*

  • 2000 yılı kore yapımı ,yönetmenliğini ki-duk kim'in yaptığı ,orijinal adı seom olan film. tuhaf bir pansiyonda geçen (evler daha doorusu evcikler bir göldeki samandiralar uzerinde) dilsiz pansiyon isletmecisinin basindan gecenlerin oldukca rahatsız edici bir sekilde anlatıldıgı film.
  • (bkz: the isle)
  • insanı dayak yemekten beter eden bir ki-duk kim filmi daha. bu kadar durağan filmler yapıp içine stres katmak (heyecan, gerilim, tutku vs yani) nasıl bir yetenektir aklım almıyor. diğer filmlerine göre biraz daha sembolik, daha kapalı geldi bana. bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom gibi görselliği önplandaydı ama onun kadar şiirsel değildi. yine de ki-duk kim'in filmlerinin oluşturduğu mozaikte güzel bir film olduğuna inanıyorum. özellikle balıkçılara kapak bir film gibi:)
  • 2000 yılı mahsulu güney kore yapımı bir kim ki duk filmi.

    orjinal ismi seom olan film, kırsal bölgedeki bir göl (ya da nehir tam anlayamadım ya da anlamam gerekmiyordu) üzerine kurulu ufak balıkçı evleri kiralayan bir kadının (mute hee-jin) hayatından bir kesit sunuyor. balık tutmak için gelen müşterilere evleri kiralayan mute hee-jin ayrıca balık yemi olarak kullanılmak üzere solucan, yemek, kahve ve zaman zaman da kendini satıyor. gördüğü sanrılardan anladığımız kadarı ile bir namus cinayetinin faili olan bir adam (hyun-shik) bir gün bu evlerden birini kiralar. niyeti intihar etmektir amma velakin kendisine fena(!) halde aşık olan evsahibesi tarafından kurtarılır(!). olaylar gelişir.

    filmografisindeki diğer filmlerin yanında biraz daha zayıf kalsa da, seom gözardı edilmemesi gereken bir kim ki duk filmi. özellikle final sahnesindeki metafor ile beni kahkahalara boğmuştur.
    seyretmesi zor olan "olta iğnesini yutma" sahnelerinin kesilmediği 90 dakikalık versiyonu izlemeniz tavsiye olunur. yoksa hyun-shik'in polislerden saklandığı sahneyi anlayamamak gibi bir risk ile karşılaşabilirsiniz.
  • çarpıcı, izlerken kramp girdirten cinsten bi film.

    yine kahramanların neredeyse hiç konuşmadığı , konuşmadan hikayeyi anlatmayı başaran uslübü hakim yönetmenin.

    daha naif , hayalle gerçek arasında gidip gelen hikayelerinden ayrı bi yerde duran kanlı canlı elle tutulur bi film olmuş. en son gördüğümüz filmi dream de hakim olan bu sert/rahatsız edici uslübu hikayenin akışıyla olsun bazı görsellerle olsun , ufaktan kabul ettirmişti bünyemize. bu filmde ise anestezi olmadan ameliyat masasına yatıyoruz. ister istemez canımız yanıyor, rahatsız oluyoruz.

    ha bir de hayatımda balık tutmadım bundan sonra da tutacağım varsa bile elime kanca alamam zannederim ki. ne bitmez tükenmez simge dünyan varmış demek istiyorum kendisine, ki hatta dedim.
  • izlendikten sonra insanı serseme çeviren, çok şey anlatıldığını farkedip tam olarak ne anladığını bilememe hali yaratan kim ki duk filmi... "insan dört tarafı denizlerle çevrili acı parçasıdır." demiş birisi filmi açıklarken.. en doğrusu bu sanırım... film üzerine bir yazıyı okurken filmdeki psikopat sahneleri daha çok anladım... zira iyi anlatılmış ada'nın sırrı bu yazıda... buyursunlar:

    "ülkenin sinemasında birden baş köşeye oturan kim ki duk’un şiddetten huzura evrildiği sinematografik serüveninin ara duraklarından biri the isle. bir yönetmenin ya da ‘auteur’lüğe soyunmuş bir yönetmenin resim ve şiirden mümkünse biraz anlamasını adeta şart koşan, hiçbir formel sinema eğitimi almamış, hiçbir yönetmenin yanında asistanlık yapmamış, fabrika işçiliğinden, beş yıl süren deniz kuvvetlerindeki astsubaylık macerasına, iki yıl süren kilise yaşamından, parasız pulsuz göç ettiği fransa’da (paris, montpellier) sokak ressamlığına kadar birbirinden çok farklı işlerde hayatın türlü tozunu yutup sindirmiş, bu nevi şahsına münhasır kişiliğin yaşam, aşk ve acıdan süzme boyasının suyuna banıp yazdığı bir başka felsefi şiir. sadece sinemada değil, sanatın tüm dallarında esas erdemin kimseye benzememek olduğunu bir kez daha ispatlayan bir başka benzemez. aşk, acı, bağlanma, saplantı, tutku, nefret, sahiplik üzerine daha önce kurulmamış cümleler kurmayı başarıyor yine hiç konuşmadan. breton’un “bir aşkta mutluluğu değil, sadece aşkı arayın” sözünün bile ötesine taşan sadomazoşist bir anti-romance.
    oltayı kendine takan, kendini avlarken ‘öteki’ni, ‘öteki’ni avlarken kendini avlayan, kamudan izin beklemeyen, gözden ırak ve yabansı bir av töreni… yine tecrit edilmiş mekanlardaki, neşter vurulamayan kalabalık yalnızlık… toplum, çürümeye yüz tutmuş adacıklarında oltasını gün aşırı hedonist bir organon niyetine kullanırken, kendi adalarında boğulmayı seçen tahripkar bir avcı, tahrikkar bir av… ‘sahip olma’nın aura’yı tersdüz eden sığlığı, ‘sahip olmama’nın mesafeyi koyultan ototrajedisi… adalar tek başına oturmak, yemek, içmek ve işemek için değildir, bunu biliyor kim ki duk. adalar komşudur, her sabah, her gece birbirini görür… görmek yetmez, ruh bedenden önce kayığa atlar çoğu zaman. av kendini av olarak kabul ederse, avcı avcı olmaya soyunur, mesafeyi öldürür, acıya son vermek için, acıyı sonsuza yuvarlamak için.
    bildiğini anlatmak için kullanmıyor kamerasını… anlamadığını anlayabilmek, hiç değilse anlam yükleyebilmek için kullanıyor. anlatmak kısmen totaliter bir eylemdir özü gereği. kim ki duk anlatmıyor, beş duyusuyla duyduğunu duymamızı istiyor. metaforlar kullanmayı seviyor kim ki duk. metaforlarını filmin tüm enerjisini, ‘psyche’sini, derdini duyumsatabilmek için seçiyor ve o metaforların merkezde durduğu hikayeler sunuyor. metaforlar, basit bir ‘gösteren’den çok boyutlu ve derinlikli kavramlara dönüşüyor film içinde. merkezden çevresine yayılan halkalar halinde genişliyor film ve sona erdiğinde (sona eriyor mu?) sınırları belirsiz olan bir çember hâlini alıyor. ilkbahar, yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar’da mevsim bu metafor, boş ev’de golf sopası ve baskül, yay’da ok ve müzik aleti. yapı itibariyle daha konuşkan olan bad guy ve samaritan girl gibi filmlerinde de bu metaforları filmin farklı bölümlerine daha çekinik ve dağınık olarak serpiştiriyor. the isle’da ise “olta” görüyor bu işlevi.
    boğulmanın erdemine inanıyor kim ki duk. kesif döl kokulu bir havada nefes almak zorunda kalmaktansa, tutkulu ve huzurlu bir derinlikte nefes alamamanın gücüne inanıyor. kaybolmanın şiirini yazıyor. içine dalıp kaybolduğumuz bir ormanda esas kaybolanın biz mi yoksa orman mı olduğunu bilemiyoruz. hiç kimse hiç kimsenin değildir; ama herkes birbirinde yaşamaya ve birbirinde ölmeye mahkumdur. elimizden, bu yıkım ve dirim sürecinin kendi adamızda, kendi karasularımızda gerçekleşmesini dilemekten başka bir şey gelmez. hepimiz farkında olmadan avını bekleyen bir avcıyız, hepimiz farkında olmadan avcısını bekleyen bir avız. başka ne ki yaşam… ne ki aşk… kim ki insan… kim ki duk…"
  • filmin sonlarına doğru adamın kadını sikerek cezalandırdığı gözlemlenmektedir. önce tekmelemiş, hırsını alamamış sonra üstünüze afiyet sarsılarak göz yaşlarıyla boşalmıştır.
  • --- spoiler ---

    film göl üzerine kurulmuş küçük evlerle dolu, dünyanın en sıkıcı yerlerinden birinde geçiyor, 2 facebook profil resmi çektikten sonra hiç bir anlamı kalmayacak türden. böyle bir yerde sıradanlıktan nefret etmiş mutsuz bir kadın aşık oluyor . aşkın girdiği her yer gibi burası da karışıyor haliyle..

    kim ki duk, bu dünyadaki en enteresan ruhlardan biri. hem hayranım hem de sapkınlıkları rahatsız ediyor beni. özellikle bu filmde, bir insan o kancalarla iki kişiyi o hale getirmeyi senoryolaştırabiliyorsa bunu hayal etmekten haz almış demektir. şiddetin bu halinden zevk alan insan da nietzsche'ye göre sadece sanatla zararsız olabilen insan cinsinden. ki bu da bu adam yönetmen olamasaydı 3. sayfa haberlerinde görülebilirdi demek.

    he bir de tuvaletini yapan insan fetişisti bence o da ayrı bir iğrenç geliyor bana.

    neyse filme gelelim, adam sadece yaralıyken kadının avıydı, kadın ise adamı gördüğü ilk andan itibaren, film boyunca gördüğümüz o sıçrayan balıklar gibi sıçradı durdu. o kancalar ağzındaysa insan öldürmen de kolaylaşır tabi, onun hayatına karşılık senin hayatın var ortada. gözünü kırpmadan cinayet işledi. bir köpeğe, bir kurbağaya, bir çok balığa hunharca işkence etti, panter emel'e doğum gününde bu filmi yollamak istiyorum da yola düşer güney koreye gider diye endişelenmekteyim.

    netice itibari ile avımız avlandı. kendimi öldürücem diye çırpınan avcımız herkesi gömdü hala av peşinde
    --- spoiler ---
  • gölün üzerinde birbirinden kopuk, rengarenk evlerin gösterildiği sahneleri, hiç hareket olmasa dahi saatlerce seyredebileceğim bir film.
  • soom civarında kalmış kim ki duk takipçisi birinin eş dost muhabbeti esnasında ismini duyup üstüne eğilmesi enteresan olabilen bir film.

    ne diyorduk, kim, manyak!

    ne diyorduk, film, manyak!

    kim bu filmi yapmasa ne manyaklıklar yapardı sözlük, düşleyebiliyor musunuz? ne istiyorsa verin tipi bir adam bu, asabi!!!
hesabın var mı? giriş yap