• tarih boyunca gelişen , değişen çeşitlenen sanatla birlikte zaman zaman artan veya azalan kriterleriyle her zaman var olmuştur sansür. insanların sanat eserlerini hangi gözle izlediklerine , veya sanattan ne anladıklarına bakılmaksızın , sanatseverler adına , demoklesin kılıcı gibi sallanıp durmuştur. geniş kitlelere rahatça ulaşabilen sinema sanatı ise var olduğu günden bu yana sansürün kurbanı olagelmiştir. tarihsel bakışla sansürün genellikle yürürlükte olan siyasi rejimlerin veya dini kurumların toplumlar üzerindeki otoritelerini veya saygınlıklarını koruma yönünde sansür uygulamalarında bulundukları veya sansür uygulanması yönünde baskı uyguladıkları görülür. ancak sansür konusundaki ilginç gerçeklerden biri de ne kadar sıkılaşırsa delme eğiliminin de o kadar fazlalaştığıdır.

    sinema tarihinde ilk sansür uygulaması 1895 yılında çekilen dörtlü bir idam sahnesini yasaklayarak fransa tarafından 1790 yılında çıkan bir yasaya dayanarak yapılmıştır. ardından lumiere kardeşlerin çektiği 30 saniyelik bir film (bir kadınla bir erkeğin öpüşme sahnesinden ibarettir) yasaklanan ilk filmdir.1896 da ise “dul bayan jones” isimli bir film yine içinde geçen bir öpüşme sahnesi yüzünden yasaklanmıştır. en eski film sansürü kanunu ise 1914 tarihli isveç film kanunudur. bu kanun bir çok kez değişikliğe uğramasına rağmen halen yürürlüktedir. avrupa’da kurulan ilk merkezi sansür kurulu da bu yasayla kurulmuştur.

    ingiltere’de de 1914 yılında kurulan bir komisyon filmleri sınıflandırarak kısmi bir sansür uyguluyordu.bu sınıflandırma şu an amerika’da kullanılan rating sistemine benziyordu. “u” genel izleyici kitlesi için uygun anlamına geliyordu.”a” yetişkinler ve yetişkinler eşliğinde çocuklara açık filmleri gösteriyordu.”h” ise 16 yaşından büyükler için anlamına geliyordu.1950’li yıllarda “h” uyarısı korku ve seks öğelerini birlikte kapsayan “x” ile değiştirildi.1960’lı yıllarda “x” filmleri 18 yaşından küçüklere yasaklandı.

    fransa da ise sansür en başından beri vardır ve daha çok siyasi bir nitelik taşır. sovyet devrim sineması eserleri uzun yıllar fransa’da yasaklanmıştır.stanley kubrick’in birinci dünya savaşında fransız ordusunda haksız yere kurşuna dizilenleri anlattığı filmi “zafer yolları” veya cezayir savaşını anlatan pontecorvo yapımı “cezayir savaşı” fransız sansürünün siyasi yönünü gözler önüne sermeye yeter.yinede fransa pek nadir olarak filmleri yasaklayan veya kesen bir ülkedir.1970’li yıllarda ortaya çıkan seks filmleri furyasında bile filmleri x sınıfına sokarak veya yüksek rüsumlar yükleyerek engellemeye çalışmış ancak yasaklama yoluna gitmemiştir.

    avrupa da sansür ülkelerin siyasi , dini ve toplumsal yapılarına göre değişiklikler göstermiştir. örneğin iskandinav ülkelerinde sansür seks filmlerinden çok şiddet içeren filmlere uygulanmıştır. örnek vermek gerekirse türkiye’de sansürsüz olarak gösterilen sam peckinpah’ın yazıp yönettiği 1974 yapımı “bana onun kellesini getirin” isveç’te aşırı şiddet içerdiği gerekçesiyle yasaklanmıştır.kilisenin baskısı ise en fazla italya’da görülür. ispanya portekiz ve yunanistan’da ise yıllarca uygulanan ağır sansür siyasi rejimlerin sola kaymasıyla son bulmuştur.

    amerika’da ise merkezi sansür uygulaması 1922 de mppda’nın (motion picture producers and distributors of america- amerikan film yapımcıları ve dağıtımcıları) kurulmasıyla başlar. kurul küfür, dine karşı saygısızlık, vahşet, cinayet, sarhoşluk, uyuşturucu, boşanma, cinsel anormallikler ve hastalıklar, doğum, kölelik, ırk karışımı, milletlerin kimliklerine saldırı gibi konuların tasvir edilmesini denetim altına almak amacıyla amerikan film endüstrisi tarafından kuruldu. amaç kilisenin baskılarına son vermek ve kendi sansürünü kendi uygulamaktı. ancak o dönemde faaliyet gösteren film stüdyoları örgütün öngördüğü kıstaslara uymuyordu. sinema izleyicisi cinsellik ve suç öğelerine daha çok ilgi gösteriyordu. 1930’lu yıllara gelindiğinde artık kilisenin baskısı dayanılmaz boyutlara gelmişti.filmler boykot ediliyor dönemin hükümeti baskı yapıyordu. bu baskıların sonucunda mppda bir yapım kuralları (production code ) belirleyerek düzenlemelerin uygulanmasına başladı. yapım kurallarının yürürlüğe girmesiyle filmlerin senaryoları çekilmeden önce onaylanıyordu. onay almayan filmlerin gösteriminin yasaklanmasına ve yapımcı stüdyolara ağır para cezaları verilmeye başlandı. yapım kuralları kurbanı bazı filmler; frankenstein (1931), cecil b. demille’in yönettiği the sign of the cross (1932), marlene dietrich’in bir şarkıcıyı oynadığı blonde venus (1932), howard hawks’ın ünlü gangster filmi scarface (1932), she done him wrong (1933), baby face (1933), howard hughes’un yapımcı ve yönetmen olduğu the outlaw (1943), fritz lang’ın yönettiği scarlet street (1945) ve elia kazan’ın yönettiği pinky (1949).
    doğal olarak sansürün varlığı delinmesini engellemiyordu. sözüm ona cinsel eğitim filmleri ve grindhouse adı verilen eski tiyatrolarda gösterilen şiddet içerikli bağımsız istismar filmleri ana akımın dışında oldukça rağbet görüyordu. bu şekilde 1960’lı yıllara kadar devam etti.1960’lı yıllarda insanların fikirleri değişmeye başlamıştı. fransız yeni dalga’sı , değişen sosyal koşullar, bir çok yeni fikirle birlikte yapımcı ve yönetmenler daha gerçekçi bir akıma yöneldiler. yapım kuralları sanatseverlerin elbirliğiyle uzun bir sürecin sonunda 1968 yılında amerikan mahkemesi tarafından konuşma özgürlüğü yasasına aykırı olduğu gerekçesiyle kaldırıldı.
    yapım kuralları bir kenara bırakıldıktan sonra rating sistemine geçildi. sistemin amacı filmi yasaklamaktan öte içeriğini ve kimlerin izlemesinin uygun olabileceğini filmi görmeden anlayabilmekti. örneğin g sınıfı tüm yaş guruplarının izleyebileceği türden filmleri veya nc-17 sınıfı 17 yaş altı izleyiciler için sakıncalı şiddet cinsellik veya uyuşturucu kullanımı gibi sahneleri olduğunu gösteriyordu.
    türk sineması ve sansür
    türk sinemasında sansürlenen ilk film 1919 yapımı ahmet fehim tarafından yönetilen “mürebbiye” isimli eserdir. film hüseyin rahmi gürpınar’ın aynı adlı romanından uyarlanmıştı.bir osmanlı konağında çalışan çapkın bir fransız mürebbiyenin herkesi baştan çıkarıp birbirine düşürmesiyle ilgiliydi.o yıllarda işgal kuvvetleri istanbul’daydı.filminde işgal kuvvetleri tarafından yabancıları kötülediği gerekçesiyle anadolu’da gösterimi yasaklanmıştı.
    tbmm’nin kurulmasından sonra sansür uygulaması valiliklerin denetimindeydi.film gösterilmeden önce mahalli polis tarafından izlenir, gerekli yerleri “kesilir” daha sonra gösterime girerdi. bu 1932 yılına kadar devam etti.1932 yılında merkezi sansür kurulu kurularak yetki valiliklerden alınıp içişleri bakanlığına verildi.ilk kurul genel kurmay başkanlığı, içişleri bakanlığı ve milli savunma bakanlığından birer temsilci ile kuruldu.1932 de film sansürü getirilirken 1933 de çıkarılan bir ek talimatnameyle senaryo sansürü de uygulanmaya başlandı. yerli filmler ve senaryolar bu kurul tarafından denetleniyor, sansürleniyordu.yurt dışından gelen filmler ise gümrüklerde denetlenerek ya sansürlü olarak gösterime giriyor veya yurda hiç sokulmuyordu.
    1934 yılında “polis vazife ve salahiyetleri kanununun” 6. maddesi ile polise filmlerin senaryolarına ve çekim aşamalarına müdahale etme yetkisi verildi. aynı kanun maddesine dayanılarak 1939 yılında çıkan bir tüzük ile sansür uygulaması en son ve katı halini aldı. bu tüzüğe dayanılarak dini,siyasi,ideolojik propaganda yapan, suça teşvik eden , genel ahlaka aykırı bulunan, askerliği kötüleyen filmler çekilmeden önce veya çekilirken yasaklanabilecekti.1977 yılında yeni bir sansür tüzüğü yayınlandı. değişen pek bir şey yoktu bu tüzükte. yasaklamalara devam ediliyordu.1986 yılında kabul edilen “sinema video ve müzik eserleri kanunu” çıkana kadar 1979 ve 1983 yıllarında yayınlanan tüzükler de sansürcü zihniyetin değişmediğinin bir göstergesiydi.kanunla film endüstrisi ilk kez bir kanuna kavuşmuş oluyordu. kanunun hazırlanmasında ve kabulünde fiyad’ın (film yapımcıları derneği) rolü büyük olmuştu.buna rağmen yasa, eski tüzüklerdeki bazı maddeleri içermese de yasaklamalara devam ediyordu.
    1987 de kanunda bazı değişiklikler yapıldı. ancak bu değişiklikler sansürden öte sinema sanayine yönelik düzenlemelerdi. kanunun en önemli özelliklerinden biri sansür yetkisinin içişleri bakanlığından alınıp kültür ve turizm bakanlığı’na verilmesiydi.ayrıca kanun “sinema ve müzik sanatını destekleme fonu”’nun kurulmasını sağlıyordu.yani devlet sinema ve müzik sanatlarına para desteği verecekti.elbetteki bu para desteğinin sansür amacıyla verildiği açıktır.ellerinde iyi bir eseri olan yapımcılar destek için başvurduklarında daha film çekilmeden eserlerini kuzu kuzu sansüre teslim etmiş oluyorlardı.bakanlığın isteği doğrultusunda değişiklikler yapmayan yapımcılar ve yönetmenler destek bulamıyor , kendi imkanlarıyla veya başka yatırımcıların desteğiyle filmi çekse bile bu sefer sansür kuruluna takılıyordu.yeni yasa sinema eserlerinin sahipliğini yapımcıya vermişti.bu da ayrı bir kurnazlıktı.yapımcı ve yönetmenin ayrı kişiler olması durumunda filmi sansürlemek daha kolay oluyordu. yapımcı filme daha çok para olarak katkıda bulunduğu için filminin “kuşa çevrilmiş” haliyle bile gösterime girmesini istiyordu.bu nedenle sansür kurulunun istediği şekle daha kolay razı oluyordu.
    sansürden geçen bir film yapımcıyı da yönetmeni de kurtarmıyordu aslında. sansür kurulu filmin gösterimine izin verse bile suç unsuru içerdiği durumda savcılıklar kovuşturma açabiliyorlardı.yani sansür hukuki olarak ne yapımcıya ne yönetmene herhangi bir güvence sağlamıyordu. bunun sonucunda türkiye’de yasaklanan ,kesilen , adı değişen, yurtdışına kaçırılan sinema eserinin haddi hesabı yoktur.
    sansür uygulaması ülkemizde “güler misin ağlar mısın” dedirten olaylara sahne olmuştur.1949 da ömer lütfi akad’ın çektiği “vurun kahpeye” adlı eser sansür kurulunun büyük beğenisiyle gösterime girmişti.ancak tutucu çevreler yobazların linç ettiği aliye öğretmenden rahatsız olmuşlar ve filmin yasaklanması yönünde baskı uygulamışlardı.film tam üç kez değiştirilip makaslanıp tekrar gösterime sokuldu. atıf yılmaz’ın 1953 yılında italya’da çektiği “ hıçkırık “ adlı film , bir sahnesinde görünen tren garının mussolini tarafından yaptırılmış olması ve mussolini’nin heykellerinin görünmesi gerekçesiyle makaslanmıştı. aynı şekilde osman f.seden’in 1954 tarihli “kardeş dursun” adlı filmi istanbul boğazının karadeniz girişi görüldüğü, plajda güneşlenen insanların olduğu sahneler makaslanmıştı. sebebi düşman gemilerinin çıkartma yapılabilecek stratejik noktaları ve boğazın girişini net biçimde görebildikleri iddiasıydı.
    sansür kurulunun her sansürlediği film kesilmiyordu. metin erksan’ın 1962 tarihli filmi “yılanların öcü” sansür tarafından yasaklanmıştı.filmi özel gösterimle izleyen dönemin cumhurbaşkanı celal bayar filmi çok beğenmiş ve kesintisiz gösterilmesini istemişti.(aynı film 1985 yılında şerif gören tarafından yeniden çekildi ancak aynı gerekçelerle tekrar yasaklandı.aradan 23 yıl geçmişti ama kafalar aynıydı.) aynı şekilde “şafak bekçileri” adlı film düşen uçak sahneleri yüzünden askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle sansür tarafından yasaklanırken dönemin hava kuvvetleri komutanı tarafından izlenip kesintisiz gösterilmesine izin verilmişti.

    metin erksan’ın necati cumalı’nın romanından uyarladığı “susuz yaz” filmi sansür tarafından yasaklanmıştı.film yapımcı ve başrol oyuncusu ulvi doğan tarafından bir arabanın bagajında almanya’ya kaçırıldı. festivallere katılmasına izin verilmeyen film berlin film festivali’ne katılarak altın ayı ödülü kazandı. bunun üzerine sanki hiç yasaklanmamış gibi film için türkiye’de kokteyl düzenlendi.metin erksan, erol taş ve hülya koçyiğit’e ödüller verildi. hatta istanbul galası yapılmak istendi.ancak filmin negatifleri artık yurtdışındaydı ve bir daha ülkeye geri dönmedi.
    yazarlara da sansür uygulandı.”bataklı damın kızı aysel” filminin senaristi nazım hikmet’ti. görünen isim ise hasan cemildi. daha komiği ise “bu vatanın çocukları” filminde yaşandı. filmin senaristi yaşar kemal di. ancak sansür kurulundan izin çıkabilmesi için senarist olarak sansür kurulunda görevli polis memurunun adını yazdılar. film antalya’da en iyi senaryo ödülüne layık görüldü. ödül töreninde yaşar kemal’in gözü önünde ödülü sansür polisine verdiler.
    tabi ki sansüre karşı bazı girişimlerde bulunanlarda oldu ülkemizde.1960 yılında bülent ecevit sansürün kaldırılması için çalışmalara başlamıştı. ancak değil mecliste sinema dünyasında bile destek bulamayınca vazgeçmişti. sansüre karşı ilk hareket 1963 yılında tip (türkiye işçi partisi) tarafından yapıldı. sansürün anayasaya aykırı olduğu , eğer film aracılığı ile bir suç işleniyorsa bunun yargı tarafından değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle anayasa mahkemesine başvurdu.ancak anayasa mahkemesi başvuruyu reddederek demokrasi ve özgürlük adına eline geçen fırsatı tepmiş oldu. aynı yıllarda suphi baykam’ın hazırladığı yasa teklifi ise mecliste görüşülmedi bile.
    1975 yılında işbaşına geçen milliyetçi cephe yönetiminde de sansür uygulaması aynı hızla devam etti. siyasi iktidara yakın olan sansür kurulu bazen siyasi bazen ahlaki bazen ise komik kararlar vererek filmleri yasaklamaya veya makaslamaya devam ettiler. yaşar kemal’in “ince memed”’i senaryo sansürüne takılarak türkiye’de çekilemedi.ünlü aktör peter ustinov’un yönettiği ve oynadığı film sansür kurulu tarafından reddedilmişti.dönemin kültür bakanı ahmet taner kışlalı kararın iptali için çok uğraşmış ancak başarılı olamamıştı. 70’li yıllara damgasını vuran arabesk müzik ve şarkıcılar kitleleri etkilemeyi başarıyorlardı. arabeskin kralı orhan gencebay’ın oynadığı ve sanatçıyı ilk kez politik bir mücadele içinde gösteren “derdim dünyadan büyük” adlı film yasaklanıp video kasetleri toplatıldı. filmin yönetmeni ise şerif gören di. aynı dönemde yıldız kenter bir filminde tecavüze uğradığı sahneler kesilmişti. gerekçe “devlet sanatçısı tecavüze uğrayamaz” olmuştu.1979 tarihli korhan yurtseverin çektiği “kara kafa” adlı filmin yurtdışına çıkışı yasaklandı.bunun üzerine yönetmen filmin bir kopyasını alarak kapağı berlin’e attı ve bir daha geri dönmedi. aynı yıl ömer kavur’un "yusuf ile kenan", yavuz fada’nın "yolcular", yavuz özkan’ın "demiryol" adlı filmleri sansürlenmemiş oldukları gerekçesiyle altın portakal film festivali'ne alınmadılar. jüri, durumu protesto etti ve festival iptal edildi.
    ve 1980 darbesi. 12 eylül yönetimi 1982 anayasasına 26.madde ile sansürü sokmuş oldu. yasa maddesi şu şekildedir:
    “madde 26 – herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak yada vermek serbestliğini de kapsar. bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
    bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
    (mülga: 3/10/2001-4709/9 md.)
    haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
    düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir”
    yasa maddesinden de anlaşıldığı gibi sansür kelimesi geçmemesine rağmen sansür uygulanmasına olanak tanıyan bir hüküm ifade etmekteydi.. böylece anayasamıza giren sansür dayanağını en sağlam kanundan almış oluyordu.
    bu dönemde sansür en sert şekilde uygulandı. yılmaz güney’in senaryosunu yazdığı “yol” adlı filmin gösterimi yasaklanmıştı.güney’in hapisten kaçışı ve filmin 1982 cannes film festivalinde altın palmiye alması tüm dikkatleri filme çekmişti. 12 eylül iktidarı filmin kopyalarını toplatıp imha ettirdi. hatta elinde kopyası bulunanlara teslim etmesi çağrısı yapıldı, yılmaz güney’in kitapları , filmlerinin posterleri bile toplatıldı. eski filmler bile suç unsuru oluşturabiliyordu bu yönetimce. ali özgentük 1974 yılında çektiği “yasak” adlı kısa film sebebiyle tutuklanmıştı. o dönemin en önemli sansür vakalarından biri ise “yorgun savaşçı” filmidir.trt denetçisinin bazı sakıncalı sahneler içerdiğini rapor etmesi üzerine filmin yakılmasına karar verilmiş ve bir kopyası mit’te saklanıp kalan tüm negatifler yakılmıştır.
    1990 ve sonrasında özel televizyonların kurulması ile toplumsal yapı değişmeye başladı. yasal olarak türkiye’de kurulamayan özel televizyonlar yurtdışından yayın yapıyor ve bulundukları ülkenin yasalarına uyuyorlardı. şimdiye dek konuşulmayanları konuşmaya, söylenmeyenleri söylemeye başladılar. dolayısıyla da yayınlanmayanları da yayınlamaya. öyle ki 1978 oliver stone yapımı “midnight express” 1980 lerde adı bile anılmazken özel televizyonlarda defalarca gösterildi. yakılan “yorgun savaşçı” ‘nın bir kopyası nasıl olduysa bulundu ve televizyonda gösterildi. eskiden adı bile sansüre konu olan yazarların romanlarının televizyonlar tarafından dizileri çekilmeye başlandı. seks ve şiddet içeren filmler rahatlıkla bu televizyonlarda gösterilir oldu. sinemaya sansür uygulamanın artık pek bir özelliği kalmamıştı. nitekim sinemalarda yasaklanan veya zamanında yasaklanmış filmleri bu kanallarda izlemek mümkündü. izlemek mümkün olmasa bile sansür haberleri bu kanallarda korkusuzca ayyuka çıkarılıyor ve sansüre karşı kamuoyu oluşuyordu. 1992 yılında tüm dünyada hasılat rekorları kıran paul verhoven yapımı “temel içgüdü”, ankara cumhuriyet başsavcısının filmdeki sevişme sahnelerinde çıkan seslerin tahrik edici olduğunu düşünerek toplatma kararı çıkardı. böylece kültür bakanlığının kararına adalet bakanlığı karşı çıkmış oluyordu. bu skandalın özel televizyonlar tarafından 5 ay boyunca ayyuka çıkarılması sonucu yargıtay filmin gösteriminin yasal prosedüre uygun olduğuna karar verdi ve film tekrar gösterime çıktı. bu kararla ilk defa yargıtay bir sinema eserini aklamış oluyordu. bu yıllarda yerli sinema gelişmeye ve değişmeye başlamıştı. islami sinema diye bir akım bile ortaya çıkmıştı. hatta “mem u zin” adlı bir kürt masalı bile filme çekilmiş televizyonda da gösterilmişti.
    devlet bu duruma ancak 1994 yılında uyanabildi.1994 yılında çıkan yasayla rtük (radyo televizyon üst kurulu) kuruldu. kurula verilen yetkiler arasında sansür kelimesi geçmese bile sansür sayılabilecek yetkiler vardı. televizyonlarda yayınlanacak her türlü programı denetleyebiliyor, uygun olup olmadığına karar verebiliyor , kararına uymayan kanalları yayına kapatabiliyordu. kamuoyu da zaten televizyonlarda yayınlanan aşırı şiddet ve cinsellik içeren yapımlardan bıkmaya başlamıştı. kamuoyundan esen bu rüzgarı da arkasına alan kurul sansür kurulu gibi hareket etmeye başlayınca televizyonlar ceza almamak için kendi sansürlerini kendileri uygulamaya başladılar. artık eskisi kadar özgürlükçü davranmıyor, aksine politik doğrucu bir tavırla filmleri keserek yayınlama yoluna gidiyorlardı. hatta filmlerin dublajlarına bile müdahale etmeye başladılar.
    ama artık izleyicilerin fikirleri ve beklentileri değişmeye başlamıştı bir kere. ınternet kullanımının da yaygınlaşmasıyla artık herkesin her şeyden haberi olmaya başlamıştı. sinema izleyicisinin bu gelişimini yapımcı ve yönetmenler iyi değerlendirmeyi bildiler. artık sansürden eskisi kadar korkmuyorlardı. özellikle uluslar arası festivallere katılan filmlere yapılan müdahaleler skandala yol açıyor , arkasında kamuoyu oluşturuyordu. yapımcı ve yönetmenler daha cesur davranmaya başladılar. sansür kurulu da zaten eskisi kadar anlayışsız davranmamaya başladı. zamanında söylenemeyenler bu dönemden sonra filme alınmaya ve gösterime girmeye başladı.
    aslında bu sansürün kalktığı anlamına gelmiyordu. zaten hukuki olarak da hala sansür vardır. ancak sinema artık toplumları en fazla etkileyen sanat dallarından biri değildir. artık toplum internetten , haberlerden , şarkıcılardan ve hayatlarından etkilenmektedir. sinema ise boş zamanları değerlendirmek için bir eğlence aracı haline gelmiştir. bunun sebebi sinemacıların da aynı yöne doğru gitmeleridir. artık siyasi veya toplumsal mesajlar vermek yerine eğlendirmeye güldürmeye yönelik eserler meydana getirmektedirler. apolitik veya politik doğrucu filmler sinemalarda gişe rekorları kırıyor , siyasi ve toplumsal eleştiriler içeren filmler bile öyle ustalıkla yumuşatılıyor ki artık sansürün müdahale edeceği pek bir şey kalmamış gibi görünüyor. yani sansür hukuki olarak kalkmadı ama özelde sinemacılar kendi ahlaki siyasi veya politik doğrucu fikirleri çerçevesinde zaten kendi sansürlerini kendileri yapıyor.sinemamız her ne kadar değişiyor ve gelişiyor gibi görünse de aslında sanatçılar da dahil olmak üzere herkesin farkında olduğu şey, gelişen ve değişenin sinema sanatının içeriği değil imkanları olduğudur.artık daha iyi kameralar , daha iyi stüdyolar , daha gelişmiş teknolojileri kullanan sinema sanatı , görselliğin üstünlüğünü , içeriğin anlaşılabilirliğinden daha yukarda tutmayı tercih ediyor.
    sansürün kalkması ise pek olası görünmüyor. 1980 lerde “engellenen” aydınlanma ve gelişme süreci maalesef ülkemizde geriye doğru gitmekte. toplumumuz aydın ve daha tahammül eden bir toplumdan tutucu ve tahammülsüz bir topluma doğru yoluna devam etmekte. içinde bulunduğumuz dönemin siyasi iktidarının da kolaylıkla desteklediği bu tutum sinemaya karşı her zaman bir koz olarak sansürü elinde tutmayı tercih edecektir. nitekim günümüzde meclisi oluşturan siyasi partiler içinden hiç biri sansüre karşı bir girişimde bulunmamış ve bulunacak gibi de görünmüyor. durum böyleyken sanatseverlere sabır ve sansürsüz sanat dilemekten başka elden ne gelebilir ki?

    kaynak:ekin sanat dergisi mayıs 2008 sayı 27 (yazardan izin alınmıştır.)
  • sinema diğer sanat dallarını da bünyesinde barındırabilen, henüz yüzlü yaşlarını idrak eden çok genç bir sanat dalı. genç yaşına rağmen kitleleri etkileme ve yönlendirme anlamında çok güçlü bir araç.
    sinemanın bu gücünü fark eden devletler bir yandan onu politik amaçlarına malzeme yaparken diğer yandan da başka eller tarafından bu amaçlarla kullanılmasının önüne geçmek istemişler. ve sinemanın ilk yıllarından itibaren sansür denilen celladı icat ederek sinemacıların hevesini kırmış, enerjisini sömürmüş, heyecanını köreltmişler. sansürün kıyıcılığı zamanla sinemacıların bilinçli veya bilinçsiz otosansürü geliştirmesine, içselleştirmesine ve rutini haline getirmesine neden olmuş.

    iran gibi sansürün çok boyutlu ve sert yaşandığı sinemalarda, geliştirilen sembolizm ve anlamı metaforların ardına gizleme yolları nedeniyle yaratıcılığı arttırmasından bahsedilse de sansür hiçbir şekilde aklanıp paklanmaması ve tüm çeşitleriyle sanat düşmanı olarak görülmesi gereken bir sınırlama. bir anlamda sinemanın büyüsünü bozmaya yönelik dışarıdan bir müdahaledir.

    sinan çetin, 2010 yılında çektiği kağıt filmiyle devletin sansür mantığını ve sansür kurulunun hangi saiklerle hareket ettiğini ele alır ve sansür olgusunu acı bir hikaye üzerinden hicveder.

    sinemada sansür olgusu, yarı komik yarı ciddi pek çok örnekle dolu bir tarihe sahip:

    metin erksan'ın ilk filmi olan 1952 yapımı karanlık dünya'nın, yurt içi ve yurt dışında gösterime girmesi türkiye'yi dış aleme kötü göstereceği gerekçesiyle yasaklanır. aşık veysel'in hayatını anlatan filmin yasaklanma nedeni ise filmdeki ekinlerin boylarının kısa gösterilmesinin türkiye hakkında olumsuz kanaatlere yol açacağı gibi gülünç bir iddiadır. sansür kurulu bir de öneride bulunmayı ihmal etmez: "amerikan filmlerindeki gösterişli başakların olduğu sahneleri kullanabilirsiniz."

    mesela arabistanlı lawrence filmi bir türk paşasının lawrence'a eşcinsel amaçlı sarkması nedeniyle uzun yıllar türkiye'de gösterime giremez.

    "türkleri ve türkiye'yi küçük düşürme" gerekçesiyle sayısız film makaslanmış veya çekilmeden senaryosu değiştirtilmiş.
    şafak bekçileri'nde bir türk uçağının düşmesi, tunç okan'ın otobüs'ünde türklerin soğan ekmek yiyip ayakta işemeleri, berlin'de büyük ödülü kazanan susuz yaz'da kadının ölen kocasının ağabeyi ile evlenmesi hep bu gerekçeye dayanak teşkil etmiş.

    türkiye'de sinemayı yapımcı ve yönetmenlerin burnundan getiren sansür olgusu tüm dünya sinemalarının başının belası olmuş uzun yıllar. mesela abd'de 1930'lu yıllarda sinemada liberal anlayış hakim olmuş, cinsel ve politik açıdan epeyce serbest bir sinema dönem yaşanmış ancak 30'ların ikinci yarısından itibaren amerikan film endüstrisine hays code adlı etik kurallar dayatılmış ve 60'ların sonlarında başlayan alternatif kültür hareketinin yaktığı devrim ateşine kadar süren bir karabasan dönemi yaşanmış: filmler mutu sonla bitecek, suçlular cezalandırılacak, iyiler sütten çıkmış ak kaşık gibi olacak, polisler iyi olacak vs...

    küçük bir google taramasıyla avrupa veya uzak doğu sinemalarında da benzer birçok örneği bulunabilecek sansür olgusu ülkemizde direkt devlet sansürü anlamında nispeten etkisini yitirmişse de; festivallerde uygulanan üstü örtük sansür, dağıtım ve salon tekelleşmesinden kaynaklı piyasa sansürü, kültür bakanlığı desteklerini alabilmek için gereken koşulları sağlamaya yönelik otosansür şeklinde devam ediyor...
hesabın var mı? giriş yap