• yaşım ilerledikçe filmlere, kitaplara, şarkılara daha çok sığınır oldum.

    aradığım hep bu tanıdıklık hissi çünkü. dışarıda, o hengamede, benim dışımda akıp gidenlerin içinde, bir tanıdık bulamadıkça daha çok sarılıyorum onlara. misal, aklıma bu akşam ne geldi biliyor musunuz? hemen anlatayım;

    işten eve döndüm, apartmandan içeri girdim, dördüncü kata çıktım, bir de ne göreyim? bizim kat olduğu gibi, mis gibi, yemek kokuyor. hem de kızartma. üzerine yoğurt da dökmüşler midir ki? koklaya koklaya eve girdim, ve hiçbir şey hazırlayıp yemek istemedi canım bu saate kadar. burnumda hala yemek kokuları, onlarla doyurdum karnımı. 2002'den beri ailemden uzak yaşıyorum; kah yurtta, kah evde kaldım, ev arkadaşlarım da oldu, yalnız da yaşadım. tüm bu süre boyunca, bulunduğum dünyadan uzak olduğumu bana hatırlatan yegane şey; yaşadığım apartmanlarda karşılaştığım yemek kokuları oldu. belki evde hazır yemek vardı, belki zaten toktum, belki yeni bir tarifi deneme heyecanıyla elimde poşetlerle eve geliyordum... farketmez, çünkü bunlarla ilgisi yok hissettiğim şeyin. işte sonra bir gün (nisan, 2010), bir mucize oldu ve ben aşağıdaki satırları okurken buldum kendimi. içimde yaşayıp kendime bile tarifleyemediklerimi bana anlattılar, çok eskiden tanıştığımızı söylediler, gözlerim doldu, yetmedi taştı. o gün bugündür, bana eşlik ediyorlar; ne zaman yemek kokusu alsam, ne zaman hüzünlensem, gelip yanıma oturuyorlar. şimdi ben, bana bu kadar tanıdık gelen şeyleri, başka nerede bulabilirim bilmiyorum ki. inanın bilemiyorum.

    işte böyle başak... üstüm başım hep kızartma kokusu.

    - tanıdıklık hissi-

    "bazen böyle oluyorum," dedi, bu bir açıklamaymış gibi. "bütün gücüm gitmiş gibi oluyor."
    "bütün gücüm!" diye tekrarladı.
    umut da annesi de kaygıyla bakıyorlardı başak'a.
    "belki de," dedi başak, "apartmandaki yemek kokusudur bunun sebebi. ben dışarıdayken evlerden birinden burnuma bir yemek kokusu geldi mi, kendimi müthiş savunmasız hissediyorum. savunmasız... bu hayatta hiç sevilmemiş gibi filan hissediyorum."

    barış bıçakçı- bir süre yere paralel gittikten sonra
  • tanımadığınız insanlarda; daha önce tanıdığınız insanların mimiklerini görmek, kokularını almak, ses tonlarını duymak vs sonucu tetiklenen anıların oluşturduğu hissiyattır. geçmişi bir anlık yeniden yaşıyor olmaktır.
  • eve gelirken için kavrulmuş ama soğuk su dindirecek gibi değil eve en yakın yerden ahmet abi'nin bakkalından üç bomonti iki de kısa parlament almışsın. kimi zaman tadı leş gibi gelse de uzun 2000 içiyosun, baban içiyor işte ona benzeme gayesi. baba hep idoldür.

    kahretmesin bir tokai çakmak bile yok. eve varmışsın bi daha dönecek takatin kalmamış. ocağı yakmışsın bi yemek hazırlamaya koyulmuş sonra vazgeçmişsin. yaz vakti zaten ne yemeği. dolapta peynir var karpuz var. tak tak kesip doğruyosun. peyniri de kalıbından çıkarıp yıkadığın gibi iki dilim yanına koyuyosun. ekmek. o yok. gidemezsin de. bayatlar var ye gitsin. yarın sabah tazesini yersin, tam buğday.

    karpuz falan derken karnın doymuş, tokai yok tüh, ocağı yeniden yakıyosun, ocakta yakıyosun sigarayı. bomonti. bomonti de dolapta. diğer ikisi stok. belki bitince yine hemen açarsın. dolaba ilk kez içki girdi ama hep yaptığın bir şey gibi takılıyosun.

    sonra, zaman geçti. bi bira yuvarladın, iş çıkışı birası. sigara da var. tamam. ama bu keyif sigarası değil bu açık seçik bi dert sigarası. bu biraz hüzün kokan bi sigara. parlament de bira da odayı mayhoş etti. yalnızlık işte bu yüzden iyi. böylece zevklerini kimseye yük olmayacağından emin olursun.

    aklına biri geldi, yolda gelirken karşılaştığın bir arkadaş. bir arkadaş derken iki üç kere selamlaşıp sonra bi daha yüzüne bakmadığın biri. aslında bakıp da bi daha selamı bile isteye art niyet de olmadan kestiğiniz biri. sessiz bir uzlaşma yani. kimse dargın değil bu duruma.

    aklına biri daha geldi, bi bankta otururken kalabalıktan yanına oturmak zorunda kalan o kız. o kız biraz sakin. özür dileyip müsade istedi. tanışmak istedin ama utandın. bir tanıdıklık hissi hasıl oldu. söylesen bi türlü, oturduğuna kızı pişman etmiyim dedin.

    kızı hiç unutmadın. kız da seni unutmadı. unutulacak gibi değildi. ikinizde o bankta denize karşı içinizden, ortak bir iç, gönül rahatlığıyla sessizce dertlerinizi, sırlarınızı ve sevinçlerinizi anlattınız. çok teşekkür ettiniz, önce denize sonra birbirinize. o kızla ilk karşılaşma değildi, bu tanıdıklık hissi öte türlü olamaz.

    bir kalu beladan beri ruhlar aleminde tanışmış ruhlardan yalnızca bi çiftiz. tanıdıklık hissi ondan hasıl oldu. ruhlarımız, tanıdık, aynı diyardan gelmiş. bazen böyle olur, bazen birine çok yakın hissedersin. sonra bir daha da uzaklaşmak da istemezsin.
  • "onların anlaşılması ve anlatılması olanaksız hareketlerini seyrederken, beni tedirgin edenin; bende hem tam anlamıyla bir yabancılık, hem de çok tuhaf bir tanıdıklık gibi iki tutarsız ve çelişik izlenim uyandıran şeyin ne olduğunu birden ilk kez açık seçik anlayıverdim." h. g. wells - the island of dr. moreau
  • hiç tanımasanız da, gözlerine baktığınızda, yüzüne dokunma düşüncesinin bile hiç yabancı hissettirmediği insana duyulan, bence ulvi, bir histir.
hesabın var mı? giriş yap