• insanlığın en büyük buluşunun tanrıyı soyutlaştırma fikri olduğunu düşünmüşümdür hep. çünkü pagan kültürün ritüellerinin aksine tanrı hem her yerde hem hiçbir yerde kategorisine sıçrayınca onunla ilişkilerimizi sağlayacak sosyal sınıflara ihtiyaç duyduk ve her çağda peygamberler onlara inanan havariler, 12 imamlar, 10 emirler, son akşam yemeği masaları, kiliseler hanlar hamamlar, toplanma yerleri camiiler ve onları yönetecek din adamları yani ruhban sınıfı doğdu. din bu dünyayı ötekiyle tehdit eden bir organizasyon şebekesine dönüştü. 7 günaha bulaşmayan öteki dünyada değil yedi 777 günahı keyfince yaşayacaktı. şarabın tadını bilmeden ölüp giden hacı ötekinde kevser ırmaklarında şarap akan nehirlerde yıkanacaktı. bu şarap akan nehir iyi fikir olabilir ama israf olmasının ötesinde hayatında bir kadeh bile şarap içmemiş adamcağızların şarapta yüzmesi yıkanması olası taşkınlıkları önlemek olay çıkmaması için özel güvenlik birimlerinin varolmasını gerektirir.şişede durduğu gibi durmayan alkolün gürül gürül akan bir nehirde nasıl durduğunu sizin hayalgücünüze bırakıyorum.hem alkol uçucu bir maddedir her yeri açık faşur fuşur akan bir nehirdeki şarabın alkol oranı başlangıç noktasında farklı yol uzadıkça farklı olacaktır. 3km sonra şarap dolu nehre giren adamla gözenin başlangıcında şarapa balıklama atlayan adamın alacağı içki zevki aynı olmayacaktır.

    acaba tanrı nassolsa bunlar dünyada içkinin tadını bilmezlerdi burada da kalite arayacak gurme olacak halleri yok ya durumuna mı güvenmektedir. hem benim bildiğin herakleitos aynı nehirde iki kere yıkanılmaz demişti haklı olarak peki aynı şarap akan nehirde de iki kere yıkanamamak mümkün mü. hem nehrin yukarısında şaraba atlayan cennetlik adamların aşağıdakileri düşünmeden içkinin de etkisiyle nehri kirletmeleri durumunda herakleitosa mı döneceğiz tanrının adaletine mi sığınacağız, nasıl olsa o bu sorunu da çözer diye.

    şarap dolu nehir iyi fikirmiş hatta öyle iyi fikir ki ben ramazana dair birkaç kelam etme niyetindeyken içkinin fikren de etkisiyle nehirden bir türlü çıkamadım.çoğu zarar olanın azı da harammış hakkaten.içki bütün kötülüklerin anası olduğuna göre şaraptan akan nehirler de anamızın ak sütü gibi bize helal olacağına göre birinin anasına küfretmek yerine cennete gittiğimizde direk şarap nehrine atlarız böylece düşüncemizi fiiliyata da dönüştürmüş oluruz. artık bu anarşi hallerini düzenlemek de tanrının işi olsun.her neyse soyutlanan tanrı insanlığın çoğunluğunu aç bırakıp tok olanlarına aç durumdakiler ne halde bir ay bütün gün hiç bişey yemeyin de aklınız başınıza gelsin hem yoksulun halinden anlarsınız diye 12 ayın sultanı pazarlaması kurnazlığıyla aç kalma seansları düzenlerken insanoğlu için,bu travmayı atlatmak da uzun sürmemiş. zaten yoksul ve yoksun olan halk 12 ayın sultanı ayı boyunca da bu sıcaklarda bir de gündüz aç susuz dolaşmak çalışmak zorunda kalmış, onların bu haline acıyıp aklı başına gelmesini beklediğimiz –benim değil tanrının beklediği- zenginlerimiz de diğer aylarda yaptığı gibi bütün gün uyuyarak,aylaklık yaparak akşamları kurulan iftar sofrası sölenlerini bekler olmuş.bu şölenler isa peygamberimizin son akşam yemeği tablosundaki masalardan daha büyük daha zengin çok daha etli butlu masalar olmuş.tek bir farkla şarap yok şarap nehir olarak öbür dünyada verilecek size.

    bir atasözü allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin demiş ama tanrı sözü bunun aksini iddaa etmiş ve elmayı yiyerek cennetten kovduğu insan türünü yaklaşık 17 saat hiç bir şey yedirmeden cezalandırarak elma yemenin zararlarını göstermiş olmuş kendi aklıyla.dünya yuvarlak ve güneşin etrafında belli bir eğik açıyla ve elbette kendi etrafında da döndüğü için malumunuz dünyanın her noktasında saat farkları vardır. isveçin kuzey kasabasındaki bir müslüman örneğin tromsödeki yaklaşık 20 saat oruç tutarken bu istanbulda 17 daha güneye giderken 16 15 e kadar düşmektedir. peki zaten buz gibi soğukta yaşamak zorunda kalan zavallı müslüman isveçli –sorarlar adama madem isveçte doğdun neden müslümanlığı seçtin diye ama hadi sormadık diyelim kendi tercihiyle baş başa bırakalım- istanbullu müslüman kardeşinden yaklaşık 3 saat daha fazla aç kaldığı için bu aradaki farkı sevap olarak hanesine yazdıracak mı.yazılacaksa bu şarap nehrine daha yukardan girmek olarak mı ödüllendirilecek.

    tanrı bizi bile isteye eşitsiz yaratıp ortalama ömrümüzü de truman şovdaki jimkeri gibi 24 saat kayıt altına aldığına göre ve bu kayıtlar bir sınavı içerdiğine, o sınav sonucunda kevser ırmağındaki şarabı kim ne kadar hak edecek hesabı güdüldüğüne göre, ve o şaraplı alkollü nehir kenarlarında baldırı çıplak kadınlı adamlı herkesle alayına yağlı güreş sevişmek de serbest olduğuna göre, sorum şu tanrı mı bizi kandırıyor yoksa onun bizi her an gördüğüne inanmamıza rağmen her türlü ahlaksızlığı, kalleşliği, insanlık dışı her şeyi, cocuk öldürmeyi,tecavüz etmeyi aklınıza gelebilecek bütün suçları tanrının gözünün içine baka baka işleyerek biz mi onu kandırıyoruz. ramazandan bir gün önce metresiyle zina yapıp karısını aldatan adam, iftar sofrası şöleninde göz ucuyla tanrısına bakıp, o şarap dolu nehir benim deme cesaretini nereden bulmaktadır.
    cocukları bombayla öldüren bir devletin adamları sokak cadde mahalle trafiği kapatıp yollara aç insanlar için masalar dayayıp döşerken tanrılarının gözüne mi girmekteler. tanrı bilmez mi çocuğu öldüren de sen, karını döven de sen, çalıp çırpan da sen, ihaleye fesat diye kendini sokan da sen, tanrıyı ve yoksulları kandırmaya çalışan da sen. tanrının like tuşu varsa o yoksulu emekçiyi kendisini kalben seven ahlaklı insanları beğenecek ve şarap dolu nehirlerini onların hizmetine sunacaktır.ben buna inanmak istiyorum.ben tanrıya inanmak istiyorum.
  • insan ırkında bulunan bir bug. benim bildiğim en güzel açıklamasını tibetli budist rahip ve meditasyon öğretmeni chögyam trungpa rinpoche zeitgeist the movie belgeselinin açılışında da bulunan bir konuşmasında yapmıştır.

    --- spoiler ---

    tinsellik özel bir terimdir ve sezgilerle baş etme anlamına gelir.

    teist gelenekte (dinlerde) kelimelere yapışan bir kavram vardır.
    bazı eylemleri ilahi ilkelere göre nahoş olarak, bazı eylemleri ise hoş olarak değerlendirir.

    ateist gelenekte ise, bu çok doğrudandır, olayların geçmişi özel bir anlam taşımaz.

    asil önemli olan şudur; "burası" ve "şimdi".

    "şimdi" kesin olarak şimdidir.
    biz, tam o anda ne mümkünse onu deneyimlemeye çalışırız.
    bir geçmiş var olduğu için şimdi'ye sahip olduğumuzu düşünmenin bir anlamı yoktur.
    bu "şimdi".
    tam şu an.

    gizemli bir yani yok, sadece "şimdi", çok basit, dosdoğru.

    ve bu "şimdilik"ten bir şekilde her zaman bir aklın anlama yetisi doğar.
    şöyle ki; gerçeklikle sürekli etkileşimdesinizdir.
    teker teker.
    adım adım.
    sürekli.

    aslında biz her zaman müthiş kesinlikte deneyimleriz.
    ama "şimdi" tarafından tehdit ediliriz, bu yüzden geçmişe veya geleceğe atlarız.

    hayatlarımızda var olan şeylere dikkatimizi yönelttiğimizde, öyle zengin bir hayat sürüyoruz ki, bütün o seçimler her zaman varlar, ama hiçbiri kendi başlarına kötü veya iyi değiller.

    bizim yaşadıklarımız koşulsuz deneyimlerdir. onlar üzerlerinde şöyle etiketlerle gelmezler; "bu kötü olarak değerlendirilir" veya "bu iyidir".
    biz onları deneyimleriz ama aslında onlara doğru dürüst önem vermeyiz. aslında bir yerlere varacakmışız gibi düşünmeyiz. bir mücadele gibi düşünürüz.
    ölmeyi bekleriz.

    işte sorun da bu,
    bu "şimdilik"e hakkıyla güvenmemektir.
    aslında şimdide deneyimlediğimiz şey pek çok kuvvetli şey içerir.
    o kadar güçlü ki onunla yüzleşemeyiz.
    bu sebeple her zaman geçmişten ödünç alır ve geleceği davet ederiz.

    belki de bu yüzden dini ararız.

    belki de bu yüzden sokaklarda uygun adım yürürüz.

    belki de bu yüzden toplumdan şikayetçiyiz.

    belki de bu yüzden başkanlara oy veririz.

    bu epeyce ironik, hatta çok tuhaf.

    --- spoiler ---
  • bilinmeyen şeylerin anlaşılamayan ve bilenemeyen birine isnat edilmesi. düşününce çok saçma.
  • ?yüce olarak nitelenenin,
    yüce ol_an’ı insandan beklemesi?
    ne tuhaf....
  • "tanrının ödüllendirilmeye, bağışlanmaya ya da yüceltilmeye ihtiyacı yoktur julian, çünkü eğer bir tanrı varsa o her şeydir."

    **
  • tanri veya allah inanci, cok uzun zamandir uzerinde dusundugum bir olgu oldu benim icin. sonra farkettim ki inancim tamamen olumden sonrasi icinmis. cenabet gezmezsem obur dunyada rahat edecekmisim, namaz kilarsam sonsuz mutluluk benimle olacakmis. e bana su hayatimda faydasi yoksa tanri inanci garip degil mi?
    hem sonra sonsuz ne demek? 60 yil yasadigin,onun da ilk 20 yilinda aklinin basinda olmadigi, bir omru neye gore sonsuz mutluluk veya sonsuz azapla sonuclandirabilirsin ki. ver bana sonsuzun yarisi kadar hayat ben de kendimi ona gore olcup biceyim. himm yarisi buysa bunun 2 kati kadar azap veya odul var diyeyim de ben de ona gore davranayim. hem allah zaman ve mekandan munezzeh degil mi? ya bizim sonsuz dedigimiz 1 gune esitse. yargilan, sonra sirat falan derken tam cennetin kapisi acilirken cat sonsuz bitti. hadi beyler dagiliyoruz.
    yarindan itibaren cenabet gezmeye basliyorum. cenabet gezdi diye kulunu sonsuz atese atan yaratici mi olurmus.
  • michelangelo çalışıyordum, konu buralara nasıl geldi ben de bilmiyorum. vardır bir hikmeti.

    neyse, konu neydi? tanrı inancı. tanrı'ya inanılmasının tanrı'nın var olup olmadığıyla da, var olduğunun düşünülüp düşünülmediğiyle de ilgisi yok. tanrı inancı tanrı fikrine ihtiyaç duymakla ilgili bir şey. ihtiyaç duyuyorsan inanırsın ve var mı yok mu düşünmezsin. gerek yok çünkü. inanmak zaten böyle bir şey.

    tanrı inancım var, dediğim zaman tanrı var demiş olmuyorum, var demeye getirmiş de olmuyorum, “o zaman var olduğunu düşünüyorsun” demeye de zorlanmamalıyım. bir var olmaktan elbette söz ediyoruz. mesela, ben tanrı'ya inanıyorsam onu kendim için var etmiş oluyorum. onu neye benzettiğim, nerde bulduğum, nereye konuşlandırdığım, adına ne dediğim benle ilgili; tüm evrenle, insanlıkla ilgili değil. demek ki tanrı, eğer ihtiyaç duyarsam tasavvurum olarak var. aklımın, tüm yaşamsal deneyimlerim sonrası, üret tuşuna basmamla başlayan sürecinin bir üretimi. üret tuşuna basmadığımda var edilme prosesi başlamıyor. o durumda ben tanrı'ya ihtiyaç duymuyor oluyorum. (ek soru: tanrı'ya yani tanrı inancına ihtiyaç duymayanların da, adına tanrı demedikleri tanrıları olup olamayacağını tartışınız.)

    tanrı zaten kelime anlamı ve özellikleri gereği az çok nasıl tanımlanacağı belli bir tasavvur. o nedenle herkesin farklı tanrısı olabilir dediğimde akla boy boy, renk renk, çeşit çeşit tanrılar gelmesin. düşünsene, tanrıyı yoldan çevirdiğin 50 kişiye dinlerden bağımsız düşünerek tanımla dediğinde çok farklı ne söyleyebilirler ki? tanım aynı olduktan sonra neye benzediğinin bir önemi kalmıyor zaten.

    peki aynı tanrıya, tanrılara ve onların kurallarına, yaptırımlarına kitaplar aracılığıyla inandırılmaya neden çalışıldık? çünkü insanlar farklı anlama kapasitelerine sahip, herkes kendi akıl ve vicdanıyla kendi tanrısını ve kendi var oluş nedenini yaratacak yaratıcı zekaya sahip değil. kimilerinin çocuk gibi cehennem tasvirleriyle korkutulması lazım ki doğruyu-yanlışı ayırabilsin. kiminin cennet vaatleriyle ağızlarının sulandırılıp inandırılması lazım ki iyi, erdemli, ölçülü biri olmaya çalışabilsin ve hayattaki var oluşu bir anlam kazansın. (ek soru: hayattaki var oluşumuza illa bir anlam bulmak zorunda mıyız?)

    demek ki her insan tanrıyı tasarlayamıyor. çünkü ideal yani tüm evrensel iyiyi, doğruyu, güzeli tek pota içinde ertebileceği bir hayal tasarlamak ve onu yaşam yolculuğunda lider yapmak kolay bir düşünsel eylem değil. kutsal kitapları oluşturanlar -peygamber deniyor- işte bu eylemi o insanlar adına yapmış oldu. bir şekilde, insanları bir inanç çemberi içinde güdümlü hale getirmenin iyi olacağını düşünerek, her zekaya hitap edecek farklı derinlikte açıklamalar oluşturup onları kitaplar aracılığıyla “tek ve herkes için olan tanrı”dan gelen buyruklar olarak sundular. hazır tasarım. bunu neden, nasıl yapmışlar başka bir başlığın konusu.

    tanrı inancı varlığa anlam kazandırmaya çalışmanın yollarından -ve kabul etmeli en etkililerinden- sadece biri. aklın kışkırtması sonucu sezgilerin ortalığı sakinleştirmeye çalışmasının bir ürünü. hayvanlara an itibarıyla insan beyni yükle, ilk olarak tanrı/lar nerde diye soracaklar. sonra aralarından biri mevzuya uyanıp, buldum, burda, gelin diyecek.

    hayvanlar tanrılarını nasıl tanımlar, görevlendirir, neye benzetirlerdi merak ettim bak şimdi.

    ezcümle, bu inancı haklılıkla üretmenin de, onu haklılıkla reddetmenin de kaynağı akıl; onu yaşatmak ise ruh ve sezginin işi.

    insan, insanlık aynasına baktı ve tanrı doğdu, şeytan doğdu, melekler doğdu, cennet doğdu, cehennem doğdu… ve sonra michelangelo doğdu. (konuyu bir şekilde bağlayıp işime dönmem gerekiyordu, pardon.)
hesabın var mı? giriş yap