• elizabeth kostova isimli amerikali yazarin 2005 yazinda piyasaya surulecek ve cikar cikmaz kafadan best seller olacagina inanilan romani...
    romanin orjinal el yazmasi bir muzayede de 2 milyon dolara satilmis... hatta roman cikmadan film haklari bile satilmis, sony pictures'a...
    konusu ise drakula ve vlad tepes efsanesi ile ilgili gothic tarzda ve gayet etkileyici imis... bir bolumu istanbul'da da geciyormus...
    bekleyip gorecegiz...

    ayrica ingilizce tarihci anlamina gelen kelime...
  • simdilik beni pek sarmayan roman. ama misal thomas harris imzalı kızıl ejderde 200. sayfadan sonra ortaligi dagitmaya baslamisti.
  • hikayesi ve olaylar çok iyi olmasına rağmen, kurgusuna bir türlü alışamadığım kitap. zira tüm olayı kitap boyunca üç ayrı kişinin ağzından* dinliyoruz ve bu ortalığı gereksiz yere karıştırıyor
  • hala çevirmenin the rape of the lock'u neyi düşünerek "kilide tecavüz" diye çevirdiğini anlayamadığım, çok sıkılmadan okunan, okurken bilgilendiren, tarihçilere ayrı bir sempati duymamızı sağlayan, hakkında çok yazılmamış, çok konuşulmamış, dracula'yla ilgili hikayelerden ya da tarihten cok hazzetmeyenler için illaki de okunmasına gerek olmayan, "ha okuduk kötü mü oldu?" sorusuna; "hayır canım iyi yapmışsın, fena bir kitap değildir o." diye cevap verilebilen, türe ilgi duyduğum için filmini de görmek istediğim eser.
  • harcanan zamana, emege, gozlere yazik diyorum ben...
    herseyden once ciddi teknik sorunlar var bence.
    kitabin anlatimi buyuk cogunlukla babanin kizina yazdigi mektuplara dayaniyor. tabii dogal olarak bir sure sonra "400 sayfalik mektup mu olur kardesim, adam kizina olanlarla ilgili bilgi vermek icin bu mektuplari yaziyorsa neden agiz dolusu bilmem ne kilisesinin mimari ozelliklerini anlatiyor" diyorsun okurken.
    ikincisi bu mektuplar tamamen konusma diliyle kaleme alinmis oldugundan, mektup uzerine anlatim kurgusu, diger seslerin de katilimiyla (bkz: #8757272), bir sure sonra soyle guzell bir corbaya donusuyor.
    ucuncusu sorun kullanilan dildeki yeknesaklik ve oldurucu tekrarlar bence... ozellikle kitabin sonlarinda
    --- spoiler ---
    drakula`nin ne giydigini, yuzunun nasil gorundugunu, nasil konustugunu ve nasil yurudugunu kac kez okudugumu unuttum.
    --- spoiler ---
    kizin ise 600 kusur sayfa boyunca benzeri degil tamamen ayni ifadelerle insan yuzu ve mimari tanimlamasi beni bitirdi.
    akicilik namina hicbir ozellik gostermiyor. tam "hizlandi, herhalde artik birseyler olur" diyecekken, hop bilmem kacinci yuzyildan kalmis el yazmalarini okurken buluyorsun kendini...
    buradan da kurgunun cok daginik oldugu sonucunu cikardim ben. daginiklik
    --- spoiler ---
    dugumun cozumu kisminin siradanligi ve ruhsuzlugunda da
    --- spoiler ---
    kendini fazlasiyla hissettiriyor.
    ask hikayeleri siradan ve soguk. iliskilerle ilgili en ufak bir heyecan hissetmiyorsun.
    tarih, drakula tarihi ile sinirli kalmis. bu tarihi anlatmak icin aslinda hic islevi olmayan bir suru karakter girip cikiyor romana... ornegin macaristan'da tanisilan ingiliz akademisyen (adina bakmaya usendim) kitaptan tamamen cikarilsa kim ne kaybeder acaba?
    ve en onemlisi... siz gizli diyin isterseniz, ben acikca turk dusmanligi yapildigini dusunuyorum kitapta... kardesim osmanli tarihi sadece istila, iskence ve yakip yikma tarihi midir yani... iki yerde din hosgorusu tamlamasini gecirip kalan bolumlerde serbest atis yapmak bana rahatsizlik verici geldi acikcasi...
    dolayisiyla da bu kadar zamani vampir pesinde kosarak gecirmek yerine, cok daha amaca uygun kitaplar bulunabilecegini dusunmekteyim.
    haa "600 sayfayi okumusun birader, niye bu kadar kotuluyosun o zaman" diyen okuyucu icin ise yanitim hazir: cunku kendine ozgu bir cekiciligi de var.
  • --- spoiler ---
    okuması bir aydan fazla zamanımı almış olan tuğla. konu ve kurgu olarak oldukça çekici bir kitap gerçekten (her ne kadar zaman zaman 15. yüzyılda istanbul'da baş gösteren veba salgını ile cesetlerin kalplerine kazık çakarak mücadele eden imamlar gibi fazla fantastik öğelerle karşılaşıyor olsak da). fakat daha önce de değinildiği gibi kitabın çoğu birilerinin birilerine yazdığı mektuplardan oluşuyor ve iş artık öyle bir hal alıyor ki mektubun içinde başka bir mektup okuduğunuz oluyor. bu da haliyle kitabın akıcılığını önemli derecede etkiliyor. başka yerlerde de karşılaştığım kitaptaki türk düşmanlığı eleştirisine ise kesinlikle katılmıyorum. balkanlar'da osmanlı'nın bıraktığı izler, osmanlı'nın bu bölgeyi yönetmekte gösterdiği başarı, osmanlı'nın hayaleti gibi konular kitapta daha çok göze çarpıyor. zaman zaman türkler'den sözüm ona zulüm görmüş olan balkan halklarından da bahsediliyor (misal osmanlı paşası'nın haremine girmektense dağın tepesinden kendisini atan bulgar kızını konu alan folklorik türkü) ama bunlar vuku bulmuş olması gayet normal olan şeylerdir, olmaması anormaldir zaten, her büyük imparatorluğun tarihinden böyle şeyler mutlaka çıkar. tamam oralardaki halkın çoğu kardinal külahı görmektense türk sarığı görmeyi tercih etmiş olabilir eyvallah da seçme şansları olsa ne külah ne de sarık görmek isterlerdi herhalde, adamların osmanlılar'ı "oo hoşgeldiniz sefa geldiniz" diye karşılamış olmalarını beklemek abesle iştigaldir. dediğim gibi osmanlı'nın yönetimsel başarısı kitapta kesinlikle daha çok vurgulanıyor (şimdi bu entry'i "lan adam ver kurtulcu, liboştur da bu şimdi" falan diye kötüleyenler çıkar diye peşinen söyleyeyim, zamanında afedersiniz balkanlar'ın bir tarafına koyduktan sonra, hatta dünya genelinde kullanılan balkan kelimesi türkçe olduktan da sonra balkanlar'dan elimizde kala kala bir tek doğu trakya'nın kalmış olmaması gerektiğini düşünenlerdenim). neyse efendim konuyu fazla dağıtmıyalım kitaptan bahsediyorduk, kitabın bence en kötü yanı sonunun oldukça baştan savma bir şekilde yazılmış olması. yazarın 600 sayfa boyunca bizleri drakula'nın peşinden koşturttuktan sonra drakulayı üç sayfada öldürmesi harbiden kötü olmuş. bunların haricinde kitap iyi, güzel, bestseller'lardan mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışan beni bile kendisine çekti, alınız okuyunuz, yalnız almadan önce bitirmesinin epeyce vakit aldığını da hatırlayınız.
    --- spoiler ---
  • elizabeth kostova 'nın kaleme aldıgı tarihci bizi modern zamandan darakula efsanelerine götürüyor ki bunu yaparken istanbul sokaklarınıda ihmal etmiyor.
  • çok uzun olmasına rağmen insanı genel olarak sıkıntıya sokmayan roman. dracula gibi bir efsaneden bahsediyor olmasından ötürü gerçekten cezbedicidir. ayrıca, türk tarihine yabancı bir yazar gözüyle(ya da kitaptaki rumen karakterin gözüyle) bakabiliyoruz.

    --- spoiler ---

    biz sultanın adamlarıyız!

    --- spoiler ---
  • 600 küsür sayfa olduğuna bakmayın, bence oldukça sürükleyici bir kitap. özellikle tarihi ve tarihsel karakterleri sevenlerin daha çok ilgisini çekecektir. dracula efsanesinin arka planında balkanlar ve osmanlı tarihini de anlatıyor. karakterler dracula’nın peşine düşüp türkiye, bulgaristan, macaristan, romanya derken dere tepe dolaşıyorlar. fransa, italya, ingiltere ve abd de kitapta geçen diğer birkaç ülke. (şimdi bakınca 80 günde devr i alem gibi anlattığımı farkettim, neyse) malum şu sıralar vampirizm mevzusu aldı yürüdü ama bu roman piyasadaki diğer kitaplarla kıyas kabul etmeyecek kadar iyi, zaten janr olarak da bambaşka bir yerde duruyor.

    wiki’in bize söylediğine göre elizabeth kostova yale mezunu, çocukluğunun ve gençliğinin bir kısmını doğu avrupa’da geçirmiş, balkan folklorü ve müziğiyle ilgili bir kişiymiş. kitabın başarısı da buna dayanıyor, kendisi balkanlarla ilgili tüm o detayları anlatırken bol keseden sallamamış, kişisel deneyimlerinden ve araştırmalarından faydalanmış belli ki.

    tarihsel roman okumak isteyip de philippa gregory’nin pembe dizi tadındaki tudors kitaplarına mecbur kalanlar için çölde bir vaha bu roman. böyleyken böyle.
  • 2 gecedir uykularımı çalan, beni sanki kendine tutkalla bağlayan, dolu dolu, heyecanlı, akıcı, şahane bir roman. yarattığı gerilim hissi de çok başarılı.
hesabın var mı? giriş yap