• biraz önce izleme fırsatını yakaladığım enfes film. distopyan filmlerde daima umut vardır. dünya yok olur ekran kararır ama biz seyirciler normal hayatımıza devam ettiğimiz için mutluyuzdur. bu filmde seyircinin kafasında bir soruya cevap vermesi amaçlanmış gibi görünüyor. gerçekten sevdiğiniz kimdir ve kimin yanında olmak isterdiniz. aileyi, ilişkileri, modern yaşam zırvalığını sorguluyor. anlayan kendi çapında sorularını ve belki de cevaplarını alıyor filmi izlerken. dolayısıyla perdenin kararması sonrası zihinde soru yaratan, sorgulayan film iyidir. bu film de bu bağlamda iyidir bence. yapanın ellerine sağlık
  • biraz zorlasam the road'dan daha iyi bir film diyebilirim. hatta dedim bile. hem (bence) geleceğin büyük yıldız adaylarından sarah snook oynuyor kısa bir rolde. izleyin yani.
  • güzel distopik filmlerden bir tanesi. aile ilişkileri ve vicdan sorgulaması üzerine oturtulmuş bir dünyanın sonnu öyküsü.

    sadece, şehirde gezerken ki kısımlarda bitmişliği ve kaosu pek hissettiremedi. hani boşluktan ziyade gözü dönmüş kalabalığın yarattığı kaosu görmek daha etkili yapabilirdi. sonuçta bir felaketten sonra hayatta kalanlar değil bir felaketten bikaç saat öncesini anlatıyor.

    ama geri kalan herşey güzel.
  • daha önce yazdığım entryi bir sebepten silmiştim. kısacası özetleyeyim. these final hours her şeyden önce ifadesi kuvvetli bir film. filmin en büyük başarısı da burada yatıyor.

    meselesini olabildiğince yalın, basit şekilde aktarırken kendisine eşlik edecek tüm enstrümanları (kıyamet manzaraları, yol, yolculuk teması ve en önemlisi dış ses) oldukça güçlü, etkileyici bir şekilde kullanıyor. az ama öz diyor film.

    örneğin hollywood filmlerindeki gibi fazlasıyla abartılmış kıyamet öncesi, sonrası görüntülere sığınmıyor (ama bilinçli bir tercih ama bütçe yetersizliği) ikili ilişkileri fazlasıyla sentimental bir oyunla vermiyor. her şeyi dozunda ama güçlü bir şekilde kullanıyor film.

    kıyamete çeyrek kala insanların içine düştüğü bitimsiz kederin yarattığı deliliği (amansızca eğlenme), çaresizliği, hukuksuzluğu, zorbalığı, dozunda görüntü ve durumlarla aktarıyor seyirciye. ileri gidebileceği, umutsuzluğun, çaresizliğin yarattığı şiddett ve deliliği (çarpıcı olmak adına) kolaylıkla sömürebileceği yerlerde durmayı seçiyor ağırbaşlı bir şekilde.

    haliyle kanavasını oluşturan ''aşk'' kavramını ele alış biçimi fazlasıyla tanıdık. özellikle finaliyle film boyunca yaratılan kendine has sinematografiye biraz ihanet ediyor ama yine de iyi bir film olmayı (hatta çok iyi) başarıyor these final hours

    david field'in o eşsiz sesiyle eşlik ettiği çöl-kıyamet-yol atmosferindeki umutsuzluğu iliklerinize kadar hissetmenizi sağlıyor film.

    son tahlilde gizli kalmış hazinelerden these final hours benim için. uzun zamandır bu kadar güçlü ifadeye sahip bir film izlememiştim. gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.

    not: son olarak filmi severseniz bizde de bu tür örneklerin olduğunu hatırlatmak babında (üstelik tiyatro oyunu) birçoklarının yalnızca oyunculuğuyla tandığı civan canova'nın kıyamete sayılı saatler kala bir ailenin içine düştüğü hesaplaşmayı anlatan oyunu kıyamet sularında'yı tavsiye ederim. oyunun edebi, felsefi değeri, yoğunluğu üstüne ahkam kesmem dğoru olmaz. çünkü yaklaşık 10 sene önce okudum. ama yine de bu türü sevenlere en azından bizden de böyle şeylerin çıktığını hatırlatmak babında bir katkım olsun istedim.
  • kendinizi içinde hissediyorsunuz filmin ama konusu itibarıyla bu hisse gerçekten bürünmek ister misiniz bilemiyorum.
    oldukça bunaltıcı bir film orası kesin.(bunu bir övgü olarak not düşüyorum) hak ettiği ilgiyi görür umarım.
  • daha başlığının 10. entrysi bile girilmemiş, duygulara oynamasına rağmen bunu kararında yaparak gerçekçiliğine gerçekçilik katan ve hollywood kıyametçiliğine sağlam bir tokat indiren film.

    --- spoiler ---

    dünyanın kıyamet ile kocaman bir cehenneme çevrildiği bu filme pre apocalyptic değilde apocalyptic demek daha doğru olacaktır. zira filmde insanlığı yıkıma uğratan meteor felakatinden herhangi bir şekilde sağ kalma durumu öngörülmüyor. işte bu noktada en hasas, en planlı, en pahalı hayatta kalma çabalarının bile içi boşalıyor. umut filmdeki tek bir karakterin, cennette babasıyla buluşabileceğine bir nebze olsun inanabilmiş rose'un gözlerinde bile çok soluk. neyse ki onun yardımına çocuksu saflığı ve iyi niyeti gelebiliyor. bunları çoktan kaybetmiş olan insanlık ise kültürün ağırlığıyla ezilen doğasının son bir gösterisini sunuyor.

    hayat, bitimine 12 saat kalırken en son oyunlarını oynuyor artık. zoe'nun hamile olduğunu öğrenen james için anlamsızlığın nasıl bir anlam arayışına dönüştüğünü, kıyamete saatler kala bu anlam arayışının insanın tek sığınağı olduğunu görüyoruz. rose'a denk gelmesi james'e kısa bir süreliğine ve çok hızlıca da olsa baba olma imkanı veriyor.

    kardeşinin ve yeğenlerinin ölümünün yasını ile tüm insanlığının yok oluşunun yası birbirine giriyor james'in zihninde. o da aslında babasını arayan rose'dan çok farklı değil. herkes gibi kapıdaki yokoluşun korkunç dehşetini yaşıyor ve olabildiğince bencil halde iken karşısındakini bencillikle suçluyor. herkes gibi o da kendini bu felaketten koruyup kollayacak bir baba(tanrı) arıyor aslında. james'in rose'a kendini bu derece kaptırmasının bir sebebi de bu (filmdeki babasızlık o kadar başarılı işlenmiş ki james'in kendi babasının dair ancak birkaç silik bilgimsi kırıntısı edinebiliyoruz). diğer yandan hayat veren, var eden, yaratan annenin tüm bunları sonlandıran yıkım ve ölüm karşısındaki çaresizliği ile yüzleşiyoruz. anne, rolünü çoktan oynadığı için işler bu noktaya geldiğine yapabileceği bir şey kalmıyor. sadece önüne sürülen o anlaşılmazlığı, karmaşıklığı ve çaresizliği simgeleyen puzzle'ı çözmeye çalışıyor.

    rose'un ailesinin olduğu yere gidildiğinde herkesin çoktan intihar etmiş olduğunu görüyoruz. o sahnelerdeki umutsuzluğun bir üst noktası dahi yok. ve anlıyorsunuz ki tanrının, onu çoktan terk etmiş insanlara karşı en küçük bir sorumluluğu dahi kalmamış. neyse ki bu noktada james çoktan bir babaya dönüşmüş. ve rose'u terk etmek (izleyenler için de) ne kadar zor olursa olsun zoe'nun ve onun karnındaki bebeğinin yanına gitmesi gerektiğini anlıyor artık.

    bir baba olmanın çok ötesinde küçük bir çocuğu mutlu edebilmeyi; tüm kuralların, kalıpların, değer yargılarının yıkıldığı saatlerde alkolün, fetişlerin, uyuşturucunun, insanın tüm yıkıcılığının ve cinselliğinin üstüne koymayı başarabiliyor james. bu plansız yolculuğu o serseri, punk çocuğu bir trajedi kahramanına dönüştürüyor adeta. sonu yaşamaktan ve hissetmekten koşarak kaçarken başına gelenler; tüm cesareti, sevgisi ve kabullenmişliğiyle zoe'nun yanında yok oluşa göğüs germesiyle sonuçlanıyor. ve son sahne itibariyle izleyicinin içine kocaman bir öküz oturuyor, uzun bir süre kalkmayı bilmeyen.
    --- spoiler ---
  • gerçekçilik, sığlık ve aslolan derinlik gibi birçok şeye hâlihazırda değinilmişken, filmin en son karesi ve bu kareye sığmayan son cümle* ile elbette yokoluş fikrine meftûn olanları da kavurup geçen yapım.
  • felaket filmlerinin teknolojik oyunlarla olayın aksiyonuna yönelenlerine değil de insanı anlatanlarına bayılırım. insanın doğa karşısındaki çaresizliğini, paniğini ve bu çaresizlik ile panikten ortaya çıkan hikayeleri izlemeyi sevdiğim halde son zamanların felaket filmlerinin hepsinde de aksi gibi çok kötü hikayeler ve ortalama iki saat aksiyon görüyordum. bu film bittiğinde bir saat daha sürse izleyebileceğimi fark ettim, filmde felaketin nasıl geleceğini, ne gibi görüntü oyunları izleyeceğimizi, nasıl kıyametvari sahneler oluşturulacağını zerre kadar merak etmeden radyoda konuşan spikere "anlat ağabey, dinliyoruz..." mu demedim, filmdeki her karaktere hak vermeye çalışırken gözlerimden yaşlar mı süzdürmedim...

    --- spoiler ---

    baba - kız hikayesinde ilk kez bir felaket filminde birbirini kaybeden insanlar buluşsun istemedim de hikaye uzasın diye içimden geçirdim. üstelik çoğu felaket filminin aksine, tıpkı olasılığı daha yüksek olan bir gerçeklik gibi bu felaket filminde buluşamadıklarını gördük, öyle blockbuster filmlerdeki gibi neredeyse dağılacak olan aileler ilişkilerini kurtarıp felaketten kurtularak mutlu sona da koşmadılar, dağılacak bir aile yoktu, sevgi dolu bir baba - kız vardı ve birbirlerini son kez göremeden dünyanın sonuna erdiler. gerçekçi yaklaşımının gözünü seveyim dedirtti ve tatmin de etti.
    --- spoiler ---

    ve film, üstelik çok az görüntü cambazlığıyla çok da şahane bir felaket sahnesi yaratmış, o sahneleri hiç beklemeyenlere sürprizleri de varmış. olmasa bile olurmuş, felaketin f'sini görmesem bile izlediğim en iyi felaket filmlerindendi. hak ettiği değeri hiç görmemiş bence, ne imdb puanı yerli yerinde, ne burda yeterli entry sayısına ulaşmış, aşırı iyi film ya.
  • çok fazla bilinmeyen, düşük bütçesine rağmen kaliteli bir dünyanın sonu temalı felaket filmi. filmin özellikle sinematografisine bayıldım. o boğucu, kavurucu sıcak mükemmel yansıtılmış. filmin türdeşlerinde olduğu gibi çok aksiyona değil de insan ilişkilerine odaklanmasını sevdim. dünya yok olurken ne yapacağını şaşırmış insanların neler yapabileceğini başarılı işlemişler. sevgi, iyilik ve tercihler üzerine güzel sorgulamalar yapıyor. yaratılan atmosfer ve bir yol filmi olmasından dolayı akıllara the road'u getiriyor. distopik kıyamet filmlerini sevenler için kaliteli bir alternatif.
  • 2013 filmi. otherlife izledim ve akabinde jessica de gouw'u bırakmak istemedim, başka ne filmi varmış diye bakarken bunu buldum. imdb puanı fena değil ve sözlükteki yorumlarda the road benzetmesi görünce izledim. ilk başından itibaren film içine alıyor. anlatmak istediği duyguları geçiriyor. the road'u izleyeli çok uzun zaman oldu ama o bu filme göre daha etkiliydi diye hatırlıyorum.

    --- spoiler ---

    film geriyor, empati yaptırıyor, duygunuzu biriktiriyor ve taksinin dikiz aynasından kızın el sallayarak koştuğunu gördüğümüz sahnede adamdan önce ağlamaya başlıyorsunuz. o kısım biraz yıkıcı oldu benim için. son sahnede zoe "this is beautiful" diyor ya işte ben de olsam aynısını söylerdim. filmin sonu beyaz ekran bitiyor ve belli bir süre kalıyor. bu benim hep hayal ettiğim bir olaydı. daha sonra siyahta müziksiz ve bir dip ses ile yazılar akıyor.

    --- spoiler ---

    belli ki zak hilditch benim kafada biri. muhtemelen tanışsak iyi arkadaş olurduk. yönetmenin 2012'de ödül aldığı transmission kısa filmini de izleyin. kızın babası ile olan hikayesini anlatıyor. muhtemelen onda ödül alınca ve kaynak bulunca uzun metrajını çekti. https://www.youtube.com/watch?v=x5mlycc5ma0
hesabın var mı? giriş yap