içinde,is içinde uyur uyanık
    debelenirken,
    sanarlar ki yonca ile gonca ilr süslenir
    yürek denen bağrımdaki o yanık!
    belki de bundan,yalım yalım yanarım da
    bir yudum suyla gelenim olmaz,
    yüzüme gülenim olur da
    yaşımı silenim olmaz,
    külümün kapışanı,canımın yapışanı olur da
    tenimi ılıtmayı bilenim olmaz..
    yazgı diye,ezgi diye tanımlanmış ne varsa aman
    aman uzak dursun şimdi benden
    neme gerek,tozlanırım;
    kendi ruhumun uğultusunu kendi canımda
    kendi sazımla çınlatabilirsem ancak
    hazlanırım..
    bıraktım işte alaz alaz yalansın diye yaralarımda
    hasetimin kırbacı;
    kim bilir belki de çığlığını kuşandıkça ayılan
    acıyla sevincin eşleşmesidir
    yavrulayan ananın bakışındaki gibi..
    bu güne dek nicesine nice kere gide gele bu
    derdin
    yere göğe ağdım da
    bal mı sunacak bana baldıran mı aldırmadan,
    sesimi canımdan ben böyle sağdım..
    işte yine bu sabah,mazıdan sığırcığa,tazıdan
    kızılcığa
    neye baksam,duruşunda tutam tutam
    aynı merak aynı naz;
    ya ayazı teslim alacak demek ki beni
    şu demlendiğim sabahın
    ya da çırpına çırpına ulaşacağım
    alevine içimdeki değmemiş avazın!
hesabın var mı? giriş yap