• yabancı gezginlerin ve türkiye’de bulunmuş yabancıların belirttiği gerçekliktir.

    16. yüzyıl fransız yazarı michel de montaigne şöyle diyor:

    "türklerin hayvanlar için yurtları ve hastaneleri vardır.” (michel de montaigne, les essais, edition presentee, etablie et annotee par pierre michel, paris, cilt ıı, s. 64)

    rumen tarihçi, siyaset adamı ve edebiyatçı nicolae jorga şöyle diyor:

    “çiçekler, türkler için sanki ayrı bir ibadetti. askerlerin yürüyüşler sırasında güllere basmaları yasaktı ve bir çoğu sarıklarında veya ellerinde çiçekler taşıyorlardı.” (nicolae jorga, osmanlı imparatorluğu tarihi, c.2, s.359)

    kanuni sultan süleyman döneminde avusturya elçisi olarak istanbul’da görev yapan ogier ghiselin de busbecq şöyle diyor:

    “bir hayvanın eziyet edilerek öldürülmesi veya çektiği acıdan zevk alınması türkleri hiddete boğar.” (ogier ghiselin de busbecq, türk mektupları, çev. derin türkömer, s. 126)

    1786 yılında istanbul’a gelen ingiliz gezgin lady elizabeth craven şöyle diyor:

    “türkler tabiatın güzelliğine o kadar hürmet ediyorlar ki, evlerini yapacakları yerde bir ağaç bulunursa, ağacı kesmiyorlar da evlerinin içinde ağaca bir yer ayırıyorlar. ağaç dallarını, çatılarının en güzel bir süsü sayıyorlar.” (lady craven, voyage de milady craven à constantinople, paris, 1789, s. 171)

    ingiliz gazeteci edward frederick knight 1908 yılında yazdığı kitabında şöyle diyor:

    “hiçbir avrupa ülkesi yoktur ki hayvanlara türkler kadar merhametli davransın. türkler atlarına, çifte koştukları hayvanlarına ve diğer evcil hayvanlara zarar vermezler. hayvanların gösterdiği muhteşem uysallık da bu merhamete delildir. istanbul’da sokaklar köpeklerle doludur. dar kaldırımlarda sere serpe yatan köpekler yanlarından birileri geçerken kıllarını kıpırdatmaz. bilirler ki hiçbir türk, onları tekmeleyecek kadar kalpsiz değildir.” (edward frederick knight, turkey; the awakening of turkey, s. 8)

    1755 ve 1769-1776 yılları arasında türkiye’de bulunan fransız teğmen françois baron de tott şöyle diyor:

    “türkler tabiatı olduğu gibi seyretmeyi daha uygun bulurlar; gölgelerinde dinlendikleri ulu ağaçlar için evlerinin planlarını bile değiştirirler. evin sahibi kadar eski bir karaağacı kesmemek için bir evin ağacı içine alacak tarzda inşa edildiğini gördüm. bir arsada ağaçlar nasıl bitmişse o şekilde muhafaza edilir, evlerin mimarîsi onlara göre saptanır... türklerin güvercinlere karşı besledikleri şefkat tarihin ilk devirlerine çıkacak kadar eskidir.” (baron de tott, 18. yüzyılda türkler: türkler ve tatarlara dair hatıralar, tercüman 1001 temel eser, çev: mehmet r. üzmen, s. 33 - baron de tott, memoires sur les turcs et les tar-tares, paris, 1785, s. 64)

    1832 ve 1850 yıllarında türkiye’de bulunan fransız şair, yazar ve devlet adamı alphonse de lamartine şöyle diyor:

    “türkler canlı ve cansız mahlukatın hepsiyle iyi geçinirler. ağaçlara, kuşlara, köpeklere, velhasıl tanrı'nın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başı boş bırakılan veyahut tazib edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler... bu sarayların hususiyyeti, türk milletinin bir seciyye hususiyetini gösterir. tabiati anlayış ve tabiat aşkı. güzel manzaralara, parlak denizlere, gölgeliklere, menbalara, karlı dağ tepeleriyle çevrelenmiş muazzam ufuklara karşı beslenen temayül, bu milletin en büyük meylidir. onun bu hissinde asıl ve menşeini hatırlamaktan hoşlanan ve bütün zevkleri tabii ve sade olan bir milletin hatırası sezilir. işte bu millet payitahtın merkezini bütün imparatorluğun ve belki de bütün dünyanın en güzel tepesinin yamacına yerleştirmiştir. türkiye'nin her tarafında böyledir; hünkarla halk, büyüklerle küçükler meskenlerinin intihabiyle tanziminde hep ayni ihtiyaca, ayni hisse tabi'dir. güzel bir ufuk manzarasıyla gözlerin aydınlanması istenir. yahut da, eğer evlerinin vaziyetiyle yoksulluğu müsait değilse, harabelerinin etrafındaki toprağın bir köşesinde hiç olmazsa bir ağaç, bir koyun, birkaç kuş ve beş on güvercin olmasını isterler. bir çeşmenin yanında, güzel dalların yaprakları altında, kıra yahut denize hakim bir vaziyette muhteşem bir ufka karşı gölgeli bir yere oturup müphem ve sessiz bir temaşaya dalarak saatler ve günler geçirmek, işte müslüman-türk’ün hayatı!” (lamartine, voyage en orient, cilt ıı, paris, 1896-1897, s. 235-236-259)

    1552 yılında türklere esir düşüp kaptanı derya sinan paşa‘nın yanında kölelikten gözde hekimliğe kadar yükselen ispanyol pedro şöyle diyor:

    “sadece insanlara değil, hayvanlara da yapılan iyilik çok büyük sevaptır. bazı insanlar denizdeki balıklara ekmek atarlar. istanbul’da pek çok, hele büyük senyör’ün sarayına bitişik bahçelerin çitleri üzerinde karınca sürüsü kadar sahipsiz köpek vardır. yavrulayan köpekleri öldürmek günah olduğu için şeytanlar gibi süratle çoğalırlar. bazı insanlar bir iki düzine kadar ciğer veya ekmek alıp kedilere ve köpeklere dağıtırlar. birisi hastalanınca kafese doldurdukları kuşları salıverirler. bizleri geride bırakacak kadar iyilikleri vardır. ama o memleketten işlerini yoluna koyamadan dönenler de türklerin zalimliğinden, cimriliğinden, daha bilmem nesinden işlerine geldiği gibi bahsederler.” (türkiye’nin dört yılı 1552-1556, manuel serrano sanz’ın yayınladığı el yazmasından, çeviren: aysel kurutluğlu, s. 89)

    1729’da osmanlı imparatorluğuna gelip 3. ahmet ve 1. mahmud döneminde istanbul’da bulunan fransız general claude alexandre comte de bonneval şöyle diyor:

    "türkler kedi, köpek vesaire gibi başıboş hayvanlar için de vakıflar kurarlar. kasaplar her gün bu gibi hayvanların bir miktarını beslemekle mükelleftir. birçok kimse de yol boylarında yolcularla hayvanlarını barındırmak üzere kervansaraylar ve memba sularından çeşmeler yaptırır. bu çeşmelerde su içmek isteyenler için zincirle bağlı küçük taslar vardır. verimsiz ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için işçilere para vakfedecek kadar çılgın türkler bile görülmek tedir. bu emr-i-hayrın mahalline masruf olmadığını i'tirâf ederim; bununla beraber, iyiliğin bu derecesi müslüman-türklerin kat'iyyen gaddar ve insaniyyetsiz olmadıklarını bütün vuzuhiyle isbat ettiğine de kaaniim. filhakika körkörüne hükümler vermiye kalkışmamak şartiyle türk örf ve adetleri göz önüne getirilecek olursa, kainatın hulasası mahiyyetinde bir halita olan istanbul ahalisinin bu noktada diğer milletlere nazaran gün aydınlığının ay aydınlığından üstünlüğü nisbetinde faik oldukları derhal teslim edilir.” (comte de bonneval, anectodes venitiennes et turques ou nouveaux memories du comte de bonneval, venedikliler ve türklerle ilgili anektodlar ya da comte de bonneval'in yeni hatıraları, 1740, francfort, 1.cilt, s. 214)

    1893 yılında ingiliz milletvekili kocasıyla birlikte istanbul’da görevli olan oğlunun yanına gelen bayan georgina max müller, ingiltere’ye yolladığı mektupların birinde şöyle diyor:

    “en fakirlerinin bile çocuklara sevgi, düşkünlere şefkat ve hayvanlara merhamet besledikleri görülür.” (georgina max müller, istanbul’dan mektuplar, çev. afife buğra, istanbul, tercüman 1001 temel eser, 1978, s. 22)

    fransız coğrafyacı, tarihçi, yazar elisee reclus 1884 yılında yayınlanan kitabında şöyle diyor:

    “türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır. türklerle rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev bir türk evidir.” (elisee reclus, küçük asya, 1884, c. 9)

    alman gazeteci hans barth şöyle diyor:

    “bir türk evi için önemle vurgulanması gereken özellik, hayvanlara dahi yetecek kadar bir misafirperverliğin bulunmasıdır; her türk evinin çatısında birkaç leylek ve kumru, kapının önündeyse bir köpek devamlı vardır ve hepsi de gönlü gibi eli de açık olan ev sahibinden beslenmektedir. türklerin ve rumların bir arada yaşadığı yerlerde, hangi evin kime ait olduğunu anlamak için evin içine girmeye gerek yoktur; bunun için evin çatısına bir göz atmak yeterlidir.” (ilhan pınar, hacılar, seyyahlar, misyonerler ve izmir: yabancıların gözüyle osmanlı döneminde izmir (1608-1918, izmir, izmir büyükşehir belediyesi kültür yayını, 2001, s. 298)

    1660 yılında ingiliz elçisinin katibi olarak istanbul’a gelip uzun süre çeşitli görevlerde bulunan paul rycaut şöyle diyor:

    “türkler kafes içinde bir kuş satın aldıktan sonra salıvermeyi sevap sayarlar. istanbul'un bütün sokaklarında pek çok tesadüf edilen sahipsiz, hasta ve sakat köpekler için ekmek alıp gıdalarını te'min etmenin de sevap olduğuna kaanidirler. türkler arasında köpeklere karşı gösterilen alaka o kadar büyüktür ki, bunların himayesi ve beslenmesi için hususi kanunlar bile vardır. köpeklere her gün muayyen bir miktar ekmek adayanlar ve ölürken vasiyetnamelerinde köpekler için tahsisat ayıranlar bile vardır.” (ricaut, histoire de l'etat present de ı'empire ottoman, paris, 1670, s. 299-301)

    1639’da ıv. murad döneminde türkiye’ye gelen fransız gezgin clausier du loir şöyle diyor:

    “türkler’in gelenekleriyle ilgili son birkaç şeyi size kısaca anlatmam gerekirse, sadece insanlara değil hayvanlara karşı da onlarda olan yardımseverlikten başka geriye size anlatacağım bir şey yoktur. her şeyin bir ruhu olduğunu kabul eden bu güzel erdemin hayvanlara karşı merhamet hisleri son derece doğaldır. ve şimdi yazacaklarıma eğer gülerseniz ve övüp durduklarımla alay ederseniz sizi mazur görürüm. türkiye’nin şehirlerinde kediler için evler inşa edildiğini, bu soylu kedi ailelerine hizmet etmek, onların yiyeceklerini vermek ve bakımlarını yapmak için hizmetkarlar ve maaşlı görevliler çalıştırıldığını kim gülmeden okuyabilir? ağır yüklerinden dolayı atları teskin etmelerinden ve de adil emirlerle taşımayacakları yükleri kurallara bağlamalarından dolayı türkler’i kınamıyorum. türkler’in kafeslere kapatılmış kuşların öldürülmemesi için satın alıp hürriyetlerini vermelerine (türkler özellikle istanbul’da çok sevilen kumrulara bunu yaparlar) diyecek bir şey bulamazdım. halka açık meydanlarda kediler için ciğer ve diğer lezzetli etleri satan dükkanları görmeyi ve üst düzey adamların öğle yemeği saatlerinde bu etleri satın alarak kedilere vermelerini gerçekten gülünç buluyorum. türkler’den bazı kimseler, onlarda doğal olarak bulunan hayvanlara karşı şefkat duygusunu köpekler için de göstermek üzere sokaklara köpeklerin kalabilecekleri küçük kulübeler yaptırırlar ve onlara yiyecek vermeye özen gösterirler. gerçekten ahlak konusunda, onların siyasetleri ve medeni yaşamları tüm dünyaya örnek olabilir.” (du loir, les voyages du sieur du loir, paris, 1654, s. 189-195)

    1670’lerin başında türkiye’ye gelip iki yıl kalan fransız gezgin guillaume-joseph grelot şöyle diyor:

    “müslüman-türklerin bu sadakalarından insanlar gibi köpekler de istifade eder; türkler bu hayvanlara karşı şefkat beslemekle beraber kat'iyyen evlerine sokmazlar; hep sokaklarda yaşattıkları için, evlerinin yanında onlar için küçük kulübelerle barakacıklar yaparlar.” (grelot, relation nouvelle d'un voyage de constantinople, paris, 1680, s. 275)

    1755 ve 1769-1776 yılları arasında türkiye’de bulunan fransız teğmen françois baron de tott şöyle diyor:

    “hükümet kumruların beslenmesi için buğdayın belirli bir miktarını bu iş için ayırır. bu kuşlardan oluşmuş sürüler, boğazın iki yakasında üstü açık teknelerde taşınan buğdaya hücum ederler. gemicilerin hiç biri bu hayvanların açgözlülüğünü önlemeye kalkışmaz. hayvanlara sağlanan bu kolaylık onların çok sayıda korkusuzca, hatta gemicilerle haşır neşir olacak tarzda kursaklarını doldurmalarını sağlar. istanbul'da çoban cinsi pek çok köpek vardır. şehrin her mahallesinde bu hayvanlara rastlamak mümkündür. kasap dükkanlarının olmadığı mahallelerde doğan köpekler sokaklara atılan çöplerle yetinmek zorundadırlar. köpekleri okşamaktan büyük zevk alan çocuklar da yiyecek kaynaklarından biridir. türklerin kedileri, koyun karaciğerleri ile beslemesini de gezginler hayranlıkla kutlamışlardır. kendilerini bu işe adamış dindar kimseler temin ettikleri ciğerleri kedilere dağıtırlar.” (baron de tott, 18. yüzyılda türkler: türkler ve tatarlara dair hatıralar, tercüman 1001 temel eser, çev: mehmet r. üzmen, s. 78)

    hem osmanlı hem cumhuriyet döneminde türkiye’ye birkaç kez gelen fransız yazar claude farrere şöyle diyor:

    “istanbul’un türk mahallelerinde ürkek bir hayvan göremezsiniz. türk kedileri insandan kaçmaz. çünkü onlar hiçbir zaman hayvanlara kötü muamele etmezler. istanbul’un kedileri çok bariz şekilde ikiye ayrılır. müslüman mahallelerinde yaşayan türk kedileri: bu mahallelerde herkes hayvanlara karşı daima iyi davranır. rum ve ermeni kedileri: bunlar reaya mahallelerinde yaşar. buralardaki doğu hristiyanları, gregoryenler yahut ortodokslar zayıf olan her şeye karşı alçakçasına zalim davranırlar. bu mahallelerde yaşayan kediler, daha insan yüzü görür görmez selameti kaçmakta bulur. benim indimde sevilmeye layık tek köpek cinsi, ehli bir ırktır. bu ırk, türkiye’nin başıboş sokak köpekleri ırkıdır. türklerin sokak köpekleri ciddi, makul, mütefekkir ve filozoftur. ses çıkarmadan yağmura, kara dayanırlar. aksine kötü insanların hiçbir hakaretine tahammül etmez, kendilerine vuran eli yalamasını bilmezler. ama yine de son derece iyi köpeklerdir, kibar ve sakindirler. bana öyle geliyor ki yaşadıkları topraklardaki cemiyet, türkler, onlara örnek olmuştur. zira türklerin kendileri de mükemmel insanlardır. nazik ve sakindirler. kuvvetlerini, hayvanları, çocukları ve kadınları dövmek için asla harcamazlar. türk sokak köpeklerinin toz kondurulacak tarafı yoktur.” (claude farrére, türklerin manevî gücü, çv. orhan bahaeddin, t. 1001 t. e., s. 22-149-154)

    japon aydın nagase hösuke, türkiye gezisi sonrası 1915 yılında yazdığı türkiye ve türkler kitabında şöyle diyor:

    “türkler, hayvanlara karşı da son derece şefkatlidirler. sebepsiz yere hayvanları asla öldürmezler. bir avcının elinde canlı bir kuş gördükleri vakit, muhakkak bu kuşu satın alırlar ve salıverirler. bursa’da kuşlar için yapılmış bir şifahane vardır. burada yaşlı, güçsüz, hasta ve sıcak yerlere göç edemeyecek durumdaki kuşların bakım ve tedavisi yapılır. yaralı kuşlar tedavi edilir. hatta bacağı olmayan kuşlara takma bacak bile takılır. türklerin köpek sevgisi de olağanüstüdür ve meşhurdur. türk toprakları, köpekler için neredeyse bir cennet gibidir. her yerde ve çok sayıda köpek görmek mümkündür.” (nagase hösuke, toruko to torukojin, tokyo, 1915, s. 84)

    3. selim döneminde isveç’in istanbul elçiliğini yapan mouradgea dohsson şöyle diyor:

    “türkler'in çiçekten sonra gelen bir başka zevki daha var. insana tuhaf gelecek derecede ağaç dikimi ve bakımıyla uğraşıyorlar. en sevdikleri ağaçlar meşe, ıhlamur, çınar, çam, kestane, karaağaç, ceviz ve mezarlıklarda pek bol raslanan servidir. türkler'in, en'anevi diyebileceğimiz bir itikatla, bütün bu ağaç çeşitlerine karşı büyük bir hürmeti var. mutlaka gerekmedikçe, ağaç kesmek veya yakmanın bir felakete yol açacağına inanıyorlar. türkiye'deki ağaçların bolluğu, güzelliği, yaşlılığı bu duygunun ne derecede olduğunu açıkça göstermektedir. bir kelime ile, bir ağacı kesmek yahut kurutmak, tabiata karşı işlenmiş bir cürümdür, hele mezarlıklardaki ağaçları kesmek, onların gölgesinde ebedi uykularını uyuyanların ruhunu tahkir manasına gelir... hayırseverlik o derecededir ki, hayvanları bile içine alır. hiçbir kimse, hayvanlara kötü muamele etmez ve ettirmez. bir kimse devesine, atına yahut katırına fazla yük yüklese, hayvanını fazla yorsa, polis derhal buna müdahale eder, eziyeti önler ve hayvanı dinlenmeye sevkeder; buna selahiyeti vardır. her gün bu gibi hareketlerin misalini görmek mümkündür ki, bütün bunlar, hiç şüphesiz, türk milletini şereflendirmektedir. temizlik kaideleri bakımından türkiye'de köpekler eve sokulmaz ama, millet bunları da beslemeye ve alıştıkları mahallelerinde muhafazaya dikkat eder. birçok vatandaş, allah'ın günü onlara yiyecek götürür. kedilere karşı daha da hassastırlar. müminlerin çoğu evlerinde severek bir hatta birkaç kedi beslermiş. müslümanların ava pek düşkün olmaması da, onların itikadıyla ilgilidir. buna insanlığa yakışmayan bir cinayet olarak bakarlar. hatta sadece hayvanları öldürmek değil, onları hürriyetlerinden etmek de hele etinin yenmesi yasak olanlar için insanlığa sığmayan bir şeydir. içlerinden çoğu bu gibi hayvanları, avcılardan satın alır ve hemen azad ederler. birçok şehirlerde, kafesler dolusu kuş satanlara raslanır. bunlara ‘azad kuşu’ denir. müminler, bu kuşların değerini vererek satın alır ve salıverirler.” (mouradgea dohsson, 18. yüzyıl türkiyesinde örf ve adetler, s. 132-163)

    fransız avukat ve yazar jean antoine guer 1747 yılında yayınlanan kitabında şöyle diyor:

    “türk şefkati hayvanlara bile şamildir. bunları beslemek için vakıflar ve ücretli adamlar vardır; bu adamlar sokak başlarında köpeklerle kedilere et dağıtırlar. bu hayvanlar o sadakaya alışmış oldukları için, besicilerinin seslerini o kadar iyi tanırlar ki, işitir işitmez hemen sokak başına üşüşmekte hiçbir zaman kusur etmezler... kısır ağaçların kuraklıktan kurumalarına meydan vermemek üzere bir işçiye ücret verip sulanmalarını temin edecek kadar hayrat ve hasenatta ileri giden kaçık müslümanlara da tesadüf edilir. birçok türkler de sırf azat etmek için kuş satın alırlar... kasaplar her gün muayyen miktar kedi ve köpek beslemekle mükellef kılınır. şam'da (o dönem türk toprağı) hastalanan kedilerle köpeklerin tedavisine mahsus bir hastane vardır." (jean antoine guer, moeurs et usages des turcs, cilt 1, paris, 1747, s. 221)

    aralık 1655’de istanbul’a gelip 9 ay kaldıktan sonra bursa ve izmir’i de gezen fransız gezgin jean thevenot şöyle diyor:

    “onların iyilikseverliği hayvanlara ve bu arada kuşlara kadar ulaşır; her gün birçok kimse pazarlara kuş satın almaya gider ve bunları serbest bırakırlar. söylediklerine göre kuşların ruhları, kıyamet gününde tanrı huzurunda onların iyiliklerine şahitlik edeceklerdir. ölen bazı kişiler mallarını haftada birkaç defa köpek ve kedileri beslemek üzere bırakırlar; bu vasiyetlerini yerine getirmek için sadakatli ve dindar fırıncı ve kasaplara paralarını bırakırlar. bir hayvanın acı çekmesinden ızdırap duyarlar. türklerin hayvan severliğine ait yüz misal verebilirim, bu hususta bizde pek az rastlanan misâller gördüm. sokakta, yeni yavrulamış bir köpeği yanına almış ve üzerinde yürüyemeyeceği korkusuyla ona küçük bir duvar yapmak için taşlar arayan pek çok kişi ve buna benzer olaylar gördüm. fakat benim amacım bu önemsiz şeylerle okuyucunun canını sıkmak değildir.” (jean de thevenot, relation d’un vogaye fait au levant, 1665, s. 95-97)

    1874’te istanbul’a gelen italyan yazar edmondo de amicis şöyle diyor:

    “türk’ün şefkat ve insaniyyet hissini inkara imkan yoktur. türk ırkının ruh asaletini gösteren diğer hisler, yani en küçük iyiliklere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu, ölmüşlere karşı duyulan ta'zim an'anesi, büyük bir nezaketle yapılan misafirperverlik adeti ve hayvanlara hürmet i'tiyâdı gibi faziletlerin de inkarı kabil değildir. bütün bu faziletler türk ruhunun üstünde, her günkü hayatının ihlal edilmiyen huzur ve sükunu içindedir. sultanların veya şahısların hayırlarıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü vardır. türkler, kuşları himaye edip beslerler. kuşlar da onların evlerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik ederler. istanbul’un her yerinde, insanın etrafında uçuşan kuşlar vardır.” (edmondo de amicis, constantinople, paris, 1883, s. 428)

    1800’lerin başında istanbul’a gelen ve 9 yıl kalan fransız doktor a. brayer şöyle diyor:

    “türkler kuşlara büyük bir şefkat gösterirler ve çınar gölgelerinde dinlendikleri zaman onların saadetiyle mahzuz olurlar. bu husustaki hassasiyyetleri o kadar meşhurdur ki, reaya (rum) çocukları o hissi kendi menfaatlerine istismar bile ederler. bu çocuklar ellerine kuşlarla dolu kafesler alarak müslüman-türk’ün önünden geçerler. türk o zavallı kuşları hürriyetlerinden mahrum görünce müteessir olur; çocuklara yaklaşmalarını işaret eder ve satın alma teklifinde bulunur. pazarlık çabucak neticelenir. çocuklar kafesin kapısını açarlar ve mini mini esirlerini salıvererek allah’ın bir mahlukunu mesud ettiğine kaani olan müslüman-türk’ü sevindirirler. ama çocukların karı yalnız ellerine geçen bir kaç paraya münhasır kalmaz. salıverdikleri kuşlar bilhassa yetiştirilmiş olduğu için, hemen sahiplerinin evlerine dönerler ve aynı intikara daha bir çok defalar alet olurlar.” (a. brayer, neuf annees a constantinople, cilt 1, paris, 1836, s. 339)

    ingiliz yazar th. thornton 1812 yılında yayınlanan kitabında şöyle diyor:

    “köpeklerin sokaklarda üreyip türemelerine o kadar müsait davranılmıştır ki, şehrin türk mahallelerini gündüzleri dayanılamayacak kadar rahatsız edecek hale gelmişler ve geceleri de sokaklardan geçenler için son derece tehlikeli bir hal almışlardır. bu hayvanlar şehri mıntıkalara ayırmışlardır. doğup büyüdükleri sahanın mevhum hududunu her türlü tecavuzlara karşı büyük bir kıskançlıkla müdafaa ederler ve gerek yabancı bir köpeği kovalarken, gerek gelip geçenlere saldırarak onları komşuları olan köpek sürüsünün dişlerine havale ederken kendi sınırlarını hiçbir zaman tecavüz etmezler. istanbul, kuşların cenneti sayılabilir. güvercinler, üstü açık mavnalarla limana getirilen hububatı yeyip rahat rahat beslenirler ve o kadar emniyetle üzerlerine üşüşürler ki, gemicilerle hammallara güçlükle yol veriler. limanın uğultulu gürültüsünü deniz kuşlarının çığlıkları büsbütün artırır. şehir civarında bunlara ateş etmek büyük bir cür'ettir.” (thornton, etat actuel de la turquie, cilt 2, paris, 1812, s. 286-289)

    3. selim döneminde fransa‘nın osmanlı’ya gönderdiği heyetin içinde bulunarak istanbul’a gelen fransız mimar, ressam ve gravürcü antoine laurent castellan şöyle diyor:

    “türkler ihtiyarlarla çocuklara hürmet ve riayet gösterirler ve hatta iyiliklerini hayvanlara bile teşmil ederler. leyleklerle kırlangıçlar hiçbir kovulma tehlikesine uğramamak şartıyla türk evlerinin üzerlerine yuvalarını yapabilirler. hatta bu vaziyet allah’ın bir inayeti ve insanı her türlü felaket ve musibete karşı sıyaneti sayılır. köpekler sokaklarda sürülerle dolaşır ve onlara dokunmak kimin ne haddinedir! et taşıyan bir takım adamlar etraflarında bir alay kedi ve köpekle dolaşır ve hayırsever bir türk öyle bir sevab işlemek isteyip parasını verdiği takdirde hepsine nafaka dağıtır. limana hububat getiren gemilere kumruların binlercesine birden üşüşüp gümrüğün harç olarak aldığı miktardan belki daha fazlasını haraca keserler. evler yapılırken hayvanların susuz kalmaması için icab eden yerlere yalaklar konulur ve duvarlarda arabesklerle süslü küçük köşkler kurularak oralara gelip kuluçkaya yatmak istiyen kuşlara yuvalar te'min edilir.” (antoine laurent castellan, lettres sur la grece, ı'hellespont et constantinople, cilt ıı, paris, 1811, s. 227)

    1678-1681 yılları arasında türkiye’de bulunmuş hollandalı gezgin corneille le bruyn şöyle diyor:

    “türklerin iyiliği yalnız insanlara münhasır kalmayıp hayvanlarla kuşlara bile şamildir; içlerinden bazıları pazar kurulan yerlere muntazaman devam edip satın aldıkları kuşları hemen uçurarak azad ederler. bunun sebebi, ruz-ı-mahşer'de o kuşların ruhları huzur-ı ilahiye gelip insanlardan görmüş oldukları iyiliğe şehadet edecekleri hakkında garip bir fikre sahib olmalarıdır. etleri yenilen hayvanları da mümkün olduğu kadar sür'atle kesmek adetleridir. bunun sebebi, o hayvanlara ıztırab çektirmek istememeleridir. diğer bir kısım türkler de köpeklere nafaka te'mini için vasiyetnamelerinde bir miktar para tahsis ederler veyahut kendi hayatlarında fırıncılarla kasaplara köpekler için her hafta yahut her ay para verirler. bu gibi işleri der'uhde eden esnafın aldıkları parayı başka şeylere sarf edeceklerinden kat'iyyen endişe etmemelidir. o türlü sadakaların dağıtılmasını der'uhde edenler, muayyen saatlerde etraflarına toplanan bir köpek sürüsüne sırayla et ve ekmek parçaları atarken daima görülebilir. galata'dan beyoğlu'na gidip gelirken pek çok gördüğüm bir manzara vardı: sokak köpeklerinden biri yavruladığı zaman, etrafına konulan taşlarla bir nevi duvar kurulur, üstüne eski bir hasır veyahut başka birşey kapatılır ve bu suretle gelip geçenlerin ayakları altında yavruların ezilmesi ve hatta yağmur altında ıslanması önlenmiş olurdu. hatta bazı kibar adamlar bile böyle bir emek sarfını şereflerine mugayir görmezler ve her gün hayvanların yiyeceklerini gönderirler.” (corneille le bruyn, voyages de corneille le bruyn, par la moscovie, en perse et aux indes orientales, la haye, 1732, s. 358-362)

    18. yüzyılda istanbul’a gelen rahip pere jehannot şöyle diyor:

    “türkler, evlerine sokmadıkları sokak köpeklerinin açlıktan sıkıntı çekmelerine veyahut telef olmalarına meydan vermemek üzere her gün bu hayvanlara bir miktar et dağıtılması için vasiyetnamelerinde kasaplara bir miktar para tahsis ederler. köpeklere et dağıttırmakla sevab işlemiş olacaklarına inanırlar. kafes içinde kuşlar satın alıp azat etmeyi sevap sayarlar. sevdikleri ağaçların kurumasına meydan vermemek üzere sulanıp bakılmalarını te'min için vakıflar te'sisini de sevap sayarlar.” (pere jehannot, voyage de constantinople pour le rachat des captifs, paris, 1732, s. 316-317)

    isviçreli kadın gezgin valerie boissier de gasparin şöyle diyor:

    “avrupa’da hayvanlara kötü muamele ediliyor, paris’te yük arabasına koşulmuş atlara inen kırbaç darbelerinin sesi hala kulaklarımda çınlıyor. italyanların öldürmek için sınırlardan alıp evlerine getirdikleri zavallı beygirlere yaptıkları kötü muameleler üstüme çullanıyorlarmış gibi beni rahatsız ediyor. köylerimizde koşum hayvanlarının arkasından küfür edildiğini duyarız. kısacası, insanların zalimliğinden hayvanları korumak için bizde koruyucu dernekler kurmak gerekti. burada bu tür dernekler kurmak gereksiz olurdu. doğru, hayvanlara hayli zorlu işler yaptırılıyor ancak, bir hamala yaptırılan işlerden daha fazla değil. hayvana ne bir darbe vurulduğu ne de lanet edildiği duyulur. yorulan hayvan durduğunda, ona eşlik eden türk de durur; zor bir yokuşu tırmanmak istemezse, türk onu ikna eder. hiçbir şey şiddet kullanarak elde edilmez ve her iş sonunda yapılır.” (gasparin, a constantinople, paris, calmann levy, 1877, s. 296-297)

    fransız tarihçi joseph françois michaud şöyle diyor:

    “bir türk, atını veya devesini yorucu işlerinde kendine bir yoldaş olarak görür; gücünü yeniden toplamasını sağlamak için söylevleri, hatta şarkıları vardır ve neredeyse hiç kırbaç ve sopayla ona vurmaz. güvenilir insanlardan sultan ahmet camisinde kediler için bir bakımevi bulunduğunu duydum; modern birkaç gezgin tarafından doğrulanan böyle garip bir olayı ben teyit edemedim ancak, gerçekten her camide halı ve kilimleri kemiren fareleri yakalamak için tahsis edilmiş kedilerin bulunduğunu ve birçok imparatorluk camisi de haftada iki üç gün mahallenin kedilerine et dağıtıldığı doğrudur. binlerce martı küçük liman ve istanbul boğazı üzerinde sürekli uçuşur; insanların varlığından kaygı duymadan, yolcuyla dolu kayıklara yaklaşırlar; hiçbir zaman, hiç kimse, onlara zarar vermez ve özgürlüklerini kısıtlamaya çalışmaz.“ (m. michaud, m.poujoulat, correspondance d’orient 1830-1831, paris, ducollet, libraire-editeur, 1833, tome ıı, s.204-206)

    balkan savaşı’nda bulgarlara esir düşen türk askerleri yemeğini kediyle paylaşıyor. (1912, stara zagora-eski zağra) bak

    çanakkale savaşı’nda geyikli alay olarak bilinen 39. alay’ın askerleri geyik ve köpeklerle iç içe görünüyor. bak

    çanakkale savaşı'nda tüfenkçi ismail usta geyiğiyle birlikte. bak
  • ırkçı değilim fakat bu türk ırkıyla gurur duymak için haklı bir sebep. günümüz şehir insanlarında çok yaygın olmasa da anadolu insanı hayvana ve doğaya çok saygılı ve birlikte yaşamaya alışkın. ama şehirlerde insan suretinde yaratık çok. muhtemelen türklükle de alakası yok çoğunun.
  • bahsedilen yoruklerdir. bir yoruk, copunu bile dikkatli biriktirir. organik olanlari gider topraga gomer. yedigi meyvelerin cekirdeklerini biriktirir onlari da gomer.
    saglikli beslendigi gibi hayvanlarini da saglikli besler. evladi gibi bakar onlara.
    yolda ölmüş bir hayvan gorurse onu oylece birakmaz. bir cukur kazar ve uzerini toprakla orter. dogaya, hayata ve kendine saygilidir.

    merhametli babacigim, bazen meyve kabuklarini yanlis çöpe atip seni uzuyorum. copleri karistiran tarafimi gavur anamin genlerinden almis olmaliyim.
  • eskidendi çok eskiden.
  • en eski kaynaklardan bu zamana göçebe yaşamış bir toplum olan türklerin bu yaşam tarzı doğaya en az zarar veren yaşam biçimiydi. öyle ki bir yerdeki ağaçları bitkileri tüketip yer değiştiren topluluk bir başka yere gittiğinde önceki yer tekrar eski canlılığına kavuşuyordu. bugün elbette ağaç bile olmadığı için büyük kentlerde doğayı sömüren bir toplum ancak anadolu da halen doğa ile içiçe yaşayıp doğaya saygı duyan insanlar var. formül example benim sadık yarim kara topraktır diyerek toprağa minneti belirten aşık veysel.
  • ırk olarak türk değil, türkiye üzerinden yola çıkalım: ikisini de karısı olarak görüp sikmesinden belli olan.
  • bahsedilen ne sadece yörüklerdir ne de çok eskidir. evet bugün birçok kötü şeyler oluyor hayvanlarla ilgili ama anadolu insanı -yörük ya da değil- genel olarak böyledir. esnaflar olsun kentte yaşayan insanlar ölsün köylü dediğimiz insanlar ölsün hala hayvanları sever besler ve korur.
    bazı münferit olaylar nedeniyle yanlış çıkarımlar yapmayın. genel olarak hayvansever bir milletiz.
  • valla her gün sosyal mecrada gördüklerim tam tersini teyit ediyor!
    (bkz: salda gölü'ne millet bahçesi yapılması)
    (bkz: 4 ayağı kesilen yavru köpek)
    (bkz: 10 tl'ye tecavüz edilmesi için pazarlanan eşek)
  • başlığı okuyunca bir hassssss... çektim, eskidenmiş evet dediğim hede.
  • hayvan sevdiğimiz kadar, kendimize bok atmaya, eskiden iyiymiş demeye de ne kadar meraklı olduğumuzu gösteren başlık.

    merak etmeyin, her şeye rağmen kötü örneklerden çok daha fazla iyi örnek var. çoğu türk insanı sokaktaki hayvanlara iyi davranıyor, onlara su, mama verilmesini dert ediyor.

    bu reflekslerimiz istanbul gibi bir şehirden şöyle bir film çıkmasına neden oluyor:
    (bkz: kedi film)

    hatta sıklıkla bu yüzden sosyal medyada dünya çapında fenomen de oluyoruz. bir iki kere de değil, defalarca. onları da tek tek listeleyemeyeceğim, üşendim, o kadar çok.

    özetle, bir kere de kendinizi, insanınızı, ülkenizi ezmeye yer aramayın, siz hayvanları sevin, esas o sevmeyenleri, bu genel duruma istisna olan zararlıları ezin, ondan sonra zaten her şey eskiden olduğu gibi güzel olmaya devam edecek.
hesabın var mı? giriş yap