• http://siyasol.org/mahirin-mirasi/ yazısından alıntı..

    "mahir çayan bundan tam 40 yıl önce dokuz yoldaşıyla birlikte kızıldere’de kuşatıldığında teslim olsaydı bu ülkenin tarihinde farklı sayfalar okurduk. köhne bir köy evinden çıkartılan 10 şehit, elbette homeros’tan dedem korkut’a, rapsodlardan dengbejlere dünyanın en büyük destancılarının en görkemli türkülerini hak eden bir yiğitlik sergilediler. ancak onların asıl yiğitlikleri ve büyüklükleri, bir ülkeye de değil bütün ezilen halklara kurtuluşa uzanan “engebeli, dolambaçlı ve sarp” fakat tarihin ve aşkın yasalarınca zorunlu kılınmış yolu göstermeleriydi."

    la sen hayırdır neresinden başlayım bilemedim.. şimdi aga, sen marksist-leninist olcaksın "din toplumların afyonudur" diyeceksin genelde tüm dini inanışlara karşı olduğunu iddia etsen de özelde "kör tuttuğunu" hesabı en yakınındaki inanç olan islama saydıracaksın ve ideolojin uğruna telef ettiğin insanları da ironik bir biçimde dini, dinsel, islami bir terim olan "şehitlik" ile kutsayacaksın! bunu yaparken de evrime, ateizme, hiçliğe, öldükten sonra "game over" olacağına inanacaksın (hadi inanacaksın demeyim de) bunlar düsturun görüşün olacak, ilginç!.. ha unutmadan türk ve müslüman olmaktan/olunmasından ölesiye utanacaksın "faşist" diyeceksin, "ümmetçi" diyeceksin ama "homeros" ile "dedem korkut" arasında kıvrak figürlerle raks edeceksin!.. ve elbette tüm bunlar için solcu ve omurgasız olacaksın ki beline zeval gelmesin amman ha koçlar!..

    yazının devamına bakayım dedim;

    "hayalgücünün dizginlerini salsak ve bugün marx’ı bir medya imparatorluğunun kapitalistlerin sofrasından beslenen başkalemi; lenin’i pazarlarını agresif bir şekilde yedi kıtaya yayan çokuluslu bir şirketin ceo’su, mahir’i oligarşinin bir partisinin grup başkanvekili olarak tahayyül etsek, bu devrimci önderlerin kendi koşullarında söyledikleri ve eylediklerine dirhem halel gelmez..."

    şundan sonra gülmekten devamını getiremedim asdfagasdaads... o ne layynn öyle!

    yani mealen diyor ki: bizde* teori ve pratik farklı işler canlar, dediğimizi yapın yaptığımızı yapmayın!

    neyse.. hayal gücümün dizginlerini daha fazla salamadım, kusuruma bakmasınlar artık..

    not: birazdan omurga doğrultmaç ekibi damlar ve bol bol "paradigmal" "diyalektik" soslu tümcelerle "fraksiyonlar" arası nüanslardan filan bahsedip kafa skerler. demedi demeyin..

    edit: bayram tatili nedeniyle sözlükte nöbetçi solcu bırakmamışlar zaar *
  • hasan ferit gedik'in ölüm yıldönümü olan 30 eylül 2014'te açılmış bir tür çevrimiçi sosyalist dergi. http://siyasol.org/

    kendilerini çok basit bir isim/sıfat tamlamasıyla tanımlıyorlar: "siyasol yazılar" gezite ile bir şekilde bağlantılılar`:iki site de birbirine link veriyor birbirinin yazılarını paylaşıyor vs.` ama konsept farklı.

    gezite.org'da günde birkaç yazı yayımlanıyor, şiirler, öyküler, denemeler, mizah, hatta erotik edebiyatın yanı sıra siyasal tartışmalar epey yer tutuyor. siyasol ise daha "ağır abi" ya da "ağır abla" takılıyor, haftada bir iki yazı ancak giriyor, onlar da daha teorik, daha uzun, sol içi tartışmalara daha fazla yer veriyor. yazılar belli ki editör tornasından geçiyor, epey okunaklı bir arayüzle karşımıza geliyor. geçtiğimiz günlerde seks işçiliği tartışmasını dört beş yazıyla yeniden hatırlattılar (bkz: #47274204)

    sitenin merhaba yazısını yapıştırıyorum:

    -------------------------
    siyasol’dan selam!

    siyasol, hasan ferit gedik’imizin devlet destekli çetelerce vurulup gezi’nin yedi delikanlısına sekizinci gül olarak eklendiği 30 eylül 2013’ün ilk yıldönümünde “merhaba” diyor.

    şu an ilk yazısını okuduğunuz bu mecranın teknik ve içerik altyapısını uzun süredir hazırlıyorduk. bu altyapıyı size pürüzsüz, dolu ve okunaklı bir okuma deneyimi sunmak üzere tasarladık.

    aynı yazı ve tasarım ekibinin bir kısmıyla eylül başında bir başka mecrayı gezite.org’u yayına sokmuştuk. gezite, yazarları okurları olan bir yayın. salt haberi (yani 5n1k) değil, haberlerin yorumlanmasını hedefleyen, gezi’deki bileşen zenginliğini yansıtan bir gazete olarak düşünüldü gezite.

    siyasol da okurlarının yazar olmasını istiyor. ama o, bir gazeteden ziyade sosyalist bir dergi. şu an için sadece internet üzerinden yayın yapacak. editörlerin daha etkin müdahalesine tabi, daha uzun soluklu yazıların “güncelleme” değil “tahlil etme” kaygısıyla yer alacağı bir yazı mecrası. onun için “siyasol”un yanına eklediğimiz tanım basit: “yazılar”

    yazı…

    türkçede tek bir karşılıkla ifade edilmeyen kelime yazı: uzun ve sonsuz kırsal alan… kâğıda dökülmüş harfler toplamı… islam mistisizminde tanrı tarafından belirlenmiş hayat çizgisi, “alın yazısı”… insanın evrim sürecindeki en önemli halkalardan biri… bilginin sonsuzluğa yolculuğu…

    bilinen en eski metodik yazı sümer çivi yazısı, sonra aram, arap ve ibrani alfabeleri… bizim kullandığımız alfabenin kaynağı fenikeliler’in 26 harflik alfabesi… onlardan yunanlılar ve avrupa…

    sözlükler, ansiklopediler yazıyı yazıyla tanımlamaya çalışadursun hiçbiri asıl sorumuza cevap olmuyor: yazı neden bu denli önemli?.. sadece kaydetme işlevi yüzünden olsaydı, tekniğin çok daha güçlü kayıt olanaklarıyla birlikte uzun vadede ortadan kaybolacağını bile düşünebilirdik. ama öyle olmayacak.

    yazın dilimizin büyük ustası sait faik der ki:

    söz vermiştim kendi kendime, yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hiddet neme gerekti? yapamadım. koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım. oturdum. adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım.

    yalnızca edebi yazılar mıdır içimizde durmayan?

    bizim de içimizde kalırsa bizi deli edecek sözlerimiz var

    bu sözler siyasete dair, siyasetin sol’una dair. siyasol, sol adını gerçekten hak eden tek siyasi konum marksizm – leninizm dairesini kesen kuramın çapını genişletme niyetinde bir oluşum.

    yazdıklarımız, yazacaklarımız ve yazacaklarınız elbette pratik solun, yani sokakta, dağda, barikatta, hapishanede, siperde dövüşenlerin kavgasına düştüğümüz hürmetkâr notlardır, onların ancak düşünsel bir “gölge”si olabilir. bu toprakların diğer dilinde gölgeye “sî”denir. iki anadilimiz arasında bir sözcük oyununa izin varsa: sîya-sol, “solun gölgesi”nde yürümeye aday.

    marksizm’in kuramsal kapsama alanını ancak gramsci’ye, althusser’e, bilemedin negri’ye, badiou’ya kadar genişletmeye razı gelen; fırsat bulduğunda ise engels’i, lenin’i, stalin’i dışarı atmaya yeltenen “akademistleşmiş” bir ortam marksist düşünce üretiminin soluğunu kesiyor.

    kuşkusuz bunun kökleri, bir yandan kendisini nazi toplama kamplarından kurtaran sovyet kızılordusu’na sırtını dönen, emperyalizmin aydın kesim üzerindeki hegemonyasına karşı duramayan, bu arada elinde kalan gücü de kaybeden avrupa solunda; diğer yandan sömürge ülkelerde solun fikri zenginliğini barış çizgisine feda eden stalin sonrası sovyet çizgisinde bulunabilir.

    “devrim için savaşmayana sosyalist denmez” diyen guevara ve castro’dan mahir çayan ve dursun karataş’a; jose maria sison’dan ibrahim kaypakkaya’ya; kwame nkrumah’tan hüseyin inan’a; amilcar cabral’dan mazlum doğan’a; võ nguyên giáp’tan raúl reyes’e; frantz fanon’dan behice boran’a ulusal ve sosyal kurtuluş devrimcilerinin katkılarını marksist kuramın fişekliğine, yani hep ait oldukları yere dizmek istiyoruz.

    merhaba!

    belki düşünsel ortamımız, bu isimler için elverişli görünmeyebilir. ortadoğu’yu kışkırtılmış savaşla, kürdistan’ı teslimiyet ön şartlı “barış”la, anadolu’yu dinsel demagojiyle yenilenmiş bir faşizmle karartan gece; düşünmeye, yazmaya, fikretmeye de karanlığıyla vurmaz mı? ama henüz yitirdiğimiz devrim şairi metin demirtaş “sürgit değildir bu karanlık,” diyor, “tan ağarır, gün doğar birazdan.”
    belki internet çağının ve kapitalizmin saliselere indirdiği dikkat aralığımız, biteviye “tüketme”nin tükettiği sabrımız “uzun” yazılara hiç de yatkın değildir. ama “şimdi gökyüzü güneşe daha yakın”, diyor bu günlerde yitirdiğimiz şair talip apaydın, bize bu halin ne filmin sonu, ne kahramanın kaderi olduğunu hatırlatarak: “bin yıllardan gelen yaşam / sürecek hiç kuşku yok / tohumdaki güce bakın.”

    bakalım…

    ömrü uzun olasıca şairimiz yaşar kemal’in sesiyle, “dünyanın ucunda açılmış güle”; “karanlığın sonundaki ulu şafağa” doğru giderken engebeli, dolambaçlı ve “sarp kayadan geçen yola” merhaba diyelim.

    siyasol’a yazın!
    siyasol’u takip edin!
    -@siyasolorg
    -siyasolorg@gmail.com
    -siyasol facebook
    -------------------------

    kaynak: http://siyasol.org/siyasoldan-selam/
hesabın var mı? giriş yap