*

  • bu yıl nobel edebiyat ödülünün sahibi olmuş herta müller’in, ilk 1992’de hamburg’da yayımlanan, 1998’de türkçeye çevrilen der fuchs war damals schon der jäger adlı ikinci kitabı.
    romanın adındaki, tuzağa düşürülüp, kürkçü dükkanında post yapılan tilki ironisi gibi, içi boşaltılıp anlamsızlaştırılan düzende sadece otokrat ile hiyerarşik hempalarının hoyratlığına, kullanımına sunulan ülke ve hayatlar edebi gerçeklikle anlatılmaktadır.
    yazar, bu romanında, çavuşeskuların kurşuna dizildikleri ertesi güne kadar, gizli polisin herkesi, herkesin birbirini kontrol ettiği diktatörün ve organlarının insanlar üzerinde kurdukları korku düzeninde, insan olmanın, arkadaş dayanışmasının ve işinden olmadan yaşamanın ağır maliyetini; bu dönemi, bugün ve gelecekteki kuşaklara aktarır.
    romanda, iki yakın arkadaştan clara, muhalif olduğu için gözaltında tutulan adina’nın başına bir iş gelmesin diye gizli servis şefi ile ilişkiye girer;
    “pavel söz verdi, diyor clara, sana bir şey olmazsa onu sevebileceğimi biliyor.
    “ya tilki, diyor adina, tilkiyi neden kestiklerini sana söyledi mi. bu herif seni görev gereği düzüyor, o ikimizi de istiyordu, birimizi yazın, birimizi kışın, diyor adina, sabahları uyandığında kafasında iki göz iki istek var – erkeklere karşı yumruğu sertleşiyor, kadınlara karşı kamışı.” (sf:178-179)
    *
    sessiz devrimle diktatörlük devrildiğinde, dünün mağdurları iktidarın yeni sahipleri geleceği nasıl kuracakları belli değildir daha, sokaklarda tanklar ve ekmek kuyrukları vardır.
    bknz: herta müller, tilki daha o zaman avcıydı (çev: nesrin oral), telos yayınları, istanbul, 1998, s:228
  • kahvenin düz çatısının ardında bir park uzanıyor, sivri damlar var arkada. burada müdürlerin, müfettişlerin, belediye başkanlarının, istihbarat görevlilerinin ve subayların sokakları var. rüzgarı çarptığı zaman korkutan siyasal gücün bulunduğu sessiz sokaklar. rüzgarın eserken burgaçlanmadığı. gümbürderken bir dalı kırmaktansa kendi kaburgalarını kırmayı yeğlediği. kurumuş yapraklar yollarda sürükleniyor, adımların ardından hemen izleri örtüyor. burada oturmayan, buraya ait olmayan biri buradan geçtiğinde bu sokaklar için o kişi bir hiçtir.
    siyasal gücün sessiz sokakları parkta dalları çatallayan ve dinlemeleri için yapraklandıran; ırmağın yanında yolu takırtı ile uzatan; her iki kıyıda, biçilmiş otların içinde adımları düşeyleştiren; dizi alıp gırtlağa çıkaran esintide duruyor. yürüyenler burada dikkati çekmek istemiyorlar, dik ve yavaş yürüyorlar. ve yine de koşuyorlar, acele ediyorlar. sonra yürüyenler köprünün üzerine geldiklerinde, kent onları kayıtsız gürültülerle boğuyor. geniş bir soluk alıyorlar, tramvay çınlıyor, alnı ve saçları sessizlikten çekip çıkarıyor.
    sessiz sokaklar'ın efendileri evlerde ve bahçelerde hiç görünmezler. çamların ardında, taş merdivenlerde uşaklar dolaşır. uşakların ayakları çimenlere bastığında, otların ezilmemesi için bağırsaklarını boyunlarına çekerler. çimleri biçerlerken gözlerinin aklarında bir ayna durur, bu aynada orak ve tırmık, makas ve tarak gibi parlar. uşaklar elleri kavramak için uzandığında gölge yaptığı için derilerine güvenmezler.

    sayfa 28.
  • ırmağı tanıyan kişi, gökyüzünü içeriden görmüştür, diyor oltacılar. kentte hava karardığında, kuledeki saat bir süre zamanı ölçemez. kadran beyazlaşır, bir ışık ayrılır ve parka düşer. o zaman akasyaların ince dişli yaprakları taraklar gibi görünür. akrep ve yelkovan sıçrar, akşam onlara inanmaz. beyaz ışık uzun süre kalmaz.
    beyaz ışık kaldığı sürece oltacılar yan yana karınüstü yatarlar. ırmağa bakarlar.dediklerine göre, ırmak beyaz ışık kaldığı sürece tanıdıklarına gökyüzünü içinden gösterirmiş.

    sayfa 34, 35.
hesabın var mı? giriş yap