• londra'dan 5 kişilik yeni bi grup... vokalist taz allie nin soul ve reggae ye yatkın güzel bi sesi var. alternatif, funk derken perküsyon da işin içine girince, hafiften incubus'un summer romance anti gravity döneminin su katılmış hali gibi de diyebiliriz. ama aslında gözünüzde canlananla kulağa yansıyan bambaşka da olabilir çünkü bunlar kaliforniyalı değil yani verilen örnege aldanıp da çıtayı tavana yapıştırmamak gerek. konunun özü ise neticede londradaki türevlerine kıyasla farklı olmaları. o yuzden bkz;

    http://www.myspace.com/thesessionsuk
  • kanada'lı bir grup(muş), patlamışlar. indie rock felan yapar. my love dinlenesi gaz şarkıdır.
  • 2012'de cekilen bir filmin adiymis ayni zamanda.
    (bkz: http://www.imdb.com/title/tt1866249/)
  • le scaphandre et le papillon* izleyenler bu filmi izlemekle vakit kaybetmeyebilirler. benzer temali ama cok daha basarisiz bir film olmus. bircok festivalde odul almis ama ciddi ciddi ici cok bos film. akciger makinesine bagli hayatini surduren bir adamin kadinlarla olan iliskilerini ve o kadinlarin bu adami ilk basta onemsemeyip sonra asik olmasini izliyoruz filmde ama tam olarak neden asik olduklarina dair hicbir bulgu ve iz yok. karakterlerin ici doldurulmamis ve neden sonuclar ortada yok. 100 dakikalik bir vakit kaybi.
  • helen hunt'ın evli ve çocuklu olan bir seks terapisti cheryl karakterini canlandırdığı film. helen hunt'a, john hawkes, william h. macy ve rhea perlman eşlik ediyor.
  • (bkz: #32042328)
  • niyeyse fazla anlam yukledim bu filme izlemeden önce. cok ovuluyordu, oldukca degisiktir heralde diye izlemeye basladım.. tatlı birseyler yapmaya calısmıslar belli ancak olmamıs. o kadın adamın neresinden o kadar etkilendi, o kadar asık oldu.. cozemedim. engelli oldugu icin asla böyle söylemiyorum yalnızca öyle cok muhabbetleri falan olmadı kadın nasıl o kadar asık, uzgun hallere girdi..

    filmdeki tek sevdigim diyalogda suydu;

    mark: we're attempting intercourse.
    mark'ın yardımcısı: the big one.
    m: what do you think of it? intercourse?
    m.y: overrated but necessary. *

    bir de william h. macy harika oynamıs. elinde biralarla gelen bir peder karakterinde gorunce shameless'ı dusunup gulumsedim.
  • if 2013 festivali'ni, benim için, resmi olarak başlatan film oldu.

    6 yaşında çocuk felci geçiren gazeteci ve şair mark o'brien'ın; kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı, "on seeing a sex surrogate" makalesini temel almış bu film. kendisi gibi engelli olanların (-da) cinsel hayatı olabileceğini öğrendikten sonra, bir seks terapisti ile görüşmeye başlamasının ve bakirliğinden kurtulmaya çalışmasının hikayesi özetle. vurgulanan bakirlik ise, sadece "fiziksel" bir gönderme değil. temel bakirlik; hayatımız boyunca öğretilen ve öğrenilen tabularla, korkularla, ayıplarla kendi kendimize inşa ettiklerimizden oluşuyor aslında. onu inşa ederken de; cinsellikle ilgili koca koca bariyerleri, en önce kendimize karşı koyuyoruz üstelik. ve böylelikle de; bedenimizi, zihnimizi, hislerimizi, isteklerimizi tanımaktan, dinlemekten, anlamaktan mahrum bırakıyoruz, yine kendimizi. peki kendini dinlemeyen biri, bir başkasını dokunarak duyabilir mi?

    "the sessions" harikalar yaratan bir film değil, unutulmayacak filmler listesine de giremez gibi, ama filmden sonra sözü geçen makalenin peşine düşüp okuduysam, mark o'brien diye bir adamın varlığından haberdar olduysam, benim için tamamdır.

    günlük havasında ve oldukça anlaşılır bir dille yazılmış makaleye ulaşmak isteyenler için;

    http://thesunmagazine.org/…g_a_sex_surrogate?page=2

    makalenin (bana göre) en vurucu kısımlarından bazıları ise;

    "ne zaman cinsel duygularım veya düşüncelerim olsa, kendimi suçlu ve kabahatli hissederdim. ailemde hiç kimse benim yanımda cinsellik hakkında konuşmazdı. benimsediğim düşünceye göre; cinselliği asla düşünmeyenler sadece "kibar" insanlar değildi, "hiç kimse" düşünmezdi. ailemin dışında kimseyi tanımazdım, o yüzden bu prensip beni derinden etkilemişti, insanların barbie ve ken’in erdemli aseksüelliğini taklit etmesi gerektiğine, oramızda bir “oramız” yokmuş gibi davranmamız gerektiğine inanıyordum.”

    “rehabilitasyon hastaneleri engelli insanlara cüzdan dikmeyi, tekerlekli sandalyeden yemek pişirmeyi öğretirler de, neden zedelenmiş kendilik imgesiyle başa çıkmayı öğretmez? bu hastanaler engelli insanlara cinsellik aracılığıyla sevmeyi ve sevilmeyi, veya sıradışı bedenlerimizi nasıl seveceğimizi neden öğretmezler?”

    çeviri için; james choice'a teşekkürlerimle...
  • mark o'brien 'ın hayatından bir kesiti anlatıyor ki sundance film festivali 2012 'de de ödül almışlığı var. john hawkes sadece mimikleriyle müthiş bir oyun sergilemiş. helen hunt ise daha iyi olabilirmiş diye düşündürüyor.

    imdb 7.3 ile değerlendirmekte fazla da haksız değil. aslında arada kalmışlığı var filmin. gerçek bir hikaye ve biyografi sunmasından dolayı hikayede özgünlüğü kaybetmek üzereyken, hikaye zamanlaması ile kurguda kafa karıştırmıyor film. akıp giden ama merak uyandırmayan bir öykü.

    filmde geçen ve bitiş vuruşu olan şiir ;

    --- spoiler ---

    love poem to no one in particular

    let me touch you with my words
    for my hands lie limp as empty gloves
    let my words stroke your hair
    slide down your back and tickle your belly
    ignore my wishes and stubbornly refuse to carry out my quietest desires
    let my words enter your mind bearing torches

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    en iyi sahneler rahip ve mark'ın ikili diyalogları ki müthiş bir akış var.
    bu arada helen hunt botoksu fazla kaçırmış sanırım zira yüzündeki o garip gerginlik çok fazla rahatsız edici

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    "ellerim boş eldivenler gibi durduğundan,
    bırak sana kelimelerimle dokunayım.
    sırtından aşağı kayıp, göbeğini gıdıklasın ellerim...
    gün ışığı ve kolayca yitirdiğimiz dostlar gibi,
    en sessiz arzularımı yok sayıyor ve inatla reddediyor.
    bırak kelimelerim zihnine girsin, meşalelere yuva olsun.
    seni hafifçe okşayabilsinler diye, benliğine girmelerini gönül hoşluğuyla kabullen..."
    --- spoiler ---

    diyen bir şiirle bitiyor ya film. hani biz de ellerimizle dokunamıyoruz ya öyle her istediğimize... istediğimiz kişiye... yani diyorum ki, isteyip de dokunamadığımız insanlar varsa, biz de azıcık felçli olmuyor muyuz? konuşacak kelime, yazacak tek satır dahi bulamıyorsak hele! vay bizim halimize...
hesabın var mı? giriş yap