• (bkz: holodeck)
  • (bkz: matrix)
  • gerçekliği doğrudan algıladığınızı mı sanıyorsunuz? aynada yüzünüzü olduğu gibi gördüğünüzü, sevgilinizin konuşmasını olduğu gibi duyduğunuzu, parfümün gerçek kokusunu kokladığınızı mı düşünüyorsunuz? bir elmanın, kendi özünde elma tadına sahip olduğunu mu düşünüyorsunuz? ah, ne güzel bir dünyada yaşıyorsunuz...

    oysa dış gerçeklik üzerine edindiğimiz doğrudan bilgilerin tümü, yani duyularımız, gerçekliğin birer temsilinden başka bir şey değil. gördükleriniz, duyduklarınız ve tattıklarınız, dış gerçekliğe dair birer yorumdur yalnızca. haydi başlayalım...

    * algının sınırları
    öncelikle, gerçekliğin tüm hallerine vakıf olamıyoruz. alışageldiğimiz zaman ve mekan ölçekleri bir yana (1 milyon yıl boyunca gözlem yapamaz, galaksi ya da atom boyutunu göremezsiniz), alışageldiğimiz çerçevede bile algılayamadığımız birçok şey var. ışık, elektromanyetik dalgaların yalnızca ufak bir bölümü örneğin. frekansı mor ışıktan yüksek olan x ışınlarını da, kırmızı ışıktan düşük radyo dalgalarını da göremezsiniz. aynı şekilde çok ince ya da çok kalın sesleri de duyamaz, köpeklerin kolayca aldığı kokuları algılayamazsınız. gerçekliği doğrudan algıladığınızı iddia ediyordunuz, ama onun yalnızca küçük bir kısmı ile irtibat kurabilirken, büyük bir kısmını ıskaladığınızı heralde siz de kabul edersiniz. peki, küçük bir dilimi dahi olsa, gerçekliğin 'kendisi'ne vakıf olabilir miyiz? bu sorulara bertrand russell'ın masasında cevap veriliyor.

    elimin altında bir masa var. koyu kestane renkli, dikdörtgen şekilli, hafif ahşap kokulu, parmakla vurunca ne tok ne de tiz bir ses veren bir masa. peki, bu masayı tüm gerçekliği ile algılayabiliyor muyum?

    biraz daha yaklaşınca görüyorum ki, masanın düz sandığım yüzeyinde birçok girinti-çıkıntı varmış. rengi de homojen değil; bazı damarlar daha koyu. ayrıca baktığım yerden şekli dikdörtgenden ziyade deforme olmuş bir paralelkenara benziyor. (sahi, dikdörtgen bir masayı gerçekten de karşılıklı kenarları eşit, dik köşeli bir dikdörtgen şeklinde kaç kişi görmüştür ki?) konumumu değiştirdikçe şeklinin de değiştiğini görüyorum. bunun yanında, masanın tüm yüzeylerini birden görme şansım hiçbir zaman olamıyor; mutlaka bazı kısımları arkada kalıyor. bu yüzden masa hakkında asla emin olamayacağım gerçekler var. görüş açımın dışında kalan kısmın rengi farklı olabilir örneğin; ve o kısmı görmek için hareket ettiğimde rengini yine kahverengiye dönüştürebilir. ayrıca, ışığın rengini yeşil yaptığım zaman masa da yeşilimsi görünüyor. bu durumda, masa hakkında bildiğim renk, şekil, bütünlük gibi tüm bilgilerin şüphe götürür olduğu iddiasına karşı gelmem mümkün değil. zira bu masayı tüm özellikleriyle tarif etmem imkansız.

    * fenomenler dünyası
    peki, gözlerim daha hassas olsalardı, bir bakışta masayı tüm detaylarıyla görebilseydim örneğin, masayı gerçekten olduğu haliyle bilmiş olacak mıydım?

    cevabım hayır... duyu organlarım ne kadar gelişkin olursa olsun, masa hakkındaki tüm algılarım, onun bir temsilidir zira. kant'ın fenomen ve nümenleri, platon'un mağara alegorisi, descartes'in "düşünüyorum öyleyse varım"ı ve kimbilir hangi diğer filozoflar bu gerçeğe vurgu yaparlar.

    görmek dediğimiz algıyı nasıl da birebir gerçekmiş gibi benimsiyoruz. sanki gözlerimizi açtığımız anda dış dünya ile doğrudan temas ediyoruz değil mi? peki neden görmek? örneğin duymak da gerçekliğe dair bir durum değil mi? kokulara ne demeli? onlar daha mı az gerçek? görüntü gerçekse diğer algıların sınıfı ne? esasında görmek, dış dünyanın bir simülasyonunu kurmanın en nadide yöntemidir; o yüzden bize gerçek gibi gelir.

    * nasıl görüyorum?
    descartes gibi her şeyden şüphe ederek başlayalım ve görme silsilesini izleyelim. gözlerimi kapattığımda, önüme bir engel geldiğinde, ya da ortam karanlık olduğunda göremiyorum. o halde görmek için göz ve ışığın mevcut olması şart (bravo!). bu durumda yola gözlerden başlayabilirim.

    ışık, gözdeki bir mercekte odaklanarak, adeta fotoğraf makinasında olduğu gibi, ağtabaka adı verilen bir tabaka üzerine düşüyor. ama bundan sonrası bir garip... ağtabakada bulunan sinirler, ışığa duyarlı bir şekilde sinir atımları gerçekleştiriyorlar. ışığın değil, sinir atımlarının sözünün geçtiği bir yerdeyiz artık. bir dönüştürme işlemi uygulandığına göre, gerçeklik yerine onu temsil eden sinyaller dünyasında değil miyiz? bu dönüşüm bile simülasyon hususuna kanıt teşkil ediyor, ama biz daha da ileri gidelim.

    bilgisayar ekranındaki pikseller gibi homojen bir şekilde değil de, merkezde yoğunlaşıp kenarlara doğru seyrelen ağtabaka sinirlerinden çıkan sinir atımları, beynin arka taraflarında kalan v1 bölgesine ulaştığında görüntüyle olan eşbiçimliliğini bir miktar korusa da, v1'den sonra takip edilemez hale geliyor. sinir atımları, v1'den beynin diğer birçok bölgesine yayılıyor, yani farklı bölgelerde analiz ediliyor: kimisinde hareket, kimisinde parlaklık, kimisinde de sınır çizgilerinin pozisyonu -ki tüm bu analizler tek bir nöronun değil, nöron gruplarının karşılaştırmalı aktivite analizini gerektirir,- değerlendirilip, eşzamanlı ve tek bir görüntü haline dönüştürülüyor. (bu görüntünün hala bir temsil olmadığını düşünüyorsanız, televizyonun da gerçek nesnelerle çalıştığına inanıyor olabilirsiniz.)

    bir saniye! bu görüntüyü 'kim' görüyor ki? beyninizin kontrol panelinde oturan bir gözlemci mi var? o gözlemci siz misiniz? "ben" dediğiniz şey, sinir atımlarını bir projektörde toparlayıp kendi gözlerinin görebileceği bir mini perdeye yansıtan bir sinema izleyicisi mi? (bkz: kartezyen sineması) peki kokuları nasıl alıyorsunuz? içeri de sinir atımlarını kokuya dönüştüren bir koku fabrikanız mı var? içinizde başka biri mi var? (bkz: homunculus)

    *ruh hakkında
    bu konu bağlamında her ne kadar 'ruh' konusuna bulaşarak konuyu dağıtmak istemesem de, ruh inancına değinmeden konunun eksik kalacağını görüyorum. zira iş dönüp dolaşıp, duyu organlarından gelen bilgileri kimin gördüğü sorusuna takılıyor. "onu gören ruhtur" diyenlere ruh hakkında sorunca, "size ruh hakkında bilgi verilmedi" ayetini söylüyorlar... bu döngüden çıkamıyorum.

    beyinle ilgili yapılan araştırmaların hepsi, "maddi evren içinde bulunup da maddeden azade" olan bir ruh anlayışını haksız çıkardı. phineas gage'in dokunaklı hikayesini okuyunuz mesela, ya da ameliyatla beyninin iki yarıküresi ayrılan insanların karakter değişimlerini (bkz: split brain). beyindeki her hasarın nedense ruhta da bir eksikliğe yol açmasını.. maddi evrenden ayrı bir ruh yoktur. ruh/benlik dediğimiz şey, beyindeki özel bir sınıf nöron ateşleme örüntüsüdür büyük ihtimalle.

    *rüyaların yapıldığı madde
    konuya geri dönersek, görmek dediğimiz şeyin, nesneden göze ulaşan ışık grubunun çeşitli sinir atımlarına dönüştürülmesi, bu sinir atımları arasındaki bazı örüntülerin yine sinir hücreleri tarafından algılanarak (mesela farklı sinirlere dair 100 atım da kendisine aynı anda ulaşıyorsa, bu durumda ateşlemeye geçen bir nöron böyle bir iş yapmış olur) başka bir dönüştürme sürecine girmesi, parlaklık, kontrast, hız, derinlik gibi ayrıştırılmış birçok parametrenin beynin birçok merkezine dağılmış bir biçimde yorumlanması, ve sayısı bilinmeyen dönüştürme işlemlerinden sonra yine sinir hücreleri tarafından bir görüntü olarak temsil edilmesi gibi bir süreçte oluştuğunu görürüz. o halde, gerçeğin kendisiyle değil, simülasyonuyla iştigal ettiğimiz açıktır.

    aynı durum duymak, dokunmak ve koku almak gibi diğer duyumlar için de geçerlidir. algılamak, dış dünyaya benzer bir modeli iç dünyamızda yeniden kurmaktır. o halde, dış dünyaya benzeyen, ama esasında onun temsili olan bir simülasyonda yaşadığımız kesindir. böyle paragraflarca yazmak yerine, şöyle de dile getirilebilirdi:

    "rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız..."
    (bkz: rüyaların yapıldığı madde)
  • tüm algılarım esasında gerçekliğe ilişkin bir simülasyon ise, bilincimden daha alt mertebede kurulmuş olan otonom sinir sisteminin de kendi simüle gerçekliğinde yaşıyor olma ihtimali var mıdır?

    bu ihtimali değerlendiren (bkz: otonom sinir sistemi ve tersyüz evren) başlığını okuduğumdan beri dünyam altüst oldu. gerçekliğe dair simülasyonların en üst katmanında olduğumu kim ispatlayabilir? bana masa, bilgisayar ekranı, gökyüzü gibi görünen şeylerin, benden bir üst mertebede yaşayan bir varlığın bünyesinde oluşan uyaranlara dair kendi bilincimde kurduğum semboller olması mümkün değil midir? korkunç...
  • kimi zaman da biz insan oglu, gercekligi simule eden organimizin simulasyonunu yapmaya kalkariz...

    (bkz: blue brain project)

    izleyiniz
    http://ditwww.epfl.ch/…65&video_type=10&win_close=0
  • simüle edilmiş gerçeklik, "gerçek" gerçekliğin simülasyonundan ayırt edilemez bir derecede simüle edilebileceğini, belki bilgisayar simülasyonu ile öne süren şüpheci bir hipotezdir. bu gerçeklik bir simülasyonun içerisinde yaşadıklarının tam olarak farkında olan veya olmayan bilinçli zihinler içerebilir.

    bu konsept günümüzdeki teknolojik seviyeyle yakalanan sanal gerçeklik konseptinden oldukça farklıdır. sanal gerçeklik deneyim ile kolayca ayırt edilebilir; katılımcılar asla deneyimledikleri şeylerin doğası hakkında şüpheye düşmezler. fakat simüle gerçeklik ile "gerçek" gerçekliği ayırt etmek oldukça zordur.

    beyin-bilgisayar arayüzü, sanal varlık, göç, iç içe geçmiş adlarıyla çeşitleri mevcuttur.

    beyin-bilgisayar arayüzlü simülasyonlarda, her katılımcı simülasyona bilgisayarla beyni arasındaki bağlantıyı kurarak girer. bilgisayar algısal verileri kullanıcıya iletir ve aynı zamanda kullanıcının istek ve hareketlerini okur ve simüle edilmiş bir dünyada karşılıklı etkileşim içinde bulunurlar. katılımcılar birkaç farklı sebepten dolayı sanal bir dünyada olduklarını unutabilirler. simülasyonun içinde katılımcının zihni gerçekte olduğundan farklı görünüşte bir avatar ile de temsil edilebilir.

    sanal varlık simülasyonunda, her sakin simüle edilen dünyanın yerli halkıdır. fiziksel dünyada "gerçek" bir vücutları yoktur. hepsi simülasyonun kendi kuralları içerisinde farklı bir zihin seviyesini temsil eden simüle edilmiş varlıklardır. bunlar bir simülasyondan başka bir simülasyona kopyalanabilir veya başka bir zaman tekrar diriltilmek üzere arşivlenebilir. bu sanal varlık simülasyonun dışında sentetik bir vücuda bile transfer edilebilir.

    göç simülasyonunda, beyin-bilgisayar arayüzü simülasyonunda olduğu gibi katılımcı simülasyona bilgisayarlarla etkileşime girerek bağlanır fakat bu biraz daha yüksek seviyede olur. girişte, katılımcılar zihinsel süreçlerini zihin transferi gibi farklı varsayımsal metotları kullanarak sanal bir varlığa aktarırlar. simülasyon bittikten sonra, katılımcının zihni yeni hatıra ve deneyimlerle yenilenir.

    iç içe geçmiş simülasyon bilincin iki türünü de destekler: fiziksel dünyadan simülasyona gelen katılımcı ve simülasyonda yaşayan ama fiziksel bir vücuda sahip olmayan sanal varlıklar. matrix filminde bu tür bir simülasyona yer verilir: filmde simülasyona girenlerin vücutları dışarıda ama zihinleri simülasyondadır ve aynı zamanda simülasyonda yaşayan ve fakat gerçekte vücut sahibi olmayan bilgisayar programları vardır.
hesabın var mı? giriş yap