• 2005 berlin film festivali'nde lou taylor pucci'ye, en iyi erkek oyuncu gümüş ayı'sını kazandıran walter kirn*'ün aynı adlı kitabından sinemaya uyarlanan mike mills filmidir. 25. uluslararası istanbul film festivali bünyesinde gösterime girmiştir.

    oldukça samimi, akıcı bir mike mills filmiydi. oyuncu performansları olması gerektiği gibi mükemmeldi. büyümek, kazanmak ve kaybetmek üzerine iyi bir senaryoyla yapılmış ama asla didaktik olmayan öyküdür. keanu reeves, benjamin bratt filmin adeta bonuslarıdır. tavsiye edilir.

    şu cümleyi hiç unutmayacağım: "tam da sana alışmaya başlamıştım."
  • türkçe altyazısı henüz bulanmayan, bu sebeble bizi üzen film.
  • (bkz: cocksucker)
  • festival* kapsamında dün* 21:30 matinesindeki gösteriminde izlediğim film. adı türkçe'ya başparmak olarak çevrilmiş. çıkışta gülümseten filmler sınıfından. güzel.

    festival kitapçığında şöyle tanıtılmış: justin 17 yaşındadır ve hala parmağını emmekten vazgeçmemiştir. çevresine uyum gösterememesi ya da hala bakir olmasının getirdiği gerginliği azaltan, çocukluğundan kalma oral bir takıntı bile olsa, justin’in başparmağını emmesi, ergenlik dertlerinin mükemmel bir yansımasıdır. renksiz, kişiliksiz bir baliyöde sıkışıp kalmış olan bu gencin ana babası da ondan daha iyi durumda değildir. justin’in akıl hocası da aslında psikiyatr olmayı düşleyen bir diş hekimidir. hipnoz uygulandıktan sonra justin’in dengesi tamamen altüst olur ve beklenmedik bir dizi olayla başa çıkmak zorunda kalır. çarpıcı güzellikteki bu ilk film, bir yaş dönümü öyküsünden çok daha fazlasını aktarıyor bize: hayat benlik, kimlik, iş ve arzuya karşı sürdürülen bir mücadeledir, üstelik bunun yaşı da yoktur.

    burdan sonrasında spoyl ettim mi etmedim mi hiç dikkat etmedim. bence etmemişimdir ama linçe kurban gitmek de istemem. hassas bünyeler okumasın derim.
    -

    büyüme hikayeleri genelde klişelerle bezenmiş olur. şahsen ben, ya aile kavramı ve ne idüğü net olmayan toplum normlarını savunan ya da bunları yerin dibine batırarak ergenliğin asiliğine yağ yakan filmler izledim genelde. ya ergenlik döneminde asilik, seks, uyuşturucu gibi kötü yollara sapan gencin derdinden kıvranan haklı aile ve “geleceğimizi teslim edeceğimiz gençlere bakın” şeklinde yasal uyarılar, ya da “düzene aileye koyiim, gidip marketten sosis yürütelim de asi olalım, hepimiz birer avril lavigne’iz” şeklinde içi doldurulmaya gerek duyulmamış asiliğe övgüler... bunları aşma amacıyla yapılan ciddi bir film de freud’a güzellemeler yapıp gençliği ‘mercek altına almak’ suretiyle özne olmaktan çıkarıp, mikroskopla bakılan birer bakteri muamelesiyle, filmde emeği geçenlerin üstten bakışı altında kasıntı ve çoğunlukla yetersiz ve ukala bir tavırla, ‘harcar’ gençliği. ki zaten ergenliğin problem olmasının nedenlerinden biri de, yine freud’a göre, bu adam yerine konmama gerçeğini yıkma çabasıdır, ve bu filmler de böööylece kendileriyle çelişirler. neyse, thumbsucker’a sadece bir büyüme filmi olarak bakamayız elbette ama bakacak olsak bile, bu klişeleri aşmış, rahatlamış bir film. kimsenin kötü olmasına gerek kalmıyor, bu da filmi daha bir gerçek yapıyor. 17 yaşında her şeyin bir tuhaf, sonradan bakıldığında şirin ve hızlı aktığı gerçeğini sindirmiş, nasıl diyeyim, ‘biçimsel olarak da özünü yansıtmış’ bir tavrı da var.

    ama, fesival kitapçığında da söylendiği gibi, bir yaş dönümü öyküsünden çok daha fazlasını anlatıyor film. filmdeki herkes, olması gerektiği gibi olmak, istediği gibi olmak veya kendini olduğu gibi kabullenmek arasında gidip geliyor, yahut da tam arada öylece duruyor. bu anlamda, ‘uyum’u anlatacak en iyi figür olarak hikayenin merkezinde justin yeniyetmesi duruyor. yani filmin derdi hikayeyi anlatmak değil, ‘uyum’ konusunda bir görüş bildirmek (ki görüşe aynen katılıyorum, o başka). işte bu yüzden bu hikayeye büyüme hikayesi dersek eksik kalıyor. yan karakterler de otomatik olarak yan olmaktan çıkıp, hepsi vazgeçilmez birer ana karakter oluyor. (bkz: işte bunu seviyorum)!

    klişe yorum kısmına gelirsek: o kadar şirin bir film ki.. gülümsetiyor, güldürüyor. filmden sırıtarak çıktı herkes. (film çıkışında sevgilisine şirinlik olsun diye başparmağını emen kızları da türk toplumuna armağan ediyorum.) dram diyen haltetmiş. festival kitapçıklarında nadir rastlanan bir şeyi de söyleyeyim, filmle ilgili yazılanlar filmi gayet güzel tanıtıyor, spoylır yok bişey yok.. üstelik oyuncular bölümüne kiyanu riivs yazılmamış, popülizm yapılmamış, ayrıca takdir ettim. kiyanu gayet başarılıydı, rolüne uymuş, kasılmamış, sırıtmamış. tilda swinton’u zaten severim, gördüğüme sevindim. çocuk oyuncuya varana kadar kimseye diyecek yoktu. ay ne güzel filmdi!
  • harika bir film.

    --- spoiler ---
    audrey* bir hastasından bahsederken onun doğuştan hayallere bağımlı olduğunu söylemesi güzeldi. justin*'in bir başkasını rahatsız eden her hareketinden sonra otomatik bir şekilde ve ilginç bir ses tonlamasıyla 'i'm sorry' deyişine bittim zaten. bir de keanu'nun film süresindeki karakter değişimi. bu adama sigara içmek çok yakışıyor ya.
    ayrıca justin'in kardeşi joel'in verdiği tepkilere birçok kişi koptu, ama nedense bana çok ciddi ve mantıklı geldi. çocuğun justin'e 'senin garipliklerinin yanında hep normal olan ben olmak zorundayım ilgiyi abuk abuk şeyler yaparak çekmek zorundasın' tadındaki tepkisi gayet ciddiydi mesela. bir de justin 'bence audrey ve mike ayrılacaklar' dedikten sonra joel'ın 'hayır, onlar ayrılamazlar ki' demesi. güzel güzel.
    --- spoiler ---

    müzikleri de filmle uyum içinde ve gayet zevkli. şarkılar the polyphonic spree ve elliott smith'e ait.
  • müziklerinin gölgesinde kalan orta halli film.
  • - what is mfc?

    - nothing.

    - tell me then.

    - mmm.. motherfucking cocksucker!
  • güzel bi film, sıradan değil ama amerikadan böyle şeyler çıkmasını artık garipsememeye başladık. keanu hariç herkesin rol yapışı (bkz: acting) gayet başarılı. müzikler de güzel..
  • (bkz: emici)
hesabın var mı? giriş yap