• erken ölen iyi cazcılar için kullanılan klişe ifadelerden biri vardır, "eroin olmasa çok daha verimli olabilirdi." diye. bu cümleyi en iyi karşılayan örneklerden biri de bugün unutulmaya yüz tutmuş bu hard bop virtüözü, kendine özgü tonuyla diğer tenor saksofonculardan hemen ayrılıveren tina brooks'tur. eh, bu entryi okuyan çoğu cazseverin "freddie hubbard'ın ilk albümü open sesame*deki saksofoncu?" diyerek geçmişe şöyle bir dönüp bakacağına eminim, ancak bandleader olduğu kayıtlar da oldukça özel ve değerlidir.

    on altı on yedi yaşında [profesyoneller içinde] kalburüstü olduğu alto saksofonda yıldızlaşmış, birkaç blues müzisyeniyle egzersizlere başlayıp kısa sürede kendini/tekniğini geliştirmiştir mr. brooks. öyle ki, yirmilerinin başında blue note'un kadrolu yıldızlarından biri olarak yerini almış, enstrümanını dönemin çizgisine uydurarak caza tenorla devam etme kararı almıştır. dönemin genç kedilerinden kenny burrell, freddie hubbard, jackie mclean, ve jimmy smith gibi isimlerle [elbette open sesame'in yerinin apayrı olduğunu, freddie hubbard'ı yıldızlaştıranın da kendisi olduğunu tekrar eklemek isterim.] çalmış, arada bir yerde* ilk albümü minor move'u [inanılmaz bir kadroyla: *lee morgan, doug watkins, art blakey, sonny clark] çıkarmış ve adından sıklıkla söz edilen bir cazcı oluvermiştir. elbette genç yaşta kazandığı parayı yine ortamlardan eline gelen eroine yatırıp hayatını da masaya yatırarak biçmiştir mr. brooks. ikinci albümü ise ilkinden de başarılı olmuştur. true blue bugün halen blue note'un en baba kayıtlarından biri olarak bilinmekte, alfred lion'ın koltuklarını kabartmaktadır. olur da bir yerde "hard bop"tan bahsedecek olursanız "brooks'tan true blue"yu örneklemekten çekinmeyiniz, tam üzerine basmış olacaksınız. [aynı zamanda belirtmek isterim, true blue brooks'un o keskin ancak yumuşak tonunun karakter kazandığı albüm. hub'ın bu albümde sideman olarak teşekkür hediyesi verdiğini de unutmamak gerekiyor pek tabi.]

    aynı yıl kenny drew ve jackie mclean'la birlikte back to the tracks'i çıkararak vizyonunun hard bop'la sınırlı kalmadığını, hafiften avant-garde'a da geçebileceğinin sinyallerini vermiş, bir yıl sonra yine [mclean hariç hemen hemen] aynı kadroyla çıkardığı the waiting game'le ise artık bu müziğin temel taşlarından biri olduğunu göstermiş ve birkaç canlı performansla kariyerini pekiştirmiştir. öte yandan kanındaki eroin dozu yükselmiş, yükselmiş ve 1961 sonlarında ansızın kötüleşen sağlığıyla henüz yirmilerindeki genç tina'yı caz sahnesinden alıkoymuştur. ardında çalamadığı zamanlar, karaciğer yetmezliği ve kırkına henüz geldiğinde yitip giden bir hayat kalmıştır.

    şuna kesin kez eminim, tina brooks yaşasaydı bambaşka güzellikte kayıtlar dinleyebilirdik ancak bandleader olduğu şu dört albüm ve sideman olarak yer aldığı sayısız albümle uzun yıllar yetinebiliriz. çünkü efsaneler hep aramızdadır.
  • büyük virtüözdü ama, belki daha da büyük bir kompozitördü.
hesabın var mı? giriş yap