• erich fromm'un insandaki yıkıcılığı ve bununla bağlantılı ölümseverlik, yaşamseverlik kavramlarını incelediği kitabı.
  • umut devrimi'ne kıyasla daha günlük bir dille yazılmış olması, sevme sanatından bir adım daha akademik oluşu hasebiyle narsizim, öfke, şiddet, gerginlik, öç alma, sadizm.... vb kavramların bireysel/toplumsal algılanış ve yansımasını zaman zaman frued ile çatışarak, irdelediği kavramlarıı örneklemeler ışığında okuyucunun ayaklarını yere bastıran bir uslupla yazılan kitap.

    'insan doğduğu andan başlayarak iki eğilim arasında gidip gelir: bu eğilimlerden biri aydınlığa çıkmak, öteki anne rahmine dönmektir; biri serüvene yönelmek, öteki kesinlik peşinde koşmaktır; biri bağımsızlık için tehlikeyi göze almak, öbürü korunma ve bağımlılık aramaktır.'101/1990 5.basım

    amme hizmeti editi: ilk kez 1979 yılında payel yayınevi tarafından yayımlandı.
  • insanda yaşama belirtileri olarak değerlendirdiği yaşam sevgisi, kendinden olmayan şeyleri de sevebilme yetisi, bağımsızlık ve özgürlük ile, çürüme belirtisi olarak olarak yorumladığı ölüm sevgisi, bireysel ve toplumsal narsisizm, aileye gösterilen bağımlılık gibi kavramları açıkladığı kitabıdır. özellikle özgürlük kavramına getirdiği açıklamalar hayli ilginçtir.

    erich fromm bu çalışmasında da freud'la zaman zaman uzlaşırken çatışmalara da girmiştir.

    --- alıntı ---

    insanın yaradılışı ya da özü, iyiliği ya da kötülüğü özel bir maddeden oluşmaz; tersine insan varoluşunun her koşulunda bulunan bir çelişkiden doğar. bu ilişki de kendi içinde bir çözüm gerektirir; temelde yalnızca ilerici ve gerici çözümler vardır. insanda bazen doğuştan gelen bir ilerleme dürtüsüymüş gibi görünen şey yeni bir çözüm aramanın getirdiği devingenlikten başka bir şey değildir. ulaştığı bu düzeyde insanı yeni çözümler bulma görevine iten yeni çelişkiler ortaya çıkar. bu süreç son amaç olan eksiksiz insan olma, dünyayla tam bir uyum içinde yaşama durumuna gelinceye dek sürer.
    --- alıntı ---
  • yaşamın zıttı olarak tehlikeli akıl hastalıklarının özünü oluşturan, gerçek kötülüğün özü denilebilecek eğilimleri; ölüm sevgisi, narsizim ve anneyle ortak yaşama saplantısı başlıklarıyla üç bölümde ele alan kitap.

    "topluluk narsisizmi de tıpkı bireysel narsisizm gibi doygunluğa gereksinme duyar. bir düzeyde bu doygunluk insanın kendi topluluğunun üstün, öteki topluluklarınsa, aşağı olduğuna ortaklaşa inanmakla sağlanır. dinsel topluluklarda bu doygunluk şu kolay varsayımla kazanılır; benim topluluğum gerçek tanrı'ya inanan tek topluluktur; öteki toplulukların hepsi saptırılmış, inançsız kişilerle doludur. bir topluluğun üstünlüğünü kanıtlamak için tanrı'ya başvurulmasa bile topluluk narsisizmi dinsel olmayan bir düzeyde benzer sonuçlara ulaşabilir. birleşik amerika'nın ve güney afrika'nın birçok yerlerinde beyazların karaderililerden üstün oldukları yolundaki narsisist inançları bir topluluğun başka bir topluluk karşısında öz üstünlük ve küçümseme duygusunun sınır tanımadığını gösteriyor."

    "aşırı narsist bir topluluk özdeşleştirebileceği bir önder bulmak ister. topluluk, kendi narsisizmini yansıttığı bu öndere hayranlık duyar. aslında birlikte-yaşama ve özdeşleştirmeden başka bir şey olmayan bu öndere boyun eğme durumu içinde bireyin narsisizmi öndere aktarılır. önder ne denli büyükse onun izleyicileri de o denli büyük olacaktır. bireysel yapıları yüzünden, özellikle kendilerine hayran olan kişiler önderin peşine takılmaya en yatkın olan kişilerdir. kendisinin büyüklüğüne inanmış bu konuda hiçbir kuşkusu olmayan önderin narsisizmi, kendisine boyuneğenlerin narsisizmine son derece çekici gelir. yarıdeli önderler çoğu zaman en başarılı olanlardır; ama, nesnel yargıdan yoksun olmaları, yenilgi karşında gösterdikleri öfkeli tepkiler, her şeyi yapabilen bir insan imgesini koruma gereksinmeleri yüzünden yanlışlara düşerek kendi yıkımlarını hazırlarlar. ne var ki narsisist kitlenin isteklerini doyuracak, yetenekli ama yarı psikozlu kişiler her zaman bulunabilir."

    "bebeğin annelik edecek birisine gereksinme duyması şunu gözlerden silmiştir: çaresizlik içinde olan ve kesinlik peşinde koşan tek kişi bebek değildir: ergin bir kişi de birçok bakımdan çaresizlik içindedir. gerçekten de ergin kişi toplumun kendisine verdiği görevleri yerine getirebilir, bunları başarabilir; ama bebeğe göre, ergin kişi yaşamın getirdiği tehlikelerin ve sakıncaların daha cok farkındadır; denetleyemeyeceği doğal ve toplumsal güçlerin bulunduğunu, önceden kestiremeyeceği kazançların olabileceğini, kaçınamayacağı hastalıkların ve ölümün kendisini beklediğini bilir. bu koşullar altında insanın kendisine kesinlik, güvenlik ve sevgi verecek bir gücü delice aramasından daha doğal ne olabilir? bu arzu yalnızca insanın anne özleminin «yinelenmesi» değildir; bu işte doğuran neden bebeğe anne sevgisi özlemi duyuran koşulların değişik bir düzeyde de olsa aynıyla sürmesidir. insanlar -erkekler ya da kadınlar- yaşamlarının geri kalan süresinde kendilerine «anne»lik edecek birini bulabilselerdi yaşamın tehlikelerinden ve acılarından kurtulurlardı. insanın hiç durmadan bu fata morgana'nın (masal perisinin) pesinde koşmasına, şaşmamak gerekir. gene de insan yitirilen cennetin geri gelmeyeceğini, belirsizlikler ve tehlikeler içinde yaşamak zorunda olduğunu, kendi çabalarının dışında güvenecek hiçbir şeyi bulunmadığını, kendisine yalnızca geliştirdiği güçlerin direnç ve korkusuzluk kazandırabileceğini az çok bilmektedir. bu yüzden insan doğduğu andan başlayarak iki egilim arasında gidip gelir: bu eğilimlerden biri aydınlığa çıkmak, öteki anne rahmine dönmektir; biri serüvene yönelmek, öteki kesinlik peşinde koşmaktır; biri bağımsızlık için tehlikeyi göze almak, öbürü korunma ve bağımlılık aramaktır. genetik açıdan bakarsak çocuğun gözünde koruyucu gücü ve kesinlik güvencesini temsil eden ilk insan annedir. ancak bunları temsil eden tek varlık anne değildir. daha sonra, çocuk büyüyünce anne aileyle, klanla, ya da aynı kandan, aynı topraklarda doğmuş kişilerle yer değiştirir ya da bütünleşir. topluluğun çapı genişlediği zaman da ırk, ulus, dinsel ya da siyasal partiler «anneler»imiz başka bir deyişle korunma ve sevgi gereksinmemizin güvenceleri olur. daha ilkel bir eğilim taşıyan kişilerde de doğanın kendisi, yeryüzü ve deniz «anne»yi gösteren büyük güçler olurlar. annelik işlevinin gerek anneden aile, klan, ulus ya da da ırka aktarılması kişisel narsisizmin topluluk narsisizmine aktarılmasında ortaya çıkan gelişmeleri yansıtır. her şeyden önce, anneler çoğunlukla kendi çocuklarından önce ölürler, ölümsüz anne fiğürü gereksinmesi buradan doğmuştur."

    "freud'a göre bilinçaltının farkında olmak, marx'a göre de toplumsal-ekonomik güçlerin ve sınıfsal çıkarlarının farkında olmak bu özgürleşmenin koşullarıydı; her ikisinde de farkında olmaya ek olarak etkin bir istenç ve savaşım özgürlüğü sağlamak gerekli koşullardı? ikisi de insanın neden sonuç yasalarıyla yönetildiğini ama bilinçlilik ve doğru eylemlerle kendi özgürlük alanını yaratıp genişletebileceğini öne sürüyorlardı. optimum özgürlüğü kazanmak, zorunluluğun zincirlerinden kurtulmak insanın kendisine kalmıştı."

    "iyilik ve kötülük sorunu genel olarak sanki insan iyilikle kötülük arasında bir seçme yapabilirmiş, bunlardan iyiliği seçme özgürlüğüne sahipmiş gibi ele alınır. bu görüş tartışmaya büyük bir karışıklık getirmiştir; çünkü genel seçmeyle karşı karşıya kaldığında insanların çoğu «kötülük»e karşı «iyilik»i seçerler. oysa «iyilik»le «kötülük» arasında seçme diye birşey yoktur. iyilik ve kötülük doğru tanımlanmışsa, insanı iyiliğe götüren somut ve özel eylemlerden oluşan yollar ya da insanı kötülüğe götüren yollar vardır. seçme konusunda içimizde doğan ahlaksal çatışma genel olarak iyilikle kötülük arasında bir seçme yapmaktan çok somut bir karar vermek zorunda kaldığımız zaman ortaya çıkar. aynı yanlış, özgür üzerine yazdıklarıyla en ince, en derin ve en nesnel özgürlük çözümlemelerini yapmış olan austin farrar'da da görülür. farrar şunları yazmaktadır «seçme, tanımı gereği seçenekler arasında yapılır. bir seçeneğin gerçekten ve ruhsal açıdan seçmeye açık olması fikri de insanların seçmelerini gözleyerek doğrulanır. bazen belli bir seçeneği seçememeleri, onu seçmeye kapalı olduklarını gösteren birşey değildir.»"

    "insanın kötüye karşı iyiyi seçme özgürlüğüne sahip olmadığı görüşü, büyük ölçüde olaylar zincirindeki ilk ya da ikinci karara değil de en son karara bakmaktan doğar. gerçekten de en son karar anında seçme özgürlüğü yok olup gitmiştir. oysa kişi kendi tutkularına bütünüyle kapılmadan önce bir noktada seçme özgürlüğünü henüz yitirmiştir. şöyle bir genelleme yapılabilir belki: birçok insanın yaşamlarında başarısızlığa uğramaları akla uygun davranabilme özgürlüğünün ellerinde bulunduğunu görememelerinden, seçmenin farkına vardıkları zaman da artık karar vermek için zamanın geçmiş olmasındandır."
  • gene müthiş bir erich fromm kitabı. ana fikir insanın iki ana eylemi olduğu düşüncesi: ilerleme ve gerileme. kitap ilerlemenin değil gerilemenin üzerinde duruyor. bu gerilemeye giden yolu da üçe ayırıyor: ölüm sevgisi, narsisizm, kandaşla cinsel ilişki bağlılıkları. bu durumları çok iyi açıklıyor. kendi düşüncesiyle freudyen bakış açısını yorumluyor. bazen karşı karşıya geliyorlar bazen ise beraber yürüyorlar. hitler ve napolyon gibi adamlardan örnek veriyor.

    ayrıca son bölümdeki özgürlük ve determenizm konusu beni baya etkiledi. spinoza'yı, marx'ı ve freud'u açıklamakla kalmıyor onları çok iyi tenkit ve tahlil ediyor.

    sanırım insana olan inancını yitirmeyen bu adamı yanlış anlamışlar:

    "insanın kötülük yetisini küçümsemekle suçlanan, görüşleri yanlış değerlendirilen birisi olarak ben, düşüncelerimde bu türden duygusal bir iyimserlik bulunmadığını belirtmek isterim. uzun klinik deneylerden geçen bir ruhçözümleyici olarak benim insanın içindeki yıkıcı güçleri küçümsemem gerçekten zor olurdu. bir ruhçözümleyici ağır hastalarda bu yıkıcı güçlerin etkisini görür, bu güçleri durdurmanın ya da enerjiyi yapıcı bir yöne çevirmenin ne denli güç olduğunu deneyleriyle saplar."
  • "insanlık için gerçek tehlike olağanüstü güçlerin, -şeytan ya da sadist birinin değil- sıradan bir insanın eline geçmesidir. savaş açmak için nasıl silâhlar gerekliyse, milyonlarca insanı yaşamlarını tehlikeye atmaya ve katil olmaya sürükleyebilmek için de nefret, öfke, yıkıcılık ve korku gibi tutkular gereklidir. bu tutkular savaşı başlatmak için gerekli koşullardır; savaşın nedenleri değildir; tıpkı, silâhların ve bombaların kendi başlarına bir savaş nedeni olmamaları gibi. "

    "kişi tanrılaşmaya çalıştıkça kendini öteki insanlardan soyutlar; bu soyutlama onu daha da korkak yapar, herkes onun düşmanı olur; bunların sonucunda doğan korkuya dayanabilmek için kişi gücünü, acımasızlığını ve narsisizmini gittikçe artırır. eline geçirdiği güçle sezar, gerçekliği kendi narsisist düşlerine göre çarpılmıştır.
    herkese zorla kendisinin bir tanrı, en güçlü, en bilge adam olduğunu kabul ettirmiştir. bu yüzden kendi megalomanisi ona akla uygun bir duyguymuş gibi gelir. öte yandan birçok insan ondan nefret edecek, onu devirmeye, öldürmeye çalışacaktır. bu yüzden de hastalıklı kuşkuları, görebildiği kadarıyla, gerçeklerle doğrulanmaktadır"
  • "narsisist kişinin korkudan kurtulmak için başvuracağı bir çözüm yolu narsisist kişinin dış gerçekliği kendi narsisist imgesine uydurmak üzere bir ölçüde değiştirme çabasıdır. buna örnek başka birisinin, olabilirse milyonlarca insanın onayını kazanmaktır. bunlardan birincisi folie à deux [çift kişilik delilik] ikincisiyse içlerindeki psikozun patlayarak ortaya dökülmesini milyonların alkışını ve onayını alarak engellemeye çalışan ünlü kişilerdir. bu sonuncusuna en iyi örnek hitler’dir.
    aşırı bir narsisist olarak hitler milyonlarca insanı kendi imgesine inandırmasa, “üçüncü reich’in bin yıl süreceği” konusunda olmayacak düşlerine kendisi ciddi olarak inanmasaydı, giderek gerçekliği, kendisini izleyenlere haklı görünecek biçimde değiştirmeseydi, yalnızca psikozunu açıkça dışarıya vurmuş bir hasta olarak yaşardı. (yenilgiye uğradıktan sonra hitler için kendini öldürmekten başka çıkar yol kalmamıştı; çünkü onun için narsisist imgesinin yıkılışı gerçekten dayanılamayacak birşeydi.)
    tarihte hastalıklarını dünyayı değiştirip narsisizmlerine göre çarpıtarak «tedavi eden» megalomanyak önderlere daha pek çok örnek vardır. bunlar tüm eleştirmenleri ortadan kaldırmaya çalışırlar; çünkü kendileri için akim sesinin yarattığı tehlikeye dayanamazlar. caligula ve nerón’dan stalin ve hitler’e dek bu kişilerin kendilerine inanan insanlar bulma, gerçekliği narsisizmlerine uyacak biçimde çarpıtma, tüm eleştirmenleri yok etme gereksinmeleri çok büyük ve sınırsızdır; çünkü bu gereksinmeler onların, deliliklerinin ortaya dökülmesini önlemek için giriştikleri umutsuz çabalardır.
    bu önderlerdeki delilik öğesi aynı zamanda çelişik bir biçimde başarılı kılar onları. bu delilik öğesi onlara, normal insanları çok etkileyen kesin kararlılık, yaptıklarından kuşkulanmama gibi özellikler kazandırır. söylemek gereksiz; dünyayı değiştirme, başkalarına kendi fikirlerini, hasta düşlerini kabul ettirebilme gereksinmesi psikozlu olsun olmasın normal insanda bulunmayan yetenekler ve ustalıklar gerektirir."
  • "mısır firavunları, romalı sezarlar, borjiyalar, hitler, stalin, trujillo — bunların hepsinde benzer özellikler vardır. bu insanlar mutlak güç elde etmişlerdir; ağızlarından çıkan bir sözle yaşam ve ölüm konusunda olduğu gibi hemen her konuda son kararı verirler; istedikleri her şeyi yapabilme yetilerinin sınırı yok gibidir. yalnızca hastalık, yaş ve ölümle sınırlandırılmış tanrılardır bu kişiler. insanın varolması sorununa, bu varoluşun sınırlarının ötesine geçme yolunda umutsuz bir çabaya girişerek çözüm bulmaya çalışırlar. şehvetleri, güçleri sınırsızmış gibi davranırlar; bu yüzden sayısız kadınla yatar, sayısız adam öldürür, her yere şatolar kurar, gökteki aya el atmak, olmayacak şeyleri ele geçirmek isterler.
    varlık sorununu insan değilmiş gibi davranarak çözme çabası olsa da, bir tür deliliktir bu tutum. üstelik hasta kişinin yaşamı ilerledikçe artan bir deliliktir bu. kişi tanrılaşmaya çalıştıkça kendini öteki insanlardan soyutlar; bu soyutlama onu daha da korkak yapar, herkes onun düşmanı olur; bunların sonucunda doğan korkuya dayanabilmek için kişi gücünü, acımasızlığını ve narsisizmini gittikçe artırır.
    sezar’a özgü bu delilik türü, şu etken işe karışmasa düpedüz delilik olacaktır. eline geçirdiği bu güçle sezar, gerçekliği kendi narsisist düşlerine göre çarpılmıştır. herkese zorla kendisinin bir tanrı, en güçlü, en bilge adam olduğunu kabul ettirmiştir. bu yüzden kendi megalomanisi ona akla uygun bir duyguymuş gibi gelir.
    öte yandan birçok insan ondan nefret edecek, onu devirmeye, öldürmeye çalışacaktır. bu yüzden de hastalıklı kuşkuları, görebildiği kadarıyla, gerçeklerle doğrulanmaktadır. bunun sonucu olarak sezar kendini bütünüyle gerçeklikten kopmuş görmez çok tehlikeli bir durumda olsa da bu yüzden aklı bir ölçüde başındadır."
  • "tehdit edilme duygusu ve bunun yol açtığı tepkisel şiddet çoğu zaman gerçeklikten değil insan zihninin bulandırılmasından doğar; siyasal ve dinsel önderler düşman tarafından tehdit edildiklerine inandırarak yandaşlarında tepkisel düşmanlıktan doğan öznel bir karşı koyma duygusu yaratırlar"
hesabın var mı? giriş yap