• orhan pamuk'un kara kitap'ında sekizinci bölümde celal salik'in "görüp çok beğendiğini söylediği" fritz lang filmi
  • eser miktarda spoiler içerebilir.

    film, professor'un nefsi müdafa hakkındaki görüşleriyle açılır. nefsi müdafanın diğer tür cinayet sebepleri arasındaki yerinin daha kabul edilir olduğunu söyler ve kesme gelir. profesör kim? başrol, edward g. robinson. ardından kendisi nefsi müdafa sınırları içersinde bi cinayetin başrolü olur da hukuki üstünlüğünü kullanmaya yeltenmez, kaçmaya başlar. niye? başsavcı ve doktordan ibaret arkadaş grubunda ortayaşın ve ortasınıfın macera peşinden koşmaması gerektiğine dair bi sohbetten yeni çıkmış, başsavcıysa böyle adamların acınası hallerini daha demin anlatmıştır da ondan. niye? toplum içersindeki konumu ve aile kurumu onun olmaması gereken yerde, uyumasının gerektiği bi saatte bi başka kadınla, penceredeki kadınla, olmasını yasaklar da ondan. her daim bireyin toplum içersindeki ve karşısındaki acziyetini ve yalnızlığını anlatan yönetmen, the woman in the window'da da aynı temayı orta sınıfın estetik eksik adamıyla ele alır. karşısına yerleştirdiği arzu nesnesi vasıtasıyla onun algılarıyla oynar, tüketmeyi düşünmediği ve tüketemeyeceği günahların peşine takar. burada scarlet street'e de ayrı bi parantez açmak lazım ki, hemen hemen aynı kadro ile benzer bi temanın daha dramatik bi versiyonu olur kendisi, o ayrı bi entry konusu. bu genel duruşun yanında işlenen suçun açığa çıkarılması süreci de oldukça gerilimlidir zira bizim profun kankası sağolsun tüm soruşturma sürecine dahil oluyor dost kontenjanından. soğukkanlı değil ki yönlendirme yapabilsin. hep bi aman ben yapmadım heyecanı, hep bi suçluluk sürçmesi durumu. işte böyle böyle yer bitirir kendini bizim prof da girer kara kara kitaplara.
  • ciddi ölçekte spoiler-
    filmde doçent lobide "the song of songs which is solomons" adlı kitabı karıştırıp likörünü yudumlar. görevliye kendisine 10 30 da saati hatırlatmasını ister. yorucu bir gündür ve yaşadığı özgür bir akşamdır. karısınıı ve çocuklarını gündüz bir seyahate uğurlamıştır. derken uykuya dalar. tüm günün silik ayrıntılarının rasgele rol kapıştığı bir rüyaya açar gözlerini. bu harika örgülenmiş bir rüyadır. mesala aynı lobi aynı koltukta aynı görevlice 10 30 da bir uykudan uyandırıldığı yanılgısı ile başlar rüya. gündüz amfide dillendirdiği görüşün samimiyeti bir nefsi müdafa cinayeti şeklinde yansır rüyaya. günün tortularınından bir başka numuneyse gündüz galerinin vitrininde hayranca hatta rötgenci bir tavırla tablodaki kadını izleyişidir. içgüdülerinin serbest dışavurduğu bu anda karşı kaldırımdan gelen dostlarıyla karşılaşması sonucu bilinç düzeyine bile ulaşamamış ahlaki suçluluğu ve örtbas edişi rüyasına tablodaki kadınla işlenmiş bir ortak cinayetin karşılaşdığı dostlarından komiser olandan saklanmaya çalışılması olarak yansımış. dostlarından diğeri (doktor) ise duyulan suçluluğun su götürmez bir haklı nedene sahip olduğunu kanıtlarcasına (doktor = tanı = hüküm benzerliği) kurtuluş yolunu (şantajcının öldürülmesi) o gerçekleşemeyince intihar etme yolunu aralayan valeriana ekstratını reçeteleyerek rüyaya yansımış. filmin son sahnesindeki olaysa ayrı bir güzeldir. son sahnede uyanan doçent rüyasındaki intiharın gerilim azaltışı sonucu oluşan öforide vestiyer görevlisi(maktul) ve kapı görevlisine (şantajcı) biraz önceki yaşadıklarının rüya oluşunu kendine somutlayışlarından ötürü içten davranarak ayrıldığı otelden rüyayı tekrar etmek istercesine (korkudan haz + tekrarın cazibesi / tezat yönlendiriciler dimi) tabloya bir kez daha bakmaya başlar. o sırada rüyanın tekerürü gibi gelen kadın ateş isteyince doçenten doçent şu cevabı -yo yo hayır vermem 1 milyon dolar versenizde vermem - ağzı yanan üfleyerek yer süt yoğurt hesabı
  • fritz lang'ın yönetmenliğini üstlendiği polisiye türündeki bir film. başarılı bir filmdir ama "gerçekten de muhteşemdi. sanırım son zamanlarda izlediğim en iyi polisiyelerden" dedirtecek kadar da değildir. billy wilder'ın the seven year itch'i gibi başlıyor film. bir profesörün eşi iki çocuğunu da alıp şehir dışına çıkar. orta yaşın üstündeki richard da böylelikle evde yalnız kalır. tabi iki arkadaşıyla hemen o muhabbete girerler. hangi muhabbet? çapkınlık tabi ki. prof'un arkadaşları çapkınlığa karşı değildirler. ama prof bu yaştan sonra bunları yapmayacağını, yapamayacağını söyler. çok geçmeden bir kadının, penceredeki kadının davetini kabul ederek kendisini bile şaşırtır. tam kadınla sohbete koyulaştırmışken manyak bir eleman içeri dalar ve bizim prof'a saldırır. birisi ölecektir. ya prof ya da bu çılgın herif. tabi ki ölen mc adındaki bu şahıs olur. filmin başında richard öğrencilerine nefsi müdafaadan bahseder. filmin ortasına gelmeden kendisini bir nefsi müdafaanın içinde bulur. ama polisi arayamaz. tanığı olmasına rağmen buna cesaret edemez. çünkü

    1) 40 yaşındasın. iki çocuğun var. gül gibi bir karın var. karının seni bırakıp gittiği ilk gece başka bir kadının yanında ne işin var?
    2) koskoca profesörsün. ne idüğü belirsiz bir kadınla gecenin o saatinde hem de onun evinde olman yakışık alıyor mu?

    hep toplum baskısı. ne geliyorsa başımıza bu toplumdan geliyor. eleman suçsuz. kendisinin de bu olayı yaşadıktan sonra dediği gibi ikisinden birisi ölecekti, kaçarı yoktu. polisi arasa tutuklanmayacaktı belki. zira tanığı vardı. üstelik bir süre sonra kendisini öldürmeye çalışan adamın sinir hastası olduğu ortaya çıkıyordu. ama polisi aradığında olay basına yansıyacak, büyük ihtimalle üniversiteden atılacak, eşi kendisini boşayacak, toplum onu hor görecek, neticede toplum dışına atılacak. çünkülerini 1 ve 2'deki belirttik. bunu göze alamayan prof olayı örtbas etmeye çalışır, tabi ki beceremez. çünkü mesleği cinayetlerle ilgili olsa da (nefsi müdafaayı anlattığına göre hukukçu olmalı) bir cinayeti örtbas edecek kadar zeki ve dinç değil. filmin çoğu yerinde olayı araştıranlara adeta "ben işledim" diye bağıran ipuçları atar. dikenli telden bahsedilmemesine rağmen dikenli teli sorar kendisi, gibi.

    neticede lang bu filminde bir toplum eleştirisi geliyor. toplumun ahlak kuralları yüzünden basit bir olayın nasıl da karmaşık hale gelebileceği başarıyla aktarılıyor. küçük bir çapkınlık macerası büyük olaylara sebebiyet veriyor. başarılı bir filmdir. eski olması ve onlarca (belki yüzlerce) polisiye izlememiz nedeniyle senaristin bir adım önündeyiz ama gene de film sıkmıyor, izlettiriyor kendisini. lang'ın en iyilerinden değil.

    --- spoiler ---

    genelde "meğersem her şey rüyaymış. bunlar olmamış" şeklinde biten filmlerden nefret ederim (hepsinden değil tabi ki). ama bu filmin böyle bitmesinden hoşlandım. özellikle richard'ın finalde arkasına bakmadan hoşması epey eğlenceli idi. sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    fritz lang'ın bu filminde kendini savunma biçiminde ortaya çıkan cinayeti ve şantajı kabullenen profesör (edward g. robinson) eni sonu ilaçlarının dozajını artırarak ölümü kabullenir. güçlü ahlaksal mesajlar içeren filmde her şey bir rüyaya bağlanarak seyircinin olan biteni gözden geçirmesi beklenir. sarsılan eril düzen yeniden inşa edilmiştir.
    --- spoiler ---

    filmin en ilginç yanı kadının (ya da femme fatale'in) bir seks objesi kimliğinde, yok-kadın hüviyetinde çizilerek salt fantezi nesnesine indirgenmesidir. bu bir anlamda hollywood film tarihinin de özeti sayılabilir.
  • bir baska alkolik, ne yaptigini hatirlamaz kendinden emin olmaz, kimseye kendini inandiramayan kadin basrolu iceren kitap. the girl on the train'den sonra bu karakter artik kabak tadi vermeye basladi. iyi bir suc/gizem romaninda olmasi beklenen baslica sey yok kitapta; sonuna dair yeterince merak uyandirmiyor, cok tahmin edilebilir bir sonla bitiyor.

    yakinda joe wright yonetiminde amy adams'in oynadigi bir filmi gelecekmis. sahsen bu iki cok sevdigim ismin daha kaliteli bir oykude bulusmasini isterdim.
  • amy adams, julianne moore, gary oldman, anthony mackie'nin başrolünde olacağı, a. j. finn'in bestseller romanından uyarlanan film. yönetmenliğini joe wright yapacak. 4 ekim 2019'da vizyona girecek.

    http://www.bakiniz.com/…ms-joe-wright-ve-psikoloji/

    edit: vizyon tarihi 15 mayıs 2020 olarak değişti.
  • julianne moore ve amy adams gibi sevdiğim iki oyuncuyu bir araya getirecek olan uyarlama.

    imdb
  • kadrosunda gary oldman'ı görünce izlenecekler listeme tepeden giriş yapmış film. kadrodaki bir diğer isim olan julianne moore teyzenin kocasını canlandıracak, gary'ciğim başlı başına filmi izlettirecek tek neden iken, keşke film de az biraz güzel olsa diye umuyorum. zira amy ablayı pek sevmem, agorafobi falan var işin içinde, umarım gary oldman aktif/hikayeye yön veren bir karakteri canlandırır.
  • kitabını okudum, filmini de dört gözle bekliyorum. çıksa da izlesek bir an önce.
    gerçekten the girl on the train'e çok benziyor. o kitabı da okudum, orda da karakterin sürekli içmesi, sürekli olumsuzluklarda yaşaması, depresif havası çok yoğundu. bu kitapta da onu aldım. ama bu beğenmediğim anlamına mı geliyor? hayır. kitapta 300'lerde hiç beklemediğiniz şeyler olacak şimdiden söyliyim. çok klişe falan sanmayın yani.

    --- spoiler ---

    bu yazdıklarım feci spoiler içeriyor, kitabı okumayanlara ciddili uyarıdır.

    kitabı okurken anna'nin eşinin ve kızının ölmüş olabileceği asla aklımın ucundan bile geçmedi. hiç ipucu falan alamamışım. hep sandım ki evliliklerine bir süre ara verdiler ve anna geçirdiği travmayı atlatınca tekrar birleşecekler. travma hakkında da bir fikrim yoktu tabii. ama anna'nın kocasının ve çocuğun öldüğünü öğrendiğim sayfada şok oldum. gerçekten çok şaşırdım. yaşadığımız büyük kayıplar ağır geldiğinde bu kaybı reddederiz bu bir gerçek evet. kadının da bunu yapıyor olması çok acıydı. bir süre gerçekten o acıyı hissettim hiç abartmıyorum. gerçekten kitabı okurken suratım düştü, o acıyı aldım. bence bu kısmı güzel işlemiş yazar. dokunaklıydı.

    bir de kafamda bazı sorular var.
    1) kadın kendisi de psikolog. çocuklarla ilgileniyor olsa bile bir insanın alanı psikologsa karşısındaki ergene (16 yaş) baktığında birçok şeyini anlıyor olması lazım. yahu duruşumuz bile backgroundumuz hakkında bilgi veriyorken kadının ethan'la bu kadar içli dışlı olduğu halde kişilik bozukluğu hakkında bir şey anlamaması çok saçma geldi. 11 aydır yoğun acı çekiyor olabilir, ama bir doktor kendi uzmanlık alanına ait olan bir şeyi hastaya baktığında göremez mi? bence anna travmayı atlattıktan sonra diplomayı bir kontrol etsinler. gerçek diplomaysa da bir iki haftalık güncel eğitime soksunlar. böyle olmaz..

    2) ethan 16 yaşında henüz. bunca planı yapıp birini öldürme cesaretini buluyor olması çok garip geldi. en azından planının aksaması veya polislerle iç içeyken kasması falan gerekirdi. o yaşta birinin nasıl psikolojik sorunu olursa olsun stres yapmaması çok garip.

    3) o internet sitesinde anna'nın granny lizzie takma adlı kadını anlamaması çoook saçmaydı. daha ilk oturum açtığında anladım kadında bir sorun olduğunu. belliydi, anna'dan laf almaya çalışıyordu. ayrıca 39 yaşında bir psikoloğun bunu anlamaması? come on...

    4) bu kadar alkol gerekli miydi gerçekten? tamam yaşadığın acı çok büyük kabul. fakat durmadan içiyorsun. ağır ve yan etkileri bombok olan haplar kullanıyorsun ve bunları alkolle karıştırmaktan çekinmiyorsun. halüsinasyon gördüğünü sanıyorlar, sen de kendi gördüğünden emin olamıyorsun ama yine de alkole aynı miktarda devam ediyorsun. bir an gerçekten kitaba dalıp anna'ya olgun insan şamarı atasım geldi. (bkz: matmazel'in firdevs hanıma attığı tokat)
    kendine gel be kadın! tamam travmadasın ama birinin ölümünü gördüğünü sanıyorsun ve kimse sana alkoliksin diye inanmıyor. en azından bir süre azalt şu alkolü de oku canlarına. yok bunu yapmıyor. hala kendine zarar verme modunda.

    bazen hayatımızı izleyen insanlar da bizim hakkımızda böyle düşünüyor mu diye merak ediyorum. ben bu kitabı okurken kudurdum çünkü.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap