*

  • badlands ve days of heaven'le arşive eklediğim bir güzel yönetmen taa ki 70'li yıllarda bırakmıştı sinemayı ve daha sonra thin red line ile geri döndü, kaygısız ve aykırı filmler çeken bu güzel abi kubrick tarzına yaklaşabilmiş ender bi insandır... beylik kurallara tınmaz, yakaladığı bi manzaralara, fotoğraflara çok önem verir, alır yürür; lakin yaşı geçmiştir, umarm zor olmaz.
  • terence malickin dogru yazilmisi.
  • ince kırmızı hat gibi çok güzel bir filmin yönetmeni. aynı zamanda badlands ve days of heaven filmlerininde yönetmeni.
  • sinema sanatının j.d.salinger'ı. harvard mezunu, gazeteci ve felsefe öğretmeni. bu noktada badlands tüm zamanları en iyi 'directorial debuts' ları arasında, the night of the hunter, a bout de souffle gibi filmlerle kanlı bıçaklı durumdadır. bu eserden beş yıl sonra; days of heaven ve bir yok oluş ve kendini buluş şürecinin kanadında; tam yirmi bir yıl sonra the thin red line oluşmuştur...ilk işi kısa film 'lanton mills'le j. nicholson'lı drive he said, dirty harry'nin brando'lu versiyonunun ikinci taslağı; newman'ın pocket money'siyle tamlanan bir sinematik uğraş var 70'lerin başında; en iyisi: paramount'un kardeş firması gulf and western'le kesişen yıldırım/ağaç saniyesi; öyle ki söz konusu şirketin başkanı days of heaven'ı gördükten sonra bir kaç hafta kendine gelememiş ve sonunda; bir daha ki projesi için paramount'a uğrama sözü verirse malick'e 1 milyon dolar vereceğini söylemiş. bunun üzerine malick tek sayfalık bir senaryoyla (sayfa 1-the end; şeklinde) charles bludhorn'a uğramış; fikir: dev bir deniz altı tanrısının dünyayı yaratmasını hayal eden bir balık zihni ile biçim bulmuş bir tür...vs. nihayetinde bu parayla dünyanın dört bir yanına kameraman gönderen malick, onlara etrafı resimlemelerini söylemiş. bunun üzerine malick'le başka bir dünya olan hollywood'un dokusu kızıllaşmış, sınırları, kontrol manyaklığı, paranoyası bu sistemi aşmış. (malick'in çalışma odasının belirli görsel sınırlarla ayrıldığı söylenir. bu yüzden karısı, yönetmenin çalışmalarını okuyamaz, uzaktan bakar ve hawaii şortla evin salonun da dolaşan bir adam görür...) o yıllarda bunu bir son olarak gören cimino, malick için,past tanse kullanarak "kendi zamanının en iyi yönetmeni demişti".geri dönüş filmi the thin red line içinde çok şey söylendi, depp'in projeye dahil olabilmek için yaptığı inanılmaz şeyler, filmde oynayıp ta montaj odasından sağ çıkamayan oyuncular: gary oldman, bill pulmann, mickey. bir arkadaşım filmde, bir karede mickey'yi gördüğünü söylemişti, ama ben dört kez izledim ve johnny handsome orada yok, varsa benim hatam...bu dönemde "ı used to be in the thin red line" t-shirt'leri bayağı satmıştı ama. bunun dışında; ek bilgi olarak; peter jackson'ın lord of the rings'i çekerken oyunculara; olağan üstü set ve epik stresi konusunda açıklama yapmak bağlamında the thin red'i izlettiğini söyleyebiliriz belki... 43 doğumlu bir bilinmez, magdalen collage, oxford, amerikan film enstütüsü, çifçilik, the new yorker yazarlığı...yeni dünya, david gordon green'e koltuk değneği, zhang yimou...süreç bir şekilde devam etmekte. evren gençleşmekte. kuşlar aksi-iyiki ölüm var bu dünyada...
  • ilk iki filmi epey olay yaratmiştir. badlands ve days of heaven adli filmlerini gorenler ove ove bitiremezler muhteremi. ardindan kendini tibet diyarlarina attigi, orada erdigi soylenir. sinema dünyasinin en gizemli sahislarindandir. ince kirmizi hatla, sinemaya geri dondugunde yer yerinden oynamisti. hatta o donem, kadi tapucu malick için gidişim suskun olmuştu ama dönüşüm muhteşem olacak adli bir şarki bestelemiş, kuzey dakota'da haftalarca liste başinda halay çekmişti. amcanin ara ara belli projelerde ismi duyulur. ben kontratini gormeden artik yeni bir cekecegi yonundeki soylentilere inanmamaya karar verdim. zira güvendiğim dağlara kar yağiyor.
  • otuz yılı aşkın sinema hayatında henüz hiç röportaj vermemiştir. thin red line'ın çekimlerine başlanmadan önce, brad pitt ve johnny depp bu filmde yer almak istemişler. hatta depp, malick'le yemekteyken, hemen orada peçete üzerinde bir kontrat yapmayı teklif etmiş..
  • 10 dakikada anlatilabilecek bir olayi, 10 saniyede verilebilecek bir duyguyu 2-3 saat boyunca anlatmaya, vermeye calisan ama basaramayan yonetmen. degisik bir tarzi var, olayi uzattikca uzatan, sikan, uyutan bir tarz...
    ve ne basinda, ne ortasinda, ne de sonunda hicbir sey olmayan filmler...
    ya da bu adam baska bir şeyler anlatmaya calisiyor ama ben anlayamiyorum... ki filmlerinin imdb'de aldigi yuksek ratinglere bakacak olursak millet anlamis, bir ben anlamamisim.
  • sinema dergisinin şubat ayı sayısından alınmıştır.

    1999 yılının hemen başında genç kuşak sinemaseverler, adına sinema dergilerinde bile rastlamadıkları bir adamın çektiği ince kırmızı hat adında eşine benzerine rastlanmayan bir başyapıtla karşılaştıklarından kendilerine hep aynı soruyu sordular bu adam da nereden çıktı? terrence malick’in 1970’lerdeki iki başyapıtını zamanında izlemiş olanlar veya bunları bilenler bile yine de benzer bir şaşkınlık içerisindeydi:aradan geçen 20 küsur senenin ardından terrence malick nasıl böylesi bir filmle geri dönmüştü? sinemanın salinger’ı olarak nitelenen terence malick, bugün hala sinema endüstrisi için çözülemeyen esrarengiz bir durum. filmleri sınırsızca övülen bu adam 31senedir tek bir cümle bile röportaj vermiyor. malick ile konuşma fırsatına sahip olmak, filmleri üzerine edeceği birkaç düşünceyi duymak ve onu anlamak ünlü sinema yazarlarının veya muhabirlerinin en büyük düşü durumunda.malick, 1973’te henüz çektiği ilk filmi badlands ile çağdaş amerikan sinemasının yeni yeteneği olarak lanse edilen ve hem eleştirel hem de endüstriyel anlamda büyük bir kabul gören, kısa sürede majör bir isim haline gelen bir yönetmen. 1978’te çektiği ikinci filmi days of heaven çıtayı daha da yukarılara çekti.:eleştirel anlamdaki övgüler daha da öteye giderken malick, cannes’da en iyi yönetmen ödülünü aldı,filmin görüntü yönetmeni nestor almendros da oscar heykelciğinin sahibi oldu.filmi izleyen paramount yöneticilerinden charles bludhorn çok etkilendiği için malick’e 1 milyon dolarlık bir güven fonu oluşturdu,sıradaki filmini paramount’a getirmesi şartıyla.bu şaşaalı başarılı hikayesinin benzer klişelerle devam edeceğini sanmayın çünkü malick, paris’e taşınıp inzivaya çekildi ve sinemadan uzaklaştı. hiçbir muhabirle konuşmadı ve malick’in aklından geçenler, davranışlarının sebebi birer sır olarak tarihe karıştı.total film’e göre dünyanın en gizemli yönetmeni ödülü olsaydı malick ile kimse yarışamazdı. fakat tüm bunların üzerine özenle belirtilmeli ki malick, sadece tuhaf bir ortadan kayboluş-geri dönüş hikayesine sahip olduğu için önemli bir isim değil. özgün üsluplara sahip üç başyapıtı yönetmiş olduğu için önemli bir isim.

    texas,oxford ve badlands

    terrence malick, 1943’te texas’ta dünyaya geldi.ergenlik çağında yazlarını çiftlik işlerinde çalışarak geçiren malick, harvard üniversitesi’nin felsefe bölümünden derece ile mezun oldu.ardından burslu olarak magdelen üniversitesi’ne (oxford’ta) doktora yapmaya gitti ancak tez danışmanıyla heidegger ve wintgenstein üzerinde ayrılığa düşünce diplomasını almadan okulu bıraktı.amwrika’ya döndüğünde newsweek,life dergilere makale yazmaya ve massachusetts’te felsefe dersi vermeye başladı. 1969 yılında tüm bunları bırakan malick, amerikan film enstitüsüne başvurdu. burada eğitim gördüğü yıllarda bir yandan senaryo doktorluğu yaptı. 1972’te landon mills adlı kısa film projesi ile eğitimini tamamladı ve aynı sene iki filme senaryo yazdı. malick, bu noktadan sonra tamamen, ilk yönetmenlik denemesi olacak badlands’e odaklanmaya başladı. 1950’lerde amerika’da yaşanan ve starkweather-fugate cinayetleri olarak anılan gerçek bir olaydan esinlenerek senaryosunu yazdı. paranı yarısını de palma’nın prodüktörü pressman’dan olmak üzere bağımsız yatırımcılardan topladığı 350.000 dolar civarında bir bütçe ile çekimlere başladı. çekim süreci çok zorlu geçti. karısı bir kitabını okumak istediğinde ona vermektense aynı kitabı karısına satın alan, tuhaf bir disiplinle yaşayan ve detaylara çok önem veren mükemmeliyetçi malick ile sette çalışmak kolay değildi. görüntü yönetmenlerinin yoğun çekim temposundan yorulduğu, malick’in tercihleri ile zıtlaştığı ve nihayetinde 3 görüntü yönetmeni değiştirilen badlands’in çekimleri sonunda tamamlandı. teknik ekipte çalışanların çoğu da malick’in yorucu olduğunu itiraf ediyordu. ama hepsinin bahsettiği bir konu vardı:malick’in yüksek zekası. sissy spacek’in kocası ve tüm malick filmlerinin sanat yönetmeni olan jack fisk ‘eğer onca zorluğa rağmen çekimler bittiyse bunun bir tek nedeni vardı:terence malick’in vizyonu’ diyordu.

    çekimler bittiğinde ortaya sissy spacek’in naif sesinden anlatılan lirik bir başyapıt çıkmıştı. film, gişede pek bir iş yapmadı.ancak eleştirmenler filmin sanatsal kalitesini anlamakta hiç gecikmedi. malick’in isminde film endüstrisinde büyük bir umutla bahsedilmeye başlanmıştı. tüm bunlar malick’e güç vermişti. badlands, kanundan kaçan katil ve sevgilisi yada seri katil hikayesi olarak amerikan sinemasında birçok örnekten farksız olabilirdi. fakat kağıt üzerinde farklı hiçbir şeye sahip olmayan bu film malick’in ellerinde bambaşka bir şeye dönüşmüştü. aslında oliver stone’un katil doğanlar’ı ne ise badlands onun tam zıttıydı. filmle ilgili en alışa gelmedik şeylerden biri de zaten bu özelliğiydi:ne kahramanının bu eylemleri ne de onları saran kültürel yapı etik açıdan yargılanıyordu. aslında tüm malick filmleri gibi badlands de ne soru soruyor ne de cevap arıyordu. filmlerinde karakterler dünyayı sorguluyor ve soru soruyordu evet ama bu sorgulama cevap aramaktan çok, cevapların getirdiği tatminsizliğe işaret eden türdendi.)ince kırmız hat’ın açılış cümlesi buna kusursuz bir örnek oluşturabilir: doğanın kalbindeki bu savaş nedir?)

    days of heaven

    1975 yılına gelindiğinde malick bir sonraki filminin çalışmalarına başladı.1916’da texas’da göçmen çiftlik çalışanları arsasında geçen trajik bir aşk hikayesine dayanan projesini ‘days of heaven’ prodüktör bert schneider’a anlattıve anlaştı.başrol için dustin hoffman,al pacino ve john travolta’dan hayır cevabı alınınca henüz sadece tek bir başrol oynamış olan ve pek tanınmayan richard gere ile anlaşıldı.her çekim gününde çekime başlamak için malick usnamadan günbatımından hemen önceki doğal ışığı kullanmayı bekledi.set çalışanları ‘ çekime geldiğimizde ne hikayenin ne de senaryoda yazılı diyalogların bir önemi kalıyordu. tüm çekim ve film bütün gün beklenilen bir ışığa dönüşmüştü.’diyor. malick istediği ortam oluşunca oyuncuları sadece kameranın önüne koyuyor ve senaryoda yazılanlara göre oldukça serbestlik tanıyordu. bu serbestlik aslında doğaçlamaya da pek benzemiyordu. doğaçlamadan ziyade malick diyalogların birçoğunu çekim günü atmaya karar verip karakterlerini oluşturduğu mizansenin içine atıp hissetmelerini sağlıyordu. day of heaven ‘in çekimleri 1976 yılında tamamlandı. ancak kılı kırk yaran terence malick sayesinde film iki sene daha kurgu odasından çıkamadı. film gösterime 1978’de girdiğinde aldığı tepkiler inanılmazdı. eleştirmenler filem tapmış, film de bir çok ödül için adaylık kazanmıştı. görüntü yönetmeni nestor almendros ve haskell wexler’in çıkarttığı iş sinema tarihinde ender rastlanacak türden büyüleyiciydi. richard gere daha sonraki kariyerinde bile bu kadar iyi performans gösteremeyecekti. filmin yine kağıt üzerinde pek özgün durmayan bir hikayesi vardı: çelik fabrikasında çalışan bill bir cinayet işleyip kaçmak zorunda kalınca küçük kız kardeşini ve sevgilisi abby’yi alarak hasat döneminde çiftliklerde çalışmaya başlar. ölümcül bir hastalığa sahip olduğu düşünülen çiftlik sahibi, bill’in kız kardeşi olduğunu sandığı abyy’ye aşık olur. hasat dönemi bittiğinde işçiler gitmek üzereyken çitlik sahibi üçünün de kalabileceğini söyleyerek abyy’ye evlenme teklif eder. fakirlikten usanmış olan bill, üçü için de en iyisin orda klamak olduğunu, çiftlik sahibinin nasıl olsa yakında öleceğini düşünerek abby’ye evlenmesini söyler. hem kıskançlığın gitgide artması hem de çiftlik sahibinin abby ile bill’in kardeş değil aşık olduğunu öğrenmesi ile işler istendiği gibi gitmez. tıpkı badlands’te olduğu gibi days of heaven’da da hikayeden beklenen bir film yoktur ortada. hem stil hem de tema olarak birbirine çok yakın duran bu iki filmden sonra bir şey aşikardır: hikaye ne olursa olsun, sonuç sadece bir malick filmine benzemektedir. malick mekanları ve doğayı,karakterleri ve hikayesi kadar ön planda tutuyor. görsel vizyonu,heidegger ve wittgenstein gibi idollerden aldığı bakış açısının üzerine ekleyince ortaya malick’e özgü şiirsel ve mitik bir sonuç çıkıyor. badlands’de olduğu gibi days of heaven ’da da dramatik çelişki ve önemli gelişmeler yaşanıyor ancak doğa o kadar baskın bir unsur ki sadece filmi değil karakterleri de etkisi altına alıyor ve tüm filme ve karakterlere o sakin,melankolik etki sızıyor,diğer tüm öğeleri adeta bastırıyor.

    gerçekleşmeyen q ve ince kırmız hat

    malick bu iki filmiyle öyle çok övgü topladı ki yakınındaki çoğu insana göre inanılmaz bir baskı altına girdi.1970’ler bittiğinde malick’ten, amerika’nın en yetenekli yönetmenlerinde scorsese ve altman’ın isimlerinin yanında bahsediliyordu. eleştirmen david thomson badlands’i yurttaş kane’den bu yana en özgüvenli ilk film olarak niteliyordu. ünlü yöentmen michael cimşno ise malick’e kendi zamanının en büyük yönetmeni diyecekti. paramount yöneticilerinden bludhorn days of heaven karşısında büyülenince malick’e sıradaki filmini paramount’ getirmesi şartıyla kullanabileceği 1 milyon dolar önermişti. malick de q ismini taşıyan büyük projesinin çalışmalarına başladı. evrenin başlangıcına odaklanacak olan film için malick dünyanın dört bir yanına çekim yapmaları için kameramanlar yolladı.ancak bir başka paramount yöneticisi yine dağınık bir şiirselliğe yöneleceğini gördüğü malick’ten daha düz bir senaryo istedi. malick, daha sonra paris’e taşındı ve sinema üzerine tek bir soruyu yanıtlamadı.malick’in ortadan yol olduğu bu dönemde kuaförlük yaptığını iddia edenler bile çıktı. esasen malick sıradaki filmi için senaryo yazma girişimlerinde bulundu. hiçbir zaman gerçekleştirmeye kalkışamadı ya da sonuçlandıramadı. sık sık söylentiler çıkıyordu ancak yavaş yavaş herkes malick’in bir daha sinemaya dönmeyeceğini kabulleniyordu.

    malick’in 20 sene sonra geri dönüş yapacağı ince kırmızı hat ise 1989’dan beri yönetmenin gündemindeydi. malick, james jones’un romanından uyarlayarak senaryoyu yazmaya başladı. 1995’e gelindiğinde sonunda malick tetiğe bastı. phoenix pictures’ın kurucusu mike medavoy’un evinde projeyi hayata geçiren ilk adımlar atıldı. malick’in geri döndüğü söylentisi hollywood’da yayılmaya başladı.birçok aktör malick’le çalışmak istedi. brad bitt ilgilendiğini belirtirken johnny depp. malick ile buluşup yemek yediği yerde peçete üzerine kontrat yapmayı teklif etti.ince kırmız hat tamamlandığında belki içinde pitt ve depp yoktu ama ufak rollerde de olsa geniş bir yıldız kadrosu vardı. nick nolte’den adrien brody’e bu oyuncuların hepsi malick ile sette olmak nasıl bir şeymiş tattı. ince kırmız hat’ın çekimlernde malick’in mükemmeliyetçiği ve kontrol manyaklığı eski günlerden çok daha ileri seviyelerdeydi. her gün sabahtan akşama aralıksız çekimler yapıldı.malick’in kameranı bu konuda şöyle diyor:’setteyken malick’in ağzından hiç ‘kes’ lafını duyduğumu hatırlamıyorum. sabah çekmeye başlatır ve film bitene kadar çekerdik.’ malick, tüm oyuncuları ve oyuncular kadar doğayı 4-5 film çıkartacak kadar çekmişti. kurgu masasına oturduğunda filmin ilk hali 6 saat uzunluğundaydı.malick bunu daha sonra 3 saate indirdi. oyuncuların filmde kullanılacağını düşündüğü birçok sahne filmin son kurgusunda yer almadı. öyle ki adrien brody filmi görene kadar senaryoda olduğu gibi başrolde olduğunu sanıyordu.

    ince kırmız hat gösterime girdiğinde çok olumlu tepkiler topladı.ancak film için yine de olumlu tepkilere rağmen hak ettiği değeri alamadığını söyleyebiliriz. malick’in filmi üzerinden geçen her sene değeri artacak ve sinema tarihinin en iyileri arasında yer alacak muazzam bir başyapıt. malick filmlerine özgü klasik öğeler bu sefer çok farklı bir sanat eserinde birleşiyordu. malick’in bir önceki iki filmindeki parmak ısırtan görsellik daha da ileri seviyeler taşınmıştı.filmin insalcıllığı ve ayrımcılığa olan karşı duruşu, hakim sinemanın tüm kodlarından arınmış bir anlatım ile sunuluyordu. yine malick sinemanın keskin karakteristiklerinden bir olan dış-ses kullanımı bile bu amaca hizmet verecek bir şekilde değişik karakterler arasında gidip geliyordu. bir çok amerikan filminde olan, örneğin geçtiğimiz aylarda vizyona giren king kong’ta fazlaca belirgin olan öteki’ye karşı beslene korku ve nefret veya ince kırmız hat ‘la aynı sene vizyona giren er ryan’ı kurtarmak’taki kahramanlık ve milliyetçilik motiflerinde eser yoktu. malick’in biçimsel başarısı bir yana, bu sefer ona özgü olan şiirsel sinema adeta felsefi bir meditasyon olarak beyaz perdede yüz buluyordu. sonuç olarak 20 senelik bir suskunluğun ardından geri dönen malick, ona biçilen saygı değer konumu ne kadar hak ettiğini ispatlamıştı. filimin ardından malick hayranları bir 20 yıl daha bekleyip beklemeyeceklerini düşünmeye başladılar.malick’in adı happy times,undertow gibi filmlerde prodüktör olarak geçiyordu ancak ortalıkta malick’in yeni bir film yöneteceğine dair haber yoktu.

    nce kırmız hat sonrasında yönetmen üzerine 2 kitap yayınlandı ve bir belgesel çekildi. sadece 3 filmi olsa da malick’in sinema tarihinde ne kadar özel ve önemli bir yer tuttuğu inkar edilemezdi. malick’in yeni bir filmle karşımıza çıkması için 3.filmin üzerinden 7 sene geçmesi gerekti.malick!in yeni filmi the new world amerika’da senenin en çok beklenilen filmlerinden biriydi.gösterime girmesi 2006’ın başına denk düştü. the new world 17.yüzyılın başında kaşif john smith ile yerli pocahontas arasındaki efsane aşk ve bu çerçevede ingilizler mile yerli amerikalılar arasındaki çatışmayı konu alıyor. malick’in tüm bunlar kadar iki genç insanın kendilerini ve birbirlerini keşif sürecini ve keşif olgusunun kendisini filmin merkezine yerleştirdiği söyleniyor. sonuç olarak pek değişen bir şey yok gibi.. malick’in sularında dolaşan bir hikaye, içinde colin farrel’ın olduğu majör bir prodüksiyon…fakat bu büyük prodüksiyona rağmen basına tek bir demeç,röportaj vermeyen bir yönetmen.malick pek değişmişe benzemiyor,umalım ki değişmesin ve karşımıza bir başyapıtla daha çıksın.32 yıla sadece 4 film sığdıran böylesi yönetmenden bir film daha görme fırsatını yakaladığımız için kendimizi şanslı saymalıyız.
  • bir kaç sene önce the catcher in the rye'ı çekmesi için düşünülen kişi. zamanında salinger'in elia kazan'a verdiği "sanırım holden bundan hoşlanmazdı" yanıtından sonra buna cesaret etmesi bile ilginç aslında. olmadı tabi, belki salinger öldükten sonra tekrar düşünürler.
hesabın var mı? giriş yap