• ağlamanın en faydalı olan şeklidir. özellikle benim gibi yalnızca yürürken kafası çalışanlar için rahatlamanın en güzel yoludur. yanağınızdan süzülüp kaldırım taşları üzerine dağılan gözyaşlarının buharı o yoldan her geçişinizde tekrar tekrar beyninizde yoğunlaşıp sağanak halinde düşüncelerinize yağar...
  • genellikle hava yagmurluyken yapılan eylem.
    - ağlamıyom abi yağmur yağmur
  • yağan yağmura denk getirilebilirse, hem doya doya ağlanabilir. hem de kimse farkına varmaz.
  • terkedersin veya terkedilirsin bilmezsin ne yapcağını nereye gitceğini öyle boş boş dolanırsın, acırsın kendi haline ağlarsın sokaklarda rahatlarsın sonu belli olmayan yollarda yürürken...
  • göz yaşının tadı seviliyorsa, bir yandan da dili yanak - dudak çizgisine uzatmak marifetiyle akan yaşlar toplanabilir.
    böylece hem yürümüş hem ağlamış hem de yalamış olursunuz.
    kimsecikler görmez göremez, biraz daha kasarsanız 'doğuş' mertebesine ulaşabilirsiniz (ağlamak, takla atmak, şarkı söylemek)...
  • hüznü, hayalkırıklığını ve umutsuzluğu daha fazla taşıyamayıp altında ezilmeye başladığınız anla denktir.
  • yaşananların, yaşanılanların sinir boşalması şeklinde eylem haline gelmesidir, en azından çoğunlukla öyledir.
  • sinirle taşan bünyeyi deşarj etmenin etkili yollarından bir tanesidir. belli etmemek adına kafayı öne eğersin, dudağa doymuş gözyaşını yere akıtırsın. biraz daha yürüdükten sonra, silersin yüzünü. artık ilk denk gelen tanıdığa kocaman bir gülümseme göstermeye hazırsındır işte.
  • anlatılması çok zor olan olaydır.

    burnunuzun derinliklerinde peydahlanan bir yara vardır. öyle kalbimin derinlikleri diyenlere inanmayın.

    yaranın kuruyan kabuğu ile ilk gelen sızı, alnınızın burnunuzla birleştiği yerde hafif bir kaşıntı oluşturur. gözleriniz sulanır. sonra sızı artar ve gözünüzden yaşlar gelmeye başlar.

    aynı anda burnunuzdan da sıvı gelmeye başlar. yaranızdaki sızı iyiden iyiye acıya döner. artık gözlerinizdeki yaşlar da tutulamayacak seviyeye gelir ve bir sel olup akmaya başlar.

    burnunuzdaki acı son safhaya geldiğinde de şiddetli bir hapşırık koyverirsiniz. bundan sonra gözlerdeki yaşlar dayanılmaz hale gelir. burnunuzdaki yara iyice açılmıştır ve mukus salgısı da son sürat devam etmektedir. burnunuz deli gibi akar. silmek için mendilinizi burnunuzun iki yanına bastırdığınızda içindeki yarayı çoktan unutmuşsundur. ancak o kendini size en acı şekilde hatırlatır ve gözünüzden gelen yaşları bir kez daha coşturur.

    artık canınız daha çok acıdığı için burnunuz da daha çok akıyor daha çok ağlıyorsunuzdur. tekrar hapşırırsınız en ıslak ve salya sümük şekilde. burnunuz daha da fazla şekilde akmaya devam eder. yine burnunuzu silmeniz gerekir. ama bu sefer de tırsarsınız yaraya dokunmaktan. bu kısır döngüden çıkmak salgılanan mukusun yara kabuğunu yumuşatmasının ardından durur. ancak siz sokak ortasında şaşkın gözler üzerinizde salya sümük ağlıyor bir görüntü çizersiniz, eşek kadar boyunuz, 3-4 haftalık sakalınızla.

    hiç sempatik ya da acınacak bir hal değildir. öyle duygusal da değildir. "eşek kadar adama bak salya sümük ağlıyor" der geçerler yanınızdan.
  • yedi tepe istanbul isimli nadide dizide zuhal olcay herşeyini kaybetmiş, mutsuz bir şekilde kucağında ekmeklerle yürürken ağlıyordu. şimdi bile hatırlayınca tüylerimi diken diken eden bir oyunculuktur. sonra da bir apartmanın merdivenine oturup bağıra bağıra ağlıyordu. fırıncı amca geliyordu bakıyordu buna, o da ne var hiç sokakta ağlayan insan görmedin mi diyordu. çok ama çok güzel bir sahneydi...
hesabın var mı? giriş yap