• 2000 yapimi francois ozon filmi. 25 yillik evli bir cift her yil oldugu gibi yazliklarina giderler. kadin kumsalda guneslenmeye baslar, kocasi da denize girer. kadin uyandiginda kocasini bulamaz, adam yokolmustur. bir iz bulunamaz. ve kadin, kocasinin oldugune inanmak istemez.. sakin, duragan bir film.
  • izlerken sıkılınmamasına karşın sinemadan çıktıktan sonra pek de hoş bir tad bırakmayan, neden çekildiği anlaşılamamış bir film. belki de filmin bitişinin tatminkar olmamasından dolayı ortaya çıkan bir histir bu. bu da belki senaryo bitmeden çekimlere başlandığı için olabilir.

    her halükarda charlotte rampling'in o yaşta -ki film çekildiğinde 55 yaşında imiş- hala taş olunabildiğini göstermesi açısından ilginç bir film.
  • depresyonist fransiz sinemasindan guzel, duru bir ornek. kocasinin ya$attigi how to disappear completely sendromundan sonra kadinin kaybetme, baglilik, kabullenememe, yerine koyma kavramlari uzerinde dola$tigi bir film. undenied i ,yanilmiyorsam, sadece yazlik evden ayrilirken ve yazlik eve geri donu$te duyabiliyoruz.
  • kendi gerçekliğini yaratmak, inanmak istediğin şeye inanmak konusu gayet ince ve derinlemesine işlenmiş. tartışmasız başarılı bi film.
  • tarantino nasıl jackie brown'ı bence pam grier'e saygısı için çektiyse bu film de charlotte rampling'e bir saygı duruşudur
  • ırmak - deniz ilişkisini en iyi açıklayan sahip olamamanın en tatmin edici yanlarını çok iyi kavratan film .
  • temmuz ayında primemax kanalının bi güzellik yapıp yayınlayacağı film.
  • undenied'ın çalındığı sahneden sadece birkaç saniye öncesinde portisheadesque bir havaya girip de "şimdi çalsa bir şarkıları nasıl uyarmış filme." diye içimden geçirip birkaç saniye sonra undenied'ı duyduğumda tüylerimi ürperten ozon filmi. jackie'yi her dinleyişimde gözümün önüne rampling'in o umutsuz, kendini kandırmaya çalışmaktan aciz kalmış gözlerinin imgesi beliriveriyor; karşılaştığı her mavilik, her kanıt ona sanki tam da istediği gibi inanmak istediklerini kanıtlıyordur aslında...

    sahip olmanın aslında artık kendini kandırmalardan ibaret olduğu gerçeğini son ana kadar anlatmakta inat eden bir filmdir sous le sable. sanki ikiye ayrılır izleyici seyir halindeyken. bir taraf hep yanılsamaların yandaşı olan rampling'i, bir taraf da onun kendi antiherosunu kendi içinde farkında bile olmadan izleyicinin gözünde yaratan o karakterin trajik öyküsünü bize yansıtan yönetmenin tarafını; farkında olmayı tutar. iki taraf adeta bir savaş verir film boyunca. her tesadüf, her kanıt iki tarafın da savını destekler türdedir. şüphe ve belirsizlik* ise umudun yanında görünür sanki hep. ve her şey kendi gerçekliğiyle ilgilidir aslında insanın. arzunun objesi bir türlü varedilemese de hayal etmek de bir yerden sonra artık varedişe dönüşür. ansızın kaybolan veya kaybedilmiş bir objenin yarattığı boşluk ise ancak o tür bir varoluşla gerçekleşebilirdir zaten.
  • uzun bir birliktelik sonunda, hep senin olduğunu sandığın o kişiyi kaybetmenin verdiği acının ve hatta acıdan uzak bir noktada çaresizce çırpınışların sergilendiği, insanı dalıp götüren bir francois ozon filmi.
  • filmin geneli görsel olarak çok tatmin edici olmamasına rağmen 3 fotoğrafı ile aklımda yer edecek filmdir, zira üçü de gözümüze gözümüze sokulmuş, "farkedin bunu ama" tarzında sunulmuştur:

    - baştaki yeşil çimler/mavi deniz/kırmızı elbise görüntüsü
    - ortadaki jean'ın annesinin yüzü
    - en sondaki plaj sahnesi
hesabın var mı? giriş yap