southern gothic
-
american south diye adlandirilan ve sosyo-kulturel yapisi abdnin diger bolgelerine anca bir arpanin bir elmaya benzedigi kadar az benzeyen bolgenin yetistirdigi william faulkner, tennessee williams gibi yazarlarin yazilarinda hep karsimiza cikan grotesk, mistik ogeler birbirlerine o kadar benziyor sanirim, akademisyenler southern gothic diye suslu bir paket yapmis, bundan boyle bu yazarlara southern gothic yazarlari demisler. harikadir, okunmasi zor, puslu yazilarin ardinda yavas yavas beliren hastalikli guney toplumunun hikayelerini yazanlar sanki gelismekte olan ulkelerin yazarlari ile benzesir daha cok, sanki bir arundhati roy, bir salman rushdie ile cok daha benzer bir dil konusur bu yazarlar.
-
muzikte de yansimalari vardir. johnny cash'in folk/country'sinden, sixteen horsepower'in cayir cayir muzigine kadar uzanir..
-
efendim, bu olayin muzikte yansimalarina verilebilecek en iyi orneklerden biri de 16 horsepower'dir. faulkner okurken kisik sesle bu insanlar dinlenirse garip bir hissiyat olusabilir. malesef 16 horsepower hatirladigim kadariyla 2003te dagilmis bir topluluktur.
-
the constellations 'ın albümünün ismi. horrible bosses'ın müziklerinde de geçen perfect day'den hatırlayabiliriz kendilerini.
-
(bkz: true detective)
-
-
uzun bir aradan sonra birkaç dizi izleyeyim derken hep southern gothic, dark country türünde eserler karşıma çıktı. yazın izlememe ve bu şarkıları en sıcak günlerde dinlememe rağmen içime muazzam bir serinlik çöktü.
şarkıların çoğunda vazgeçmişlik, bir şeylerden bıkmışlık, ölüme çağrı unsurları var. son birkaç aylık ruh halimi sanırım bu ve ilişikli türlerle özetleyebilirim. içimde yer eden ve gitgide büyüyen anlamsızlık ve faydasızlık hissiyatı bu şarkılarda iyice ortaya çıktı. belki başkalarının bu eserleri yaratırken benim gibi düşünmelerini anladığımdan ya da içimdeki karanlığı ve o paslı kara ruhu şarkılara bulaştırdığımdan olsa gerek bir ferahlama hissettim. bu kış sanırım tümüyle bunları dinleyerek geçecek.
tek bir dileğim var şu günlerde, lütfen şu türü türkiye'ye getirsin birileri. mis gibi bağlamaya, yerli folk eserlerimize şunları uygulasın yahut yerli eserlerden esinle gothic eserler üretsinler. gerçi bir yazar önce yazı ürünleri ile doğduğunu sonra müzikte bu akımın yayıldığını söylemiş. belki, belki. -
tyminski 'nin harika sarkisi. sozleri kavrami cok guzel anlatan icini dolduran oralarin ruhunu ortaya koyan sozler olmus. abarmayan country aksaniyla da cuk oturmus. birkac gundur durmadan bunu dinliyorum.
woohoohoooohooo
woohoohoooohooo
blackbird on the old church steeple
spanish moss hanging in the setting sun
every house house has got a bible and a loaded gun
we’ve got preachers and politicians
round here its kinda hard to tell which one
ıs gonna do more talking with a crooked tongue
this towns got the good lord shakin’ his head
lookin’ down thinking we ain’t heard a word he said
word he said
baptized in southern gothic
ın the garden of good and evil
devil right here who whould’a thought it
ın a town full of god fearin’ people
dogs and deadbolts guard the night
nothing left to do but kneel and pray
we’ve got a church on every corner
so why does heaven feel so far away
far away
must be something in the muddy water
turns the whisky ’bout as sweet as sin
every drunk in town can sing a brown bag hymn
good fences make good neighbors
but good neighbors make good lovers too
when your man ain’t home any man will do
this towns got the good lord shakin’ his head (shakin his head)
lookin’ down thinking we ain’t heard a word he said
word he said
word he said
baptized in southern gothic
ın the garden of good and evil
devil right here who would’a thought it
ın a town full of god fearin’ people
dogs and deadbolts guard the night
nothing left to do but kneel and pray
we’ve got a church on every corner
so why does heaven feel so far away (far away)
high on homegrown, smokin’ that brimstone
momma ain’t stoppin’, poppin’ that cotton
no happy ever after, waitin’ on the rapture now
baptized in southern gothic
ın the garden of good and evil
devil right here who whould’a thought it
ın a town full of god fearin’ people
dogs and deadbolts guard the night
nothing left to do but kneel and pray
we’ve got a church on every corner
so why does heaven feel so far away
far away
southern gothic
southern gothic
southern gothic -
günahlarla kuşanmış bir tarih de denebilir sanki. karakterlerin geçmişi, amerika'nın da geçmişidir bir yerde.
amerikalılar kendilerine efsanelerle yüklü beldeler yaratma noktasında her zaman eşi görülmemiş bir kıvraklığa sahiptir; mitoslarla özdeşleşmiş batı veya vahşiye karşı verilen destansı hayatta kalma savaşıyla kuzey örneklerinde olduğu gibi. ama edebiyatın katalizör etkisiyle güney'de sözü edili idealizmin ya da mitosun çok daha erken çözüldüğünü gözlemliyoruz: depresyon çağları, kapitalist sömürü, kasaba tutuculuğu, ırkçı şiddet ve kölelik, terk edilmişlik duygusu veren kıraç topraklar (plantasyon) ve üzerinde can sıkıcı bir hayat sürdüren lanetlenmiş cehennem mahkumları, bastırılmış ensest ve eşcinsellik, tecavüz, cinayet, intihar, iktidarsızlık, fonksiyonunu yitirmiş bir aile kurumu, kadın dramları; özetlersek bilumum kişisel ve toplu trajedilere yataklık eden, ahlaki çöküş içindeki yozlaşmış ve geri kalmış bir güney fotoğrafı! bunun haricinde romantize edilip sulandırılmış bakışlar da kendine yer bulabilmektedir.
edebiyat kanadından bahsedilmiş. southern gothic, sinemada da ciddi bir külliyatın malzemesidir. hepsini yazacak yeterlilikte değilim. herkesçe bilinen belli başlı örnekler sıralayıp gerisini okuyucuya bırakmak en iyisi. sözlükte amerikan sinemasına eksiksiz derecede hakim kullanıcılar biliyorum, varsa çok kritik eksiklikler affola.
the fugitive kind, 1960, sidney lumet
jezebel, 1938, william wyler
the little foxes, 1941, william wyler
tobacco road, 1941, john ford
places in the heart, 1984, robert benton
wise blood, 1979, john huston
the night of the hunter, 1955, charles laughton
cat on a hot tin roof, 1958, richard brooks
the long, hot summer, 1958, martin ritt
sounder, 1972, martin ritt
the tarnished angels, 1957, douglas sirk
a streetcar named desire, 1951, elia kazan
baby doll, 1956, elia kazan
ruby gentry, 1952, king vidor
the intruder, 1962, roger corman
hush...hush, sweet charlotte, 1966, robert aldrich
this property is condemned, 1966, sydney pollack
the chase, 1966, arthur penn
to kill a mockingbird, 1962, robert mulligan
the heart is a lonely hunter, 1968, robert ellis miller
in the heat of the night, 1967, norman jewison
suddenly, last summer, 1959, joseph l. mankiewicz
sweet bird of youth, 1962, richard brooks
toys in the attic, 1963, george roy hill
intruder in the dust, 1949, clarence brown
cool hand luke, 1967, stuart rosenberg
days of heaven, 1978, terrence malick
the beguiled, 1971, don siegel
deliverance, 1972, john boorman
the color purple, 1985, steven spielberg
down by law, 1986, jim jarmusch
driving miss daisy, 1989, bruce beresford
cape fear, 1991, martin scorsese
the ballad of the sad cafe, 1991, simon callow
lone star, 1996, john sayles
sling blade, 1996, billy bob thornton
the gift, 2000, sam raimi
o brother, where art thou?, 2000, joel coen, ethan coen
big fish, 2003, tim burton -
günümüz amerikan edebiyatında cormac mccarthy bu türde başı çeker sanırım. kavramın anlatmaya çalıştığı şeyi anlamak için, mccarthy'nin romanından uyarlanan 2007 yapımı no country for old men filmi izlenebilir. bir de emin olmamakla birlikte hbo'nun deadwood dizisi ve paul thomas anderson'un there will be blood filmleri de bu kavram dahilinde değerlendirilebilir diye düşünüyorum. yanlış ise düzeltilebilir.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap