• 1890'da yayınlanan bu romanı özetleyecek olurasak:

    tarihi alexandria şehrinin hâli vakti yerinde bir vatandaşı olan paphnuce (paphnutius), iskenderiye’de soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, yirmi yaşına kadar dinden uzak bir yaşam sürmüştür. yirmi yaşında, bir rahipten ders aldıktan sonra hristiyanlık'a sarılmış ve bir yıl sonra, kilisede birinin incil'den okuduğu “üstün bir insan olmak istiyorsan, git, neyin varsa sat, paranı yoksullara dağıt,” sözünü duyduktan sonra parasını yoksullara dağıtıp manastırın yolunu tutmuş, manastırda bulunduğu on yıl boyunca da tanrı’dan uzak kaldığı eski günlerini düşünerek pişmanlık içinde kıvranmıştır.

    bir gün, gene böyle pişmanlık içinde geçmişi düşündüğü sırada, yıllar önce iskenderiye tiyatrosunda gördüğü thais adlı güzel oyuncu aklına gelir. thais öyle güzel, öyle şuhtur ki bütün erkekler ona sahip olma arzusuyla yanıp tutuşmakta, onun eşiğini çiçeklerle donatmaya geldiklerinde de thais vücudunu cömertçe onların kollarına bırakmaktadır. paphnuce de bir gün bu günaha düşme tehlikesi atlatmıştır. on beş yaşındayken, bu fahişeye verecek yeteri kadar parası olmadığı için kapısından geri dönmüştür. paphnuce, kafasında bu eski günleri canlandırken thais’in güzel görüntüsü gözleri önüne gelir, onu düşünmekten kendini bir türlü alamaz. bunu da “eğer bu kadınla ilgileniyorsam senin eserin olduğu içindir tanrım,” diye açıklar ve thais’i içinde bulunduğu günahkârlıktan kurtarıp ona doğru yolu göstermenin de kendi görevi olduğunu düşünerek iskenderiye’ye yollanır. iskenderiye’de thais’i bulur, ona pek çok şey söyledikten sonra son olarak: “sana, senin hiç bilmediğin bir aşkı; ölümsüz aşkı vaat ediyorum,” der. başta paphnuce’ün saçma sapan konuştuğunu düşünen thais’in öfkesi, onun tıpki tılsımlardaki gibi ölümsüz bir yaşamdan bahsetmesi üzerine yatışır ve onunla yatmaya karar verir. ama thais’in bu durumunu gören paphnuce: “kendini bana teslim etmekle tanrı’dan gizlenebileceğini mi sanıyorsun?” der. o gece thais’in evinde bir şölen düzenlenecektir. paphnuce’ün isteği üzerine thais onun da şölene katılmasına izin verir. şölen sonunda thais, konukların kayıtsızlıkları, kabalıkları ve her türlü iğrençliklerinden tiksinmiş bir hâlde paphnuce’ün dediklerini yapar (evdeki bütün lüks eşyaları yakmak gibi) ve onun peşine düşer, pahnuce de onu bir kadınlar manastırına teslim eder.

    thais’i doğru yola soktuğu için huzurlu olan paphnuce yeniden çile çektiği kutsal çöle döner. fakat odası, değişen hiçbir şey olmamasına rağmen eski sıcak atmosferini artık taşımamakta, içinde bulunan her şey ona yabancı gelmektedir. en sonunda değişenin odasındaki nesneler değil de kendisi olduğuna karar verir. devamlı thais’i düşünmektedir. tanrı’nın thais’in görüntüsünü, bu günahkâr kadına yaptığı iyiliği görüp de memnun olsun diye gönderdiğini düşünüp kendini avutur. fakat thais’in hayali aklından bir türlü çıkmaz. bunun üzerine bir gece rüyasında gördüğü dikilitaşa gider, onun üstüne çıkar ve çile çekmeye başlar. aylar geçer ama içinden kadın arzusunu bir türlü atamaz. dikilitaşı terkeder ve yürüdüğü yol üstünde yılanların yuva yaptığı gösterişli bir mezara rast gelip çilesini orada doldurmaya karar verir. paphnuce burada tenin arzularını yenmek için mücadelesine son sürat devam eder ama başaramaz, perişan olur. bir gün, çölden geçerken mezardan paphnuce’ün çığlıklarını duyan bazı sofular onu da beraberlerinde, yüz beş yaşında olan ve sonunun geldiğini sezip ruhunun çocuklarını kutsamak için çile çektiği tepeden inen kutsal babalarının geleceği yere götürürler. kutsal babaları, kalabalık sofuların içinde yürürken paphnuce diz çökerek kendisini kutsamasını ister ondan. kutsal baba oradaki müritlerin birinden gökyüzüne bakmasını ve orada ne görüyorsa söylemesini ister. mürit, üç bakire kızın çevresine kimseler yanaşmasın diye bekçilik ettiği bir yatak görür, kızlar yatağın gerçek sahibini beklemektedir. iskenderiyeli thais’in öleceğini ve bu yatağı onun için hazırladıklarını söyleyip “bizler thais'in erdemleriyiz; yani: inanç, korku ve aşk’ız,” derler. sonra, mürit paphnuce'ü yakalamaya hazırlanan üç iblis görür. isimleri üstlerinde yazmaktadır: gurur, uçarılık ve şüphe.

    paphunuce çılgına döner, kulaklarında tek bir söz çınlamaktadır artık: “thais ölecek! thais ölecek!” aptal olduğunu, budalalık ettiğini düşünür, şansı varken thais'i öpüp okşamadığı için deliye döner. son bir kez görmek ister onu. thais’in bulunduğu manastıra gider. lüks ve rahat içinde yaşamaya alışmış olan thais’in bedeni bu yorgunluğa dayanamaz ve yenik düşer. paphnuce, thais ölmeden önce ona “ölme, seni seviyorum, ölme!” diye haykırır.
  • aynı zamanda anatole france'ın aynı isimli romanından uyarlama olan jules massenet operasıdır. ilk olarak 1894 yılında paris'te sahneye konulmuş sonrasında ise avrupa'yı dolaşmıştır. kayıtlarının bulunup dinlenmesi tavsiye edilir.
  • (bkz: pafnus)
  • --- spoiler ---

    gözleri ışıl ışıl yanıyor, hafif bir sıcaklık şakaklarını pembeye boyuyordu. her zamankinden daha da güzeldi şimdi. paphnuce, dizüstü düşüp, kollarıyla thais'i sardı. boğuk, garip bir sesle bağırıyordu:

    "ölme, seni seviyorum ölme! dinle beni thais'im, kandırdım seni, acınacak delinin tekiyim ben.. tanrıymış, isaymış, bunların hepsi boş şeyler. tek gerçek o yeryüzündeki hayat, insan aşkıdır. seni seviyorum, ölme ! nasıl ölebilirsin, gözbebeğimsin sen benim. gel, gel benimle, kaçalım; kollarıma alıp çok uzaklara götüreceğim seni. gel, sevişelim. sesimi duy sevgilim, "yaşayacağım, yaşamak istiyorum" de bana thais, thais kalk, doğrul."
    --- spoiler ---
  • yunanca "sevilen" anlamında bir isim.
  • --- spoiler ---

    şüphesiz ki dünyada en güçlü olan şey güzelliktir ve bizler bu güzelliğe her zaman sahip olsaydık, evren yasalarını, tanrı'nın gücünü, ölümsüz akıldan kaynağını alan düşünceyi, filozofların sözlerini bu kadar dert edinmezdik kendimize.

    ...

    bu kadını yapan atomlar ne kadar güzel bir araya gelmişler. doğanın bir oyunundan başka bir şey değil bu ve şüphesiz bu atomlar birleşip ne yaptıklarının ayrımında bile değiller. nasıl kayıtsızca birleştilerse, bir gün aynı kayıtsızlıkla birbirlerinden kopacaklar. lais'i, kleopatra'yı yapan atomlar nerede şimdi? işin aslına gelince; kadınlar bazen güzeldir, ama, kızgın mutsuzlukların, iğrenç rahatsızlıkların tutsağıdırlar. bir düşünür, sorunu işte böyle ele almalıdır, oysa ayaktakımı hiç dikkat etmez buna. ve kadınlar, onları sevmek pek akla uygun olmadığı halde, yine de aşkı esinler.

    --- spoiler ---
  • kitabın yıldızı benim için nihilist filozof nikias şöyle diyor: "her şey ve hiç aslında aynı şeyler. güzel ve çirkin de birbirinden farklı değil. bunlar insanın yargılarıdır ve görecelidir. çirkin elbette güzel değildir ancak her şey güzel ya da her şey çirkin olsa, güzel ve çirkin yargıları yaratılmamış olurdu."

    çok etkileyi bir cümle de şu: "filozofların yüceleşmeyi kafalarına koyması, tanrı için büyük talihsizlik."
  • jules massenet'nin thais'inin meditation bölümünün çellist stjepan hauser yorumu.

    "diyorsun ki: kuşan yılların yapraklarını - zamanıdır artık
    gelip beni öpmenin!"* der gibi.
  • büyük iskender'e seferlerinde eşlik eden bir hetaera imiş. iskender'i persepolis'i yakıp yok etmesi konusunda kışkırttığı söylenir.

    (bkz: persepolis/#1945726)
hesabın var mı? giriş yap