• "silivri, zulmün toplama kampına dönüştü. bir kez daha hemen yineleyelim: suçu olan varsa yargılayın, cezası neyse verin.
    ama iktidarın hoşuna gitmeyen gazetecileri, bilim insanlarını ve kurumları susturmak niyetiyle insanları üç yıldır, iki yıldır hapiste tutmayın.
    sadece içerdekilere değil, dışarıdaki ailelerine de manevi işkencedir bu.
    yalnız tutuklananlara değil, tüm basına, düşünce açıklama özgürlüğüne; dahası, demokrasinin vazgeçilmez öğeleri olan demokratik kurumların hepsine bir gözdağıdır, zulümdür, işkencedir.
    yargıya müdahalenin ötesinde, pervasız bir saldırıdır.
    silivri denince, giderek yurttaşın kafasında şu olgu şekillenmeye başlıyor:
    etkili muhalefet mi yapıyor? susturun!
    kanal türk’ün (tuncay özkan’ın), kanal b’nin (mehmet haberal’ın), avrasya tv’nin (mustafa özbek’in) başına gelenler ortada.
    ya mustafa balbay? cumhuriyet gibi etkin bir gazetede her gün muhalefet etmesi yetmiyormuş gibi, ülkeyi dört dönüp konferanslarla halkın kulağına kar suyu kaçırıyor. atın içeri!
    doğu perinçek’e ne demeli? kendisi hapislere filan şerbetli; kesmiyor. o halde, basın efradını (deniz yıldırım, ufuk akkaya) postalayın.
    her seferinde yersizlik nedeniyle adlarını anamadığımız meslektaşlarımızdan özür dileriz. ama onlara da bağımsız yargıya da destek adına, iki dostumuzun duruşmada söylediklerinden kısa birer alıntıyla noktalayalım:
    mustafa balbay: “yetmiş yıl önce nâzım hikmet’e cezaevinde daktilo verilmiş, bize verilmiyor. adnan menderes 9 ayda, deniz gezmiş 15 ayda yargılandı.”
    tuncay özkan: “niçin beni burada tutuyorsunuz? hangi darbeyi yapmışım? hangi general benden emir almış? balyozda mı hukuk yok, burada mı?”
    yeter artık, yeter! adalet istiyoruz."
  • hakkında mustafa balbay'ın güzel bir yazı yazdığı kamp.

    tecritte yeni hayat...

    bernard shaw diyor ki:

    “bir ülkede cezaevleri olduktan sonra içine kimi koyduğunuz önemli değildir.”

    bu sözü ilk 1990’lı yılların ortasında, çeşitli illerdeki cezaevlerinde art arda

    yaşanan olumsuzlukları kaleme alırken yine bu sütunlarda dile getirmiştim. sonrasında bir-iki kez daha kullanmam gerekti.

    şimdi de içeriden yazıyorum.

    hapisteki herkes gibi benim de başlıca isteğim özgürlük. o yüzden hapishane koşullarını çok da ön planda tutmaktan yana olmadım. ancak genel koşulların da gerisinde, haksız uygulamalarla karşı karşıya kalınca en azından durumun bilinmesini istedim.

    cezaevleri yönetmeliği’nde bütün düzenlemeler ve haklar sıralandıktan sonra bunların nasıl uygulanacağı şöyle özetlenmiş:

    “cezaevi koşullarının elverdiği ölçüde.”

    her uygulamayı bu gerekçenin içine sığdırabilirsiniz.

    ***

    son tartışmalarla birlikte silivri koşullarını bir kez daha aktarmak durumundayım.

    koğuşlar 2 katlı. 1. katta 8 adıma 10 adımlık ortak yaşam alanı, 2 banyosu, 2 tuvaleti, 2 musluğu olan bölüm, 2 oda ve ikinci kata çıkan merdivenin altında 1.5 metre eninde mutfak tezgâhı var.

    ikinci katta yan yana 5 oda var. toplam 7 oda.

    ab standartlarına göre her odaya bir kişi olmak üzere koğuşlar 7 kişilik. ancak mahpus sayısı fazla olunca odalara 2’şer yatak daha konmuş, 21 kişilik olmuş. bizim davaların dışındaki herkes ortalama 15-20 kişilik gruplar halinde kalıyor. sayı artınca yere yatak da serildiğini, 25 kişinin üzerine çıktığını duyuyoruz.

    bizim davalarda ise sayıyı 3’ün üzerine çıkarmak istemiyorlar. “yasa böyle” deniyor ama, yukarıda aktardığım çerçeve gerekçe, istenen her şeye karşılık veriyor. bunun pek çok örneği de var.

    bir de bu standart koğuşların dışında, koridorların en uç bölümlerinde tek katlı tecrit hücreleri var. bunlar, önünde 5 karo genişliğinde bir koridor bulunan yan yana 5 hücreden oluşuyor. her hücrenin kapı düzeni normal koğuş odalarındakinden farklı. üzerinde sürgüleme düzeneği var, kapı kolu yok.

    normal koğuşlardaki bir mahpus disiplin suçu işlerse belli bir süre bu hücrelere konuyor. geçen ağustosta benim üstümdeki tecrit hücrelerinin tümü boştu. cezalı bir mahpusu getirdiler. havalandırma penceresinden avazım çıktığı kadar bağırıp haberleşmeye, hatırını sormaya çalıştım. adam, “ne olur, bir sigara ulaştır başka bir şey istemem” dedi. o da bende yoktu. zaten ulaştırmam da olanaksızdı. benim kim olduğumu sordu. söyleyince “tamam abi hatırladım, şike davaları, sen futbolcuydun değil mi?” dedi. 2 gün sonra disiplin cezasını tamamladı, normal koğuşuna döndü.

    bizim konulduğumuz tecrit hücrelerinde küçük oynamalar yapmışlar. yan yana 5 hücreden sonuncusunun kapısını kaldırmışlar, pencerenin olduğu yere de havalandırma kapısı açmışlar. buradan 5 adıma 14 adımlık havalandırmaya geçilebiliyor. adalet bakanlığı’nın “ortak yaşam alanı” dediği yer işte bu 5 no’lu hücrenin olduğu boşluk. buraya televizyon, buzdolabı, masa, sandalye koyup ortak yaşayacaksınız. çünkü sayınız 1’in üzerine çıkınca hücreye televizyon koyamıyorsunuz, sadece bir televizyon bulundurma hakkı var.

    ***

    bir yıldır yüz yüze geldikçe cezaevi yönetimine şu düşüncemi ilettim:

    “sadece benim için bir iyileştirme istemim yok. benim durumumda olanların koşullarını iyileştirmenizi talep ediyorum. bu, birkaç koğuş birleştirmesiyle çözülecek bir sorun.”

    son olarak geçen ocak ayında durumu savcılığa ilettiklerini söylediler.

    2 mart cuma günü 2 no’lu cezaevinde kalan bütün malum davalar tutukluları bizim bulunduğumuz 1 no’lu cezaevine getirildi. o günden beri ben de coşkun musluk’la birlikte kalıyorum. yalnızlıktan çok daha iyi oldu.

    bir yıl önce nasıl, “bundan sonra böyleyse” deyip tek kişilik yaşam düzeni kurdumsa, coşkun gelince yukarıda aktardığım koşullarda iki kişilik yeni bir düzen kurduk.

    coşkun’un babası belediye işçisi, annesi ev hanımı. babası, onu ve kardeşini üniversitede okutmak için emeklilikten sonra tekrar çalışmaya başlamış. coşkun lisedeyken yaz tatillerinde kitapçıda çalışmış. oktay akbal’ın, uğur mumcu’nun kitaplarıyla tanışmış.

    odtü’nün öğretim üyesi yetiştirme programını birinci sırada kazanmış.

    tutuklandığında babası ahmet musluk’un ilk tepkisi şu olmuş:

    “ya devlet çok küçüldü ya benim oğlum çok büyüdü.”

    http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=321792
  • (bkz: ayaklar baş oldu)derdi rahmetli dedem.
  • bir de burada yatanları çalıştırsalar tam olacak. demokrasi ülkesiyiz güya.
hesabın var mı? giriş yap