*

  • tanım cümlesi: bence sonsuzluk, an ve zaman kavramları arasındaki ilişkiden ortaya çıkan bir paradoks.

    insanların çoğu için sonsuzluk, evrenimizin sonsuz uzunluğu içersinde devam eden lineer bir zamanı çağrıştıran bir kavram. an'ın kendisi ise elimizde tutamadığımız, geçip gitmiş kısa bir süreyi temsil ediyor. zaman kavramından bahsettiğimiz süre içersinde de herkes "zaman" denildigi anda ne kastedildini bildiğini zannediyor, ama aslında öyle mi?

    genellikle kelimeler, beynimizde hiç yokdan ortaya çıkan bazı şekilleri ve deneyimlerimiz sayesinde bilip anlayabildiğimiz kavramları tarif ediyor. yaşamımız içersinde zaman kavramını normal bir şey olarak algılıyoruz; ayın ve güneşin safhalarını, dünyanın rotasını, hareketini vs gözlemliyor, edindiğimiz verilerdeki küçük değişiklikleri hesaplayarak zaman kavramı hakkında kesin, doğru ölçümler yapabiliyoruz. mevsimler, günler, aylar, gece ve gündüz olarak isimlendiriyor ve doğal bir fenomen olarak algıladığımız zaman kavramına inanıyoruz. halbuki bir vakum (boşluk) içersinde zaman diye bir şey yok; hiçbir aktivite, hareket, değişiklik, ölçüm söz konusu değil ve zaman diye bir şeyin anlamı yok. zaman big bang ile başlamış bir şey ve eğer bizim evrenimiz [big bang'den önce] böyle bir boşluktan ortaya çıkmış ise, zaman da beraber doğmuş demektir: evren olmadan zaman yok. eğer bu doğruysa, şu her şeyin geçici olduğu hayatımız içersinde, sonsuzluk ne demek oluyor?. o zaman sonsuzluk, zamanın ötesinde bir kavram olarak tanımlanmalı; yani sonsuzluk zaman'ın var olmadığı an var olmuş oluyor. ama tersden bakacak olursak; eğer bizim evrenimiz, yok olup tekrar doğan, kendisinden önceki evrenlerin (pre-universes) sonsuz evriminden geliyor ise, zaman bizim dünyamızdan daha önce de var olmuş demektir. o zaman sonsuzluk geçici bir kavram, "sonsuz bir zaman" olarak tasavvur edilmeli.

    yani ya o ya öbürü: ya madde, uzay, evren(ler) şu an için var ve sonsuz bir şekilde devamlı değişim halinde ve zaman sonsuzluğu içeriyor, ya da durum böyle değil ve sonsuzluk zamanın dışında kalan bir kavram. peki sonsuzluk gerçeklik içinde mevcut mu yoksa sadece "eksiksiz" bir vakum içersinde mi tanımlanabiliyor?

    an kavramı ise başka bir paradoks. bir an'ı nasıl gözönüne alıp, devamlı akıp giden bir zaman ile kıyaslamalıyız ki?. bir an, direkt ve doğrudan [şimdi] olan bir kavram ama bizim bilincimize ulaştığı an zaten geçmiş oluyor. zaman hakkında bilgimiz olabilir ama asla bir an'ı bilemeyiz, yakalıyamayız. devamlı akıp giden, sürekli bir zaman kavramı içersinde an kavramını tam olarak kavrayamayız. sonsuz bir yakınlıkta olsalar bile, birbirini takip eden iki an'ı ne kadarlık bir zaman farkı birbirinden ayırmaktadır ki? o zaman an zamanın dışında bir kavram gibi gözüküyor. yoksa zaman birbirini takip eden sonsuz yakınlıktaki -o kadar yakın ki makroskopik boyutta sürekli bir fenomen olarak algıladığımız- anlardan oluşmuş bir kavram mı? peki o zaman bir an'dan diğerine geçişi sağlayan doğal dinamikler neler?.

    gene ya o ya öbürü: ya zaman lineer bir kavram fakat an'ı içermiyor, ya da ölçülebilecek, nicelikleri belli olan bir kavram ama doğuşuna sebep olan nedenleri bilmiyoruz.

    eh iyi tamam da bütün bunların sonucu ne ki? siz bunu okuyana kadar bir zaman geçti, görüyoruz ki saçımız ağarıyor, kırışıklıklarımız artıyor, her geçen gün yaşlanıyoruz (sadece polislerin yaş ortalaması gençleşiyor) yani "zaman akıp gidiyor" diyoruz.. bizim yaşamımızı göz önüne alırsak, zaman bizimle doğup, bizimle yok olan bir kavram. sonuç olarak sonsuzluk, an, dakika, gün vs sadece bizim keşfettiğimiz -belki aklımız dışında varolmayan-, ama gerçekliği açıklamaktan kesinlikle uzak kelimelerden başka bir şey değil bizim için. peki nerden geliyor bu kelimeler, kendimizden mi?

    hiçbir varlık olmadan -geniş anlamda- zaman yok.

    ingilizce de çok güzel bir kelime var, time being. ben bunu eskiden beri hep zaman olmak olarak algılamışımdır (for the time being= şimdilik. bu da her şeyin geçiciliğini, şu anlığını vurgulaması açısından güzel bir kelime bence). eğer zaman bizim varlığımızla olan bir kavramsa, varoluşumuz zamana bağlı değil, biz aynı anda zamanız da. 13. yüzyıl zen ustası dogen'in bir sözü var: "we are beings-time" ("biz zaman varlıklarıyız"). tabii dogen'in burda anlattığı, geniş anlamda, gözlemlediğimiz zaman'ın bizim o an içinde bulunduğumuz nokta ile alakalı olduğu. zaman'ın mutlak bir kavram değil, modern fiziğin ve kuantum fiziğinin daha sonra da açıkladığı gibi, göreceli bir kavram olduğu. bu manada biz "zaman-varlıklarıyız" (beings-time), içinde bulundugumuz an'a göre de an-varlıklarıyız (beings-instant), sonsuzluk varlıklarıyız (being-eternity) vs.

    o zaman da aklıma şu geliyor: "kendinizi zamana mı bırakıp gidiyorsunuz yoksa zaman mı oluyorsunuz?"
  • (bkz: hiro nakamura)
  • sonsuz küçüklerin meydana gelerek oluşturduğu sonsuzluğun, insan zihninde kavranamaması durumu.

    zaman; eşyanın üzerindeki eskime payı diye tanımlanıyor; süreç, süre, vakit, an kelimelerini kullanmadan tanımlanmak istenirse. bir varlığın, bir konumdan başka bir konuma hareket etmesiyle anlaşılıyor, hissediliyor. misal, "bardak yere düştü." cümlesi (düşmeden önceki konum -düşme anı - düştükten sonraki konum) şeklinde tahayyül edilir.

    zamanın an'lardan oluştuğu görülüyor. (belirli bir süreçteki an sayısı belirsizdir, işte an'ın izafiliği burda sözkonusu yine, an saniye gibi değildir, ölçülemez) 1,2,3,4 diye sayarken herbir rakamın söylenmesi sonrasında şimdiler geçmişe dönüşüyor. bir yerde tutmak mümkün değil, yani donmuyor. bir akıntı gibi. akıntı; geleceği şimdiye çeviriyor, şimdiyi maziye.

    big bang ile oluştuğu varsayılıyor zamanın, big bang'den önce "hareket" olmadığı için. evrendeki tüm cisimlerin toplam kütlesine eşit bir cismin, sıfır hacim gibi bir yer kaplama durumundayken sebepsiz (?) bir şekilde bir anda patlamasıyla evren oluşuyor ve genişlemeye başlıyor. (sonsuz kütle-sıfır hacim ile yoktan var olma ifadesi arasında ilginç bir benzerlik mevcut burda. big bang'de patlayan kütlenin nerde durduğu ayrı bir sorun, zira patlamadan önce uzay yok, durduğu yer bilinmiyor, belirsiz) big bang'in "daha öncesinde" başka bir zaman benzeri boyutun olmadığını bilemiyoruz. (aslında bu cümlede "daha öncesi" demek zaman kavramıyla çelişkiye düşmeme sebebiyet veriyor, ama başka bir zaman boyutu olabileceğini düşünerek bu ifadeyi kullanıyorum)

    metafiziksel düşünceler içindeki insanın sonsuzu sorgularken vardığı son durak tanrı. tanrı'yı sorgularken düştüğü en ince hatalardan biri de bu zaman mefhumu sanırım. "tanrı, beni yaratmadan önce ne yapıyordu, kendisinden büyük bir taş yaratabilir mi ?" gibi sorular sorulunca zaman'ın ve mekan'ın tanrıyı da kapsadığı varsayılmış olur. oysa ki zaman, mekan, boyut, madde tanrı'nın eseriyse bu kavramlar onun için kapsayıcı olmayacaktır. tanrı bunlardan bağımsızsa, sorgulamada kullanılan kavramlar da iyi düşünülmelidir. zira kader kavramında anlaşılmayan konu da yine "zaman boyutu"na endeksli insanın girdiği bir çıkmaz sokaktır. tanrı zamandan bağımsız ise her bir insanın ne yapacağını zaten bilmektedir. bu cüz-i irade'yi etkilemez ve insan seçimlerini kendisi yapar. yani kader, insanın kendisi tarafından yazılmış olur.
    dolayısıyla zaman kavramını tanrı'nın baktığı açıdan düşünecek olursak biz birçok yerde ve zamandayız. dünyadayız, yaratılma durumundayız, ölmüş durumdayız, mahşerdeyiz, cehennemdeyiz, cennetteyiz...

    zamanı oluşturan "an" dediğimiz küçük parçacıklar, madde için de düşünülebilir. atom, bölünemez en küçük parça anlamındaki bir yunanca sözcük olmasına karşın bölünebildiği görülmüştü. alt parçacıkların da bölündüğünü görüyoruz. kuarklar. daha da alt parçacıklara hayalen bölündüğü düşünülürse (hayal gücünü kullanalım), var-yok arasında bir küçüklüğe erişilir. biz buna zerre adını verelim. zerrelerin birleşmesiyle kainat oluşuyor. mikrodan makroya erişiyoruz. işin ilginç tarafı ise bu küçük parça yani zerre, kuantum fiziğinde de açıklandığı üzere hem maddesel hem de dalgasal özellikleriyle mevcut. (dualite, ikili yapı) yani enerji ve madde içiçe. anlık olarak formunu ayırt edebilmek ise belirsizlik ilkesine göre imkansız. heisenberg'in dediği gibi "belirsizlik doğanın bir özelliği olarak karşımızda". belki de bu belirsizlikten dolayı sonsuzluk-an-zaman paradoksu varlığını devam ettiriyor.

    tabii bundan daha da önemli olan bir başka sorun var ki çok daha kafa karıştırıcı. madde ile mana'nın çözülemeyen ve içiçe olan yapısı. esas dualite ya da asıl paradoks burda sanırım.
  • "şimdi'nin sonundaki 'i'ye gelindiğinde, 'ş' tarih olmuştur artık."
  • zamanı tanımlarken karşımıza sıklıkla çıkan paradoks. örneğin zaman ile ilgili en ilgimi çeken tanım-açıklama'lardan biri de şudur: zaman, sonsuz sayıda şimdiki zamanın (an) biraraya gelmesinden oluşur. geçmiş veya gelecek diye bir şey yoktur, şimdi vardır. şu an vardır. sonsuz sayıda...
  • normalde zaman hızlandıkça, anın daha çabuk geçmesi beklenir. misal 250 km/s hızla bir ağacın yanından geçiyorsunuz, o hızla ağacı görmek mümkün bile olmayacaktır.

    bu paradoks şöyledir;

    evrende hızına ulaşılamayacak tek hız, en büyük hız, ışık hızıdır*. bu hızın ötesine bir hıza ulaşmak mümkün değil gibi gözüküyor. peki ışık hızından daha ötede bir hızda olduğumuzu düşünürsek ne olur?

    anı yakalamak olur. çok çok büyük bir hızda -ışık hızından bile büyük bir hızda- o kadar hızlanırsın ki, an'ı tutarsın. an'nın içinde dolaşabilirsin, saliseler içinde yeri boylacak olan masadan düşen bir kalemin altından yüzlerce defa geçebilirsin. anı yakalarsın.

    bu aynı, uçakta giderken yanında giden bir kurşunu tutma hikayesi gibidir. normal bir zamanda kurşunu tutmaya çalışmak mümkün olmasa, veya sonucu elinin vurulmasıyla sonuçlanacak olsa bile, kurşunla aynı hızda veya ondan daha hızlı bir durumdayken onun hızının size göre fazla olmaması ve aynı şartlarda olduğunuz için, silahtan çıkmış bir kurşun , masadan yuvarlanıp aşağıya düşen bir kurşunu tutma gibi bir etkisi olacaktır.

    yüksek hızda an denen kavramın içinde dolaşabilme, etki edebilme, bize sonsuz zamanı getirir. yeterince büyük bir hızda -ki bu hayal bile edilemiyor- sonsuz zamana sahibiz.

    hızlandıkça an hızlı mı biter? yoksa hız bize sonsuz an'ı mı verir?

    ''hızlı yaşayıp geç öl, anın tadını çıkar'' bu da bize einstein'nın verdiği hayat felsefesi.
hesabın var mı? giriş yap