*

  • yanlız inanlar en azından şunu kaçırmasalar.ayetler hep sonradan geliyor.yani öncesinde zaten karşı gelmiş.sonradan af çıksada baştan affı bilmeden suç işlemiş :))) yaa şaka gibi bu ayetlere yorum bile yapamayacağım doğrusu
  • (bkz: tahrim)
    (bkz: aramaya inanmak)
  • ispanyolaaaa... ispanyolaa... bütün vahiylerim hep sana...
    ispanyolaaaa... ispanyolaa... aşkın ateşini ver banaaaaa...
    ah mariyaaaa... ah mariyaaaa...
  • peygamber bir mektup ile mısır kralı mukavkıs'ı dine davet eder. mektup topkapı sarayında.

    mukavkıs ne şiş yansın ne kebap hesabı, yaw ben bi peygamber geleceğine inanıyorum da onu şamdan bekliyorum. hem şimdi kıptiler bana inanmaz vs diyerek. ne kabul edip ne reddiyor ve peygamber efendimize hediyeler yolluyor.

    altın, katır, kıymetli eşya vs ile birlikte mısır kıptı ve dürzilerinin nezdinde muteber 2 hatun kişi. evet evet hediye olarak 2 hatun yolluyor. bu muteber vs de mealen çok güzel falan demek.

    bunu okuduğumda, " ulan biz adamı dine davet ediyoruz, ipne bize karı gönderiyor" diye düşünüp sinirlenmiştim. lakin hoşgörü abidesi peygamberimiz elbette celallenmiyor. bu hatunlardan maria olanı kendine alıyor, şirin olanı ise şair hasan bin sabit'e hediye eder.

    (bkz: hediyeyi hediye etmek sünnettir)

    rivayet odur ki, mektubu götüren, kızları getiren şahıs yolda şirinin bikrini izale* ediyor. peygamber efendimiz bu sebepten onu hediye ediyor. ne kadar doğru bilemeyiz tabi.

    tabi maria, islami kaynaklarda mariye diye de geçer. hediye olması hasebiyle peygamberin karısı değil. kölesi yani cariye

    peygaberin nikahlı karısı olan imtiyazlı iki hanımı vardır. ayşe ve hafsa. bu iki hanımı ayrıcalıklı kılan özellikleri hem nikahlı eşleri olmaları hem de önemli şahsiyetlerin kızları olmalarıdır.

    ayşe , ebu bekir'in kızıdır. hafsa ise ömer'in. kaldı ki bu 2 isim damatları öldükten sonra halife olma şerefine nail olmuşlardır.

    maria peygamberin ilk eşi hatice dışında ona çocuk vermiş tek kadındır. oğlu ibrahim ise çocuk yaşta vefat etmiştir.

    yani ayşe ve hafsa'nın çocukları da olmamıştır. elbette hem nikahlı eşler var hem cariyeler var. hepsiyle cima ediliyor. her kadının bir günü var. ayşenin günü , hafsanın günü vs.

    o dönem peygamber eşlerinin sırasının olduğu dönem. her gün birinin günü.(bkz: kasm) henüz bundan sonra sana sıra yoktur istediğin gibi beraber ol anlamına gelen ayet gelmemiş daha.

    bahse konu ayet ahzab suresi 51. ayet hatta bu ayet indiğinde hz.ayşenin ma era rabbeke illa yüsariu fi hevake dediği söylenir. sahih kaynaklarda geçer. işin tartışma kısmı heva/ hevake kısmından gelir buraya verilen anlamlara göre. aşağıdaki anlamlar çıkar.

    “vallahi rabbinin, senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum.” (ahmed davudoğlu, sahih-i müslim terceme ve şerhi. 7/402)

    “rabbin şüphesiz senin dilek ve arzunu geciktirmeden derhal gerçekleştirir.” (haydar hatipoğlu, sünen-i ibn-i mace tercümesi ve şerhil, 5/495)

    “rabbin teala (kadınlarının değil) ancak senin arzunun tahakkuna müsaraat ediyor. (çeviri: kamil miras, diyanet yayınlarından)

    “bakıyorum da, senin efendi tanrın , yalnızca senin şeyinin keyfini (hevanı) yerine getirmek için koşuyor.” ( turan dursun)

    *neyse bu ara bilgiyi verdikten sonra konumuza dönelim. elbette o dönem kasm dönemi, her kadının kendine ait günü var. günlerden hafsa'nın günü olduğu bir gün paygaberimiz hafsanın evine ya da odasına gidiyor. lakin hafsa ortada yok. orada maria ile karşılaşıyor. ( maria peygamber eşi değil, köle cariye olduğu için bir nevi hizmetçi olduğunu ve temizlik vs gibi ayak işlerini de onun yapması muhtemel olduğu için hafsa'nın odasında/evinde olduğunu düşünüyorum)

    neyse konuyu uzatmayalım, hafsa'nın güzellikten ziyade ömer kızı olması ve marianın özenle seçilip yollanmış gayet hoş bir hanım olduğu bilgisi de bir yandayken. peygamber efendimiz hafsa olmayınca maria ile nefsi ihtiyaçlarını gideriyor ancak o sırada hafsa geliyor ve ortalık karışıyor haliyle.

    tahmin edebileceğiniz şeyler. benim günümde benim yatağımda hem de cariyeyle birliktesin sitemler, sesler vs. peygamber efendimiz bakıyor ki hafsa bir türlü sakinleşmiyor. onu sakinleştirmek için "bir daha maria ile beraber olmazsam olur mu?" benzeri bir cümle söylüyor. hafsaya uıygun görünüyor ve bunun üzerine peygamberimiz. " maria bana haramdır bir daha yemin olsun onla yatmıcam, lakin bu mesele sadece ikimizin arasında kalsın kimseye söyleme diyor".

    hafsa tamam diyor demesine amma durur mu konuyu hemen ayşe ile paylaşıyor. zira ayşe de mariadan dertli.

    "mâriye’yi kıskandığım kadar başka hiçbir kadını kıskanmadım. bu da onun güzel bir kadın ve kıvırcık saçlarının olmasından kaynaklanıyordu. resulullah onu çok beğenmişti." 1

    ve

    “benim günümde kıptî câriyeyle birlikte oluyor, diğer günler ise diğer hanımlarının hakkını ihmâl etmiyor.” diyerek halinden şikâyet etmiştir.2

    ayşe ile hafsa konu üzerinde konuşuyorlar tabi.

    işte bu olaylardan sonra tahrim suresi inmeye başlıyor. zira peygamber efendimiz artık o güzel cariyesi ile beraber olamayacaktır ve rabbim bu durumdan rahatsız olur.

    ilk ayete ; "ey peygamber hanımını memnun etmek için bizim sana helal kıldığımızı kendine neden haram ediyorsun" diye soruyor ve akabinde yeminden dönmenin meşru bir şey olduğunu hatırlatıyor

    tabi sonra peygaber efedimiz hafsaya "hani aramızda kalacaktı sen bunu neden ayşeye bildirdin" deyince , hafsa da "sen benim ayşeye bunu söylediğimi nerden biliyorsun" falan demiş , peygamberimiz de "allah bana söyledi" demiş. 3.ayet bunları anlatmakta.

    kanaatimce hadisenin ve surenin en can alacı kısmı burdan sonra gelir.

    peygamberin hanımları tenkit ve tehdit edilir. aklınızı başınıza alın tövbe edin yok tövbe etmez de ona karşı birlik olursanız o da sizi boşarsa allah ona namazında orucunda imanı yerinde hemi dul hemi bakire eşler verir demektedir. üstelik 2 kadına,bakın karşınızda kim var diyerek; onun arkasına allah, cebrail, müminler ve diğer melekler vardır denmektedir. 4 ve 5. ayetler

    devam eden 4 ayette cennet cehennem tövbe iman kafirler konularına değindiktan sonra 10. ayete geldiğimzde ise başka 2 hain peygamber hanımı örenek verilmektedir. nuh ve lut peygamberin hanımları. tabi bu hainliklerine karşı cehennemde yanacaklarını da belirtmeyi ihmal etmez ilgili ayet.

    tabi allah daha sonra da 2 iyi kadını örnek vermiştir. 1 tanesi firavunun karısı, diğeri ise hz.meryem

    ve 12 ayetten müteşekkil tahrim suresi burada sona erer.

    beşer şaşar demişler. aklı evvel bir fani olarak bu hadiselerden ne derseler çıkarılacağı elbet siz okuyuculara kalmaktadır. kadınlara dikkat edin mi çıkar ? sır verme taşır mı çıkar ? bi sürü peygamber bile hanımlardan sıkıntı yaşamış hem onun arkasında cebrail falan varken biz kimiz? mi çıkar.

    cariyenizle beraber olmayı kendinize haram kılmayın, hadi yaptınız tövbe kapısı hep açık mı çıkar? mumamma.

    şühesiz ki akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır.
  • “ …kendinizi ve ailenizi…ateşten koruyun…” hakiki aile, kişi ile aralarında ruhani bir ilgi ve sevgi bağı bulunan kimselerdir, aralarında kan bağının olup olmaması fark etmez. kişi, sevgi ile bağlandığı şeylerle zorunlu olarak hem dünyada, hem de ahirette beraber olur. bu yüzden kendini koruduğu gibi, onları koruması, ateşten muhafaza etmesi gerekir.

    eğer kişi nefsini zulmetten(karanlıktan, düşük titreşim frekanslarından) temizler de kendilerine meylettiği ve sevdiklerinin nefslerini temizlemese, onlara karşı beslediği bu sevgiden dolayı çekimlerine kapılır. bu yüzden onlarla birlikte uçuruma yuvarlanır, onlarla beraber perdelenir.

    zulmetleri madde kaydında kalmışlık anlamına da alsak, hakikate karşı yüz çevirmişlik olarak alsak da fark etmez. bu yüzden doğru sözlü olan birinin asfiyayı ve evliyayı sevmesi gerekir, ki onlarla haşrolunsun; çünkü kişi sevdiğiyle beraber haşrolunur(haşrolmak= mahşer meydanında toplanmak).

    “…yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten…” bu, bütün ateş türleri içinde özelliği olan bir ateştir. çünkü ancak insanlarla ve taşlarla tutuşur. bunun sebebi de, allah’ın kahrının sıfatlarından olan ruhani bir ateş olmasıdır. bu yüzden süfli şeylerle bağlantılı, arz menşeli katı cisimlere(maddeye) ruhani sevgi bağıyla bağlanmış nefsleri bürür(taş= madde seviyesi. insan= ruhunu madde seviyesine indirmiş insan; yani madde seviyesine düşmüş ruhun uzaklık ve perdelenmişlik azabıdır).

    kişi sevdiklerine sevgi bağıyla bağlıdır. sevdikleri uçuruma düşünce, o da onlarla beraber düşer. helak meydanında onlarla birlikte haşrolunurlar.

    “onun üstünde..” başında yani, bu ateşin yönetimini üstlenen “acımasız…melekler” vardır. sert, acımasız ve görünümleri dehşet vericidir. bunlar, semavi kuvvetler ve arz işleriyle ilgilenen faal melekutlardır ki, yedi gezegenin ve on iki burcun ruhaniyetini de bunlar oluşturur ve bunlara on dokuz zebani olarak da işaret edilmiştir. ama “malik” adlı melek bunların dışındadır. o, süfli âlemle, cisimler üzerinde etkili bütün kuvvet ve melekutlarla görevlendirilmiş cismani tabiattan ibarettir ki, nefsler tabiattan arınacak olurlarsa, o mertebeden de sıyrılıp ceberut âlemine yükselirler. artık bu melekuti kuvvetlere tesir ederler(onların etkisi altında olmak yerine onlara etki eder hale gelirler).

    ama bedensel hazlara dalanlar, maddeye kalbini bağlayanlar, "taşlar" olarak ifade edilen maddeye nefsini yakın kıldığı için de bu melekuttan etkilenir ve onun esiri haline gelirler. onun elinden işkence görürler.

    “güçlü…” yani, çok güçlü ve serttirler; yumuşaklık, şefkât ve rahmet namına bir şey bulunmaz onlarda; çünkü kahretme özelliğine sahip olarak yaratılmışlardır. onlar ancak ezdikleri zaman zevk alırlar.

    “allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmezler…” allah’ın emrine boyun eğmiş, tâbî olmuşlardır. ona itaat etmiş ve buyruğuna râm olmuşlardır; çünkü şu âlemin maddi kuvvetleri gibi kendilerinden aşağı olan varlıklar üzerinde kahredici ve müessir
    konumda olsalar da, ilahi huzur karşısında ise kahredilmiş ve edilgen bir konumdadırlar. eğer doğaları gereği ilahi emre boyun eğmeselerdi, bu âlem üzerinde bir etkileri olmazdı.

    “emredildiklerini yaparlar…” çünkü etkileri devamlıdır. kuvvetleri ve kudretleri tükenmez.

    7- ey kâfirler! bugün özür dilemeyin. siz ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
    “bugün özür dilemeyin…” çünkü ruhun madde seviyesine düşüp o halde bedenden ayrılmasından sonra amellerin karşılığının verilmesinden başka bir şey yoktur. orada tekamül etmek imkânsızdır artık.

    8- ey iman edenler! allah’a nasûh tövbesi ile tövbe edin! umulur ki rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. allah, nebiyi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı o günde... onların önlerinde nurları aydınlatır ve sağlarından gider… ey rabbimiz! nurumuzu bizim için tamamla ve bizi
    mağfiret eyle, muhakkak sen her şeye kadîr’sin.

    “ey iman edenler!…allah’a nasûh bir tevbe ile dönün!...” bütün hallerinizde o’na dönerek tevbe edin. çünkü tevbe mertebeleri de tıpkı takva mertebeleri gibidir. nasıl ki takvanın ilk mertebesi, şer’an yasaklanan şeylerden uzak durmak ve son mertebesi de benlikten ve varlık kalıntısı barındırmaktan sakınmak ise, tövbenin de başı, günahlardan dönmek, sonu ise, hakikât ehline göre büyük günahların anası olan var olma günahından dönmektir.

    “nasuh bir tevbe ile…” yırtıkları yamayan, delikleri kapayan, bozuğu düzelten ve gedikleri dolduran samimi bir tevbe ile allah’a dönün. çünkü herhangi bir makamın gediği, bozukluğu ve eksikliği, ancak ondan daha yüksek bir makama yükselerek yani ondan tevbe etmekle kapanır, düzelir ve giderilir. kişi yüksek bir makama yükselmek suretiyle bulunduğu makamdan tövbe edince, bu yüksek makamı engelleyen perdeden sıyrılıp öne çıkınca, eksiği tamamlanır, kapanır. çünkü ayette geçen “nasuh”
    kelimesi, elbiseyi dikmek anlamındaki “en-nash” masdarından gelir(deme ki, bir üst şuur mertebesine çıkmak bir alttaki halden tövbe etmek oluyormuş. nasuh tövbesi ise en büyük günahtan yani varlık günahundan arınmak imiş).

    ya da bir alttaki makama(bir alt şuur seviyesine) dönme, meyletme şaibesinden tamamen uzak bir tövbe ile allah’a yönelin. yani alttaki makama iltifat etmeyin, bakışlarınızı ona yöneltmeyin. bu takdirde de saflık anlamında en-nusuh masdarından türetilmiş olur.

    “umulur ki rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter.” uzaklaşıp rabbinize döndüğünüz, artık gözünüzü dikmediğiniz bir alt makamın günahlarını, perdelerini, afetlerini ortadan kaldırır. ya da o makama alışmışlığınızı, ona meyletmenizi, onu görmenizi veya ondan uzaklaşıp yükseldikten sonra gerçekleşen telvini(tereddütü) örter. mesela kalp makamında nefsle zuhur etme ve ruh makamında kalp ile zuhur etme veya vahdet makamında benlikle zuhur etme şeklindeki telvin gibi.

    “sizi…cennetlere sokar…” tevbe mertebelerine göre belirginleşen cennetlere(nurani boyutlara) sokar sizi.

    “allah, nebîyi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı o günde…” yakınlık makamında perdelerin açılıp zahir olmasıyla birlikte “onların önlerinde…nurları aydınlatıp gider…” görüş ve ilmi kemal itibariyle sahip oldukları nurları önlerini aydınlatır. “ve sağlarından…” gider. yani amel ve amelin kemali itibariyle sahip oldukları sağ taraflarını aydınlatır. çünkü ilmi nur vahdet kaynağından doğar, ameli
    nur ise kalp tarafından gelir. kalp ise nefsin sağındadır. ya da kendilerinden öncekilerin nuru onların önlerini, içlerindeki ebrarın nuru ise sağlarını aydınlatıp gider.

    “ey rabbimiz! nurumuzu bizim için tamamla…derler.” yani allah’a sığınırlar, varlık(benlik) kalıntılarının zuhur etmesinden kaçıp onun himayesine girerler. çünkü varlık kalıntısı müşahedeleri açısından bir karanlık konumundadır. dolayısıyla salt yokluk (fena) ile birlikte nurlarının sürekli olmasını talep ederler. ya da “varlığınla kemali sürekli olarak bize yönelt. vechinin parıldayışlarını devamlı kıl.” derler. bunu, müşahede ile duydukları aşırı özlemin etkisiyle söylerler. tıpkı şairin “sevgilisi yaklaşınca aşık, ayrılır korkusuyla ağlamaya başlar…” demesi gibi. ya da bu sözü içlerindeki bazıları söyler. bunlar da henüz zati müşahede mertebesine ulaşmamış kimselerdir: “bize mağfiret et…” fena sonrası bekanın zuhuruyla veya fena öncesi sabit varlıkla bizi bağışla…derler.

    9- ey o nebî! kâfirlerle ve münafıklarla cihat et! onlara karşı dert
    davran. onların varacağı yer cehennemdir. o gidilecek yer ne kötüdür!

    “kâfirlerle ve münafıklarla cihat et…” çünkü seninle onlar arasında gerçek bir zıtlık vardır. “onlara karşı sert davran.” çünkü senin kuvvetin, bütün kuvvet ve kudretlerin membaı, kahır ve izzetin kaynağı allah’tandır. böylece belki onların heybetlerini kırarsın, haşinliklerini, dik başlılıklarını yumuşatırsın. nefslerini ezersin. zelilce boyun eğmelerini sağlarsın. bakarsın kahredici nurdan etkilenirler, hidayete ererler. böylece kahrın sureti lûtfun aynı olur.

    “onların varacağı yer cehennemdir. o gidilecek yer ne kötüdür.” onlar, halleri üzere kaldıkları sürece, yani aynı özelliklerini korudukları müddetçe veya istidatlarını
    yitirdikleri, ya da aslında hiç istidat sahibi olamadıkları için, daima ve ebediyen cehennemde olacaklardır.

    bundan sonra yüce allah, tabiattaki kavuşmanın, şekli bütünleşmenin, maddi yakınlığın uhrevi işlerde muteber olmadığını, bilakis, asıl itibar edilenin, hakiki sevgi ve ruhani bütünleşmeler olduğunu açıklıyor. evet, sadece bunlar etkilidirler. tabii et parçası ve iç içe geçme ve muaşeret gereği belirginleşen şekli bağlardan ise, ölümden sonra hiçbir etki kalmaz. her iki temsil açısından da sadece dünya hayatında geçerli olurlar.

    allah katında onurlu bir yere sahip olmayı hak etmek için salih amel ve hak itikat sahibi olmak gerekir. tıpkı meryem’in iffetliliği, rabbinin kelimelerini tasdik etmesi ve itaat etmesi gibi. bu özellikleridir ki, onu, allah’ın nefhasını kabul edecek hale getirmişti. iki temsil arasında şu husus belirginleşiyor: ruh ve kalbe itaati gereği gibi yerine getirmeyen, onlarla güzel geçinmeyen, emirlerine ve yasaklarına uymak suretiyle onlara itaat etmeyen, onların sırlarını korumayan; buna karşılık onlara muhalefet etmeyi mubah sayan, mubahlığı esas alan bir çizgide hareket
    eden, tevhit sözüne kulak hırsızlığıyla yaklaşan, içinin kemalini intihal etmek suretiyle azgınlaşan hain nefs mahrumiyet ateşindedir,

    perdelenmişlerle beraber ayrılık azabındadır. ruh ve kalbin ona yönelik yol göstericilikleri, sonsuzluk noktasında bir fayda sağlasa da, azaptan korunmak hususunda herhangi bir fayda sağlamaz.

    firavun karakterli nefs-i emmarenin istilası altında ezilen ve hakk’a iltica ederek kurtulmak isteyen kalp, saflığı nedeniyle allah sevgisiyle güçlendiği, buna karşılık, çaresiz olduğu, nefsi ve şeytanı kahretme gücü de zayıfladığı için azapta sonsuza kadar kalmaz. kurtuluşa erer. nimetler içinde ebediyen kalır. gerçi nefse komşu olmaktan dolayı bir süre azap görecek ve nefsin fiillerinden dolayı bir zaman elem
    çekecektir.

    iffet erdemiyle süslenmiş -ki buna iffetini korumak şeklinde işaret edilmiştir-nefs, kutsal ruhun feyzini kabul etmeye elverişlidir, bu nedenle kalp isa’sını taşır, ruhun nuruyla aydınlanmış, rabbinin, hikmetli akideler ve ilahi şeriatlar şeklindeki sözlerini tasdik ederek allah’a ilim, amel, gizli açık ve mutlak itaat etmiştir. dolayısıyla cem ve
    tafsil olarak, batın ve zahir olarak tevhidin akışına karışmıştır. allah, doğrusunu herkesten daha iyi bilir.

    ( tefsir-i kebir / te’vilât, muhyiddin-i arabi'den)

    not: bir arkadaş tahrim suresi üzerine çok fazla gelişigüzel yorum yapıldığını ve bu sureyi nasıl değerlendirmemiz gerektiğini sormuş mesajında. o nedenle yayınladım bu alıntıyı.
  • hadis saçmalığının geldiği nokta.

    neymiş efendim bu sure muhammedin kuranı kendi yazdığının kanıtıymış da, işte tanrı böyle saçma durumlara niye ayet göndermişte bilmem ne.

    yani bu arkadaşların mantığıyla şunu anlıyoruz.

    vahiy geldi uydurmasıyla kitap yazan bir adam uygunsuz bir durumda yakalanıyor, utanç duyuyor, hafsa'ya bunu kimseye söyleme diyor, hafsa da bu uygunsuz durumu ayşeye söyleyince bu adam, öyle söylenmez böyle söylenir diyor ve bu utanç verici durumunu kitabına koyuyor öyle mi? kitabına koyuyor ki herkes duysun ne yaptığını.

    saçmalığa bakın kimseye söyleme diye tembihlerken kendisi neden kitaba koysun.

    peki olay ne. bilmiyoruz, hadis dediğiniz şey zaten rivayetler, yani sallamasyon, peygamber öldükten 200 yıl sonra toplanmaya başlanan hikayeler işte.

    tahrim suresiyle ilgili bal şerbeti rivayetleri de var mesela.

    onun da doğru olup olmadığını bilmiyoruz.

    doğru kabul edilecek tek şey varsa ayetlerdir. o da ilk andan bu yana ezbere gelindiği için değişmediği aşikar. bugün bile çocukların dahi ezberleyebildiğini gördüğümüz için.
  • peygamberin karıları arasında yaşanan kıskançlık krizi sonrası peygamberin bir daha yapmayacağına söz vermesi(ne yaptıysa) ve bu olayı diğer karılarının duymasıyla zorda kalan peygamberi kurtarmak için allahın hemen devreye girip gönderdiği 12 ayetli sure. surede peygamberin karıları; peygamber onları boşarsa ona dul ve bakire eşler verileceği konusunda allah tarafından sert bir şekilde tehdit edilmişler ve sonlarının cehenneme giden nuh ve lut peygamberin karıları gibi olacağı söylenmiştir; ayrıca cennete giden firavunun karısı örnek gösterilmiştir. surede gerektiğinde verilen yeminlerin bozulabileceği belirtilir.
  • "tahrik suresi"
    "taktik suresi"

    olarak da bilinir...
hesabın var mı? giriş yap