• işçi olduğunun farkında olmayan milyonları barındıran bir ülkede işçi olmak gerçekten zor zanaattir!

    (bkz: http://www.cagatayca.com/…rkiyeden-isci-manzaralari)
  • sendikal mücadeleden yoksunluk demektir. bu mücadeleyi savunanların ise genelde kapı dışarı edileceğini bilmeleri demektir!
  • gazetelerde hep gözüme çarpar. bilmem ne şirket yıllık cirosunu şu kadar arttırdı. diğeri bu kadar büyüdü falan filan. peki bu şirketlerin zincir magazalarinda bizlerinde gidip bazen eziyet ettiğimiz çalışanları ne kadar maaş alıyor acaba? şirketler milyon hatta milyar dolarlarla oynarken onlar ne şartlarda çalışıyor? bildiğim hatta yaşadığım kadarıyla anlatmaya çalışayım.

    çoğu şirket asgari ücretle çalıştırır işçilerini. onların tabiriyle personellerini. haftalık 45 saat olan çalışma süreleri her hafta aşılır ama kesinlikle mesai ödenmez. bu 45 saat içerisinde gene yasalarda belirtilen yemek ve dinlenmemolaları hep eksik kullandırılır. bayramlarda da haftalık izni olarak bayram da bir gün izin verilir ve hem haftalık izin gider hem de mesai parası.

    türkiye'de işçi olmak boyle bir şey olsa gerek.

    her şirket boyle değil tabi. mutlaka ki çalışanlarına tüm sosyal ve yasal haklarını verenlerde vardır. ama türkiye'de dev şirket olarak gosterilen şirketlerin çalışanlarını ne şartlarda çalıştırdığını ancak o isimlere ve vaadlerine aldananlar bilir.
  • iş hukuku kitapları işçiyi "bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişidir." şeklinde tanımlıyor. beyaz yaka, mavi yaka gibi tabirler yeni yeni farkına vardığımız kavramlar aslında. beyaz yaka; daha çok memurlar, bankacılar vb. masabaşında çalışan, okumuş etmiş olan işçiler, mavi yaka ise daha çok fiziksel gücünü ortaya koyarak çalışanlar için kullanılıyor. fakat, işçi deyince genel olarak ilk akla gelen mavi yakalı kesim olduğu için onlardan söz etmek istiyorum birazcık. sendikasını neyini karıştırmayacağım.

    mavi yakalı işçilerimize baktığımızda bu kesimin diğerlerine göre daha düşük bir düzeyde eğitim sahibi olduğunu varsayabiliriz. baba mesleğini devam ettirme amacı ile bu işin içinde olanları bir kenara koyarsak, sanmıyorum ki hiç biri yaptıkları işi "tercih etmiş" olsun. karşılaştırmaya kalkarsak eğer; beyaz yakalılara nispeten daha düşük ücret, daha yüksek işgücü ortaya koyduklarını görüyoruz. bu da beyaz yakalı olmanın daha çok tercih edilmesinin temelinde yatan sebep olarak gösterilebilir.

    beyaz yakalıların bu durumu yine beyaz yakalılar tarafından denge unsuru olarak öne sürülüyor. "biz yıllarca dirsek çürüttük" "onlar vucudunu, biz beynimizi kullanıyoruz" vs. üstüne bir de "eğitimsiz", "cahil", "kıro", "amele" gibi sıfatların kullanılarak hakir görme, küçümseme tavırları eklendiği oluyor. sanıyorum işçi olmanın türkiye versiyonu da bu olsa gerek. daha önce çoğu yerde bahsedilmiş bulunan "sendikal haklar", "sosyal güvenceler" gibi konular zaten bizdeki kadar olmasa da başka ülklerde de sorun, veyahut sorundu. bu noktada terbiyemi ve yazı uslubumu bozmak istiyor, enrage olup charge atarak mevzuya giriş yapıyorum;

    şu dirsek lafını kullananlara sözüm öncelikle: siktirtme dirseğini bilader (charge stun) senin işçi diye küçümsediğin adam (kendilerini işçi olarak görmüyor bu beyaz yakalı tayfa çoğunlukla. lafım zaten görmeyenlere) kendi seçmedi bu şekilde çalışmayı. ya maddi yetersizliklerden dolayı ilköğretimini, orta öğretimini bıraktı, ya ortaokul sonrası yanlış yönlendirme sonucu meslek liseli oldu, ya da daha 18 yaşında bile değilken kendi hayatı hakkında verebileceği en büyük kararlardan birini yanlış verdi. sonuç itibariyle bu adam eğitimini tamamlamadığı taktirde ileride nasıl bir yaşama sahip olacağını bilmiyordu. bu onun kaderi oldu.

    dirsek çürütmek konusunda haklısınız belki. kendiniz, aileniz ya da devlet ciddi miktarlarda para harcadı sizin o eğitimi alabilmeniz için. üzerinize yatırım yapıldı. paranın yanısıra büyük bir emek de sarfedildi siz okuyasınız diye. şanslısınız siz. hah işte, mavililerin böyle bir şansı muhtemelen hiç olmadı. onlar da isterdi dirsek çürütmek. olmadı. bir şekilde olmadı işte. onların üzerine sizinki kadar parasal yatırım yapılmadı. "herkes mühendis doktor mu olacak, bu memlekete çöpçü de lazım" dendi bazen. belki aileleri bilinçsizdi, belki maddi yönlerden yetersiz kaldılar, belki de hiç olmadı aileleri. türlü türlü insan var memlekette.

    "beynimi kullanıyorum" lafına gelince. burada da haklısınız. herkes bilir, beyin güçlü bir organdır. (yapılan iş = harcanan enerji, güç = harcanan enerji / zaman) beyninizi kullanarak ciddi miktarlarda enerji harcayabilirsiniz, yorulabilirsiniz, doğru. öss'ye hazırlanırken 3 4 saat aralıksız çalıışan bir öğrencinin deli gibi acıkması buna örnek olarak verilebilir. peki hepiniz bu kadar enerji harcadığnızı düşünüyor musunuz?

    taze bir örnek vereyim. 29 yaşımı doldurdum ve itü'den atıldım. işsizdim. bir dostumun söve imal ettiği atölyesini ziyaret ettim. çalışanları ve yaptıkları işleri gördüm. 5 kişi çalışıyordu. biri kütük halindeki straforların autocad çizimini yapıp makineye kestiriyor, ikisi kesilmiş sövelerin üzerine fırçayla tutkal sürüyor, diğer ikisi de tutkal sürülmüş sövenin üzerine silisli kum atarak kurumaya bırakıyordu. "yeterince hızlı değiliz" dedi erdem. 2 kişi daha almayı düşünüyordu.

    "hacı" dedim, "ben bu tutkallama işini yaparım. işçi alıcaksan ben varım" "olmaz" dedi erdem. "itü'de okuyan adamı işçi diye çalıştırmaya utanırım". "abi, başlatma itü'süne" dedim. "işe ihtiyacım var" güç bela kabul ettirdim adama durumu. full time çalışma karşılığı sigorta + asgari ücret'le çalışacaktım.

    ertesi gün gelip başladım işe. giydim iş elbiselerini. * yapacağım tek şey arkamdaki söveyi alıp masaya koymak, (300 400 gram ağırlığı var koca sövenin, ağır birşey değil) tutkallayıp, kumlanmak üzere yan yaraftaki masaya vermek. yan taraftakiler de kumladıkları söveyi kuruması için arabalara bırakıyor, araba dediğim tekerlekli iskele gibi birşey. tabi bunları ayakta yapıyoruz. sabah 8:30, akşam 19:00 çalışma saatleri. öğlen 45 dakika yemek molası, öğleden sonra da 20 dakika çay molası. işyeri evime 1,5 saat uzaklıkta. sabah 6'da kalkıyorum, 7'de evden çıkıyorum, akşam 21 gibi evde oluyorum. ilk günü atlattık bir şekil. akşam çıkarken erdem anahtarları bana verip, "yarın sen aç burayı" dedi.

    hayatımda hiç o kadar deliksiz uyumamışımdır herhalde. ertesi sabah kalktığımda farkettim ki hala yorgunum. yine aynı şekilde evden çıktım, 8:30 'da işyerine vardım. tulumlarımı giydim. 2. gün 3 kişiydik. diğer 2'si zaten çocuk sayılır. bu sefer ekstra olarak tutkalı hazırlamak ve kumlama masasının üzerine kum torbasını getirmek. 3 kişi zor kaldırıyoruz o torbayı. günde 2 kere torba getirmek gerekiyor. o gün akşamı zor ettim. eve gelir gelmez duş muş da almadan zıbardım zaten direk.

    ertesi gün yine aynı saatte işe gittim, dükkanı açtım. tulumları giymeden bekledim. erdem gelince de anahtarları verdim, "benden bu kadar hacı" dedim. altından kalkabileceğim birşey değildi çünkü. her gün yoruluyorum, daha dinlenemeden işe geri geliyordum. bir noktada patlayacaktım yani. meğersem bizim arkadaş bunu önceden tahmin etmiş, dükkanı açmamı o yüzden istemiş. yüzleşmiş oldum iş yaşamıyla. af geldikten sonra okula geri dönmeyi ciddi ciddi planlamaya başladım.

    benim yaptığım iş mavi yakalıların yaptıkları içerisinde olabilecek en rahat işlerden biri. telefon mağazalarında çalışanları düşünün, gece geç saatlere kadar mesai yapıyorlar, müşterileri sürekli ayakta karşılamak zorundalar ve dükkanlarında oturacak yer dahi yok. satış türü işlerin hepsinde vardır bu. gidin bir giyim mağazasına, çalışanlar için oturacak yer göremeyeceksiniz. sonrası, inşaat işçileri var, madenciler var, tersane işçileri var. bunların yaptıkları işlerinde eksik kalır tarafları yok zaten. yorgunluktan ölmelerini geçtim, gerçek anlamda da ölüyor bu insanlar.

    aldıkları ücretlere bakalım. en kallavisi (usta olmayan) 2000 lira alıyor, ki çok uçuk rakam oldu bu, çoğu asgari ücrete talim. beyaz tayfaya bakalım bir de. mühendislerden örnek verecek olursak askerliğini yapmış ve işe yeni girmiş olan arkadaşlarımın aldığı en düşük ücret 2500 lira.

    şimdi biri yıllarca okumuş etmiş, "dirsek çürütmüş" adam, beynini kullanıyor. bir süre sonra da zaten otomatiğe bağlıyor, beyninin motor kısımlarını kullanıyor, çalışma saatleri düzenli, 2500 ü alıyor. diğeri yine beyninin motor kısımlarını kullanıyor, ilaveten deli gibi vucut gücü kullanıyor, ölüm kalım riski var, çalışma saatleri de o kadar iyi değil. alıyor asgari. hadi 1000 olsun. adalet neresinde bunun?

    özet geç piç: çok çalışıp az kazanmaktır türkiye'de işçi olmak.
  • türkiye'de işçiyseniz, patron sizi ezmiyorsa bile patronunuzdan alacağı olan, anlaşamayan birileri sizin adınıza acı çekecektir. her şekilde ya patron tarafından ya da patron karşıtı tarafından birileri sizi sömürecektir. kelime afili ya, işçi!
    otomatik olarak emek saygı filan. he? götü yiyen karşı çıksın. hey be!
  • götoğlanlarının hası olan (bazı) işverenler tarafından her an kapının önüne konulabilirler. en canlı örneği; konuşma, bak
  • http://www.youtube.com/…ayer_embedded&v=5bufhv5u3wk

    işçi ailesi olmak ne demektir.

    ter akıtırsın. emek verirsin. bir gün, bir yönetim kurulu karar verir. hayatın, geleceğin ve çocuklarının geleceği tehlikeye girer.

    aç kalma riskin ortaya çıkar.

    şişecam işçi eşleri ve çocukları anlatıyor.
  • "insan" olmayı haketmemek demektir..

    insan olarak görülmezsiniz, diğerleri tarafından. her hangi bir hakkınız da yoktur.

    aldığınız maaş neyinize yetmiyordur üstelik ?!

    nedendir bu eylemleriniz,
    başkaldırışınız kimedir misal ?!

    şişecam işçilerinin sonuna dek yanındayız !!
  • hüseyin kürekçi
    hasan bozacı
    muharrem yapıcı
    yüksel koca
    ahmet şekerci
    satılmış arslan
    köksal kadıoğlu
    muhsin akyüz

    taşeron firmanın çalıştırdığı işçiler olmaktır.
    kömür ocağında patlama sırasında ölebilmektir.

    http://haber.sol.org.tr/…onucunda-oldu-haberi-65718
hesabın var mı? giriş yap