*

  • c64'te tek kerede yuklenen, kasetten de oynanabilecek oyunlara verilebilen isim. biz datasette kullanicilari ya bunlara ya da nispeten az sayidaki bolum bolum yukleyen ara yuklemeli oyunlara mahkumduk.
  • king, batak gibi oyunlarda elde bir renkten sadece bir tane olması hali. (bkz: singleton)
  • gidilen bazı yerlerde auranın yüklemesi gereken bir program.
    çıkılan bazı yerlerde auranın boşaltması gereken bir çöp.
  • --- spoiler ---

    bi sandalye çek ve otur
    mumlar var
    mumları yak
    anlatacaklarım uzun

    --- spoiler ---

    (bkz: uzundur yollar ve)
  • ısırıp bir parça kopardım günden, tadı kaçmış, keyifsiz. yutkunmadım bile…

    yapmak istediğin her şey yaptıklarının altında kalıyordu. parmağı taş altında ezilmiş bir çocuk gibi nefret ediyordu taştan. artık korkuyordu bu yüzden. etini korumak için etinin varlığını bilmeliydin, hepsi bu. etinin varlığını bilmekse onu hissetmekten geçiyordu. tırnak diplerine toplu iğneler saplayışın bundandı. hissetmeden bilemezsin.

    baharatlı bir tadı var içtiğin çayın. dilinin üstünde geziniyor. ağzın sıcak baharatlı çayla doluyken dilini damağına değdiriyorsun. ağır debelenmeler var ağzının içinde. baharatlı çay dilin oluyor artık, ağzın, damağın, dişlerin, dudakların ve boğazın. aynı zamanda tam tersi… dilin, ağzın, damağın, dişlerin , dudakların ve boğazın da baharatlı çay artık. nefes aldığında tüm organların üşümüş hissine kapılıyorsun. çünkü içtiğin çayın içinde ferahlık vardı. taze nane ve koni çiçeği kokuyordun üstelik artık. her şeye hakim olduğunu sanıyordu şimdi koku ve tat. oysa, bilmelisin, dilinde kalacak tek tat, en son alacağın.

    bazen kusmak isteyeceksin, miden hızla geri atmak isteyecek ona gönderdiklerini, bazen yavaş yavaş yiyeceksin, yine de bitecek, bazen bir öncekinin tadını unuttursun diye ne gelirse tıkacaksın ağzına. hep, ama hep ağzına en son konuk ettiğinin tadı kalacak. işte ben bu yüzden, hangisinin benim kendime son ikramım olduğunu bilmediğimden, aceleci davrandım. dilimi titreten, yakan ve gözlerimle söndürmek istediğim acı… içimin tüm tellerini titreten ekşi… denizin en yumuşak yerine yüzünü kulak hizasına kadar daldırdığında hissettiğini yanaklarının hemen üst kısmında oluşan çizginin verdiği o iç gıdıklayan his tatlı… uzun yollardan koşup dilini bileklerine gömdüğünde içine davet edilen tuz… hepsini tatmasaydım, hangisini seveceğimi ayırt edemezdim.

    boğazımdan aşağı sıcak bir şeyler iniyor ve ben seyrediyorum kayıp gidişini hayatın. şimdi görüyorum dudaklarında limon tadı var. ha ağladı ha ağlayacak gibi duruyor gözlerin. en son kimi davet etmişsen yakmış canını besbelli.

    sevsen de sevmesen de besliyor seni işte. bazen sadece doymak adına yutkunurduk.

    bazen daha fazlasını ummamayı öğrenmek gerekiyor.

    benim ellerim ısınmaz. o yüzden neye dokunsam sıcak gelir başta…

    senin için bütün odalarımı hazırlıyorum. kapılar sıkı sıkıya kapalı. perdeleri indirip masa örtüsü yapıyor , çiçeklerin yerini değiştiriyor, koltukları yan odaya taşıyıp minderlerini yere atıyorum. camın kenarında iki sandalye ve bir kahve sehpası bırakıyorum .ahşap yere ayaklarımı sürtmek istediğimden büyük halıyı kaldırıyorum, avizenin üstüne kırmızı bir tül atıyorum. ben hiçbir gece uyumam ki, her an az sonra biri gelecek diye hazırlarken odamı, aklıma geliyor. “sen kimseyi davet etmezsin ki!” ben sadece hazırlık yapardım. kırmızı , sırtı açık, o bana çok yakışan elbiseyi giyer , saçlarımı boynumun yukarısından toplar ve beklerdim. dışarı da çıkmazdım.

    kendimi geçmişte yaşadığım o güzel, tek anda tutmak için başka hiçbir yere uzaklaşmazdım. film sahnesi sanırdım ben hayatımı. öpüştüğü yerleri durup durup geri alırdım.

    sanırdım.

    dokunmak dediğin ikiz kardeşi olmak onun. her neye dokunduysan sen biraz da ona benzedin.

    adın tüm kelimeler içinde tek italik

    buğulu bir cama atılmış imza gibi

    çok geçmeden silinmeye niyetli

    sen dokundun sen hissettin

    okunuyor bir camda ismin

    iz edilgene yapışkandır

    sessizlik ortasında çıkan ses her ne olursa olsun ürpertir insanı. tüm bu gürültü sağır olmadığını anlaman için farkında değil misin? ses çoktan geldi.

    hepsi göğe kaçıyor. sevdiğim her şey… annem yan odada dua ediyor, avuç içleri göğe doğru açılmış… sevdiği ve dilediği her ne varsa gönderiyor. seslerimiz… göğe karışıyor. kokularımız yükseliyor. sevdiğim her şey göğe kaçıyor. biz de havalanacakmışız öyle diyorlar. sevmediklerim de göğe kaçıyor. lanetlenmiş rüyalarım, duyduğumda içime bir ilmek daha atan sözlerin, hepsi. özlediklerim… nefret ettiklerim! hepsi göğe kaçıyor.

    nefes alıyorum. hala yerdeyiz.
    merak ettiğim tek şey var ölmeden önce duyacağım en son ses kime ait olacak. ne dediği umurumda bile değil.
    ben hiçbir haliyle geçinemedim kendimin
    birinin sertliği ötekinin kırılganlığını alt etti
    savaş içinde savaş bizimki
    ağzımı açıyorum bileklerimde tuz tadı
    inliyorum inceden
    kulağımda ağlamaklı bir kadın sesi
    kendinden uzak ve titrek
    taze nane ve koni çiçeği kokuyor
    parmak uçlarımda ıslak ve soğuk bir cam kırığı
    biri filmi başa alıyor
    kırmızı , kadife elbise, çıplak boyun
    kırmızı ışık
    insan sadece kendine hazırlanıyor
    konuk gelmiş yıllar önce görmemişsin
    üstelik akran seninle, görüyorsun
    kırılmış mevsimin birinde
    göğe yükseliyorsun

    (bkz: sinem sal)
  • youtube'da video başlıklarında geçince sevindiren kelime dizini.
  • (bkz: bok)
  • bütün, yekpare anlamına sahip olduğu halde iki kelimeden oluşan ironik kelime.
  • parçalanma nedeniyle tek parça oldu türkiye.

    "kabilelerin ortak mekanları arasında en önemlisi, adı bir zamanlar uluru, şimdi ayers rock olan yerdi ve ülkenin tam ortasında yükselen devasa kırmızı bir tümsekti. bu, dünyada tek parça kayadan yapılmış olan en büyük anıttı: üçyüzseksendört* metre yüksekliğindeydi ve şimdi turistlerin ziyaretine sunulmuştu." marlo morgan - mutant message down under

    (bkz: yekvücut)
    (bkz: monolith)
hesabın var mı? giriş yap