*

  • 2009 - italya yapımı, hem dram hem gizem hem gerilim türlerini başarılı bir biçimde bünyesinde barındıran ilginç bir film.. sürpriz sonlu değil de, sürpriz ortalı.. filmin adının "çift saat" gibi bir anlamı var.. ayrıca yönetmenin ilk filmiymiş..

    bakınız

    bir de buna
  • kurgusu, kurgu içindeki flashbackler çok başarılı.
    pek tabii oyuncu olarak filippo timi ve kseniya rappoport'a da şapka çıkartmak lazım.
  • 2009 yılı mahsulü giuseppe capotondi tarafından yönetilmiş olan italya yapımı bir film. the double hour ismiyle de bilinir. yönetmen capotondi'nin ilk (ve an itibariyle tek) filmi. umarım son olmaz.

    dahası için
  • keşke fragmanı izlerken hissettiğimiz şeyi filmi izledikten sonra da hissedebilsek...o değil de yarısı da olur be beklentinin...
  • avrupa sinemasında böyle görece kaliteli mainstream filmler var; başyapıt izlemediğinizin farkındasınız ama bol twist'li, gerilimli hikayeleri sırıtmayan işçilikle aktardığından bekleneni veriyor. ne le dis a personne ve los cronocrímenes bu anlamda aklıma gelen ilk örnekler.

    işte la doppia ora da aynı ligin yolcusu. çok da yabancı olmayan bir hikayeyi birkaç trükle ilginç hale getirebiliyor. ama bu filmin farklı olarak şöyle bir güzelliği var: hikayesindeki sapmaları alışıldığı üzere seyircinin ayaklarının altından halıyı çekmek için değil, şöyle bir silkelemek için kullanıyor. elbette bu kırılma anlarının seyircide bir şok amaçladığı aşikar ve bunların kurgulanışı (kadının kamyonu takip ettiği sahne mesela) filmin en zayıf tarafı gibi gözüküyor ama nihayetinde senaryodaki bu kırılmalar bir amaçtan ziyade olayı bir aşk hikayesine eviriyor. acı aşk'ı hatırlayın; oradaki twist ve karakter dönüşümlerinin altı ne kadar boş ve kartonsa bu filmde mevzubahis dönüşüm aynı oranda işler bir halde. ayrıca filmin evrildiği aşk hikayesi bağlamında bence chabrol'ün le boucher'i ile ilginç noktalarda benzerliği de var.

    --- spoiler ---

    filmin sonunda fotoğrafı gördüğümüzde anlıyoruz ki kadın komada gördüklerinin paralelinde, aslında bekçiye aşık olduğunu anlıyor, adam da ona aşık; gitmesine izin veriyor. yani bu bir ayrılık hikayesi aynı zamanda. ayrıca iki karakter de geçmişlerinden muzdarip ama kadın suçlu, adam piyon olduğundan hiçbir zaman birleşemiyorlar. le boucher'de ise yine geçmişlerinden muzdarip bir çiftin farklı bir ayrılık hikayesini izliyoruz ama sınırları çizen suç öğesi benzer, ayrılıkları farklı.

    --- spoiler ---
  • ortaokul lise yıllarında çok kullandığımız "aa saat 14:14 vb., demek ki sevdiğin seni düşünüyor" lafının evrensel olduğunu öğrendiğim film. yalnız filmin gerilimli "orta"sında bunun çok daha farklı kullanılabildiğini görüyorsunuz.

    filmin akışı yavaş olmamasına rağmen esas kızın ve atmosferin donukluğu bir çeşit durağanlık hissi uyandırıyor. ayrıca karakterlerin geçmiş yaşamdaki acılarının perde arkasında ve suratlarında sürekli durması da buna katkıda buluyor. hem gerilimli hem bunalımlı hem de sürprizli bir avrupa filmi izlemek isteyenler için birebir. ancak ben daha büyük beklentilerle izlediğimden epey sıkıldım.
  • oyuncuları zamanında venedik film festivali'nden ödüllerle ayrılmışlar. yönetmen de yanılmıyorsam o dönemler epey övülmüştü. hollywood konu sıkıntısı yaşadığı şu dönemlerde yönetmenin bu ilk filmine el atacakmış. yani yakında amerikan versiyonunu sinemada izleyeceğiz gibi görünüyor. bu senenin sonlarına doğru çekilecekmiş yeniden çevrim. başrolde michelle williams ile joel edgerton yer alacakmış. bu yeniden çevrime hayır demem doğrusu. belki bu kez eksikler gedikler giderilip sağlam bir gerilim filmi ortaya çıkar. ya da tam tersi boktan amerikan korku-gerilim klişeleriyle doldurulup rezil bir film de ortaya konabilir. en erken 2014'ün sonlarında nasıl bir yeniden çevrime imza attıklarını görmüş oluruz.

    dönelim şu filme. bol sürprizli bir film. ilk başlarda da yönetmen arzu ettiği etkiyi, yani "ne oluyoz lan?"ı yaratabiliyor, bir kaç kez bu soruyu sordurtuyor bizlere. ama ne yazık ki sürprizler finalde değil de filmin ortasında ortaya çıkıyorlar. dolayısıyla film de etkisini yitirmeye başlıyor anbean. sonuçta filmin ortasında sorular cevaplarına kavuşuyor ve geriye kalan tek soru "adam şimdi ne yapacak?" filmi finale taşıyamıyor. evet, adamın ne yapacağını merak ediyoruz ama bu, artık o kadar önemli değil. bu sorudan daha önemli soruların cevaplarına kavuştuğumuz için filmden sıkılmaya başlıyoruz hızla. o yüzden keşke yönetmen sürprizleri finale dek taşısaydı.

    soruların cevaplarına kavuştuğu ana kadar ise film oldukça iyiydi. meraklandırıyor ama yavaş temposu yüzünden fragmanın vaat ettiği gerilimi bulamıyoruz filmde. belki de yönetmen öyle bir filme imza atmak istememiştir. filmi illa bir filme benzeteceksen inception olabilir veya daha çok amenabar'ın abre los ojos'u olabilir. özellikle sorular cevaplandırıldıktan sonra akla hemen abre los ojos geliyor. iki film de aynı etkiyi yaratmaktalar.

    bakalım amerikan versiyonu nasıl olacak? yönetmenin hataları tekrar edilmezse boynuz kulağı aşabilir.
  • izlemeyin canım, bok gibi film. akmıyor, gitmiyor. fikir güzel belki ama işleyememişler. zaman kaybı. uzak durun.
  • puzzle tadında bir film, yavaş akıyor ama gizemli.
  • tempo ağır aksak, kurgu da öyle, hikayeye biraz gerilim biraz gizem katalım demişler ancak ortaya karışık bir sarmal çıkmış, ben zevk almadım açıkçası...
hesabın var mı? giriş yap