*

  • tirad *, tiyatro terminolojosinde uzun soluklu konuşma; tirad atmak ise işte bu konuşmaları tiyatro sahnesinde oyunlaştırabilmek, seyircileri bu uzuuunnnn monologlar esnasında soluksuz bırakmak.
  • (bkz: monolog)
  • tirad çalışırken öncelikle oyun defalarca okunmalı ve karakterin yapısı hakkında düşünülmelidir. karakterin oyunda belirtilmeyen ama o karaktere uygun özellikleri hayal edilmelidir. belirli bir tiki veya takıntısı olup olmadığı, en sevdiği meyveyi, en sevdiği şarkıyı bile düşünmek gerekir.
  • yemeğini yedin, ooğğh afiyet olsun. şimdi çayını al ve ince ince okumaya başla, bir daha bunun gibisini ne duyacaksın ne de göreceksin, bana güven gerisine karışma.

    ...

    bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.

    o zaman,
    akıllı ya da akılsız bütün ezilenler,

    yani bizim caddedeki insanların çoğu,

    yani öcü geliyor diye küçükken beni korkuttukları çolak ve topal deli rüstem ile

    ben ve benimle birlikte bar kızı leyla kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafatasını delerek alay edenlerden kurtulmak için bütün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan meyhaneci hızır

    ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi hava gazıyla intihar ettiği için ölmüş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan

    ve ercan'la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve gâvur diye ve kambur diye horlanan altan

    ve altan'la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkafapartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikçi çıraklığına başlayan osman

    ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan

    ve mimar cemil'le birlikte sakat olduğu için hiç yürümeyen ve hep altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan

    ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve ölmüş kocasını unutamayan rus madam

    ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait bey'in biricik oğlu
    ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kaçışında ıslak elbiselerini çıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan

    ve onunla birlikte basit bir kamyon şoför muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denilen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terkedilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve köşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan

    ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak olan ve elkapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin üçüncü hizmetçisi kezban
    yargıç kürsüsünde bulunacağız.

    mahkemede, suçlu sandalyesinde,
    bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek,
    eziyet eden,
    hor gören,
    aşağılayan,
    ihmal eden,
    aldırmayan,
    unutan,
    kötüleyen,
    alay eden,
    ıstırabı paylaşamayan,
    insanlar arasına duvarlar çeken,
    küçümseyen,
    çaresiz bırakan,
    yalnız bırakan,
    terkeden,
    baskı yapan,
    istismar eden,
    ezen,
    cesaret kıran,
    iyilik etmeyen,
    değer vermeyen,
    kalbi temiz olmayan,
    doğruyu yanlış gösteren,
    yanlışı doğru gösteren,
    samimiyetsiz,
    insafız,
    korkutan,
    yanına yaklaştırmayan,
    başkasının yaşama hakkına saygı duymayan,
    ve kendinden memnun olmak için her davranışı meşru sayan onlar,
    yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran,
    nefes almamızı dahi engelleyen,
    yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları,
    yani esasında sayıca üstün olanlar,
    yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar,
    yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler,
    yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler,
    yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler,
    yani çırağını, bir şeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar,
    muavininin başına vuran şoförler
    ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler,
    duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler
    ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler
    ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler
    ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler
    ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık
    ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar
    ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar
    ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar
    ve onlarla birlikte kimselere zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler
    ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar
    ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler
    ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar
    yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar
    ve onları birbirlerine düşman edenler
    ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar
    ve gerçeği boğanlar
    ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar
    yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar
    yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza oturacaklar.

    ve biz onlara diyeceğiz ki:

    hesaplaşma günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız.

    biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz.

    ve çıkarınıza baktınız.

    hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri sürdüler.

    biz zavallılar, ya bu düşüncelerden haberiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık.

    her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyor olsak da gene acınacak durumda olan bizleriz.

    esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk.

    ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter!

    bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil.

    tabii sizler de bu arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız.

    sizlere ne kadar minnettardık. buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz;

    bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık;

    yani özetle, herkes bir şeyler yapabilsin diye biz, bir şeyi yapmamak suretiyle, hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar olurken bir takım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik.

    bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.

    aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oybirliğiyle karar verildi.
    *

    bir daha böyle bir konuşma yazabilen çıkmayacak herhalde. eğer tiyatrocu/sinemacı vb. olsam muhakkak bu bölümü ezberlerdim. ve eğer bunu ezberleyip söyleyen biri olursa ellerim patlayana kadar alkışlardım. helal olsun, sağ ol, sağ ol, sağ ol...

    (bkz: mükemmel)
    (bkz: harikulade)
    (bkz: eşsiz)
  • rüştü asyalı'nın seslendirdiği, cyrano de bergerac istemem eksik olsun tiradı, bir dinle bak o zaman anlarsın tirat atmak nemiş
  • othello, iago'ya bağırır:

    - "alçak adam, kanıtla âşkımın fahişe olduğunu! bundan emin ol.

    gözümle görebileceğim bir kanıt göster.

    yoksa gazabıma uğramaktansa dünyaya köpek olarak gelmiş olmayı dilersin.

    göster bana veya öyle kanıtla ki kanıtta hiç belirsizlikler muğlaklıklar olmasın.

    yoksa alırım canını!

    ona iftira atarak bana işkence etmek istiyorsan,

    bırak dua etmeyi,

    unut pişmanlığı!

    yığ dehşet üstüne dehşeti!

    cennet ağlasın yaptıklarına.

    lanetlenmek için daha fazlasını yapamazsın!"
  • son dönemin en güzel örneklerini gazeteci ismail saymaz sergilemektedir.
  • geçen gün kendi kendimle 4 sayfa konuştum. en son paragrafta beni içine çeken bir tirat attığımı düşünüyorum. nacizane;

    "bu gece uzun uzun yazmak istiyorum. kalemim kara çalıyor beyaz kağıda. her şey rastgele, düzensiz. kelimeler bir hikayenin girişi olmaktan çok uzaktalar çünkü her şeyin farkındayım. kalemim boğuluyor; katil de yargıç da benim. anlamlar satırlarda anlamlarını yitiriyorlar. tüm bunlar bir adama müebbet vermemin sonucudur. öyleyse zihni yargılamadadır sıra. hükmü verilsin; yoksul mudur, yorgun mudur, yoksun mudur? yoksa tüm bu yazılanlar pis bir çamur mudur? cevabı yok, bu ağır bir drama."
  • - demin amerikan mecmualarını karıştırıyordum. bacak yağıyor. operetler, müzikholler, filmler, caddeler, her yer bunlarla dolu değil mi?
    babam söyler: eskiden vücuttaki uzuvlardan pek çoğunun adını söylemek ayıpmış. meme, karın, kalça, bacak, baldır, ayak gibi sözlerden birini ağza almadan evvel, bir "affedersiniz" deyip sesi alçaltmak lazımmış. şimdi bacağını göstermek ve beğendirmek bile ayıp değil.
    senin ipek çorabın içinde bir ruh varsa bunu benim avucum anlar. onunla başka türlü bir temas ve muhabere vasıtası bilmiyorum.
    belki dizkapağının da bir ruhu var.
    ruh, ruh...
    yürürken belin kıvrılışı... oradan bir seyyale geçiyor şüphesiz... fakat o bende aynı cinsten bir seyyale arıyor.
    sen boyadığın ve süslediğin vücudunla bende hangi duyguya hitap ediyorsan ondan cevap alıyorsun.
    iskarpinin açık penceresi önünde oturan ve seyredilmekten hoşlanan topuğun benden merhamet mi istiyor?
    kâinatın sırlarına ait düşünceler mi istiyor?
    milli heyecan mı istiyor?
    ruh, ruh...
    ne istiyor bu dekolte ayak benden? bugün sokaklarda dizkapağına kadar açılan kadın bacakları hangi budalada aristo'nun mantığına, eflatun'un idelerine, leibniz'in monadına dair fikirler uyandırır?
    göğsünüzde zıp zıp sıçrattığınız yuvarlaklar bach'ın ave maria'sını mı söylüyor, süleyman dede'nin mevlidini mi?
    (bkz: matmazel noraliya'nın koltuğu)
hesabın var mı? giriş yap