• wes craven ın 1991 filmi.filmin hemen hemen hepsi bir evin içinde geçtiğinden çok başarılı bir dekor çalışması var ancak adı sanı duyulmamış oyunculardan sadece ving rhames göze batıyor.senaryo çok başarılı ama bir yerlerde bir yanlışlık var hissi film ilerledikçe üzerinize yapışıp kalıyor. aynı dönemde parlamış heavy metal gruplarından annihilator ın aynı konsept üzerine alice in hell ve never neverland albümleri vardır.
  • gecenin bir vakti izlendiğinde insanı fazlasıyla geren hatta korkutan iyi bir korku filmi.

    (bkz: cocukken korku filmi izlemek)
  • wes craven korku/komedisi olmakla birlikte black power mesajı veren film baştan sona spike lee'nin do the right thing filmini çağrıştırıyor. zaten redhead kingpin and the f.b.i. crew'in "do the right thing" parçasıyla bitiyor. alice'in merdiven altındaki insanlara katılmamak için uyguladığı "hear no evil see no evil speak no evil" mottosu ve evin duvarlarını süsleyen bu tür yazılar düşünülünce twisted sisters'ın "burn in hell" parçası da ost'ye pek yakışırmış.

    hear no evil, don't you
    see no evil, don't you
    lay no evil down on me (you're gonna burn in hell)
    speak no evil, don't you
    think no evil, don't you
    play with evil, 'cause i'm free (you're gonna burn in hell)
  • efenim filmde evvela görsel açıdan hem gerilim hem de korku ögelerinin tam tadında dağıtılmış olması göze çarpıyor. yani film bu açılardan fazlasıyla tatmin edici ve başarılı. evin sözde küçük kızı da zenci çocuk da üstlerine düşeni yapmış. evin içindeki kovalama sahneleri, dekor, kostum ve tipler için wes craven'i hakikaten tebrik etmek lazım. ancak gel gelelim konunun esası ve sonu tam bir klasik olabilecek filme hafif kalmış ama yinede izlenmeye değer bir film. **
  • ilk izlediğimde korkudan altıma sıçtığım fakat daha sonrasında tam bir korku filmi olmadığını öğrendiğim, ilginç film.

    17 mart 2006 cuma günü cnbc-e tekrar yayınlayacak.
  • kendi zamanina yakisan bir film ozellikle makyajlar cok cok basarili. izlendikten sonra bir sure etkisine alip sonra unutulmasi ve tekrar karsilasilinca "a-aa super filmdi bu nasil unuttum" dedirtmesine ragmen sonunu tekrar seyredince neden unutuldugu anlasilir.
  • filmin başlarında çiftin kızı olarak gördüğümüz alice yoksa harikalar diyarındaki alice mi acaba? evet, ta kendisi. ama bu kez tavşanı takip etmekten çekinmiş, odasındaki küçük kapıdan bodruma "düşmeye" korkmuş, annesi bildiği manyağın “off with her head” dememesi için susup yerine oturmuş. belki de kurtarıcı prensini bekliyor. ilginçtir, bu sefer beyaz atlı prensin üstünde alice'in yaşına uygun, küçük zenci bir çocuk var. eve ilk girişinde yanında olan koruyucusunun cüssesinin aksine, belki de vikingler'deki viki gibi aklını kullanarak önce kaçmayı, sonra da olaylara çözüm getirmeyi başarıyor fool takma isimli minik. bir nevi trickster figürü olan bu karakter, yine ilginçtir ki, benzer bir senaryoda yaşı daha büyücek beyaz bir karakter olsaydı biz ona ideal devlet adamı sembolü muamelesi yapacaktık. ama bu haliyle birkaç beyaz adamı kurtarmak suretiyle afro-amerikan hareketinin lideri gibi oksimoronik bir işlev üstlenmiş oluyor. halbuki asıl liderin emriyle ırak bombalanmakta, merdiven altındakiler de televizyondan seyretmekte olanları. niye seyretsinler ki? baba olarak tanıdığımız karakterin tünelin başından rastgele açtığı ateşten kurtulmanın mümkün olmadığını tekrar görmek için mi, yoksa benzer bir kaderi paylaştıkları ıraklılarla empati kurdukları için mi? retorik soru mu dediniz, torik suyu mu?
  • imdb'de horror la birlikte comedy olarak sınıflandırılmasıyla şaşırtan, yıllar önce izledikten sonra her çirkin ve aptal insanları gördüğümde aklıma gelen film... aşağıladığım ve sevmediğim insanlara yakıştırdığım tanım.
  • birader arif 'in ne zaman wes craven muhabbeti açılsa "sen bu filmi izlemedin mi?.. nasıl izlemezsin? izlemedin mi?" şeklinde elli defa sorduğu, önerdiği bir filmdi bu. nihayetinde dün elime geçti bu film, daha önce izlememiştim yanılmıyorsam bir keresinde tv 'de gösterildiği duyumunu almama rağmen ya fırsatım olmamıştı ya da önem vermemiştim. aslına bakılırsa bay craven 'in sinema tarihine kattıklarını düşündüğüm zaman, bu filmin neden kıyıda köşede kaldığını en baba tabirle dandikliğine yormuştum hatta film başladıktan sonra daha ilk dakikalarında klasik türk filmlerindeki hasta anne + kiranın ödenmemesinden ötürü evden atılma hadiseleri ve çocuğun kurtarıcı rolü de bana olumsuz bir fikir vermedi değil. merdiven altında ilginç varlıkların kaynağıyla ilgili daha doğrusu dinsel veya maddi oluşum sebeplerinin konuya nasıl bağlanacağını düşünürken; tipik craven ani hareketleri, korku öğeleri 'işte delikten çıkan yaratık eli, vahşi köpek, kapıların kapanması, ürkütücü ev vs.' devreye girdiğinde bu sefer başka bir şeye şahit oldum; bay craven 'in ürküntü yapımları hep muhteşem birer introya sahiptirler, bunu the serpent and the rainbow/@jimi the kewl entirimde de söylemiş olup, örneklerini orada vermiştim. fakat bu film beni biraz yanılttı, ters köşeye yatırdı, film oldukça naif başlamakta hatta dediğim gibi kafamda türk filmlerindeki yatalak anne ve yoksulluktan sokağa düşme tehlikesiyle bir paralellik bile kurdum.
    ayrıca çok ilginçtir; o naif havayı attıktan sonra; merdiven altında yaşanan ilk -izleyiciye tanıtım amaçlı- spenser'ın cesedi etrafındaki, fool 'un şahit oldukları hakikaten ürkütücüydü, baya gerildim gibi.
    ayrıca yerin altındaki o mahzende bir tanıdık wes craven öğesine daha denk geldim; koca bir fırın.
    hatırlarsanız şu meşhur freddy serisinde de, bay craven çok severdi fırın öğesini kullanmayı, freddy 'nin gerçek hayata gelip de, bizzat robert englund karakterinin can verdiği yer de bu fırın değil miydi?
    ateş kültü ve öğesini şeytan ve kötü ruhlarla fazla iç içe düşünüyor bay craven, ki bu çok doğaldır, dinsel, sosyal arka planı sağlam olan bir düşünce bu. şeytan ateştir, ateşin içindedir. prensipler genelde bu fikir etrafında yoğunlaşmıştır. tıpkı sapkın iki kardeşin sürekli "cehennemde yan / yanacaksın!" "günahkarsın!" şeklindeki tebliğleri gibi.

    aslında işin fantastik kısmını adım adım terkediyoruz filmde, üvey baba (!) ile ana'nın (!) alice 'e bir nevi alice s adventures in wonderland cehennemi yaşattıkları sahnelerde yine tanıdık bir craven öğesiyle karşılaşıyoruz; 'pantolonundaki kemeri çıkarıp kızı cezalandıran baba' bu da birçok craven filminde kullanılmıştı. hatta freddy 'nin ta kendisi, zamanında üvey baba mezaliminden çok çekmiş bir kurbanına onun bu yarasını ima ederek yaklaşmış, canını yakmak istemişti, tabi bunu freddy 'nin dalgacı mahmut kimliğine veriyorum, ama bu filmde alice 'in konumunun farklı olduğunu filmin ilerleyen bölümlerinde anlıyoruz anlamasına da, anlayamadığım bir başka nokta var.

    ufaklık fool evin içinde ilk gezintisini yaparken bir yandan ürkerken, mahzendekilerin bozuk televizyonuyla karşılaşmakta, televizyonu kendisine çevirip bakmakta, bir de ne görsün, 90'ların başında -filmin de çekildiği dönemde- amerika 'nın ırak'a geceleyin yağdırdığı, ve dünyanın sanki film izler gibi o yeşil bombaları izlediği haber programı. canlı ve cansız yayın hiç farketmez, mahzendekilerin izledikleri sahneler aslında kendi durumlarının ıraklıların durumuyla benzeşmesi hadisesini akla getiriyor, bay craven burada izleyiciye mesajlar veriyor olabilir, -ki kendisi daha onraki kimi yapımlarında örneğin scream 'de kendi mesaj verme karakteristiğini yeren ironik kurgulamalar da bulunmuştu.- ayrıca mahzendekiler hiç dışarıya çıkmadıklarından ve insan etiyle beslendiklerinden ötürü, dünyayla tek bağlantıları olan bu tv 'den, devletlerinin eliyle hakiki insan kıyımını seyrederken hissettikleri duygu(suzluk) açlıklarını doyurma da olabilir, her şey olabilir, emin olduğum şey, tıpkı the serpent and the rainbow 'da olduğu gibi burada da yoksulların, kan emicilere karşı öyle ya da böyle ayaklanmaları bay craven 'in ilgi konusu olmasıdır.

    bunun üzerinde sıklıkla ve derinlemesine durulabilir, ayrıca bir şeye dikkat ettim ki; iki sapkın insan evladının adı zikreidlmiyor film boyunca erkek olan everett mcgill herkesin birine benzettigi adam gibi, kadınsa wendy robie birkaç freddy bölümünde karşımıza çıkmış gibi durmakta. ama dediğim gibi film boyunca isimleri zikredilmiyor bu iki zat'ın, hatta ensest bir ilişki içinde olup olmadıkları da muallakta bırakılmış.
    muallakta bırakılan bir konu da; mahzendekilerin durumlarıdır, yaşayan ölü gibi dururlarken, aynı zamanda insani hislere de sahipler, devamında nasıl yaşayacakları da meçhul, nasıl bugüne kadar ölmedikleri de.

    sonuç olarak "içerisi dışarısıdır" ve "milyon dolar kadar iyiyim." mottolarıyla ayakta duran film, beni sıkmadığı gibi, kalbimde çok muhteşem bir tahta da sahip olamadı, wes craven üstadın diğer yapımlarının bizde bıraktığı kekremsi tadlara benzer birini bıraktı, ne yalan söyliyeyim, bunun böyle olacağını da biliyordum zaten.
  • her ne kadar adı uğur dündar ile merdiven altında ekmek üreten, ürettiği ekmeklerin içindeki böceklerin teee orta amerika'dan geldiği sahtekar üreticilerin savaşını anlatan fantastik bir filmi çağrıştırsa da çocukları korku öğesi olarak merkeze yerleştirir gibi görünüp bir çalım atarak iki ensest göndermeli kardeşi norman bates kıvamında başrole taşıyan, kahraman olarak ise kendine fırlama bir çikolota renkli çocuğu seçen, alice in wonderland'e de selamını çakan bir wes craven eseri. aylar sonra bana tekrar film seyretmeyi hatırlatan filmin başrolündeki father adındaki delinin kill'em all ve burn in hell gibi replikleriyle heavy metal severlere attığı paslar dışında, fool'un yancısı rolündeki mike tyson çakması ving rhames de filmden aklımda kalanlar olarak beynime not düşülmüş. her ne kadar finali hulusi kentmen ve münir özkul eksenli mahalle filmleri kıvamında toplu bir mutluluğa kapı açsa da, insan orada daha vurucu bir finalin eksikliğini hissediyor. çocukların makyajları ve tek ortamda yarattığı gerilimle kaptığı artılar the people under the stairs'i adındaki çift the eklerinin de duble etkisiyle wes craven filmografisindeki vasatın üstü filmler tarafına taşımaya yetiyor.
hesabın var mı? giriş yap